Önderliksel çıkışla tarih sahnesine çıkan Partimiz PKK, ellinci yılına girmiş bulunuyor. PKK; Kürdistan’ı işgal eden soykırımcı rejimlerinin, bölgesel ve uluslararası emperyalist güçlerin tüm saldırılarına karşı Kürdistan tarihinde bu kapsamda ve sürede her günü, her ayı ve her yılı kahramanlık destanlarıyla yazılmış Özgürlük Mücadelesinin öncü partisi olmayı başarmış bir ilktir. Yarım asırlık amansız direnişiyle PKK, Kürdistan ve bölge sınırlarını aşarak evrensel hakikate dönüşmüş, kadınların, gençlerin, emekçilerin, demokratik güçlerin, kapitalist sistem karşıtı toplumsal kesimlerin ve ezilen insanlığın benimsediği, umut olarak gördüğü ve sahiplendiği Küresel Özgürlük Hareketi konumuna ulaşmıştır. Önderlik ve PKK gerçeği; elli yıldır, Kürdistan’ı sömürgeleştiren işgalci ve soykırımcı devletlere olduğu kadar küresel kapitalist modernite güçlerine karşı da ideolojik, politik, askeri, sosyal ve kültürel alanda çok derinlikli ve sert bir mücadele yürütmektedir. PKK’nin ulusal kurtuluş yönü kadar kadın özgürlük çizgisi ve sınıfsal yönü yani özgür kadın-erkek yaratma faaliyeti daha ağır basmaktadır. Sosyalist karakteriyle Önderliğimizin temel direniş ve mücadele tarzı ideolojik ve felsefi olarak sistemseldir. Kapitalist moderniteye alternatif olarak Demokratik Toplum, Kadın özgürlük çizgisi ve ekolojik anlayışa dayanan bir paradigmayı esas almaktadır. Dolayısıyla elli yıllık başarının temelinde Önderliğin geliştirdiği ve Partimizin esas özelliğini oluşturan ideolojik mücadele ve bunun şekillendirdiği özgür insan/toplum paradigması bulunmaktadır. PKK’yi PKK yapan ideolojik gücüdür ve bu ideolojik güçle gerçekleşen tarihi insanlık direnişi ve özgürleşmesidir. İdeolojik eylem ve direnişler PKK’nin ideolojik çizgisini belirleyen temel doğrultu olmuştur. Bu eylemlerden en önemlisi soykırımcı Türk devletinin 12 Eylül faşist askeri darbesine karşı gerçekleşen ve özgürlük mücadelemize yön veren 14 Temmuz 1982 büyük Amed Zindan Direnişidir. Kürdistan devriminin sekizinci yılında soykırımcı Türk devletine karşı gelişen 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi PKK tarihinin en önemli kesitini meydana getirmiş ve her açıdan bugünde belirleyiciliğini korumaktadır.
41. yılına girdiğimiz Tarihi 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi mücadelemizin kılavuzu olmaya devam etmektedir. 14 Temmuz fedai ve zafer ruhu, büyük devrimci kararlılığı, cesareti ve fedakârlığı bugün de Kürdistan’ın dağlarında, köylerinde, ovalarında, kentlerinde, zindanlarda ve dünyanın her yerindeki mücadelemizin öncü gücü olmaya devam etmektedir. Bir kez daha bu büyük direniş mirasını yaratan Mazlum Doğan, Dörtler, Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek, Sakine Cansız, M. Sait Üçlü, İrfan Güler yoldaşlar ile bu çizgide yürüyen ‘’Güneşimizi Karartamazsınız’’ ve tecride karşı gerçekleşen zindan direniş şehitleri şahsında tüm zindan şehitlerimizi büyük bir saygı ve minnetle anıyoruz. Önderliğimizin, tüm yoldaşlarımızın ve halkımızın 14 Temmuz Ulusal Onur Günü’nü kutluyoruz.
14 TEMMUZ DİRENİŞİ ONURLU İNSAN VE ÖZGÜR YAŞAM KARARIDIR
Sömürgeci Türk devleti 12 Eylül cuntasıyla PKK şahsında Kürt ve Kürdistan varlığını ve özgürlük mücadelesini tümden yok etmeyi ve tarihten silmeyi amaçlamıştır. Bundandır ki, 14 Temmuz Zindan Direnişi; ulus olmakta ısrar, halk olmakta ısrar, parti olmakta ısrar, siyasi kimlikte ısrar, onurlu insan ve özgür yaşamda ısrardır. Tarihi eylem ‘’Yaşamı uğruna ölecek kadar sevme’’ felsefesine dayanmaktadır. Önderliğin değerlendiridiği gibi 14 Temmuz Zindan Direnişi; ‘’bir ulus kararıdır, bir yaşama saygı kararıdır, bunun için çok büyük direnme kararıdır. Ulusal kuruluş için alçaltılmış yaşama karşı insanın büyüklüğünü göstermek için verilmiş çok büyük bir direniş kararıdır.”
