09 Mart 2014 Pazar Saat 08:35
DEMOKRATİK ULUS ÇÖZÜMÜ
Ulus-Devlete Karşı Demokratik Ulus
Ulus-devlet ve yarattığı zihniyet günümüzde etkisini ve ağırlığını olanca gücüyle hissettirmektedir. Onun çürümüş bir yapıyı temsil etmesi, bağnazlık derecesinde savunusunu yapanların da halklara karşı yeni Hitlerler olarak çıkmalarına yol açmaktadır. Fakat çürümüş olduğu için insanlık karşısında ancak zor uygulamalarıyla ayakta kalabildiğini de görmek gerekiyor. Bugün Ortadoğu’da yaşanan halk ayaklanmalarının temel sebebi de bu toprakların yabancı olduğu ulus-devlet anlayışıdır. Toplum kendini devlet dışında özgür kılabileceğini gördükçe her türlü bedeli göze alarak başkaldırıyor.
İnsanlık tarihinin % 98’lik bölümünü oluşturan komünal yaşamın yok sayılarak toplumun devletsiz düşünülemeyeceği yönünde üretilen teoriler de tıpkı ulus-devlet yalanı gibi çürümüştür. İnsanlığın komünal yaşam tarihini ve değerlerini yok saymak konusunda hiçbir teori ulus-devlet miti kadar ileri gitmemiştir. Çünkü ulus-devlet varlığını toplumun inkârı üzerine kurmuştur. Toplum var oluşu gereği komünal bir öze sahiptir. Ulus-devlet komünal tüm birikim ve değerleri yok etme operasyonu olarak var olmuştur. Ulus-devlet karşısında toplumun alternatifi demokratik uluslaşmadır.
Demokratik ulus, kapitalist modernitenin ulus-devletçi yapılanmasına karşı toplumu devlete bağımlı olmaktan çıkaran alternatif sistemdir.
Demokratik ulus, kimlikleri ucu kapalı-katı tanımlamalarla ele almayıp esnek yapılanmasıyla toplumun her kesiminin, etnik, dinsel, sınıfsal, cins ve gurup-birey kimlikleriyle eşit katılımını esas alır.
Demokratik ulus, toplumdaki tüm farklılıkların kendini özgürce ifade etmesini esas alır.
Demokratik ulus, bireyin-toplumun devlete bağımlılığını red eder. Devletin sadece zorunlu genel işlerde rol oynamasını esas alır.
Demokratik ulus, toplumsal sorunların çözümünü devlet yapılanmasıyla değil toplumun öz örgütlülükleriyle çözümünü esas alır.
Demokratik ulus salt hukuka dayanmaz toplumun ahlak ve vicdan ilkesini esas alır.
Demokratik ulus, toplumun doğrudan demokrasi uygulamasıyla komünlere, meclislere, kooperatif ve akademilere dayalı iradeleşmesini esas alır.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan demokratik ulusu şu şekilde tanımlamaktadır: “Ulusu pazar etrafında örgütlenen bir birlik ve toplumsal form olarak görmek yanılgıdır. Bu tanımlama burjuvazinin kendini ve ulus devleti meşrulaştırmasıdır. Ne yazık ki sosyalistler de bu tezi esas almışlardır. Hâlbuki etnisite tarihin en özgür ve canlı birimleridir.
Eğer uluslaşma etnisitenin halkların, bireylerin birbirleriyle sıkı ilişki ve ortak çıkarlar etrafında örgütlenmesiyse, toplumun konfederal biçimde genişliğine ve derinliğine tümüyle örgütlenmesi o toplumu demokratik ulus haline getirir. Uluslaşma bu biçimiyle daha kapsamlı ve yoğun hale gelmiş olur. Demokrasiyi, eşitliği, adalet ve imkânlarını paylaşan demokratik ulus haline gelinir.
Ülke gerçekliğimizde demokratik ulus çözümünü iki yönlü ele almak mümkündür. Birincisi Kürt sorununun çözümüne dönük olarak Kürdistan toplumunun kendi çözümü, ikincisi ise Türkiye’de demokrasi sorununun çözümüne dönük olarak tüm demokrasi güçlerinin çözümü. İkisi de birbiriyle bağlantılı olup birbirlerinin çözüm zeminini güçlendirdiği gibi çözüm perspektifleri de aynı anlayışa yani demokratik ulus çözümüne dayanır.
Özgür Kürdistan
Demokratik ulus özünde radikal demokrasinin hayat bulmasıdır. Radikal demokrasi sadece bir bölge için uygulanamaz. Bu anlamda, Demokratik Ulus sınırlara dokunmadan, tüm ülke geneli için istenirken, hatta evrensel bir çözüm tarzı olarak addedilirken ‘Özgür Kürdistan’ ifadesini de Kürt sorununun Demokratik Özerklik sisteminde çözüme kavuşturulabileceği şeklinde algılamak gerekir. Burada söz konusu olan salt bir bölge tarifi yapmak değil, çözüm kapsamında Kürtlerin demokratik siyasi statüsünü tarif etmektir.
Özgür Kürdistan denilince alışılageldiği gibi bir devlet çağrışımı, sınırları çizilmiş bir bölge algısı gelişmediği halde devlet dışında bir sistemi tanımamış olanlar bu ifadeyi de devlet veya bölge iktidarı şeklinde ele alabilmektedir.
Kürdistan adının bir coğrafyayı tarif ettiği doğrudur ki ilk kez Selçuklu Hükümdarı Sultan Sancar tarafından Kürtlerin yaşadığı coğrafyayı tarif etmede kullanıldığı bilinmektedir. Kürdistan Kürtlerin, Ermenilerin, Süryanilerin, Keldanilerin vd. halkların vatanıdır. Kürtler yoğunluklu olarak yine aynı coğrafyada yaşamaktadır ancak kurucuları arasında oldukları Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını ORTAK VATAN olarak görmektedirler. Ortak vatan ilkesi tüm parçalar için geçerli olduğu gibi tüm dünyada demokratik ulus anlayışının bir ifadesi olarak evrensellik taşıdığı belirtilebilir. Coğrafik sınırlar çizmek, onun üzerinde bir iktidar kurup egemen olmaya kalkmak devletçi zihniyetin yansımasıdır ve Demokratik Ulus felsefesi bu anlayışı reddeder.
Kürdistan adı kültürel, tarihi ve coğrafik bir temele sahiptir. Sadece Türkiye sınırları içinde değil Irak, İran ve Suriye dâhilinde Lozan antlaşmasıyla dörde bölünmüş bir ülke gerçekliği söz konusudur. Dolayısıyla anlaşılması gereken odur ki Kürdistan Kuzeyiyle Güneyiyle, Doğusuyla Batısıyla var olan bir ülkedir. Devletlerin sınırları içinde kalması, yok sayılması ya da tersinden ayrıştırıp devlet kurma gerekçesi yapma anlamına gelmez. Unutmamak gerekir ki egemen devletlerin Kürtlerin statüsünü tanımaması çatışmaların kaynağıdır. Kürdistan’ın Güneyinde bugün federal bir statü oluşmuş durumdadır. Buradan hareketle Türkiye’de de aynı şekilde sınırları çizilmiş bir özerk bölge mi isteniyor sorusu akla gelebilmektedir. Öncelikle belirtmek gerekir ki devletçi federalist yaklaşım tarzı, küresel hegemonyacılığın bir uzantısı olmaktan başa anlam taşımaz. Demokratik çözüm anlayışı bunu esas almaz. Ancak demokratik çözümün esas aldığı devlet artı demokrasi formülünün hayat bulmasında bir kriter ve yol ayrımı karşımıza çıkmaktadır.
Kriter Kürtlerin statüsünün tanınıp tanınmayacağıdır. Yol ayrımı ise, statüsü reddedilip inkâr ve imha siyasetinden başka bir yaklaşım gösterilmeyen Kürtlerin kendi başlarının çaresine bakabilecekleridir. Yani devleti her alanda red edip kendi toplumsal sistemlerini kurmalarıdır. Bu bile ayrı bir devlet kurmak değildir. Devletle uzlaşı yollarının kapalı olduğu bir anlaşmazlık hali ve kendi demokratik otoritesini tesis ettiği fiili bir durumu tarif etmektedir.
Demokratik uzlaşı ile sorunu çözüme kavuşturmaktan yana olan Kürtler, bu nedenle bir sınır tarifi yapmamaktadır diğeri bir tercih değil devletin zorlaması ile girilebilecek zorunlu yol olabilir. Kürtler böyle bir zorunlu yola sürüklenmek, iradesini bu yönde kullanmaya mecbur olmak değil uzlaşı yoluyla, sınırları sorun yapmadan demokratik ulus sistemi içinde, inkâr edilmiş, yok sayılmış haklarına kavuşmak istiyor.
Kürdistan adının devlet tarafından kabul edilip edilmemesi önemli olsa da her şey değildir. Kaldı ki İran örneği önümüzde duruyor. İran’da Kürdistan bir eyalet olarak kabul edilse de Kürtlerin hakları tanınmamıştır.
Sonuçta Kürdistan, Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı coğrafyayı tarif eden Kürt varlığının, tarihinin ve kültürünün içselleşmiş adıdır, sınır oluşturmayı zorunlu görmez. Bu ifadeye karşı çıkılması bölünme korkusundan ileri geliyorsa tedbiri Demokratik Ulus Anayasasıdır. Anayasal süreç işleyip demokratik ulusu karşılayacak düzenlemeler geliştirildiğinde bunun karşılığının Anayasa’da illaki Kürdistan ifadesinin yer alması ya da ayrı bir Kürdistan Anayasası oluşturmak değildir. Bu böyle de anlaşılmamalıdır. Ancak meselenin dile getiriliş biçimini tarihi ve kültürel bir gerçeklik olarak kabul etmek gerekir.
Kürtler ve Kürdistan’dan hiç bahsetmeden bir sorun nasıl tarif edilir ve nasıl çözüme kavuşur? Bu tür saptırmalara boyun eğilemez çünkü sömürgeciliğin inkâr mantığı sessizlik ve tanımsızlık ister. Bu temelde, Kürdistan adını kullanırken, birincisi sınırlar üzerine konuşmadığımızın, ikincisi devletçi zihniyeti reddettiğimizin bilinmesi önemli ve yeterlidir.
Demokratik ulus örgütlenmesi
Demokratik ulus anlayışı, devlet tarzında dikey, bürokratik ve hiyerarşik bir örgütlenme yerine konfederal tarzda toplumun öz örgütlenmesini ve doğrudan karar sahibi olmasını esas alır. Bu yönüyle devletçi sistemlerden temelli ayrılır. Devletin olduğu her yerde iktidar ve bürokrasi vardır. Bunlar da -adı ne olursa olsun- demokrasi ve toplumculukla bağdaşmazlar.
Toplumun her alanda örgütlenerek kendi ihtiyaçlarını karşılar hale gelmesi, merkezi otoriteye ve devlete karşı yerelin ve toplumun güçlenmesi anlamına gelmektedir. Fakat merkeziyetçiliğin aşılması da tek başına demokratik bir nitelik ortaya çıkarmaz. Yerellerin güçlenmesi sadece merkezi devlet yetkilerinin yerel yönetimlerle paylaşılmasını değil aynı zamanda toplumun doğrudan demokrasi yöntemiyle söz ve karar sahibi olmasını gerektirir. Yani yerel bir devletçik yetkileri devralıp halkı yönetmeyecektir. Devlet olmak ve devletçi ilişki tarzı tüm toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuki ilişkilerde reddedilecek, komünal örgütlülük ve yaşam geliştirilecektir. Hedeflenen sistem, devleti ağırlaştıran, hantallaştıran ve toplum üstünde ceberrut kılan anti-demokratik sistemden devleti demokrasiye duyarlı hale getiren, toplumun ise, hakikat gücüne yani öz gücüne kavuşmasını sağlayan komünal demokratik bir sisteme geçmektir.
Demokratik ulus, toplumun devlet dışında örgütlenmesi, buna göre birey – toplum ve devlet ilişkilerinin demokratik muhtevayla yeni bir statüye kavuşmasının modelidir. Genel ve zorunlu iş koordinasyonu dışında devlete ihtiyaç duymadan toplumun demokratik, özgür bir yaşama kavuşmasıdır. ‘DEMOKRATİK TOPLUM-ÖZGÜR YURTTAŞLIK’ formülü geçerlidir.
Öte yandan toplumun yerel örgütlülükleri birbirleriyle demokratik-konfederal bağımlılık ilişkisine sahip olacaktır, dolayısıyla katı merkeziyetçiliğe karşı çıkma adına ondan geri kalmayan bir yerel kapanma ve totalitarizmin önüne geçilmiş olacaktır.
Demokratik ulusun yaşamsallaşması demek ahlaki-politik toplumun inşa edilmesi demektir. Bunun da yolu toplumda örgütsüz kimsenin kalmamasından geçmektedir. Eğer kapitalist-sömürgeci iktidar ve zihniyetin uzanmadığı hiçbir birim kalmamışsa bunun karşısında demokratik örgütlenmenin de kapsamayacağı birim kalmamalıdır. Toplumun en yaygın örgütlenmesi ve demokrasinin doğrudan yaşamsallaşması en yerelden komünlerden meclislere, akademilerden kooperatiflere uzanan bir yapılanmayla mümkündür. Tüm toplumsal örgütlenmelerin birliğini ise Kongre sisteminde sağlamak mümkündür. (DTK bu anlamda önemli ve tarihi bir kurumlaşma olarak görülmelidir.)
KONGRE devlet dışı tüm toplum kesimlerinin öz yönetim sisteminin ve konfederal örgütlülüğünün çatısını ifade eder. Ahlaki-politik nitelikleriyle demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü toplumun inşasında motor gücü olabilecek kongre sistemi devletin demokrasi sınırlarına çekilmesini de sağlayabilecektir.
KONGRE tabandan örgütlenmiş komünlere ve meclislere dayanır. Bununla birlikte Kürdistan gerçeğinde her parçanın demokratik kongre sistemi kendisini Demokratik Ulus Kongresinde birleştirerek demokratik ulus çözümünü tüm dünyaya ilan edebilir.
Demokratik Ulusun komün ve meclislere dayalı ekonomik-sosyal örgütlenme modelini Stalinist, anti-demokratik, totaliter olarak değerlendirenler çıkmıştır. Ahlaki ve politik toplum hedefiyle komün ve meclisler kurulurken aslında monolitik bir toplum inşa edilecek, totalitarizm egemen olacakmış! Demokratik Ulus sisteminde asıl karar yetkisi köy, mahalle, şehir meclisi ve delegelerinindir. Her topluluk söz, tartışma ve karar yetkisini halk meclisleriyle yerine getirir. Katılımcı, çoğulcu, doğrudan halk demokrasisini esas alır. Bundan daha demokratik ne tür bir yöntem olabilir ki? İlginçtir ki köyden ilçeye, ilçeden ile doğru bir örgütlenme Stalinisttir deniliyor. Burada Stalinizm değerlendirmesine girmeye gerek yok, devamındaki cümlelerde totalitarizm kastedilmektedir.
Sovyet deneyiminden hareketle toplumsallığı esas alarak alternatif olmak isteyen her sisteme ihtiyatla yaklaşmak belki bilimselliğin gereğidir denilecektir. Fakat Sümer Rahip Devletinden bu yana Ortadoğu’da geliştirilen devletçi sistemin yansıması olarak firavun sosyalizmi değerlendirmeleri ve eleştirileri yapılarak yeni bir toplumsal sistem öneriliyorsa bunu da ezberci bir yaklaşımla eskinin tekrarı biçiminde peşinen mahkûm etmeye kalkmak doğru olmaz. Geçmişte yaşanan deneyimleri de tümüyle mahkûm etmeye kalkmak büyük insanlık değerlerini ayaklar altına alıp liberalizmin en yoz yaşamına teslim olmaktır.
Sovyetlerde insanlığın komünal yaşam kültürü büyük bir miras olarak yaşatılmıştır. Bu gerçeği inkâr etmek, sonuçtan hareketle tüm sosyalizm çabalarını inkâr etmek olur. Sovyet sistemine getirilebilecek temel eleştiri, sistemin kuruluşunda Jakobenist yani tepeden ve zorla benimsetme tarzını esas alması, devlet ve iktidar sorununu çözememiş olması ve antikapitalist olduğu halde tutarlı bir endüstriyalizm eleştirisi geliştirememesidir. Bu nedenle, kurduğu toplumsal sistem doğayı, toplumsal ve bireysel özgürlükleri korumaya yetmemiş, büyük fedakârlıklara rağmen neticede devletçi yapısıyla kapitalizmin bir versiyonu olmayı aşamamıştır.
Sovyetlerde Parti organlarının devlet olarak toplumun her alanına müdahale etmesi vahim sonuçlar doğurmuştur. Daha da önemlisi, toplumsal farklılıklar Sovyet içinde eritilmeye kalkılmıştır. Etnik, dinsel, kültürel farklılıklar adeta ümmetçi bir anlayışla bir potada eritilmek istenmiştir. Demokratik Ulus sisteminde ‘Toplumsallıktan kopan ve toplum aleyhine gelişen bireycilik kabul edilmeyeceği gibi bireyi iradesizleştiren, silikleştiren toplumsallığa ters düşen gelenek de kabul edilemez. Özgür birey-özgür toplum, özgür toplum-özgür birey ilişkisi birbirini var eden toplumsal bütünlük olarak benimsenmektedir.’
Parti – Devlet müdahale ve belirlenimlerinin olduğu yerde bu tespitlerin hayat bulması imkânsızdır. Peki, bunun tedbiri, güvencesi nedir? Tam da itiraz noktası sayılan köyden kente ve merkeze doğru karşılıklı bir ilişki sistematiğinin kurulmasıdır. Sovyetlerde özellikle devrimin öncüsü olan Lenin döneminden sonra gerçekleşen ise tam tersidir yerellere tanınan insiyatife rağmen, merkezden kente ve köye doğru yani piramit şeklinde üstten alta doğru bir hiyerarşik ilişki sistematiğidir. Demokratik Ulusun siyaset felsefesi piramidi tersine çeviriyor. Lenin döneminde de böyleydi fakat sistemi sürdürecek güvence yaratılamamıştı. Devlete yüklenen rol ve iktidarcı zihniyet aşılamamıştı. Ademi merkeziyetçilik değil demokratik merkeziyetçilik uygulanmıştı. Bu nedenle sistem karşıtına dönebildi. Fakat Demokratik sistem, devlet dışı toplum alanını tarif ediyor. Bunun yanında yereli esas alan bir anlayışı savunup buna göre örgütleniyor. En büyük güvence de budur işte. Piramidin toplum lehine kalıcı olarak tersine çevrilmesi devlet ve iktidar olgusunun çözülmesine dayalı bir zihniyet devrimini ve yeni bir toplumsal örgütlenme modelini göstermektedir.
Her özerk birim kendi içinde yatay ve çevresiyle karşılıklı bağımlılık tarzında bir ilişki sistematiğini esas alır. Demokratik konfederal örgütlenme bunu gerektirir. Tüm renkliliğiyle, çoğulculuğuyla, şeffaf ve esnek örgütlenmeleriyle söz ve karar yetkisi yerelindir her yerel birim özerktir ve kendi kararını kendisi alır. Ancak demokratik konfederal prensipleri de ihlal etmesine mani olacak kadar toplumsal sözleşmeye bağlıdır. Kendisine katılmayan toplum kesimlerini de dışlamaz, çatışmayı değil ilkeli uzlaşmayı esas alır. Toplumun bir kesimini başka bir kesimiyle karşı karşıya getirmez. Aksine karşılıklı olarak çıkarlara saygıyı esas alır. Bunu da sadece bir hoşgörü kültürü olarak ele almayıp toplumsal sistem ve zihniyetini inşa ederek yanıt olur. Dikkat edilirse toplumun inşasıdır söz konusu olan, yaratılması değil! Toplum yaratmak ‘mühendislik’ iddiasıdır, inşa ise demokratik bir süreçtir. Çünkü toplum zaten vardır ancak ahlaki-politik özellikleri geriletilmiştir inşa ile bu özellikler geri kazanılacaktır. Toplum örgütlendikçe ve bilinçlendikçe kendini inşa edecektir. Öyle iddia edildiği gibi önceden çizilmiş, tamamlanmış bir toplumsal model ya da tek elden bir toplum yaratma yaklaşımı yoktur.
Ekonomik olarak da herkesi bir kalıba sokmaz. Ekonomiye el koyan tekelci sisteme karşı çıkar, topluluk ekonomisini savunur. Fakat, tekelciliği geliştirmeyen piyasayı, aile mülkiyetini, özel girişimciliği, ticareti, tekel olmayan ve doğayı tahrip etmeyen sanayi, tarım vd. üretim sahalarını da toplumsal yaşam, beceri ve düşünüş çeşitliliğin gereği olarak saygıyla karşılayıp komünalitenin gelişmesi oranında bunların da dengeleneceğini ön görür. Tekel sistemi bir el koyma, bir hırsızlık sistemidir. Her yerde kesin kes karşı olunan şey, tekelci kapitalizm ve yıkıcı endüstriyalizmdir. İnşa edilecek sistem ise komünal değerleri ve tarzı esas alıp bunun gelişmesi için mücadele eder.
Böyle bir toplum, politik ve ahlaki niteliklerine kavuşmuş, iradeleşmiş ve örgütlenmiş toplumdur. Kendisini her türden baskıya karşı korur buna kimse üstten müdahale edemez. Militarizme geçit vermez. Böyle bir toplum tahayyülü ne ütopiktir ne de totaliterdir. Aksine radikal bir demokrasi anlayışına sahiptir tam demokrasi uygulamasıdır.
Demokratik Ulus Savunması
Egemen güçlerin her türlü saldırısına uğrayan, açlıkla terbiye edilmeye çalışılan, savunma araçlarından yoksun bırakılan bir toplumun kendisi için bir parça özgürlük alanı açması kutsal bir çabadır. Bunlar toplumun doğallığına en yakın, en gerçekçi iddialardır. Burada toplum mühendisliği yoktur burada toplumun kendini var etmesine, korumasına dönük bir mücadele yöntemi söz konusudur. Bunun için siyasi merkezi belirleyen de yerelin iradesi olacaktır. Yerelin iradesi, devletle ilişki hukukunu tanımlar ve demokrasi sınırlarına çeker.
Kapitalizm ve devlet sistemlerinin her türlü saldırısına karşı demokrasilerin öz savunması da varlığını korumanın en temel ilkesidir.
Öz savunma toplumun doğal, meşru, evrensel ve en temel vazgeçilmez haklarından biridir meşru müdafaa ifadesiyle herkese daha aşina gelebilecek bir kavramlaştırmadır. Bu ülkede meşru müdafaaya şiddetle ihtiyaç duyan bir toplum gerçekliği yok mudur? Binlerce köy yakılıp boşaltılmadı mı, on yedi bin faili meçhul cinayet gerçekleştirilmedi mi? Dil yasaklanmadı mı, kültür yasaklanmadı mı, Kürt adı bile yasaklanmadı mı? Asimilasyon, beyaz katliam dayatılmadı mı? Yoksulluğa, hırsızlığa, uyuşturucuya, fuhşa sürüklenerek toplum çürütülüp param parça edilmedi mi? Yüz binlerce korucu silahlandırılıp toplumun başına bela edilmedi mi? Özel ordu adı altında yeni kontra grupları oluşturulmuyor mu? Polis devletine uyan saldırılar en vahşi şekilde her gün sokak ortalarında gerçekleştirilmiyor mu? Çözüm Çadırlarına kırmızı görmüş boğa gibi saldırılmıyor mu? Çocuklar halen katledilmiyor mu? Halen siyasi tasfiye operasyonları yapılmıyor mu? Toplum her yönden saldırıya uğrarken meşru savunmasını nereden bekleyecek? Tüm bu uygulamaları gerçekleştiren, teşvik eden veya sessiz kalan devletten mi? Çocuk kandırmaca peşinde değilse kimse toplumun kendini savunmaya hakkının olmadığını, bu görevin devlete ait olduğunu iddia edemez, hele ki Ortadoğu ve ülkemiz gerçekliğinde!
