7 Haziran 2015 tarihindeki seçimde HDP oyların yüzde 13,02’sini alarak mecliste 80 milletvekilliği elde etti. AKP 13 yıllık tek parti iktidarından sonra tek başına hükümet kurma çoğunluğunu kaybetti.
Elbette bu sonuç, demokratik çözüm ve yeni anayasa arayışlarına çözüm aralayabilirdi; AKP seçime kısa bir süre kala ortadan kaldırdığı “Çözüm Süreci”ne geri dönerek sonuçlardan ders çıkarabilirdi. Ama öyle olmadı!
Seçimin hemen akabinde HDP’yi muhatap almama, sonuçlardan HDP’yi sorumlu tutma, hezimetin cezasını Kürdlere kesme yolu seçildi.
Bununla paralel olarak, YPG/YPJ’nin Haziran başında Gire Spî’yi DAIŞ çetelerinden temizleyerek Kobane ve Cizîr Kantonlarını birleştirmesi, Erdoğan yönetimindeki TC devletini oldukça kızdırmış, eski inkarcı, imhacı devlet söylemine dönmelerine yol açmıştı.
HER SIKIŞMADA SAVAŞA BAŞVURULMASI!
Nitekim 26 Haziran’da Erdoğan “Ülkemizin güneyinde, Suriye’nin kuzeyinde bir devlet kurulmasına asla izin vermeyeceğiz” açıklamasını yaptı. TC devleti her alanda savaş hazırlıklarına hız verirken ve operasyonel harekâtlara başlamışken KCK, 1 Temmuz’da tarihi bir açıklama yaptı.
Açıklamada “bölgede yapılan baraj ve kalekol inşaatlarının ateşkesi bozmak anlamına geldiğini ve kullanılan araçların gerilla güçlerinin hedefinde olacağı” kamuoyuna duyuruluyordu.
14 ve 15 Temmuz’da KCK Eş Başkanlığı ve HPG HSM Komutanlığı kamuoyunu bir kez daha duyarlı olmaya, AKP’nin savaş konseptine dönme cabasına karşı tavır almaya çağırdı ve 7 Haziran seçimleri sonrası kurulacak hükümetin sürecin geleceğini belirledi. Tarihler 20 Temmuz’u gösterdiğinde çok vahşi bir katliam gerçekleştirildi.
Polis kontrol noktalarından geçen ve daha sonra emniyetçe arandığı da belirlenen DAIŞ canlı bomba çete üyesi, Kobaneli çocuklara oyuncak getiren, Türkiye’nin çeşitli kentlerinden gelen 33 genci şehid etti, 100’den fazla sivil ise yaralandı. Bu katliam, AKP iktidarının gelecekte neler amaçladığının habercisiydi.
22 Temmuz’da ise Riha’nın Serêkaniyê ilçesinde, 2 polis memuru, evlerinde başlarından tabancayla vurularak öldürüldü. Valilik önce “kapının zorlanmadığını, evde boğuşma yaşanmadığını, ev arkadaşı olan üçüncü kişiye ulaşılmaya çalışıldığını” açıkladı.
Ancak, ertesi gün cinayeti “Apocu Fedai Timi” adına üstlenen bir bildiri ANF’de yayınlandı ancak HPG HSM Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan yaptığı açıklamada söz konusu infazların HPG tarafından gerçekleştirilmediğini belirtti.
(Olayla ilgili tutuklananların tamamı Mart 2018’de beraat etti ama onları yargılayan hakim ve savcılar ile operasyonu yapan Terörle Mücadele polislerinin FETÖcü oldukları ortaya çıkıp tutuklandılar)
24 Temmuz’da ise çok önemli 2 gelişme yaşandı. İlki, Türkiye ile ABD, DAIŞ karşıtı hava operasyonları için İncirlik Üssü’nün Koalisyon güçlerinin kullanımına açılması konusunda anlaşmaya varıldı. İkincisi ise, 100 civarında TC savaş uçağı Zap, Garê, Heftanin, Metina, Avaşin, Kandil’deki gerilla alanlarını bombaladı.
Dönemin AKP Başbakanı Ahmet Davutoglu, emri bizzat kendisinin verdiğini açıkladı. Böylece Çözüm Süreci fiilen bitmiş oldu. Böylece 7 Haziran seçimlerinden önce sık sık “HDP ile AKP anlaştı. Ver başkanlığı, al Özerkliği pazarlığı var” diyen CHP, 7 Haziran seçimlerinden sonra AKP ile koalisyon kurmak için “istikşafi görüşmeler” adı altında müzakerelere başlaması kafalarda yaratılan algı ve karışıklık da ortadan kalkmış oldu.
24 Temmuz’dan sonra Türkiye sınırları içerisinde de kapsamlı saldırılar başladı. Siyasetçiler, basın, yurtsever kitlelere dönük tutuklama furyası başladı. Kuzey Kürdistan’ın tüm bölgelerinde kapsamlı askeri operasyonlar başladı. Oysa ortada ne gerilla eylemi vardı ne de Kürt Özgürlük Hareketi tarafından bozulan bir süreç vardı.
İşgalci Türk devleti bir bütünen 7 Haziran’dan önce başlattığı saldırı dalgasını zirveye taşımıştı. 12 Agustos’ta Erdoğan “Silahların üzerine beton dökülene kadar, sınırlarımız içinde tek bir terörist kalmayana kadar mücadelemize devam edeceğiz” diyecekti. TC devleti her alanda saldırıya geçince 12 Ağustos’ta KCK tarafından “Kürdistan halkı için özyönetimden başka bir seçenek kalmamıştır” açıklaması yapıldı. Bu açıklamadan sonra farklı il ve ilçelerde Öz Yönetim ilanları ve Öz Savunma pratikleri gelişti.
Ağustos’un son haftasına gelindiğinde Öz Yönetim ilan edilen merkez sayısı 20’ye yaklaşmıştı. Buna karşı TC devletinin saldırıları artmış, birçok ilçede sokağa çıkma yasakları ve bununla birlikte halka saldırılar başlamıştı. Gerilla da öz savunma temelinde operasyona çıkan askeri güçleri hedef almaya başlamıştı. Oremar ve Idir’da JÖH ve PÖH birliklerine dönük etkili eylemler gerçekleştirilmişti. 15 Eylül’den sonra ise kitlesel katliam dönemi başlayacaktı.
Sokağa çıkma yasağı ilan edilen Cizre’de 22 sivil şehid edildi. 9 yaşındaki Cemile’nin naaşı günlerce evlerindeki dondurucuda bekletildi. Kürdistan’da işgalci TC devletinin başlattığı kitlesel katliam ve saldırılara karşı demokratik, barışçı kamuoyu 10 Ekim’de Ankara’da “Savaşa İnat Barış Hemen Şimdi! Emek, Barış, Demokrasi Mitingi” düzenleyecekti. DAIŞ siparişle 2 canlı bomba saldırısı düzenlendi. Aralarında çocukların da olduğu 103 kişi şehid düştü, yüzlerce kişi yaralandı. Bu katliam, saldırı, baskı ortamında 1 Kasım seçimlerine gidildi ve AKP yüzde 49,48 oy alarak tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde etti. Tüm saldırı ve baskılara rağmen HDP yüzde 10,75 oy olarak 59 milletvekiliyle parlamentoya girdi.
YAPILACAK KATLİAMLAR İÇİN KİMSE YARGILANMAYACAK SÖZÜ VERİLDİ
İşgalci TC devleti artık “Çökertme Planını” devreye koymuştu. Buna karşı farklı il ve ilçelerde Öz Savunma temelinde örgütlenmeler, barikat ve hendeklerle saldırıları engelleme pratikleri geliştiriliyordu. Esasında Çökertme Planı hazırlıklarının 2014’te “saldırılarda yer alacak asker polis üst düzey yöneticilerine” verilen eğitimlerle başladığı sonradan ifşa olacaktı.
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Basın Danışmanı Ahmet Takan, gazetedeki köşesine taşıdığı “Komiser” mektubunda, Aralık 2014’te Ankara’ya çağrılarak yapılacak saldırı hakkında kendilerinin bilgilendirildiğini, birçok yerleşime saldırı yapılacağını ve saldırılara göre yapacakları katliamlar nedeniyle yargılanmayacağına dair kendilerine güvence verildiğini aktaracaktı.
Bu yazı, 7 Haziran seçimlerinden 5 ay önce yayınlandı üstelik. (https://yenicaggazetesi.com.tr/emniyet-mudurunun-isyani-383862h.htm)
28 Kasım’da Amed Sur’da Baro Başkanı Tahir Elçi’nin polislerce şehid edilmesi ile birlikte Sur’da saldırılara karşı direniş aşamasına geçilmişti. Aralık sonuna gelindiğinde Olağanüstü DTK toplantısında “Demokratik Özerk Bölgeler Deklarasyonu” yayınlandı.
30 Aralık’ta da sokağa çıkma yasakları ve çatışmaların yaşandığı ilçelerde Sivil Savunma Birlikleri (Yekineyen Parastina Sivîl – YPS) kuruluşunu ilan etti. AKP Hükümetinin “Çökertme Planı” askeri, emniyet, yargı, siyaset eliyle tüm alanlarda devrede iken buna karşı çıkan aydın, STÖ, akademisyenler de susturuluyor, kovuşturma ve tutuklamalara uğruyordu.
1128 akademisyen, hükümetin sokağa çıkma yasaklarını ve operasyonlarını eleştiren barış ve müzakere masasına dönüş çağrısını içeren bir metni kamuoyuna duyurdu. Metne imza atan akademisyenler görev yaptıkları üniversitelerden atıldı. Çoğu tutuklandı ve başka bir işte çalışmaları yasaklandı. Tabipler Birliği Yönetimindeki akademisyen-Bilim insanları da hakeza tutuklandı.
2016’nın Şubat ayında AKP Hukümeti tam anlamıyla “Sıkıyönetim” ilan ediyordu. Başbakan Davutoğlu “Terörle Mücadele Eylem Planı’nı” Mardin’de açıklayarak, her alanda saldırı dozunu artıracaklarını duyuruyordu. Sur, Silopi, Cizre, Nisêbin, Hezex, Gever, Farqîn, Gimgim başta olmak üzere bircok ilçe ve Şırnak merkez ağır bir şekilde bombalanıyor, Taybet Ana başta olmak üzere insanların cenazeleri günlerce yerde kalıyor, müdahale etmek isteyen sağlık çalışanları katlediliyordu.
Bu saldırı dalgasına karşı 17 Şubat’ta Ankara’da askerî servis aracına yapılan bombalı saldırıda 28 subay öldürüldü Eylemi ise Teyrên Azadiya Kurdistanê (TAK) üstlendi. Birçok yerde askeri üsler ve istihbarat merkezleri ile emniyet müdürlükleri bombalı araçlarla hedeflendi. Cizre’de tarihin en vahşi katliamı gerçekleştirildi. 143 kişi, silahsız ve çoğu yaralı halde sığındıkları 2 bodrumda yakılarak şehid edildi.
Sur, Şirnex, Cizre ve Nisêbin’de sağlam ev bırakılmadı. Aylarca tank ve toplarla bombalandı, tarandı. Yıkılan mahallelerin kalıntıları dahi bırakılmayarak kepçe ve dozerlerle hafriyat kamyonlarıyla molozları taşınarak direniş mahalleleri dümdüz edildi.
İşgalci TC devletinin resmi açıklamasına göre şehir savaşlarında toplam 1287 asker, polis, korucu öldürülmüştü. Binlercesi de yaralanmıştı.
2016 Mayıs sonuna gelindiğinde, şehir savaşlarının bitmesiyle saldırılar gerilla alanlarına yoğunlaşmıştı.
Özellikle bu dönemden itibaren F-16 ve saldırı helikopterlerine SiHA teknik saldırılarının yoğun kullanılması ve yerel istihbarat ağının geliştirilmesi ile birçok bölgede gerilla şehadetleri artıyordu.
AKP’nin şehirlerde sokağa çıkma yasakları ilan ederek birçok şehri asker ve polislerle yok etmesi, orduya bu denli imkan vermesi ve katliamları gerçekleştirenleri ödüllendirmesi, yakında ordunun yönetimi ele geçirmek için hazırlıklara girişmesinin habercisiydi.
Rêber Apo’nun Çözüm Süreci’nde sık sık dillendirdiği “çözüm gelişmezse darbe mekanizması devreye girer” tespiti hayata geçecekti.
Medeni YILDIRIM