Halk ve ulus olmaktan çıkma, insan olmaktan çıkma, siyasi ve ideolojik kimlikten çıkma faşist 12 Eylül darbesinin devrimci tutsaklara dayattığı tek şeydi. Devrimci öncü gücün ve kimliğin yok edilerek yerine egemen kimliğin kabulü dayatılmıştır. ‘‘Kültürel soykırım’’ olarak tanımlanan bu asimilasyon ve yok etme politikası klasik sömürgeciliğin ötesinde en ağır bir durumu ifade etmekteydi. Klasik sömürgeciliğin uyguladığı siyasi, askeri ve ekonomik talan ve sömürü türü değil, talan edilen, yağmalanan ve ortadan kaldırılmak istenen Kürt ulusunun bizzat kendisidir. Dil, kültür, ülke, tarih, zihniyet gibi anlamsal ve yapısal, maddi ve manevi tüm insani ve ulusal değerler yok edilerek yerlerine ‘’Türklük’’ maskesiyle başka değerler ikame edilmek istenmiştir. Şark Islahat planıyla yürürlüğe konulan soykırım planının en katmerlisi, en acımasızı, en ahlaksızcası her anı işkence haline getirilen faşist 12 Eylül döneminin zindanlarında hayata geçirilmiştir. PKK tutsakları üzerinde yürütülen ve eşi-benzeri olmayan işkencelerin ana hedefi Kürtlüğün yok edilerek ‘’Türkleştirme’’ planının başarılı kılınmasıydı. Devşirmelerin kurguladığı ‘’Türklük’’ denen suni ideolojik kimlik katliamın, soykırımın, işkencenin ve yok etmenin adı olmuştu. Kürdistan’ın kalbi Amed’te, faşist sömürgeci zindanında Mazlumlar, Ferhatlar, Kemal ve Hayrilere dayatılan teslimiyet ve ihanet Kürt toplumuna karşı izlenen soykırım siyasetinin en vahşi tarzda uygulamasıydı. Soykırımcı faşist Türk sistemi bir taraftan ulusal değerleri, diğer taraftan ise PKK’nin ideolojik ve örgütsel gücünü tasfiye etmek istemiştir. PKK’den ve ulusal kimlikten vazgeçilme dayatması; özünde, toplumsal, siyasal, ideolojik ve ulusal kimliğin inkar edilerek zıddına dönüşme anlamına geliyordu. Dayatılan sadece asimilasyon değil varlığın kendini inkar ve başka bir varlığa dönüşme, itirafçılaşma istemiydi. Yaşamın tamamı zülüm ve işkenceye çevrilen böylesi bir ortamda bırakalım siyasi kimliği savunmayı, insan olarak kalmanın bile ancak çok güçlü bir inanç, irade ve büyük bir direnişten geçtiği açıktır. Dörtlerin eylem mektuplarında belirttikleri gibi; ‘’Düşman barbar, düşman acımasız, düşman amacına ulaşmakta kararlı. Buna ‘dur!’ demesek, bırakalım devrimcilikte, insanlığımızdan bile utanacağız. Bu zindanda partimiz adına, halkımız adına alnımızın akıyla çıkmasak, gelecek nesiller bizi lanetleyecektir. Hiçbir gerekçe bizi tarihimizin ve halkımızın sorgulamasından kurtaramaz.’’ Barbar düşmanın uyguladığı vahşet karşısında ancak fedaice ve kahramanca bir direnişle sonuç alınabilirdi. Bunun için Kemal Pir arkadaş ‘’Ölmemiz gerekiyor’’ demişti. Mazlum, Dörtler ve14 Temmuz Ölüm Orucu direnişçileri tarihi eylemleriyle bu büyük iradeyi, sarsılmaz inanç, bağlılık ve fedai duruşu ortaya koyarak düşman karşısında ulusal, toplumsal, ideolojik ve örgütsel değerleri sahiplenerek ve bu uğurda canlarını tereddütsüz feda ederek zafere eriştiler. Mutlaka kazanılması gereken büyük bir savaş olduğunu kavrayarak büyük kazanmasını bildiler. Bundandır ki, Mazlumlar, Dörtler, Kemaller ve Hayriler sadece birer PKK’li olarak direnmediler; onlar Önderliğin deyimiyle PKK oldular, Parti oldular, çizgi oldular, soy damarlarımız ve direniş tarzımız oldular. Yani her biri bir parti olarak bize nasıl direnileceğini, nasıl sahiplenileceğini, önderliğe, partiye ve halka/halklara nasıl bağlı kalınacağını, onurlu insan olarak kalmanın bedelinin ne olması gerektiğini nihayetinde kutsal dava uğruna nasıl şehit düşüleceğini söylemleri ve eylemleriyle gösterdiler. Hayri arkadaşın “Her şeyden önemlisi PKK’nin onuru