Ortadoğu coğrafyasında, Kürdistan’da ve bölge devletlerinde, özellikle Irak devletinde yaşanan jeopolitik ve jeostratejik değişim ve dönüşümler çok önemli bir yer tutmaktadır. İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana Irak ve Kürdistan, siyasi ve toplumsal sistemlerin inşa ve deneyimlenen yerleri olmuştur. İlk devlet ve ilk imparatorluk, şu anda Irak olarak adlandırılan topraklarda kurulmuştur. Şüphesiz Kürtler, tarihin başlangıcından bu yana Irak’ta gelişen tüm siyasi ve toplumsal sistem inşalarında yer almış ve bunlar üzerinde büyük bir etki yaratmış ve yaratmaya devam etmektedir.
Bu nedenle, Irak’taki mevcut sürece neden bu kadar çok uluslararası ve bölgesel dış gücün müdahale ettiğine ilişkin bu analiz dizisinde yer vereceğiz.
Irak, etnik köken, din ve mezhepçilik açısından eşsiz bir tarihi zenginliğe sahiptir. Kutsal kitaplarda 72 milletin Babil Burçların altında bir araya geldiği, birlikte yaşadığı ve birleştiği yazılmaktadır!
72 milletin ‘Babil’de barış, özgürlük ve eşitlik temelinde bir arada yaşaması, ırkçı, diktatörlük ve mezhepçi yönetimin yükselişiyle birlikte bölgede yolsuzluk ve kaosa yol açmış, bölge halkları büyük soykırımlar yaşamıştır. Birbirlerini anlamama, dil ve kültür açısından yabancılaşma, karşılıklı reddetmenin en büyük nedenleridir. Dini ve etnik, sınıf ve mezhep çatışmaları, cinsiyetçilik, tek tanrılı sistemin bilinciyle devam etmektedir. Bu çatışmalar, hegemonik güçlerin düşmanlıklarını ve husumetlerini bölgeye müdahalelerinin bahanesi ve temeli olarak kullanmalarına neden olmaktadır.
Kapitalist modernitenin güçleri Ortadoğu ülkelerine müdahale ettiğinde, Ortadoğu halkları arasında beslenen dinsel, mezhepsel ve etnik çatışmaları kendilerine dayanak olarak kullanıyorlar!
TÜM MÜDAHALELER SÖZDE ‘DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK’ ADINA YAPILIYOR!
Egemen güçler Ortadoğu’ya müdahale ettiğinde, hiçbir zaman “Bölgenin su, enerji, yer üstü ve yer altı kaynaklarına el koyacağız” demediler. Her zaman bölgeye “Demokrasi ve özgürlük getireceğiz” diyerek müdahalelerini gerçekleştirdiler.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kapitalist modernite güçleri tarafından kurulan ulus devletler ve diktatörlükler, sistemin ihtiyaçları ve çıkarları değiştikçe aynı güçler tarafından yine yıkıldı. Statik ve statükocu devletler sistemin ihtiyaçlarına cevap vermedi ve değiştirilmeleri gerektiği bahanesiyle birçok müdahaleye maruz bıraktılar. Statükocu devletleri ve diktatörlükleri değiştirmek, halkın yararına, özgürlüğüne ve güvenliğine yönelik değil, tamamen sistemin konumunu güçlendirmek içindir.
Egemen güçler bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden tasarlamak istiyorlar. Bunu yapmak için, yüz yıl önce bölgeye yerleştirdikleri çatışmalardan yararlanıyorlar. Ortadoğu’da sistemi kendi çıkarlarına göre yeniden inşa etmek istiyorlar.
Baas sisteminin devrilmesi ve diktatörlüklerin devrilmesi bu ilkeler doğrultusunda gerçekleştirildi. Deyim yerindeyse 72 farklı milletin bağrına basan Ortadoğu özellikle Irak’a sürekli müdahalede bulunan kapitalist güçler ve sermayedarların siyasi sistemin deneyleri için bir oyun alanı ve laboratuvar haline geldi.
DIŞ GÜÇLERİN IRAK’A MÜDAHALELERİ HER ZAMAN ÇELİŞKİLERİ DERİNLEŞTİRMİŞTİR
Ortadoğu devletlerinin sistemleri ve yönetimleri milliyetçi, mezhepçi ve cinsiyetçi bir zihniyetle kurulmuştur. Toplumun iradesine ve doğasına aykırı olan tek tanrıcılık, bölge halkları arasında çatışma ve bölünme yaratır ve yabancı müdahalelerin önünü açmıştır. Demokratik bilincin eksikliği, kültürel farklılıkların inkarı ve iç savaş her zaman dış müdahalelere fırsatlar yaratır. Hem bölgedeki devletlerin iç sorunları hem de dış müdahalelerin sorunları bölgedeki durumu daha da karmaşık hale getirmiştir. Ne halklar için içeride demokratik ve özgür bir yaşam inşa edilmiştir ne de bölgeye dışarıdan “demokrasi ve özgürlük” gelmiştir.
İnsanlar Ortadoğu’daki krizlerden ve kaoslardan söz etiklerinde, hemen halklara tek tanrıcılığı dayatan katı ulus devletler akıllarına gelir. Kürdistan’ı kendi aralarında bölen dört devlet, sistemlerini kurma ve yönetme biçimleri açısından benzerdir. Aynı zamanda yaşadıkları krizler de birbirine yakındır. Kürdistan’ın hakları ve özgürlüğü için dört devletin de refleksleri aynıdır. Tek devlet, tek bayrak, tek din, tek dil kurma adına dört devlet de aynı politikayı izlemiştir. İşgalci devletlerin tekelci ve faşist politikaları onları yıkıma sürüklemiştir. Bazıları çökmüş, bazıları ise iç krizlerin tam ortasında çırpındıkça batmakta ve çöküşün eşiğine gelmiştir.
İran ve Türkiye, Ortadoğu’da statükoculuğu koruyan iki devlettir. Aynı zamanda bölgede, mezhepçilik ve ırkçılık temelinde işgal ve yayılma hesaplarını yapan da bu iki devlettir. Kürdistan’a karşı düşmanlık ve karşıtlık konusunda hemfikirdirler, ancak Ortadoğu’nun bölünmesi ve pay alma konusunda ise karşıt ve zıt iki güçtürler! Birlikte işgal için rekabet halindedirler. İran devleti işgal için Şii mezhebini kullanırken, Türk devleti ise Sünni mezhebini dayanak olarak kullanmaktadır. Her iki devlet de güçlerini genişletmek için dini ve mezhepleri araç olarak kullanmaktadır. Ortadoğu’da statükoyu koruyan iki güç olarak, güç kazanmak ve etki edebilecekleri coğrafyayı genişletmek adına daha çok işgal girişimlerini yapıyor. Bu devletlerin Suriye ve Irak coğrafyası üzerinde hesapları var. Irkçılık, din ve mezhepçilik kullanarak iktidarlarını uzatmak ve güçlendirmek istiyorlar.
Kürt halkının ve Kürdistan’ın özgürlüğü söz konusu olduğunda, her iki devletin hassasiyetleri birleşiyor ve aynı refleksi gösteriyor. Dünya hegemonik güçleri, Türk ve İran devletlerinin statükosunu kendi çıkarlarına engel olarak görüyorlar. Bu nedenle, bu devletleri kendi çıkarlarına göre yeniden tasarlamak ve kendi çizgilerine çekmek istiyorlar.
“Ortadoğu’da ana aktörün kim olacağı” kararı hegemonik güçlerin elinde. Bu nedenle, Ortadoğu’ya müdahale sonucu ortaya çıkacak güç boşluğunu İran veya Türkiye’nin doldurmasını istemiyorlar. Bölgenin yeni dizaynı İsrail’in güvenlik ve savunması çerçevesindedir. İsrail ile uyumlu sistemlerin inşa edilmesi gerekiyor. Arap devletleriyle yapılan “İbrahimi Anlaşmaları” buna dayanıyordu.
İran ve Türkiye’nin yeni Ortadoğu’nun inşasında işgal politikasının zayıflatılması, bölgenin özgürlükçü halkları için tarihi fırsatlar yaratıyor. Çünkü Kürt halkı yüz yıl önce Ortadoğu’nun inşasında hesaba katılmamış ve inşanın dışında bırakılmıştı.
Tüm engellere ve duyarsızlığa rağmen Kürt halkı faşist ve diktatörlük devletlerine direnmiş ve özgürlüğüne kavuşma noktasına gelmiştir. Kürdistan’ın işgalci devletleri Kürt halkının mevcut durumdan faydalanmasını istememektedir. Ortadoğu’nun yeniden inşası ve yeniden dizaynında Kürtlerin tekrar statüsüz kalmasını istemektedirler. Bu nedenle hem Irak’a hem de Suriye’ye baskı yaparak Kürtlerin kazanımlarına karşı bir politika izlemektedirler.
Ne Irak devleti ne de Suriye rejimi Kürdistan halkının kazanımlarına ve özgürlük taleplerine karşı durabilir. Bu devletleri Kürt halkına karşı kışkırtan ve provokasyonlar yapanlar Türk devletidir. Özellikle Türk devleti hem Irak’ta hem de Suriye’de Kürtleri statüsüz bırakma politikası izlemektedir.
Hîwa AZAD