Olayları meydana getiren şeyler olgulardır ve politik anlamda olguları oluşturan şeyler ise tarihsel ve sınıfsal temelde alt yapıyla üst yapının birbirlerine karşı verdiği mücadeledir. Bu kişisel bir değerlendirme değil, siyaset ve sosyoloji biliminin bir tespitidir.
Bu bilgiler ışığında özellikle gerici ve milliyetçi ‘CIAsal islamın’ hükümete gelmesiyle son dönemde Türkiye metrepollerinde yaşanan olaylara değinerek bazı olgulara yer verilecek.
Araçla ters istikamette yol alan sivil polisleri uyaran vatandaşlar polisler tarafından hakarete uğrayıp tartaklanıp gözaltına alınabiliniyor.
Kimlik göstermeyen vatandaşa ‘Bekçiler’ silahla saldırabiliyor.
Sosyal medyada en ufak sıradan bir eleştiri gözaltına alınmaya yetiyor. Sırf bundan dolayı fezlekesi hazırlanıp dokunulmazlığı kaldırılan milletvekilleri var.
Temel hak ve özgürlükler kapsamında en ufak bir hareketlilik, bir araya gelme durumunda kolluk güçleri herkesin gözü önünde işkenceyle gözaltı yapabiliyor.
Bir kadın çıkıyor, “elimde liste var, listede komşulardan da üç-beş aile var. 15 temmuz kursağımızda kaldı bizim ailenin en az 50 kişiyi kaldıracak hazırlığı var” diyor.
Bir adam çıkıyor, sakalı ve şalvarıyla, yanında mermi dolu bir torbayla resim çektiriyor ve “bende bunlardan daha çok var” diyor.
Başkaları çıkıyor, “senin cephaneliğin de bir şey mi, gel de bendekilere bak” dercesine kendi cephaneliğini yayınlıyor.
İnsan kılığındaki bir başkası “Karılarınızı kızlarınızı toplayacağız, onları nasıl koruyacaksınız?” diye ilan ediyor. Öteki “tecavüz listesi” yayınlayıp “ganimet paylaşımı” yapıyor.
Örnekler çoğaltılabilir ama son olarak, sosyal medyada bir video paylaşıldı. Görüntülerde sokağa çıkma yasağını ihlal eden 13 kişinin yüzü duvara sırtı polise bakacak şekilde sıralandığı görülüyor. Polislerden birinin de vatandaşlara “karşıya bakmaya devam beyler” dediği duyuluyor.
Savaşa bir taraf olarak tanık olanlar bilir; bu uygulamada ki yöntem düşman esiri alındığında yada düşman olma ihtimali olduğunda yapılan bir uygulamadır.
Peki bütün bunlar tesadüfi yada fevri bir olay midir? Faşist burjuva devletin bu tür olaylarda cezai hiçbir işlem yapmaması buna duyarsız kalması bunun hiçte böyle olmadığının kanıtı niteliğindedir. Hatta insanlara korku salıp korkuyla yönetmek maksadıyla özellikle herkesin gözüne sokma gibi bir gayret içinde olduğu da çıkarılabilir.
Ayrıntılar genelin bir izdüşümüdür yaklaşımlar bir konseptin yansımalarıdır. Bu yaklaşım ve konsept yaratılan düşman algısıyla alakalı. Çünkü bir iç-savaşın içinde yada en azından Türkiye’de (K.Kurdistan hariç) bir iç savaşın öngünündeyiz. Doğru ele alınması açısından, sınıfsal ve toplumsal çelişkilerin vardığı yer itibarı ile bu iç savaş bir tercih değil zorunluluktur.
Bu iç savaş K.Kürdistanda (Güney ve Batı Kürdistanla bağlantılı bir şekilde) savaş hukukunda dahi görülmeyen bir vahşetle onlarca yıldır devam etmekte. Yaşanılan bu iç savaş, acısı, kayıpları, yıkımı ve buna rağmen direngen kavgasıyla öyle bir öğretici olmuştur ki K.Kürdistan halkı faşist burjuva devletin ne demek olduğunu, ne yapabileceği ve dahi ona nasıl bir yaklaşım göstereceği konusunda şaşmaz bir tecrübesi ve vermiş olduğu kavgayla da devrimci bir sezgiye sahip, bununla birlikte zaten silahlı bir mücadele veren öncü bir partisi ve silahlı bir gerilla gücü var.
Türkiye cephesinde ise 68’ hareketiyle başlayıp 71’ devrimci çıkışıyla bir mücadele geleneği ve birikimi olmuş olsada 80′ darbesiyle hem kitlesel hemde örgütsel mucadelede bir gerileme yaşandı.
Din ve milliyetçilik siyaseti üzerinden var olan sûni bir ‘kutsal-devlet’ algısı yoğunlaştırıldı. Kürt halkının bilincinde oluşan ‘düşman’ algısı Türkiye de karmaşık bir algı ile farklı bir şekilde gelişmesi konusunda kısmen başarılı oldu ancak Tc devleti kendi hakim sınıfı olan Türk burjuvazisini oluşturma noktasında faşist bir temelde örgütlendiğinden, Ulusal topluluklar sorunu, din-mezhep sorunu, kadın sorunu, gelir dağılımında ki muazzam adaletsizlik (GSYH’nın %80’ninden fazlası nüfüsun sadece %1’nin kasasında) hak ve özgürlükler ve demokrasi gibi sorunların çözüme kavuşması bir tarafa özellikle Türkiye ve K.Kürdistan’da devrimin ve iç savaşın güncelliği 90’lı yıllar boyunca her iki ülkede çok sert bir iç savaştan sonra yoğunluğu bazen düşse de, her geçen gün çelişkileri artıp derinleşerek bu güne varıldı.
Elbette Uluslararası arenada emperyalist-kapitilast sisteme göbekten bağlı olma yolu tutuldu. Son süreçle birlikte İktisadi alanda tam ilhaka varacak bir sürecin startı verildi. Ayrıca NATO’ya üyeliği ile Dünya egemen güçlerinin ortadoğuda ve Sovyet-Rus karşısında öncü karakol rolünü üstlenmesi hasebiyle, emperyal güçler kendi aleyhlerine bir gelişmenin olmaması adına her zaman için faşist burjuva devleti yönlendirmiş ve desteklemiştir. Bundan dolayı iç siyasetteki kritik gelişmeleri emperyalist plan ve çıkarlardan ayrı düşünmemek gerekir.
Bütün bunlar değerlendirildiğinde, hem egemen sınıf ve onların ırkçı ‘CIAsal islamcı’ haramzadeleri hem de ezilen, sömürülen, adalet, özgülük ve onurlu bir yaşam isteyen bir bütün olarak Türkiye ve K.Kürdistan işçi-emekçi halklar için devrim ve en nihayetinde bir iç savaş bir zorunluluk olmuştur. Türkiye-K.Kurdistanın ezilen sömürülen halkları ile onları ezen ve sömüren egemenler arasında bir uzlaşı olamayacağı, her zamankinden daha da net, ayan-beyan ortada.
Eskiden bir kaç ‘marjinal-terör’ örgütlerinin dillendirdiği bu gerçek olgu artık kitleler tarafından da kabul görülmekte.
İç savaş ve devrim koşulları kendisini öyle bir dayatıyor ki, oportünist ve reformist siyaset sus-pus olup beklemekten başka bir şey yapamıyor durumda. Tarihin tozlu raflarında kalmak istemeyenler ise mecburi bir şekilde ancak devrime dair söylev ve nutukları ile güncelliklerini korumak zorunda kalıyor.
Herşey bir tarafa bütün bu gelişmeler bize bir kez daha şunu gösteriyor; devrim günceldir bu günün sorunudur ertelenemez ve zafer ancak ‘Devrimci Program’ ile ve buna uygun düşecek pratik adımların atılmasıyla mümkündür.
Gelişen nesnel koşullarla birlikte atılan bu adımlara denk düşen legal siyasetler herşeye rağmen azami bir ortak payda da birleşip toplumsal muhalefette zaferin sağlanacağına dair güç olma konusunda kitlelere güven vermek zorunda.
Son günlerde sosyal medya üzerinden birlikte hareket etme durumu değerlendirildiğinde dahi kitlelerin buna ne kadar zorunlu bir ihtiyaç duyduğu gözler önünde.
Birlikte hareket etmeye duyulan bu zorunlu ihtiyacın geniş kitlelere hitap etmesi ‘Devrimci Program’ın içeriğiyle direkt alakalı bir durum.
Savaş, yıkım, cinayet-katliam ve sömürü konsepti olan Akepe/Mhp hükümetinin gayri meşru olduğu ve tanınmadığı ilan edilmeli.
Halkin %80’nin güvenmediği mahkeme ve hukuk sistemi başta olmak üzre yozlaşmanın adam kayırmanın şer yuvasına dönen bürokrasinin lağvedilmesi.
Egemenlerin çıkarlarını ve haramzadelerin emir kulu olan ve suç makinasına dönen kolluk güçlerinin dağıtılacağını ve onun yerine gönüllü halk milislerinin ikame edileceğinin ilan edilmesi.
Çalıp çırparak halkın emeği ve vergileriyle kurulan bütün banka ve finans kuruluşların halkın tayin ettiği bir komisyona devredileceğinin ilan edilmesi.
İşçi ve emekçilerin temel hak ve özgürlükleri garanti altına alınacağı ve bütün üretim araçlarının işçi-emekçi komünlerine devredileceğinin ilan edilmesi.
Başta Kürt halkı olmak üzere ulusal toplulukların kendi kaderini tayin etme hakkının ilan edilmesi.
Başta aleviler olmak üzre diğer din ve mezheplerin özgürlüğü garanti altına alınacağının ilan edilmesi.
Yaşamdan kovulan ve hergün katledilen kadınların yaşam hakkı örgütlenme ve özgür yaşamlarının garanti altına alınacağının ilan edilmesi.
Yönetimin tavandan tabana değil, tabandan kurulan yerel meclisler ve kömünlerle sağlanacağının ilan edilmesi.
Son olarak herşeyden önce bütün bunları yürütecek-yönetecek ‘Geçici Devrim Hükümeti’ aygıtının alt yapısını şimdiden hazırlamak.
Bu içeriği her platformda cesaretle inatla ve inançla dillendirmek durumun farkında olanların ilk ve zaruri görevidir.
Roni SERHAT
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi