Kapitalist modernitenin kriz ve kaosu derinleşerek sürüyor. Dolayısıyla insanlık 2022 yılına daha büyük sorunlar ve tehditlerle girmiş oldu. Toplumsal yaşamı dayanılmaz, dünyamızı yaşanmaz yapan sorunları çözecek politikalar geliştirilmiyor. Geliştirmeye çalışanlarsa büyük saldırılara maruz kalıyor.
İnsanlığın yaşadığı sorunlara demokratik çözümler geliştirmeye çalışan en önemli gücün Kürdistan özgürlük mücadelesi olduğu artık birçok çevre tarafından kabul edilmektedir. Kürdistan özgürlük hareketinin verdiği mücadeleyle sadece Kürt halkının değil tüm Ortadoğu halklarının sorunlarını çözmeye çalıştığı da giderek daha iyi anlaşılıyor. Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği kadın özgürlük ideolojisinin evrensel nitelikte etkili olmaya başladığı, ekolojiye ilişkin görüşlerininse çevre sorunlarının çözümüne önemli katkılar sunduğu kabul edilmektedir.
Tüm dünyayı etkileme özelliği olan bu mücadeleye dönük saldırıların artarak sürmesi, kapitalist modernite güçlerinin insanlık sorunlarına nasıl yaklaştığını anlamak için çok çarpıcı veriler sunuyor. Örneğin Kapitalist sistemin çözemediği tam tersine derinleştirdiği Ortadoğu’daki sorunlara demokratik ulus çizgisiyle çözümler geliştirdiği her gün daha iyi görülen Kürdistan özgürlük mücadelesine yönelik saldırılar sistem gerçekliğini çarpıcı biçimde gözler önüne seriyor. Sistem PKK’ye düşmanlığını esasta da TC eliyle yapıyor. Ortadoğu halklarının demokratik taleplerine sistemin bir saldırı projesi olan Daiş yenilgiye uğratılınca, TC’nin yeni bir çete gücü olarak devreye sokulması bunu yeterince göstermiş bulunuyor.
TC eliyle Kürtlere, Araplara ve diğer halklara yapılan saldırılar başını ABD’nin çektiği sistem güçlerine tıpkı Koronavirüsün dünya genelinde sisteme sağladığı meşruiyeti sağlıyor. Kapitalistler kadınlara, halklara ve emekçi sınıflara saldırıları faşist ve anti demokratik olarak algılanmasın diye ‘sağlık tedbirleri’ kılıfına sarılıyorlar. Ortadoğu’daki demokrasi ve eşitlik mücadelesine, halklara düşmanlığı deşifre olmasın diye de ‘Türk devletinin hassasiyeti, Türk devletinin terörle mücadele hakkı’ söylemiyle gerçek yüzlerini saklıyorlar. TC’ye Koronavirüs gibi gerçeklerin üstünü bölgesel düzeyde örtme, sistemin faşist ve saldırgan politikasını gizleme görevinin verildiği son saldırılarla çok daha iyi anlaşılmış bulunuyor.
TC’ye ilk kuruluşunda sosyalist sisteme karşı mücadele görevi verildiğini göz önünde bulundurarak güncel durumunu değerlendirmek bizi daha doğru sonuçlara götürür. Unutmayalım ki bu devletin kuruluşundaki amaç ve varlık gerekçesi, demokrasi ve eşitlik mücadelelerine karşı durmak, bu değerleri tasfiye etmekti. Bunun için 1923’de SSCB’ye karşı konumlandırılması neyse, özellikle de 2002’den bu yana Kürdistan özgürlük mücadelesine karşı konumlandırılması da odur. Gerçeklik böyle olmamış olsaydı, TC silahlandırılıp üstelik de resmi sınırları dışında kadın ve çocukları katletmesine müsaade edilmezdi. Tüm dünyanın terörist dediği selefi cihadist çetelerle herkesin gözü önünde ortak çalışmazdı. Devletlerin yıkılmasına gerekçe yapılmış, tüm yasalarda suç sayılmış kimyasal gazlarla Kürdistan özgürlük gerillasına saldırmaya bu denli cüret etmezdi. Dolayısıyla Erdoğan-Bahçeli Türkiye’sine yeryüzünün siyasi virüsü demek sadece bir benzetme veya yorum değildir. Libya’dan Afganistan’a kadar yeni ve demokratik bir sistemin kurulması imkan ve olanaklarının geçmişe göre daha da arttığı, sorunların çözümü için başka da bir yolun kalmadığı tüm coğrafyalarda sorunları derinleştiren, çözümsüz bırakmak için elinden geleni yapan başlıca devlet olması bu gerçekliğe kanıt olarak görülmelidir. Doğu Akdeniz’de yaşanan sorunları büyüten, çelişkileri derinleştiren de yine bu devlettir. Kaldı ki kendileri de sık sık “biz oyun kurucu değil oyun bozucuyuz” diyorlar. Yine büyük emperyalistlerin TC’nin kendi çıkarlarını doğrudan tehdit ettiği saldırılarına karşı caydırıcı politikalar devreye koyması mümkün olabiliyorken, halkların demokrasi taleplerine saldırılarını desteklenmeleri de bu devletin görevlendirildiğini, böyle bir misyon ve sorumluluk ile hareket ettiğini göstermektedir. Sonuç olarak AKP-MHP adı altında bir araya getirilmiş ve açığa çıkan suçlarından da anlaşıldığı gibi Daiş gibi faşist ve dinci bir çete olan bu yapı, demokrasi ve özgürlük karşıtı tehlikeli bir virüstür. Bu virüs ile Korona arasında işlevsellik ve kullanım amaçları bakımından oldukça büyük bir benzerlik söz konusudur. Her iki virüs arasındaki fark birinin biyolojik diğerinse siyasi olmasıdır. Her iki virüste yaratılmış olup dönemsel çıkarlar için kullanılmaktadır. Ve zamanı geldiğinde de ortadan kaldırılacaktır.
Ortadoğu’da Erdoğan ve Bahçeli rejimine verilen görevler olduğunu asla unutmamak gerekir. Onlar bu görevleri yerine getirirken en öldürücü silahlarını Kürt halkına karşı kullanıyorlar. Kendilerine verilmiş görevlere Kürt soykırımına destek verilerek adeta geri ödeme yapılıyor. Kürdistan’ın Bakur, Rojava ve Başur parçalarındaki işgal ve soykırım saldırılarının görmezden gelinmesi, ABD ve Almanya tarafından zaman zaman açık ve bazen de gizli desteklenmesi bu anlama geliyor.
Türk faşist rejimi varlığını sürdürebilmek için Kürt soykırımını tamamlamak istemektedir. Bunun için 2015’ten beri dışarıdan yoğun bir askeri ve istihbari destek almakta, içerde de tüm imkanlarını bu amaç için kullanmaktadır. 2018’deki Efrîn işgal saldırısından bu yana tüm askeri gücünü kullanarak Kürtlere karşı tarihinin en büyük savaşını yürütmektedir. Bu konseptin bir parçası da 2021 şubat ayının ilk haftasında Gare’ye dönük başlattığı işgal saldırısı oldu. Bu saldırı daha başlamadan Erdoğan’ın kendisi ‘size bir müjdem olacak’ diyerek Gare saldırısıyla neyi planladıklarını açıklamıştı. Gare saldırısında temel hedefleri HPG Ana Karargâhını dağıtmak, gerillayı koordinesiz bırakmak ve HPG’nin elindeki asker, polis ve Mit elemanlarını alıp Türkiye’ye götürmekti. Böyle bir sonuç elde etmeleri halinde 15 şubat 1999 gibi yoğun bir propaganda yapacak ve baskın erken seçime giderek, iktidarları için dört yıl daha kazanmış olacaklardı. Ve gerilla alanları başta olmak üzere Kürdistan’da peş peşe yeni işgal saldırıları geliştireceklerdi. Bu hedefleri gerilla direnişi ile boşa çıkarıldı. Ancak iktidarı yeniden kazanmak için Erdoğan ve Bahçeli’nin savaştan başka çareleri kalmamıştır. Bu da 2022’de de Kürt halkına ve onun özgürlük gerillasına karşı daha yoğun ve kapsamlı saldırılar yapmayı planladıkları anlamına gelmektedir. Kürtlere karşı savaşında kimyasal da dahil her türlü silahı kullanma izni aldıkları anlaşılıyor. Katliam ustası bu devlet, iz bırakmadan her türlü suçu işlemede mahirdir. TC’nin Kürt soykırımını sonuca götürmek için önünde PKK’nin ve Kürt halkının direnişinden başka engel de yoktur. Ekonomik kriz de engel değildir. TC Kürt soykırımını tamamlamak için gerekirse namusunu da dahil her şeyini satabilir. Kendini satarken de milli çıkarlar için diyerek fukara Türklere propaganda edebilir. Bu düzeyde Kürt düşmanı bu devletin, 2022’de de kendini bir kez daha deneyeceği anlaşılıyor.
Mehmet GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi