YA DEMOKRATİK-GÖNÜLLÜ KARDEŞLEŞME YADA BÜYÜK BİR YIKIM VE AYRIŞMA
PKK ile başlayan Kürt Özgürlük Mücadelesinin 52 yıllık tarihinin en kritik dönemeçlerinden biri olan 27 Şubat deklarasyonu bir geri adım değil, stratejik bir hamledir. Bu hamle, yalnızca Kürtleri kapsamıyor, Ortadoğu halklarının özgürleşmesi, devlet aklının dönüşümü ve yeni bir mücadele hattının inşası için tarihsel bir perspektif oluyor.
Önder Apo, bu deklarasyonla sadece PKK’ye değil, tüm siyasi yapılara ve topluma bir yol haritası sunmaktadır. Bu çağrı, herhangi bir güç odağına ya da devlete bağlı olarak oluşturulmuş bir pazarlık sonucu değildir. Kürt halkının mücadelesini demokratik siyaset ekseninde yeniden inşa edilmesi için ortaya konulmuş tarihsel bir iradedir.
Ancak pazarlık yok dense de doğası gereği bu tür süreçlerde tarafların yapması gereken yükümlülükler bulunmaktadır. Bazı adımlar ve düzenlemeler zorunlu olarak kendini dayatacaktır. Şayet bu yükümlülükler yerine getirilmezse o zaman durum değişecek ve taraflar ona göre pozisyon alacaktır. Bundan şu sonuca varıyoruz: Türk özel savaş elemanlarının ve kurumlarının yansıttığı gibi ortada bir tasfiye, dağılma ve teslimiyet durumu söz konusu değildir ve olmayacaktır. Türk devleti bu süreci bitirse bile PKK, yine kendi öz dinamikleriyle hem yeniden yapılanacak hem de mücadelesine devam edecektir. Ancak Türk devleti de konjonktürel durumun farkındadır. Bu son şansın kaçırılması durumunda daha büyük tehlikelerle karşı karşıya kalacağını bilmektedir. Türkiye açısından çok daha büyük tehlikeler kapıdadır. Türk egemenlerini korkutan ve Önder Apo’ ya götüren budur. Önder Apo, İmralı’ya giden heyete sürecin hassasiyetini, ‘’bu son bir şans. Bu fırsatı hepimizin iyi değerlendirmesi gerekiyor’’ diyerek dile getirmiştir. Kısacası, geçmiş örneklerde olduğu gibi Kürtler ve Türkler tarihi bir kavşaktan geçmektedir. Ya demokratik, gönüllü kardeşleşme ya da büyük bir yıkım ve ayrışma yaşanacaktır. Çağrıda da vurgulandığı gibi; ‘’Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir.’’ Bunun yolu ve yöntemi de siyasal demokratik uzlaşmadır.
Bölgesel ve küresel gelişmeler göstermektedir ki, Kürt sorunu ve Türkiye’nin demokratikleşme sorunu çözülmezse büyük tehlikelerle karşı karşıya kalınacaktır. Gelmekte olan büyük felaketleri gören Önder Apo bunun için çıkış yolunu göstermektedir. Bu salt PKK ve Kürtlerin sorunu değildir. Tüm Türkiye halklarının sorunudur ve geleceğini belirleyecek kadar hassastır. Türkiye halkları kendi kaderini belirleme aşamasındadır. 20. yüzyılın tekçi, inkarcı, katliamcı, asimilasyoncu, ırkçı, milliyetçi, darbeci, anti demokratik devlet rejimiyle mi yürüyecek yoksa; tüm kültürlerin, inançların, halkların kendi kimliğiyle, diliyle gönüllü ve kardeşçe birlikte yaşayacakları, savaşa harcanan trilyonlarca bütçenin işçinin, emekçinin, emeklinin daha iyi yaşam olanağına sunulacağı, insan hak ve özgürlüklerinin geliştiği, kadın haklarının tanındığı, ekolojik çevreye duyarlı hale gelen demokratik bir ülkede yaşamayı mı tercih edeceğine artık karar vermelidir. İşte Önderliğin çağrısı ve geliştirmek istedi süreç bunu ifade ediyor.
‘’Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’’ Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü açısından oldukça radikal bir girişim olmuş ve Türkiye siyasetinde yeni bir tartışma sürecinin önünü açmıştır. Açıklanan metin, Önder Apo’nun Türkiye ve bölge sorunlarını demokratik temelde çözmeyi amaçlayan dev projenin sadece bir çağrısı ve adımıdır. Çağrının ardında Türkiye’yi, bölgeyi ve dünyayı demokratikleştirme vizyonu ve projesi bulunmaktadır. Çağrı, sorunların çözümünde paradigmasal bir değişimi öngörmektedir. Kuşkusuz yapılan çağrı, sadece Kürt sorununu çözmeyle sınırlı kalmayarak Türkiye’nin ve bölgenin demokratikleşmesini amaçlamaktadır. Önder Apo’nun düşünceleri, Türkiye’nin en büyük sorunu olan Kürt ve demokrasi sorununu birlikte çözmeyi hedefliyor. Türkiye’nin demokratikleşmesiyle Ortadoğu ve dünyadaki demokratikleşme açısından tarihi bir gelişme yaşanacaktır. Heyetle yaptığı görüşmede Önder Apo şu önemli değerlendirmelerde bulunmuştur. ‘’Bizim çağrımızla, demokrasi ve demokratik kültür tüm coğrafyaya yayılacak…Gadre uğramışların hepsi için gerçek Rönesans olacak. Tüm azınlıkların tam özgür ifadesi bizim Demokratik Toplum Tezimizin güvencesinde olacak.’’ Buna göre tüm farklı kültürlerin, inançların kendilerini özgürce ifade edip yaşamalarının önü Demokratik Toplumla açılacaktır.
Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ne ırkçı şovenist duygularla ne de milliyetçi hislerle anlaşılabilir. Önder Apo’nun yaptığı çağrı stratejiktir. Güncel, partisel ve grupsal dar çıkarlara indirgenmeyecek kadar tarihi bir anlama sahiptir. Çağrı, 1993 yılından beri Kürt sorununun Siyasi ve Demokratik Çözüm arayışının bir parçası olarak ele alınmalıdır. Çağrıya, otuz iki yıldan fazladır büyük bir sabır ve öz veriyle yürütülen çözüm arayışının, yapılan ateşkeslerin ve demokratik anayasal çözümü amaçlayan YOL Haritalarının bir devamı niteliğinde bakılırsa doğru anlaşılabilir.
Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Kürt ve Türk halkının gönüllü demokratik birliğini yeniden inşasını ön gören, iki tarafa da yükümlülükler ortaya koyan tarihi bir çağrıdır. Önemli değişimler ve yeniden yapılanmayı hedefleyen bu Çağrı; PKK ve Türk devleti olduğu kadar barış, kardeşlik, eşitlik, demokrasi, özgürlük ve demokratik bir Türkiye isteyen bütün sivil toplum kuruluşları ve toplumsal kesimler için görev ve sorumluluklar ortaya koymaktadır.
En önemli nokta şudur ki, fes edilmesi gereken sadece PKK’nin silahlı mücadelesi değil, Kürt sorununa yol açan, Kürtleri soykırıma uğratmaya çalışan ama başarısız kalan çağdışı despotik, terörle varlığını sürdüren devlet aklı ve siyasetidir. Çünkü bu akıl ve bu aklın temsil ettiği paradigma artık iflas etmiş ve tasfiye olmuştur.
Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan hareketinin siyasi ve hukuki zeminde sonlandırılarak demokratik çözümün geliştirilmesini öngören bu kritik Çağrı büyük zihniyet devrimi anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla Kürt isyanının kaynağı durumundaki olan tekçi, inkârcı, bastırmacı ve terör uygulamalarıyla hakimiyetini sağlamaya çalışan devlet aklının ve yasalarının dil, kavram ve kuramlarıyla birlikte feshedilmesi ve tasfiyesi gerekmektedir. Başka türlü çözüm mümkün değildir. Önder Apo’nun tarihi çağrıda belirttiği gibi; ‘’Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür.’’ Bu açıdan, yapılan Çağrı son iki yüz yıldır kangrene dönüşen, çatışma ve savaşa yol açan Kürt-Türk ilişkilerini yeniden düzenleme imkânı ve fırsatı sunmaktadır. Sorunun çözümünü sadece PKK’nin kendini fes etmesinde ve silahlı mücadeleyi sonlandırmasında görmek sorumluluktan kaçmak ve tarihi fırsatları heba etme anlamına gelmektedir.
Kürtler, adaletsizliğe, haksızlığa, inkâr, katliam ve soykırım sistemine karşı büyük direndiler. Kendilerini yeniden var ettiler. Siyasal, sosyal, kültürel ve toplumsal düzeyde kendilerini dünyaya kabul ettirdiler. Yüz yıllık inkâr ve imha rejimini, onun zihniyetini parçaladılar. Büyük savaşın büyük barışını yaratmak için şimdi de yeni bir sürece girdiler. Kürtler, ulus-devletin tekçi, faşist zihniyete dayalı sistemini aştılar. Türkiye’nin demokratikleşmesi için yeni mücadelenin startını verdiler. Burada zafer kazanan Kürt özgürlük mücadelesidir, demokrasidir ve insanlıktır. Yüzyıllık inkâr ve imha sistemi çöküyor, halkların baharı, kardeşliği ve demokrasisi gelişiyor. Türkiye halklarının demokrasi şöleni gelişebilir. Tasfiye olan ve feshedilen, halkların başına her türlü felakete yol açan yüzyıllık faşist, inkârcı, imhacı ve soykırım zihniyeti ve sistemidir.
BARIŞA OLDUĞU GİBİ ÖZSAVUNMA SAVAŞINA DA HAZIR OLMAK GEREKİR
Türk devletinin niyetlerini okumak zorundayız. Türk devletinin gerçek niyetini gören Önder Apo aslında bütün riskleri de göze alarak karşı bir hamle geliştirdi. Türk devleti, iktidarı ve bağlantılı siyasal yapılarıyla 2013 sürecinin çok gerisindedir. Yaklaşım, kullanılan dil, üslup halen faşist ve soykırım zihniyetine dayalıdır. Bugünlerde hiçte hak etmediği kadar bolca övgü yağmuruna tutulan Devlet Bahçeli’den, Erdoğan ve diğer devlet-iktidar çevresindeki kişilerin konuşmalarında; koşulsuz silah bırakma ve toplu teslimiyet çağrıları dışında zerre bir demokratik içerik yansımamaktadır. Türk devleti Kürtlerle demokratik bir temelde birleşmeyi değil, Kürtlere boyun eğdiren, teslim alan görüntüsü vermektedir. Gerçek niyeti bu olduğu açıktır. İnkar ve imha zihniyeti ve dili devlet ve iktidar cenahında halen dipdiridir. Öyle paradigmasal bir değişimin olduğunu belirtmek çok zordur. Birkaç olumlu kelime oyunlarıyla yüzyıllık sorunların çözüleceğini ummak çok iyimserlik olacaktır.
Süreci birde tersinden okumanın yararı vardır. Sömürgeci Türk devletinin gerçek amacına ilişkin bazı saptamalar yapmak mümkündür. Devlet Bahçeli durup dururken neden kendi zihniyeti ve kimliği dışında sıra dışı bir değerlendirme ve çağrı yaptı? Bahçeli’yi konuşturan klik neden bu adımları atma gereği duydu? AKP İktidarının ortağı olan Devlet Bahçeli üzerinden yaptırılan açıklamalar devletin ne denli zorlandığının işaretidir. Türk devletinin biçimde de olsa konsept değiştirmesine neden olan hususları anlamak gerekmektedir.
Birincisi: Kurdistan’ı işgal eden sömürgeci bölge devletlerinin, uluslararası güçlerinin ve KDP’nin desteğiyle özellikle son on yıldır ‘’Çöktürme Planı’’ yla Kurdistan’da çok yoğun bir savaş yürüten Türk devleti ve AKP-MHP-Ergenekon iktidarı Önderlik direnişini kıramamış, PKK’nin etkisini zayıflatamamış ve gerillayı tasfiye edememiştir. Asıl niyeti farklı olsa da Bahçeli’nin açıklamaları tersinden okunduğunda yenilginin itirafı olurken, aynı zamanda Önderlik ve PKK’nin iradesini kabul etmek zorunda kalmıştır. Zira sürekli, ‘’PKK’yi bitirdik’’ dedikleri bir süreçte Önderliği muhatap almaları PKK’nin halen kendilerini korkutacak kadar güçlü olduğunu kanıtlamaktadır. Şayet PKK tasfiye edilebilseydi zaten Önderliğin dayanacağı bir güçte kalmayacaktı. Yani çözüm konusunda kendisine çağrı yapılmasına da gerek duyulmayacaktı. Dolayısıyla PKK ve gerilla var oldukça ve Kürt halkının desteği devam ettikçe Önderlikte güçlü olacak ve muhatap alınacaktır.
İkincisi: Türk devleti, İmralı tecrit sistemiyle Önderliği Hareketten kopararak Hareket yönetiminin stratejik hata yapmasını sağlamayı amaçlamıştır. Yine bu çerçevede gerillaya karşı yürütülen imha operasyonlarıyla Hareketin Yönetim kademesinin tasfiye edilmesi hedeflenmiştir. Fakat, Türk soykırım sistemi ne Önderlikten taviz alabilmiş ne de Hareketin Yönetimini tasfiye edebilmiştir. Önderlik mevcut direniş pozisyonunu korurken yazdığı savunmalar ve geliştirdiği projelerle dünyaya açılarak İmralı tecridini kırmış, evrenselleşmiş ve PKK’yi ileri düzeye taşımıştır. Önderliğimiz, geliştirdiği Demokratik Modernite paradigmasıyla, Önderlik gerçeğini ve PKK’yi Türk devletinin asla tasfiye edemeyeceği bir konuma taşımıştır. Tüm saldırılara rağmen Hareket birliğini korumuştur. Önemli toplantılarını yapmış, kararlar alıp mücadele sahalarını koordine etmiştir. Arkalarında güçlü devlet destekleri bulunan Hamas ve Hizbullah yönetimleri İsrail saldırıları karşısında bir hafta bile dayanamayarak büyük oranda tasfiye olurken PKK, yönetim gücünü koruyarak, NATO’nun ikinci büyük ordusuna karşı en zor koşullarda mücadele yürütmüştür.
Üçüncüsü: Önderliğe ve PKK’ye alternatif olarak geliştirilmeye çalışılan kişi ve yapıların hiçbiri halkımız tarafından itibar görmemiştir. Halkımız her yerde, zindanda, siyasal ve toplumsal alanda, yurtdışında direnişte olmuş, Önderliğine ve Hareketine bağlı kalmıştır. Zindanlara atılan on binlerce yurtseverimiz ve uzun yıllar içerde tutulan yoldaşlarımız tüm baskılara rağmen onurlu duruşlarından ve yurtsever devrimci kimliklerinden taviz vermemiştir.
Dördüncüsü: 3. Dünya Savaşının yarattığı karmaşadan faydalanıp Rojava’dan başlayıp Rojhılat sınırlarına kadar tüm alanları işgal etmeyi ve gerillayı tümden imhayı planlayan faşist Türk devleti bunda da başarısız kalmıştır. Yaptığı planlara göre istediği aşamaya ulaşamamıştır. Gerilla direnişi karşısında planları boşa düşmüştür. Kısa sürede tüm Medya Savunma Alanlarını işgal etmeyi planlayan T.C oradan da Musul-Kerkük’e açılmayı düşünmüştür. Fakat üç yıldır gerilla direnişini aşamamıştır.
Beşincisi: Türk devleti için bir kabusa dönüşen Rojava-Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi tüm saldırılara rağmen tasfiye edilememiştir. Kürtlerin statü kazanmasında önemli olan Rojava Kurdistan ve Kuzey-Doğu demokratik sistemi Türk devletini tedirgin etmeye devam etmektedir.
Altıncısı: İmralı tecridine karşı geliştirilen ve Önderliğin fiziki özgürlüğünü amaçlayan, 10 Ekim 2023 tarihinde dünyanın 74 farklı merkezinde başlatılan ve ikinci yılına giren, ‘’Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Siyasi Çözüm’’ hamlesinin uluslararası boyutta ciddi etkisi olmuştur. Hamle kapsamında, Kürtler ve Kürt halkının dostları, işçi-emekçi sendikaları, aydınlar, yazarlar, sanatçılar, hukukçular, insan hakları savunucuları, kadınlar, gençler, filozoflar, akademisyenler, siyasetçiler, zengin bileşenleriyle Kurdistan’ın dört parçasında ve dünyanın birçok yerinde farklı eylemler düzenledi ve tecridin kırılmasında önemli rol oynadı.
Yedincisi: Hamas’ın 7 Ekim saldırısı ve İsrail’ in Gazze işgali ve Hamas ve Hizbullah’a büyük darbe vurması 3. Dünya savaşına önemli bir ivme kazandırmıştır. 62 yıllık Suriye Baas rejiminin düşmesiyle gelişmeler hızlanmıştır. Önder Apo, Suriye Baas rejiminin çökmesini 1. Dünya Savaşıyla gerçekleşen Sykes-Picot Anlaşmasının sonu olarak değerlendirmiştir. Yani Türkiye’nin de üzerinde şekillendiği siyasi statüko çöküştedir. Bu, 3. Dünya Savaşının ateşli rüzgarlarının Türkiye’ye doğru esmeye başladığını göstermektedir. Bundan dolayı AKP-MHP iktidarı paniklemeye başlamış ve yeni arayışlara girmiştir. Büyük tehdit olarak gördüğü Rojava Kurdistan Özerk sistemi ortadayken birde İran’a yapılacak bir müdahale sonucu Rojhılat Kurdistan sistemi doğacak. Böylece üç parça Kurdistan’da Kürtler fiili olarak bir statüye kavuşmuş olacak. T.C, bunları gördüğünden şimdiden kabusa girmiş durumdadır. Türk devleti, 3. Dünya Savaşı koşullarının yarattığı ortamda Kürt iradesini ezmek ve kazanımlarını dağıtma planıyla hareket ederken, Kürtler kendilerini korumuş, siyasette ve savaşta yenilmemiş, tersine ilerlemelerini sürdürmüştür.
Sekizincisi: Yüz bir yıllık faşist Türk ulus-devletinin yaşadığı sorunlar artık taşınamaz boyuta gelmiştir. Ne iç nede dış güçler altından kalkabilmektedir. Tüm rezervlerini tüketmiştir. Kürt soykırımını tamamlamak için bütün imkanlarını kullanmış fakat başarısız kalmıştır. Beyaz-Siyah ve Yeşil Türk faşizmler her türlü kirli savaş yöntemlerine ve araçlarına rağmen istediği sonuca ulaşamamıştır. Özgürlük Hareketini tasfiye edememiş, kendi deyimleriyle Kürtlerin ‘’29. isyanı’’ bastırılamamış ve Özgür Kürt kimliğinin gelişmesini engelleyememiştir. Önderliğin İmralı direnişini alt edememiş ve PKK’yi bitirememiştir. En sonunda gelip büyük krizlere dayanmış ve dış müdahalelere açık hale gelmiştir. Bölgede hegemon olma arzusuyla hareket etmiş ancak PKK ve temsil ettiği Özgür Kürt gerçeği bunun önünde büyük engel olmuştur. Kürtler temel aktör haline gelmiştir.
Dokuzuncusu: 3. Dünya Savaşı, Ortadoğu ve Kurdistan için yeni dengeler ve köklü değişimleri gündeme getirmiştir. Küresel güçler ve onların bölgedeki gücü İsrail, haritaların değişeceğini belirtmektedir. Türk devleti yeni denklemin dışında kalmaktadır. T.C’yi dehşete düşürten ve devlet Bahçeli gibi Kürt düşmanı ultra faşist bir kişinin Önderliği muhatap almak zorunda bırakan bu gerçekliktir. İsrail’in Hamas’ı ve Hizbullah’ı darbelemesi, Suriye’deki gelişmeler ve İran’a yönelik saldırı planlarının tümü Türk devletini yakından ilgilendirmektedir. Türk devleti giderek denklemin dışına itilmektedir. Küresel güçlerin bölgede T.C’ye olan ihtiyacı azalmıştır. Hamas’ı darbelemek Erdoğan’ı darbelemektir. Kısacası 3. Dünya Savaşı T.C.nin kapısına dayanmıştır.
Büyük Ortadoğu Projesi’nde Kürtlere stratejik bir rol verilmiştir. Yola gelmeyenler Kürt sopasından nasibini alacaktır. Bölge devletleri ya Kürt sorunlarını çözecek ya da Kürt sorununun kurbanı olacak ve kendileri çözülecektir. Irak Kürtlere dayanılarak yıkıldı. Suriye Baas rejimi Kürtsüz kaldığı için dağıldı. Şimdi de Kürtler olmadan Suriye paramparçadır. Kürt sorunu İran’ın en büyük korkusudur. Çözmemesi durumunda kendisinin parçalanmasına yol açacaktır. Türkiye Kürt sorunuyla teslim alınmış vaziyettedir. Bastırma yöntemlerinin dönemi geçmiştir. Rüzgar tersine dönmüştür. Kürt düşmanı Devlet Bahçeli’yi bas bas bağırtan gelen tehlike çanlarının çıkardığı seslerdir. Dillendirdiği söylemler kendisine ait değil, tanrısal düzeyde bağlı olduğu Türk-ulus devletinin çöküş feryatlarıdır.
Onuncusu: Sayılan nedenlerden dolayı Türk devleti tehlikenin önünü almak için Kürtlerle yeni bir süreç başlatma ihtiyacı duymuştur. Elbette bunu da ancak Kürt iradesini temsil eden ve Dört parça Kurdistan’da örgütlülüğe sahip, olan Önder Apo ve PKK üzeri yapacaktır. Kısacası Türk devleti samimiyet sınavına girmiş vaziyettedir.
KÜRTSÜZ BİR TÜRK BİR HİÇTİR
Türk devletinin büyük bir çıkmazda ve krizle yüz yüze olduğu herkesin malumudur. Bu krizin kendisini vurmaması ve teğet geçmesi için çabalamaktadır. Kürtlere yanaşmasının bir nedeni de budur. Tarihin bütün kritik dönemlerinde Türkleri düze çıkaran, yani kurtaran Kürtler olmuştur. Çünkü Kürtsüz bir Türk bir hiçtir. Kürtlerle düşmanlık halinde bugünkü krizin aşılamayacağı Türk devlet aklının kavradığı bir husustur. Ancak buna mukabil gerçek bir demokratik ve siyasal çözümü düşündükleri anlamına gelmez. Böyle bir intiba yaratarak krizi atlatma taktiğine başvurma olasılığı yüksektir. Türk devletinin mevcut yaklaşımını irdelediğimizde şu sonuçlara varıyoruz:
Birincisi; adı konulmasa da sürece hiçbir sosyolojik karşılığı olmayan ‘’terörsüz Türkiye’’ şeklinde adlandırmaları bile ne denli ciddiyetsiz olduklarının kanıtıdır. Çünkü sorunun temeli ‘’terör’’ değil demokrasisizliktir. Silahlı mücadele değil inkar ve soykırımdır. Çözüm ise demokratikleşmedir, anayasal ve hukuki çözümdür. Sorunu bu çerçevede ele almayan hiçbir tutum samimi değildir.
İkincisi; PKK ve dolayısıyla temsil edilen Kürtlere salt teslimiyetçi bir yaklaşım dayatılmaktadır. Önder Apo ve PKK’nin de bu teslimiyeti bir çözüm olarak kabul ettiği havası yaratılarak itibarsızlaştırma ve içten çözülmeyle bir tasfiye süreci yaşanacağı plan ve beklentisi vardır. Özel savaş medyası ve kalemşörlerinin bu konuda çok yoğun bir çaba harcadığı görülmektedir. Zira kendini tasfiye eden bir hareket görüntüsü yaratmanın kitleler üzerinde yaratacağı yılgınlık, kırılma ve savrulmayı hesaplamaktadırlar.
Üçüncüsü; Önder Apo’nun gerçekleştirdiği hamleye karşılık PKK’nin tersi bir tutumla cevap vereceği düşünülerek Parti ile Önderlik arasında bir çelişki yaratmak ve bölme kurnazlığı hesaplanmıştır. PKK’nin Önderliğe verdiği yanıt Türk devletinin düşündüğü tarzda olmayınca daha fazla paniklemeye ve tehdit üslubuna yönelmelerine neden olmuştur. Yani Önder Apo ve PKK’nin politik tutumu Türk devletini ve AKP iktidarını boşa düşürmüş ve gerçek niyetlerini deşifre etmiştir. Önder Apo’nun Hareket ve Halk üzerindeki belirleyici etkisi yeniden kanıtlanmıştır.
Dördüncüsü; Türk devleti, Önder APO’nun çağrılarını daraltarak ve kendine göre tek taraflı yorumlara tabi tutarak özel savaş yürütmekte ve Önderlikle örgüt yine Önderlikle halk ve dostlarımız arasında çelişkiler ve ayrışmalar yaratmayı hedefleyen sinsice bir plan yürütmektedir.
Beşincisi; Önderlik üzerindeki İmralı tecrit sistemi devam etmektedir. Çözüm olarak gösterilen siyasal alan Kürtlere kapalıdır. Kayımlar ve tutuklamalarda hiçbir değişiklik yoktur. Zindanlardaki baskı ve işkenceler olduğu gibi sürmektedir. Rojava’daki Kürtlere karşı düşmanlıklar ve gerici ittifaklar devam etmektedir. Bir taraftan Kürtlerle barışmak istemi dile getirilirken diğer tarafta bölgedeki devletlerle anti-Kürt ittifakları yapılmaktadır. Rojava’ya saldırılarda bir gerileme yoktur. Her gün siviller katledilmektedir. Ateşkese rağmen, Türk devleti Başûrê Kurdistan’da kuşatma altına aldığı direniş tünellerine teslimiyet çağrıları yapmaktadır. Gerillaya karşı keşif uçağı hareketlerinde artış yaşanmıştır. Saldırılar hiçbir şekilde durmamıştır. Tüm bu bulgular Türk devletinin duruşunu ve niyetini açığa vurmaktadır. Türkiye’de sorun çok dar bir eksende tartışılmaktadır. Tartışma ve bakış açısı silah bırakma gibi dar bir çerçevede kaldığı müddetçe zihniyette bir gelişme yaşanmayacak ve çözüme yol açmayacaktır.
Türk devleti ikircikli ve kararsız haldeyken ve Çağrı’ya ilişkin Türkiye’de tartışmalar devam ededursun Suriye’de çok önemli bir gelişme yaşandı. Özerk Yönetim adına Demokratik Suriye Güçleri (QSD) Genel Komutanı Mazlum Ebdi ile Suriye Geçici hükümeti Cumhurbaşkanı Ahmet El Colani arasında 8 maddelik antlaşma mutabakatı imzalandı. Mutabakat Demokratik Suriye’nin inşasını taahhüt eden bir içeriğe sahiptir. Hemen akabinde Şam Yönetimi ile Dürzi halkı arasında yapılan benzer bir anlaşma daha yapıldı. Suriye’nin geleciğinde her ne kadar belirsizlik olsa da bu gelişmeler Suriye’deki Barış ve demokratik toplum ihtiyacını ve tek çözüm seçeneği olduğunu ortaya koymaktadır. Aslında 10 Mart’ta yapılan bu anlaşma Önder Apo’nun geliştirdiği Barış ve Demokratik Toplum çağrısının tarihi bir başarısıdır. Kürtler ve Kuzey-Doğu Suriye ve genel Suriye’de bulunan tüm halklar, inançlar ve kültürler için önemli bir gelişmedir. Demokratik Ulus çözümünün resmi anlamda kabulüdür. Rojava Kurdistan ve Kuzey-Doğu Suriye Demokratik Özerk bölgesi bileşenlerinin kazanımlarının anayasal güvenceye alınmasına dayanan bu anlaşma, Kürtlerin anayasal statüye kavuşması anlamına da geliyor. Suriye tarihinde bu ilk olmaktadır. Bu anlaşma ile Türk devletinin Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye Özerk Bölgesine ilişkin bütün argümanları geçersiz hale gelmiştir. Türk devletinin Rojava Kürtlerine yönelik saldırganlığı ve kriminalize eden iddialarının hiçbir gerekçesi kalmamıştır. Türkiye’nin aleyhine olan bu gelişmeyle Önder Apo bir hamle daha ileriye sıçramıştır. Türkiye devleti ve iktidarı eğer akli selim düşünürse demokratik değişimden başka çaresinin kalmadığını anlayacaktır. Türk devleti küresel ve bölgesel düzeyde yaşanan gelişmelerin yarattığı basınca karşı daha fazla eski anlayışla hareket edemeyecektir. Ya değişim sürecine girecek ya da savrulmayı yaşayacaktır.
ÇAĞRININ HAYAT BULMASI İÇİN…!
Sonuç Olarak:
Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın hedeflediği çözüm ancak siyasi ve hukuki tanınmaya bağlıdır. Zira sadece çağrıyla çözüm gelişmeyecek ve demokratikleşme sağlanmayacaktır. Kürt tarafı çözüm iradesini ortaya koymuştur. Çağrının muhatapları vardır. Muhatabın bir tarafı olan Türkiye devleti, AKP iktidarı ve TBMM’dir. Gerçek bir demokratik çözüm ve kardeşleşmenin gelişmesi için öncelikli olarak PKK isyanının çıkışına neden olan açık veya gizli Şark Islahat Planı, Çöktürme planı ve anayasa da Kürt sorununa yol açan tüm inkar, imha plan ve yasalarının ortadan kaldırılması şarttır. Kürtler ancak bu şekilde kendilerini kabul eden siyasi ve hukuki zemine katılabilirler. Diğer türlü sürecin ilerlemesi mümkün olmayacaktır. İsyana yol açan gerekçeler tümden siyasi ve hukuki alandan silinirse o zaman silahlı mücadele devreden çıkacaktır. Şayet Kürtlerin uzattığı el havada kalır ve muhatapsız bırakılırsa işte o zaman Kürtlerin varlıklarını koruma ve özgürlüklerini sağlama için demokratik savunma hakkı mekanizmaları tereddütsüz bir biçimde işlemeye devam edecek ve farklı seçeneklere yöneleceklerdir. Bunun için Devrimci Halk Savaşı bir seçenek olarak var olacaktır.
Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ nın hayat bulması için öncelikle Türk devletinin yasal temelde Önder Öcalan’a özgür siyaset yapma ortamı sunması gerekmektedir. Çözüm Projesinin yürütücüsü Önder Apo’ dur. Çözüm projesinin mimarının özgürce siyaset yapmaması durumunda çözümün gelişmesini beklemek düşünülemez. Tarihsel önemdeki Çağrı sahibini cezaevinde ve tecrit altında tutarak sürecin ilerlemesini beklemek savaşta ısrardır. Önder Apo, ancak özgür çalışma ortamında siyaset yapabilirse demokratik siyasi mücadele stratejisini öne çıkartacaktır. Bunun için de İmralı sisteminin tasfiyesi elzem hale gelmiştir. Yine tüm cezaevlerindeki diğer siyasi tutsakların özgürce siyasal ortama katılması çözüm mantığının bir gereğidir. Siyasi ve hukuksal zemin yaratılmadan barış ve demokratik çözüm gelişmeyecek ve çatışma ortamından çıkılamayacaktır.
Barışın bir düş olmaktan çıkacağı ve gerçek bir olguya dönüşeceği inancıyla Kürtler savaşı değil, barışı bir kez daha tercih ettiler ve barış elini uzatmışlardır. Yılgınlığa, karamsarlığa ve umutsuzluğa düşmeden daha güçlü bir şekilde örgütlenmenin, çalışmanın ve yürümenin zamanıdır. Ödenen bedellere ve on binlerce özgürlük ve demokrasi şehidine layık olmanın yegane yolu budur. Devlet kendiliğinden çözüme gelmeyecektir. Fakat yakalanan önemli bir fırsat vardır. Başta Kürt halkı ve Türkiye halkları demokratik çözüm ve barışı toplumsal bir talep olarak dayatırlarsa devlet adım atmak zorunda kalacaktır. Barış, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve demokrasi kavramlarını anlamlı kılan onları sürekli güzel cümlelerle ve nutuklarla telaffuz etmek değildir. Bu kavramları asıl anlamlı hale getiren onları özüyle ilişkilendirerek eylemsel kılmaktır. Önder Apo’nun Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ yla birlikte Türkiye halkları için; barış, adalet, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve demokrasi kapısı aralanmıştır. Büyük bir heyecan ve umut doğmuştur.
Diğer taraftan zorunlu olan değişim-dönüşüm ve yeniden yapılanma süreçleri bağrında büyük risk ve tehlikeleri de barındırırlar. Buna göre ihtiyatlı olma gereği vardır. Bundan dolayı özgürlük Hareketi, Kürt halkı, dostları ve demokrasi güçleri barış ve demokratik çözüme olduğu kadar büyük saldırı ve komplolara karşıda tedbirli ve hazırlıklı olmak durumundadır.
3.Dünya Savaşına bağlı olarak Ortadoğu’da üç çizgi mücadele halindedir. Birinci çizgi ABD, AB, Rusya, İsrail ve Çin gibi kapitalist modernite güçleri tarafından temsil edilmektedir. Bu güçler bölgeyi küresel sermayenin çıkarlarına göre dizayn etmek istemektedir. Klasik ulus-devlet sistemi yerine finans kapital sisteminin çıkarlarına göre uyarlamayı ve İsrail’in güvenliği ekseninde bölgede hegemon olmayı amaçlamaktadırlar. Kendi aralarında da hegemonya mücadelesi yaşanmaktadır. İkinci çizgiyi bölgesel ulus-devlet sistemleri temsil etmektedir. Türk, Arap ve Fars milliyetçiliği ile varlığını tekçi-milliyetçi, dinci ve statükocu faşist diktatörlük biçiminde sürdüren ikinci çizgi kapitalist modernitenin bölgedeki yerel uzantısıdır. Statükolarını da korumak için küresel güçlerle çelişki ve çatışma içindedirler. Üçüncü Çizgi ise diğer iki çizgiye alternatif olarak gelişen Demokratik Modernite çizgisidir. Halkların özgür birliğini esas alan, kadın özgürlükçü, sömürüyü ortadan kaldırmayı hedefleyen demokratik sosyalist çizgidir. Halkların demokratik mücadelesine dayanan üçüncü çizgi/yol Demokratik Ulus modeliyle alternatif güç ve çözüm haline gelen halkların Demokratik Ortadoğu Konfederasyonudur. Rojava Devrimi’yle gelişen Kuzey-Doğu Suriye modelinde pratikleşmektedir. Ortadoğu için en makul çözüm modelini sunmaktadır. Üçüncü çizgi Demokratik Ulus çizgisi dolayısıyla Demokratik Toplum çizgisidir. Önder Apo’nun Çağrısı üçüncü çizgi/yolu ifade ediyor. Birinci ve ikinci çizgi kapitalist modernite çizgisidir. Asıl zıt kutbu oluşturan ve iki ayrı paradigmayı ifade eden Demokratik modernite ile kapitalist modernite sistemidir. Önder Apo, 23 Ekim 2024 görüşmesinde Türkiye özgünlüğünde de üç çizgi tespiti yapmaktadır. ‘’Türkiye’de üç blok var. Birisi Cumhur İttifakı, üçte bir bunlardır, üçte biri sosyal demokratlar, diğer blok da üçte bir olarak biziz. Türkiye üç bloktur. Böyle tanımlanmalı.’’ Bu tespite göre değerlendirildiğinde iki blokta iktidar ve devlet eksenlidir. Devletçidir. Üçüncü blok veya çizgi demokrasiye dayanan Demokratik Toplum çizgisidir. Küreselde ve bölgede olduğu gibi Türkiye’de de esas mücadele devletçi bloklar ile demokrasi yani Demokratik Toplum arasında yaşanmaktadır.
Değişim-dönüşüm ve yeniden yapılanma süreci devletle değil, demokratik toplumun örgütlü gücüyle gelişecektir. Türk devletinin kabarık, kirli sicilini en iyi Kürtler bilmektedirler. Soykırımcı Türk devlet aklına güvenilmeyeceğini, Kürtler yaşayarak öğrendiler. Dolayısıyla Kürt tarafı ve diğer bileşenleriyle demokrasi bloku olarak tehlikeler karşısında her adımı hesaplayarak atmak durumundayız. Sürecin başarısı politik, taktik ve stratejik hamlelere, diplomatik hünerlere, toplumu örgütleme ve harekete geçirme kapasitesine bağlıdır. Bu dönem, tam anlamıyla politika sanatının tüm yaratıcılığıyla hayata geçirileceği bir dönemdir.
SON
Dıjwar SASON