Ortadoğu toplumları her türlü egemenlikçi saldırı altında inletilirken toplumun kendini bir taşla bile savunmaya kalkması meşru görülmez ve katliam konusu yapılır. Meşhur bir öykü vardır ki, Ortadoğu insanının savunma araçlarından ne denli yoksun kılındığını akıllardan çıkmayacak kadar çarpıcı olarak anlatır.
Gezgin bir müzisyenler ve gösteri topluluğunun yolu farkında olmadan bir gün hırsızlar köyüne düşer. Köyde gösterilerini sunarlar ve sıra emeklerinin karşılığını istemeye gelince hırsızlar üzerlerine çullanır, üstlerindeki elbiselere de el koyup kovarlar. Mevsim kıştır ve hava soğuktur. Bari giysilerimizi geri verin gidelim derler. Bunun üzerine hırsızlar köyün bağlı olan köpeklerini üzerlerine salarlar. Topluluk can havliyle köpeklerden korunmak için yerden taş almak ister ama taşlar buz tutmuş yerden sökülmezler. Bunun üzerine topluluktan biri köye döner ve sitemkâr şekilde şöyle der: Bu nasıl adalettir, bu nasıl vicdandır, köpekleri salmışlar, taşları bağlamışlar! Odasının penceresinden bu sözü işiten köyün reisi topluluğun giysilerini geri verir ve onları serbest bırakır…
Taş atan çocukları anlamak istemeyen ve üzerlerine panzerlerle giden zihniyetin topluma zerrece savunma hakkı tanımayacağı açıktır.
Buna karşı toplumun kendini savunma araçlarıyla donatmak istemesi kadar doğal bir şey olamaz. Kimse ciğerin kediye teslim edilerek korunabileceği safsatasını ileri süremez. Toplum kendini her türlü savunmak zorundadır. Bu savunma sosyaldir, kültüreldir, siyasidir, ahlakidir, ideolojiktir, ekonomiktir, hukukidir, diplomatiktir ve elbette ki beden bütünlüğünü ve yaşam hakkını savunmak temelinde fizikidir. Kürtler açısından, fiziki savunmanın ateşli silahlar gerektiren bir boyutu da vardır ve bu konu gerilla güçlerinin varlığına paralel, barış koşullarında çözümünü bulabilir. Bugünden bir biçim tanımlaması yapmak ve gündemleştirmek yanlış olur. Sondakini başta tartışmak pek sonuç alıcı olmaz hatta ters tepebilir.
Silahlı güç konusunun ne olacağı ayrı bir tartışma konusu olup Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile muhtemel yürütülecek müzakerelerle şekillenecek bir konudur. Çünkü güvenlik konusunun kendisine bırakılmasını belirtmiştir. Dolayısıyla, bir-iki tartışmayla böylesine devasa bir sorunun üstesinden gelinemeyeceğini bilmek ve esasen prensipler üzerinden tartışmayı geliştirmek ve toplumsal alanda pratikleştirmek gerekir.
Toplumun öz savunması bu kadar geniş bir yelpazeyi kapsarken konuyu ordu gücü-polis gücü kurup kurmamak temelinde tartışmak oldukça daraltıcı olur. Fakat emniyet ve asayiş tedbirleri kapsamında belli düzeyde tanımlanmış yetkilerin belediyelere devredilmesi bile Avrupa yerel yönetim uygulamaları kapsamındadır ve bu uygulamaya benzer biçimler neden ülkemizde de olmasın, neden istenmesin ki? Bu boyut, yerel yönetim yasalarını ilgilendirir ancak bu sadece işin bir boyutudur. Meşru temelleri çok güçlü olan savunma anlayışını toplumsal ölçekte yaygınca düşünmek gerekir.
Önemli olan toplumsal savunma mekanizmalarının geliştirilmesidir. İlkesel yaklaşım budur. Savunması olmayanın yaşamı olmaz! Meşru savunma ve hak bilincinin toplumda yaygınlaşması, derinleşmesi ve bir kültüre dönüşmesi adım adım gelişmektedir. Taşları yerinden sökmeyi başarmış bir topluluğa artık hiç kimse köleliği, esareti dayatamayacaktır!
Demokratik Ulus Bloğundan Demokratik Cumhuriyet Kongresine
Demokratik Ulus Bloğu Türkiye’de Kürt sorunu başta olmak üzere emek, demokrasi ve özgürlükler adına tüm toplumsal sorunların çözümünü hedeflemektedir. Bu anlamda BLOK Cumhuriyet tarihinin tanık olduğu en geniş ve demokratik toplumsal mutabakatı sağlamaya adaydır.
Dar yaklaşımlar önemli ölçüde aşılmış olsa da bu bloğun Cumhuriyetten dışlanan tüm kesimleri kapsayacak kadar kapsamını genişletmesi ve derinliğine tabana yayılması gerekir. Sosyalistler, Müslümanlar ve Kürtler ile birlikte Türk aidiyeti dışında diğer tüm etnisiteler dışlandı, Aleviler ve Gayrimüslimler dışlandı. Sadece dışlama, bastırma, katliam ve sürgün uygulamalarıyla sınırlı kalınmadı. Zamanla toplum üzerinde uygulanan bilimcilik, dincilik, cinsiyetçilik ve milliyetçilik ideolojileri ile toplum paramparça hale getirildi. Hepsinin tepesine de bekçi olarak ulus-devlet canavarı dikildi. Bu gerçeklik karşısında Türkiye’nin demokratik seçeneği demokratik ulus bloğudur ve buluşma zemini olarak Kongre sistemi yaratıcı, esnek ve birleştirici bir alan sunabilir.
Siyasi partiler, emek örgütleri, ekolojist, kültüralist ve feminist hareketler, etnik kesimler, inanç grupları, çeşitli sivil toplum örgütleri gibi tüm sistem karşıtı güçlerin bir partide toplanması mümkün olmadığına göre ve demokratik ulus kendisini devlet dışında örgütleyeceğine göre toplumsal bir çatı olarak KONGRE SİSTEMİ alternatif olabilir.
Partilere alternatif anlamında değil de – çünkü partiler de yeni sistem içinde yerini alır – çeşitli birlik platformları deneyimlerinden hareketle devletçi sisteme alternatif olarak KONGRE SİSTEMİ demokratik ulusun birlik ve koordinasyon ihtiyacını karşılayabilir.
KONGRE, tüm toplum kesimlerinin kendi kimlikleri ve renkleriyle katılacakları birlik zemini olarak düşünülebilir. Yine KONGRE, sadece kimliklerin ve renklerin buluştuğu bir zemin değil halkın öz yönetim sisteminin süreklileşmiş ve kurumlaşmış ifadesi olarak ele alınabilir. Dolayısıyla yeni bir zihniyet ve politik tarz olarak gündemleşir.
Türkiye’de demokratik ulus bloğunun oluşturulması seçim ittifaklarını aştığı gibi demokrat şahsiyetlerin üstten birlik oluşturmalarını da aşar. Dolayısıyla önemli bir adım atılmış olsa da bu süreç tabandan örülüp çatıda kongre sistemiyle tamamlanabilir.
Türkiye’de hâkim olan kurumsal faşizm karşısında demokrasi güçleri dağınıklığın, birlik olamamanın sancılarını yaşadığı için çok güçlü bir halk alternatifi gelişememiştir. Son yıllardaki birlik çabalarının sonuçsuz kalmasının sebepleri kadar aşılma yollarını da tespit etmek ve pratikleştirmek tüm demokrasi güçlerinin kaçınılmaz tarihsel görev ve sorumluluğu durumundadır.
Türkiye’de devrimci- demokrat muhalefetin tarihine dair belirlemelerde bulunurken demokratik ulus bloğu içinde sayılabilecek güçlerin Cumhuriyetten dışlanmış güçler olduğunu vurgulamak gerekir. Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi, dışlanmış tüm kesimlerin demokratik zeminde özgürce yerini almasıyla mümkündür.
Sistem ve sistem karşıtlığı tanımları ve tarihleriyle birlikte güncel durum değerlendirmeleri yapıldığında tüm düşünce farklılıklarına rağmen geldiğimiz aşamada tartışmasız ortaklaşılacak temel husus birlik ihtiyacıdır. Nasıl bir birlik sorusuna demokratik ulus birliği veya bloğu şeklinde yanıt verilmiş ve büyük ölçüde kabul görmüştür.
Yakın tarihte mücadele birliği oluşturmak adına yürütülmüş birçok çalışma vardır ancak bunlar kalıcı sonuçlar doğurmamıştır. Bu çalışmaların muhasebesini her kesim kendi cephesinden yapmak kadar ortak sonuçlara varıp başarı için ısrarını ortaya koymak zorundadır.
Güncel olarak Demokratik Ulus Bloğunu kalıcı bir örgütlülüğe kavuşturmanın tam sırasıdır. Seçim sürecinin hemen akabinde ertelenmemesi gereken bir görevdir. Ayrıca, Partiler bu konuda öncülük yapsa da bu yetmez. Partiler genellikle iktidar alanına hitap ettiği için Parti temsiliyetlerinden daha fazla sivil toplum alanının, komün ve meclislerin temsilcileri böyle bir öncülükte yer alabilmelidir.
Bu temelde Demokratik Birlik çalışmalarına bir göz atılırsa:
Birincisi, sistem karşıtlığı ve mücadele birliği denilince dar – iktidarcı bir yaklaşım ve buna bağlı olarak sadece partilerin birliği veya ittifak oluşturmasıyla sınırlı bir anlayışın sergilendiği
İkincisi, klasik sol yaklaşımların aşılamadığı, geniş yelpazede sistem karşıtı hareketlere yeterince eğilim gösterilmediği
Üçüncüsü, tabandan değil üstten örgütlenmeye çalışıldığı bugüne dek yapılan birlik çalışmalarının ortak eleştirisi olmuştur.
Eleştiri ve değerlendirmelere bakıldığında birlik için yeni bir sistem geliştirmenin zorunlu olduğu görünmektedir. Bu da mevcut koşullara uygun yeni bir sistemi gündeme getirmektedir. Dönemsel, geçici birlikteliklerin tarihi sonuçlar yaratmadığı görülmüştür.
Faşizm -bugün AKP eliyle- kurumsallaşır ve bin bir türlü yöntemle toplumun tüm gözeneklerine yayılmaya çalışılırken bunun karşısındaki mücadele güçlerinin nasıl bir sistemi olmalıdır? Parti formatının toplumsal farklılıkları kapsayamayacağı ve toplumsal örgütlenmede demokratik niteliği yeterince sağlayamayacağı Türkiye koşularında birlik ihtiyacına da yanıt olamadığı düşünülürse yeni bir sistem ihtiyacı daha açık görülecektir. Bu da belirttiğimiz gibi KONGRE SİSTEMİ olarak düşünülebilir.
KONGRE devlet dışı tüm toplum kesimlerinin öz yönetim sistemini ve konfederal örgütlülüğünü ifade eder. Ahlaki-politik nitelikleriyle demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü toplumun inşasında motor gücü olabilecek böylesi bir kongre sistemi Türkiye’nin demokratik dönüşümünü, cumhuriyetin demokratikleştirilmesini ve devletin demokrasi sınırlarına çekilmesini de sağlayabilecektir.
KONGRE kendini tabandan örgütler, halk meclislerine ve komünlere dayanır ve toplumsal yaşamın her alanında komiteler, komisyonlar eliyle çalışmalar yapabilir. Siyasal alanda da bir ÇATI PARTİSİ ile kendisini kanıtlayabilir.
KONGRE bileşenlerinin arasında demokratik partiler de yer alır. Kendi kimliklerini ve örgütlülüklerini korurlar. Ancak Kongrenin ilkesel karar ve taktiklerinin siyasal alanda temsil edilmesinden sorumlu olup koordineli çalışırlar. Kongrenin tüm bileşenlerinin katılımıyla temel ilkeleri belirlenerek çatı partisinin oluşturulması da bir süreç işi haline gelir.
Böyle bir kongrede Diyarbakır merkezli Demokratik Toplum Kongresi (DTK) de temsilen yer alabilecektir. Ayrıca KONGRE sistemi ve örgütlenmesi için DTK pratikleşmiş bir model olarak incelenebilir. Bu şekilde her bölgenin bir Kongresi niye olmasın ki? Ve çatı düzeyinde de DEMOKRATİK CUMHURİYET KONGRESİ neden pratikleşmesin ki? Buradan hareketle başarılı uygulamalara geçildiğinde DEMOKRATİK ORTADOĞU KONGRESİ neden daha fazla ertelensin ki?
ORTAK VATAN’DA KONGRE SİSTEMİ ulus-devletçiliğin ve milliyetçiliğin panzehiri olup DTK ‘ye karşı ayrılıkçılık iddialarını boşa çıkaracak ve Demokratik Özerkliğin tüm Türkiye için istendiği söyleminin de altını dolduracaktır. DEMOKRATİK KONGRE SİSTEMİ’ne geçiş için Demokratik Özerklikte İstanbul’un yeri nedir, İzmir’in, Mersin’in, Trabzon’un yeri nedir? Hıristiyan, Alevi, Ermeni, Süryani, Ezidi topluluklarının yeri nedir sorularının kendi yerelinde ve kendi özgülünde yanıtını bulması gerekir.
Diyarbakır’dan sonra Ankara veya İstanbul merkezli, giderek her bölgede Toplum Kongrelerinin kurulması ve çatı düzeyinde de Genel Kongre sisteminin kurulması için ilk adımın atılması Türkiye’de önemli bir gündem olacaktır. Bu temelde Demokratik Ulus Bloğunun çatı örgütlenmesi olarak KONGRE SİSTEMİ stratejik ele alınmayı gerektiriyor. Ortak vatanda kongre sistemi, şüphesiz tüm toplumsal kesimlerin komün ve meclis tarzında tabandan çatıya doğru, doğrudan demokrasi dediğimiz katılım yoluyla kendi politik sistemini kurduğu sürece mümkündür.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.navendalekolin.com – www.lekolin.net – www.lekolin.info