ve prestijidir… Ben yoldaşlarımla varım, ben halkımın bir parçasıyım.” sözleri ne kadar Partiyi ve halkı yaşadıklarını göstermektedir; PKK MK üyesi Mazlum Doğan arkadaş; “Biz elimizden geleni ardımıza koymadık ve asla koymayacağız. (…) Bundan sonra da Partinin çıkarlarını ve prestijini yüksekte tutmak için ne lazımsa yapacağız. Bundan kuşkunuz olmasın” diyerek teslimiyete, ihanete ve kimliksizleştirmeye karşı özgür ve onurlu yaşamı korumaya, siyasi ve ideolojik kimliği savunmaya yönelik olan fedai eylemiyle Newroz ateşini 21 Mart 1982 akşamında gürleştirip direniş startını verdi. Çok büyük bir kararın, devrimci bilincin ve iradenin sahibi olan Dörtler; Ferhat Kurtay, Mahmut Zengin, Necmi Öner, Eşref Anyık 18 Mayıs 1982 büyük yakma eylemiyle Mazlumun direniş çırasını bedenlerinde tutuşturarak özgürlük ateşini büyütüp tüm ülkeye yayarak kitleselleştirerek devrimci mücadelenin tüm alanlarına taşırdılar. ‘’Bugün Diyarbakır zindanında, düşman bizim şahsımızda halkımızın kurtuluş umudu, biricik önderi partimizi boğmaya çalışıyor. Bu bir ölüm-kalım savaşıdır. Savaşlar kaybedile bilinir, ama bizim kaybetmeye tahammülümüz yoktur, olmamalıdır. Çünkü bunun sonuçları çok ağır olacaktır. Sorumluluğu ise taşınamayacak denli ağır, yaralayıcı olacaktır. Bu savaşı kaybetme tahammülümüz yoktur. Bu yola girerken, lekesiz bir direniş bayrağının altında çalıştık ve bunu aynı temiz haliyle taşımak zorundayız. Başka seçeneğimiz yoktur. Bu bayrak altında yaşamanın ve onu yükseltmenin direnmekten başka bir yolu yoktur. Bunu çok kısa bir süre önce büyük Önderimiz Mazlum yoldaşımız gösterdi. Bu her zaman olduğu gibi çok zor ve sancılı bir dönemi yaşamakta olduğumuz Diyarbakır zindanında da yol göstericiliğinin değerli yaşamını feda ederek yaptı. Parti Önderliğimiz, Mazlum yoldaşın şahsında sorumluluğunu en iyi şekilde, bir kez daha kanıtladı. Şimdi sıra bizimdir.’’ (Dörtler)
Mazlum’un, Dörtlerin ve 14 Temmuz Direnişi kadro ve ulusal direniş ölçülerimizin belirlenmesinde büyük bir role sahiptir, özgür yaşam ve mücadele gerçeğimizin çizgisi haline gelmiştir. Önderliğimizin; ‘’yaşam ya özgür olacak, ya da hiç olmayacak’’ felsefesi 14 Temmuz direnişinin temel felsefesidir. Kirlenmiş, ayaklar altına alınarak düşürülmüş bir yaşamı asla kabul etmediler ve BÜYÜK ONURUN BÜYÜK DİRENiŞÇİLERİ olarak tarihi eylem kararını alarak en büyük devrimci gelişmeyi sağladılar. ‘’Adına onur dediğimiz, eğer insan olmak, ayakta kalınmak isteniliyorsa tarihin bu dönemine şerefli bir söz, bir-iki cümle bile bırakılmak isteniliyorsa direnmek gerekiyordu. İşte yapılan da buydu. Özelikle 14 Temmuz direnişçilerinin doruklaştırdığı direniş hamlesinin en özlü ifadesi budur. Bunlar tarihin bu döneminde bir ulus için, bir insanlık kesimi için söylenmesi gereken en temel bir kaç sözü söylediler. Ama bunlar öyle sözlerdir ki, eğer söylenmezse bir parti imha olup gider, bir ulus imha olup gider. Ve diğer şeylerden de artık bahsetmenin anlamı kalmaz. Bu anlamda doruktur diyoruz, bu anlamda en belirleyici sözlerdir, tavırlardır, direnişlerdir diyoruz. Daha sonraki sürecin en temel taşıdır ve doğrudur. Bu anlamda bir direnişin zaferinden bahsedilebilir. Burada kazanan hiç şüphesiz cephe savaşı değil, yumruk yumruğa kazanılan bir savaş değil, esaret altında ve zorbela ‘biz partimizden vazgeçmeyiz, biz halkımızın, ülkemizin gerçeğinden vazgeçmeyiz, bu kadar bir gerçektir ve gerektiğinde hayatımızı veririz’ biçiminde olmuştur. En yakıcı savaş, en büyük savaş da budur diyoruz.’’ (Önderlik; Ağustos 1991)
Dijwar SASON
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi