HABER MERKEZİ- AKP-MHP faşist ittifakının 6 yıllık pratiğine bakmadan önce kısaca 2002-2015 arası AKP’nin tek başına iktidar olduğu dönemi da ele almalıyız. 2002’de AKP iktidara geldiğinde devlete üstü kapalı eleştirilerden önemli bir ideolojik argüman sağlıyordu. Çünkü bu dönem AKP’nin sarıldığı temel destur “demokrasi ve değişim”di.
AB ile o dönem yürütülen müzakere sürecini kendi iktidarının temel meşruiyet üretme noktası olarak gören AKP bu şekilde daha geniş çevreleri etkileyebiliyordu. AKP yeni gelişen Anadolu sermayesinin sözcüsü konumunu geliştirmek için ılımlı İslam vurgusunu yaparken varlığını eski statükoya borçlu olan burjuvaziye ise daha fazla zenginleşmelerine zemin olacak “liberal devlet” vadediyordu. Aynı zamanda sürekli bir kendini kanıtlama çabasıyla eski köktenci din anlayışından koptuğunu vurguluyordu. “Gömlek değiştirme” tabiri o dönemin popüler söylemiydi. Devlet yapısına ise PKK’yi en iyi ben tasfiye ederim ifadesi ile kendini kabul ettirme çabasındaydı.
AKP’nin Nefes Borusu: Liberalizm
Liberal çevre bu dönem AKP’ye nefes borusu olan temel kesimdi. Sayıca olmasa bile özellikle medya alanında etkinlikleri ile AKP’nin iktidarını sağlamlaştırma da hatırı sayılır bir rol oynadılar. Bugün artık faşizm bu kesime ihtiyaç duymadığı için kendi düş kırıklıkları ile köşeye çekilen bir kısmi ise zindanda olan bu çevreye AKP çok şey borçludur. Bu borç özellikle 2002-2011 arası dönem AKP’nin Beyaz Türk faşizmi ile girdiği hegemonya mücadelesinde çok barizdir. AKP Ergenekon Operasyonları adı altında sadece bürokraside değil, sosyal yaşamın her alanında eski elitist gücün etkisini kırmayı bu kesimin sunduğu ideolojik argümanlar sayesinde başardı. Keza kendi bünyesinde güçlü zihinsel savlar ortaya atabilecek kişi sayısı oldukça sınırlıydı. Ve bunların toplum üzerindeki etki gücü de çok azdı.
Kapitalist sistemin ekonomik işleyişine dair Nikola Kondratiev isimli Rus bilim insanın oldukça ufuk açıcı bir teorisi vardır. Kendi adıyla anılan dalgalarla kapitalist ekonominin yükseliş(A) ve düşüş(B) evrelerinin belli zaman aralıklarıyla birbirini takip ettiğini ifade etmiştir. Bu teori uzun dönemde dünya ölçeğine uygulanabileceği gibi tek bir devlet özelinde de ekonomik eğilimleri tahmin etme de yardımcı olmaktadır. Bu yöntemle Türkiye ekonomisi incelendiğinde 2000’lerin başında çok ciddi bir krizle düşüş(B) evresini geçirdiği ifade edilebilir. Bu evrede kısmi müdahalelerle ekonominin toparlanması yani üst sınıfların kar oranını artırılması ve bu çerçevede alt sınıflara lütuf kabilinden gelir akışının sağlanabilmesi mümkündü.
AKP 2002 yılında ABD’nin yeni Ortadoğu politikalarına hizmet etmesi için iktidara taşındığında ülkenin ekonomik durumu oldukça kötüydü. 90’lı yıllar boyunca çeteleşen devletin yaratığı talan ortamı ve Kürt halkına karşı yürütülen savaşın faturası olarak büyük bir ekonomik çıkmaz yaşanıyordu. IMF gibi uluslararası örgütler kapitalist sistem için kritik bir önemi olan T.C. ‘nin toparlanması için bedelini halkın ödeyeceği neoliberal bir planlama yapmışlardı. Bu planın yürütücüsü de yeni iktidara gelen AKP olacaktı. Bu planlama ve uluslararası destek sayesinde o dönem var olan çatışmasızlık durumunun da etkisiyle AKP’nin ilk dönemi ekonomik durumda görece bir iyileşme getirdi. AKP’nin 2004-2011 yılları arası Özgürlük Hareketinden defalarca ateşkes istemesini devlet içi iktidar mücadelesinin yanında bu çerçeveden de okumak gerekir. Fakat 2011 yılına gelindiğinde AKP’nin ekonomik politikaları kendini tekrarlar bir hale gelmişti. Dışardan akan sıcak paraya bağımlı politika artık işlemiyordu. 2011-12 yıllarındaki devrimci halk savaşı dönemi de bu duruma eklenince bu konuyla ilgilenen saygın tüm bilim insanları büyük bir ekonomik krizi öngörüyordu. Tam bu nokta da Önder APO ile diyalog süreci gündeme geldi. 2013-15 sürecinin yaratmış olduğu atmosfer bu krizin ertelenmesine neden oldu. Çatışmasızlık, çözüm ve demokrasi tartışmaları ekonomik iyimserliği getirdi.
İlk 13 yıllık iktidarında en az dört darbe girişimini karşılayan ve karşı atağa geçen AKP’nin kendine güveni yavaş yavaş geliyor ve gerçek kimliğini dışa vurmaya başlamakta beis görmüyordu. AKP faşist niteliğini Kürt halkına sürekli gösterirken, Gezi sürecinde Türkiye halkına da sergiledi. Yani AKP’nin MHP ile ittifak kurarak faşist yüzünü tümden açığa vururken onun niteliğini, özünü tespit edenler için bu durum sürpriz olmuyordu.
AKP-MHP faşizminin fiili temelinin atıldığı an olan 7 Haziran 2015’in demokratik siyasetin belki de en güçlü olduğu dönem olması çelişik bir durum gibi görülebilir ama kesinlikle tesadüf değildir. Çünkü 7 Haziran seçimleri sadece AKP’nin yıllardır sürdürdüğü tek başına iktidarın sonu anlamına gelmiyordu. Bu seçim aynı zamanda T.C. ‘nin kuruluş ideolojisinin artık toplum nezdinde anlamsız olduğunu gösteriyordu. İki yıl önce Gezi süreci bunun önemli işaretlerini vermiş, Türkiye toplumunun mevcut sistemi demokratikleştirme isteğini göstermişti. Kürt halkı için kendi sistemini inşa ve örgütlemede önemli adımlar atmıştı. Rojava Devrimi hem dört parça Kürdistan’a hem de dünyaya yeni bir dönemi müjdeliyordu. Gezi ve Kobani eylemleri T.C. rejimine tehlike çanlarının çaldığını göstermişti. Önderlik HDP projesi ile bu devrimci dinamiği ete kemiğe kavuşturmak için gerekli perspektifleri vermişti.
7 Haziran Seçimleri bu açıdan bir dönemece de işaret ediyordu. Sistem ya demokratikleşecek nitekim Önderlik özellikle 2013’ten itibaren olan diyalog döneminde devleti bu noktaya getirmeye çalışıyordu ya da faşist özüne bağlı kalarak yeniden örgütlenecekti. Ekim 2014’te hazırlanan “Çöktürme Planı” Kürt soykırımının tamamlanması temelinde yeniden organize olma stratejisiydi. T.C. ilk kuruluşunu nasıl Kürt soykırımına dayandırmışsa ikinci inşa döneminde de Kürt halkının iradesini çökertmeyi esas alıyordu. İşte AKP’nin MHP ile açıktan Ergenekoncu Beyaz Türklerle ise örtük kurduğu faşist ittifak bu yeniden örgütlenme hamlesinin pratik yürütücüsü olmaya adaydı. Emperyalist devletlerden de aldığı onay üzerine Kürt soykırımını nihayete erdirmeye yöneldi.
AKP baştan itibaren devlet içi odaklarla ittifak üzerinden hareket ediyordu. AKP merkez sağ bir parti iddiasıyla aslında bir koalisyon görüntüsü ile iktidar olmaya çalışırken devlet içerisinden bir desteğe muhtaçtı. Çünkü T.C. ‘de hükümet olmak, iktidar olmaya yetmiyordu. AKP’nin çıkara eksenli içyapısı nedeniyle ideolojik olarak güvenebileceği bir kadro rezervi yoktu, hala da yok. İktidar olmak için kendi kadrolarını devletin her kademesine yerleştirmeliydi. Fethullahçıların ise bu potansiyeli vardı, bunun da ötesinde yıllardır devletin içinde zaten örgütleniyorlardı. Benzer söylem ve dış desteğe sahip bu iki tekelci klik beraber devleti fethe çıkacaktı.
AKP’nin Devlet İçindeki Güç Ortakları İle Kavgası
Bu nedenle AKP’nin 2012’e kadar temel müttefiki Fethullahçı tarikattı. Bu yapı ile girdiği iktidar mücadelesi derinleştikçe yeni müttefik arayışlarına girdi. 2014 itibaren yakınlaştığı Ergenekoncuları ikna etmek kolay değildi. Çünkü yakın zamana kadar bu kesimle kor kor bir çıkar çatışması yaşıyordu. 2007’den 2013’e kadar bu kliği devlet mekanizmasından sökmeye uğraşmıştı. Ergenekoncular Yeşil Türkçü faşizmin ana damarı olan AKP’den nefret ediyorlardı, hala da ediyorlar. Hatta 15 Temmuz sürecinde bir yere kadar bu yapının da darbe girişimine dâhil olduğu yönünde ipuçları söz konusudur. Tarihsel arka planına kısmen değindiğimiz bu mücadele bir yana yakın dönemde her ne kadar kendilerine yönelik saldırıları esasta Fethullahçılar yürütse bile AKP bu saldırıların arkasındaki siyasi iradeydi. Bu grubu ikna etmek için kilit kelime önceki bölümlerde işaret ettiğimiz gibi “devletin bekası”idi. Bu söylemin Kürt düşmanlığı ve iktidar tutkusu dışında bir açıklaması yoktu. Ayrıca 7 Haziran’ da iflas ettiği açığa çıkan sadece AKP değil, aynı zamanda Kemalizm’di. Bu temelde Beyaz Türkçü faşistler önce cezaevlerinden peyder pey tahliye edilip, devlet görevlerine geri döndüler. Bu çerçevede devlettin çekirdeğini oluşturan neredeyse her kesim AKP-MHP faşizmine onay veriyordu. Bu süreç 7 Haziran 2015’e kadar üstü örtülü işledi. Çünkü bir yandan Önderlikle diyalog sürüyor gibi gösteriliyor, öte yandan kitleleri yanıltma için hala demokrasi argümanları kullanılıyordu. Seçim AKP’ye yıkımı gösterdiğinde açıktan çark etmemesi için bir neden kalmadı.
AKP için MHP ile kurulan ittifak ise daha kolay gerçekleşti. Uzun zamandır karşılıklı olarak edilen hakaretlere karşın yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi AKP de, MHP de “Türk İslam Sentezi” denilen ve 12 Eylül ile topluma empoze edilmeye çalışılan faşist paradigmadan beslenmekteydi. İttihatçıların yeşil ve kara ardılları arasında geçilmez duvarlar yoktu. Bu iki eğilimin siyasal temsilcileri 1970’lerde Milliyetçi cephe hükümetlerinde yan yana gelmiş, 1991’de de kısa süreli de olsa seçim ittifakı yapmıştı. Bu nedenle AKP’nin Kürt düşmanlığını ilan edip MHP’yi önce dışardan sonra ise doğrudan iktidara ortak etmesi iki taraf için de zorlayıcı olmadı. 2002-2011 arası dönem MHP ağırlıklı olarak Beyaz Türk faşizmin yanında dursa da esasta tarafsız kalmıştı.(Yine de bu mutlak bir tarafsızlık değildi, başörtüsü yasağı ya da cumhurbaşkanını halkın seçmesini öngören referandumda AKP’nin, 2010 referandumu gibi tüm kritik konularda ise Beyaz Türk faşizminin yanında durdu.)
Kaldı ki Kara faşizmin temsilcisi MHP halkın desteğinin cılızlığına karşın tarihinde olmadığı kadar belirleyici oldu. Bu ittifak süresince yavaş yavaş iktidarın temeli haline geldi. İyi Parti’nin ideolojik farklılıktan ziyade parti içi iktidar mücadelesinden kaynaklanan ayrılığı MHP oylarında azalmaya sebep olsa bile iktidar olanakları bu kaybı telafi edebilmesine yol açtı. Nitekim MHP’nin çizgisine gelen ve onun programını uygulayan AKP’ydi.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi