Bu yazının başlığına sığmayacak geniş bir konuyu bir makalede dile getirmek oldukça zordur. Fakat çok can alıcı bir konudur. Geleceğimizi etkilemesi bakımından oldukça da önemlidir. Etkileri, aylara ve hatta yıllara yayılacak deprem felaketinin, şimdiden görünmeyen boyutları üzerinde kafa yoranı henüz pek yok. Ama tehlikeleri daha şimdiden ortaya çıkmaya başlamıştır. Görünen ilk tehlike ırkçı, kafatasçı, faşist yaklaşımların belirmesidir. Deprem bölgesinden yaşanacak göçler Türkiye’nin içlerine doğru yayıldıkça, etnik kimliklere karşı düşmanlık da artacaktır. Faşist iktidarın bazı temsilcileri daha şimdiden deprem bölgesinden gelenlere iş verilmemesini salık veriyor. Demografik yapının bozulmamasına dikkat çekiyorlar. Kerameti kendinden menkul Kemalistler ve benzer kalibreden insan müsveddeleri de daha dahiyane düşünceler üretiyorlar. Mültecileri Suriye’ye geri göndermek, Türkiye’nin işgal ettiği yerlere, yani Kürtlerin yaşadığı alanlara yerleştirmek, depremzedeleri de bu mülteci kamplarına aktarmayı öneriyor. Böylece Türkiye’nin demografik yapısının bozulması engellenmiş olunuyor.
DEPREMİN SİYASİ ETKİLERİ
Depremin enkazı henüz yerdeyken, yapılan tartışmalardan anlaşılıyor ki, halkı bekleyen daha büyük felaketler olduğunu göstermektedir. OHAL, işte tamda bu durumlar için ilan edilmiştir. Yüzde yüz kontrol mekanizmasının devreye konulmasıdır. Depremin siyasi etkileri de hesaba katılarak halk üzerinde baskı mekanizması daha da çok artacağa benziyor. Toplum mengeneye sıkıştırılacaktır. Faşist iktidarın güdümünde ki medya, işi şansa bırakmayacak tarzda organize olmuştur. İktidarın medya ayağı, hükümetin emrinde, emir eri gibi çalışmaktadır. Halkın bilgiye erişimini engellemekte, doğru bilgiyi manipüle etmekte, algı yaratma çalışmalarını yoğun bir şekilde yürütmektedir. Depremin yarattığı ağır yıkımın siyasi faturası faşist iktidara ait olduğu bilinmesine rağmen bu işin altından nasıl çıkılacağının hesaplarını yapıyorlar. Devletin kaynaklarını seferber ederek seçime yatırmaları olasıdır. Yeniden imar da dahil, AKP’nin oy deposu olan merkezlere ağırlık vererek, yardımları şova çevirerek ibrenin yönünü artıya çevirmenin uğraşı içinde olabilirler.
Merkezi idari sistemde, yetkilerin tek elden merkezileşmiş olması sorunun kaynağını teşkil etmektedir. Sadece bir afet anında değil, genelde bütün sorunları afete çeviren bir yapılanmadır. Kurumsal kimlikler ortadan kalkmış, tek adam hakimiyeti geçerli hale gelmiştir. Depremde faşist iktidarın yaptığı da aslında tek adam rejiminde olanı uygulamaktadır. Yani hayret edilecek bir durum yoktur. Tek adama biat edildiği oranda varsın aksi taktirde varlık bir anlam ifade etmiyor. Biat etmeyenler faşizan sistemde aslında yok hükmündedir. Diktatörün talimatıyla depremde kurtarma çalışması yapılmaz, ya da istedikleri yere yaparlar. Toplanan yardımlara el konulur, engellenir, toplumu kendisine muhtaç ve mecbur hale getirir. Kendi hanesine yazılan eksileri gidermek için her şeyi kontrolüne almaya çalışır. Siyasi iktidarı ve siyasi sistemi çözmekle işe başlayıp deprem tahliline girişmek lazım. Anlaşılan o ki, Siyasi sistemin kendisi yardımlar için en büyük engel haline gelmiştir.
Tek adam rejimi olarak bilinen Türkiye’nin siyasi sisteminde, otoriter ve totaliter yönetim anlayışı geçerlidir. Muhalefetin sesi zaten kısılmıştır. Yargı kurumu baypas edilmiş, bağımsızlığını yitirmiş, kendi görevini yapamaz hale getirilmiş, hükümetin siyasi kararlarını onaylayan kalem müdürlüğüne dönüşmüştür. İktidarı eleştiren sınırlı sayı da ki medya organı dışında, medyanın çoğu faşizmin propaganda aygıtlarına dönüştürülmüştür. Deprem gerçeğinin üzerine giden, tüm yönleriyle açığa çıkaran, siyasi sistemin kusurlarını eleştiren basın ne yazık yok denecek kadar azdır. Oysa bütün yıkımın fatura edilmesi gereken tek sorumluluk mercii siyasi sistemin faşist iktidarıdır. Ucube sistemin tepesinde yer alan diktatör Erdoğan’dır. Depremi bu şekilde ele almadıktan sonra depreme çözüm de bulunamaz.
Depremin siyasi etkileri mutlaka olacaktır. Hükümet değişimine götürecek, alt üst oluşumlara yol açacak nitelikte bir etkisi söz konusudur. Her şeyin vebali siyasi sorumluluğu olan zattadır. Deprem sonrası yapılanma, yeniden imar çalışmaları, yardım faaliyetlerinin de aynı zat tarafından yönetilmesi demek bu depremden ders çıkarmamak demektir. Bu konuda sorgulanması gereken bir diğer husus da devletin kendisidir. Bu devlet yapısıyla gerçekten yol alına bilinir mi? sorusunu sormak gerekir. Devletin niteliği ve kapasitesi deprem sonrası durumun iyileştirilmesine pek uygun olduğu söylenemez. Muhalifleri düşmanlaştıran, Kürtleri ve Alevileri yok etmeye çalışan türden bir devlet aklı var. Nitelik olarak herkesi kucaklayan bir devletten bahsedilemez. Dinci-kinci bir yapılanma söz konusudur. Bütün kurumların başına liyakatten ziyade sadakatten bağlı dinci kökenden gelenler atanmıştır. Dilleriyle zehir saçarcasına siyasi kutuplaşmayı, kamplaşmayı derinleştiren ve buradan beslenen bir idari yapı mevcuttur. Yürürlükte olan ayrımcı politikaların dozu giderek artacak ve toplumu daha belirgin bir şekilde ayrıştıracaktır. Devletin bu niteliği göz ardı edilmeden soruna yaklaşmak gerekir. Bu nedenle eldeki basın-yayın olanaklarıyla bu depremi bir şekilde halka yutturmaya çalışacaklardır. Depremde kötü performans sergileyen faşist iktidarın uygulamalarına dezenformasyon projeksiyonunu tutarak kazanca çevirmek isteyeceklerdir. Yaklaşan seçimleri başka türlü kazanmaları pek mümkün değildir.
Devletin mevcut kapasite imkanları, ayrımcı, ayrıştırıcı politikalara hizmet edecek şekilde kullanılacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Devletin imkanlarına, bütün kamu kaynaklarına sahip olan faşist iktidar kendi yandaşına gerekli aktarımları yapacaktır. Seçim propagandası için cömertçe kullanacaktır. Depremin yaraları sarma yerine seçimlere siyasi yatırım amaçlı kullanılacağı daha ilk günden anlaşılmıştır. Yardım kutularına parti logosunu yapıştırarak çok kirli bir propaganda yöntemine başvurdular. Yangından mal kaçırırcasına ‘ne yaparsak kardır’ tüccar mantığı siyasete egemendir. Muhalif belediyeleri engelleyerek, deprem yardımlarına el koyarak, AKP logolarını kullanarak, deprem felaketinden siyasi kazanç elde etmeye çalışması dikkate alındığında deprem sonrası süreçte bunu daha aşikâr yapacaktır.
SİYASİ MUHALEFET DE ENKAZ HALİNDEDİR
Sadece iktidar için değil muhalefet açısından da durum pek parlak değil. Seçimlere az bir süre kala meydana gelen bu büyük deprem felaketinin baş sorumlusu dikta rejimi ve Diktatör Erdoğan olmasına rağmen, bu durumu propagandaya dönüştürmekten aciz bir muhalefet söz konusudur. Şartlar ve koşullar bu denli elverişli bir durumdayken bu atmosfer muhalefet tarafından yeterince değerlendirilemediği de ortadadır. Yaşananlar aynı zamanda siyasi bir enkazdır. Depreme dair politikalarının olmadığı açığa çıkmıştır. Depremde otaklaşamadıkları ortadadır. Muhalefetin gücü yeterince açığa çıkarılamadı. İktidarın ayrıştırıcı, çıkarcı yaklaşımlarına alternatif pratikler geliştirilemedi. Deprem karşısında aciz kalan siyasi bir yapı vardır. Ekseninde Kürt sorunu olmayan muhalefetin, Türkiye’nin yapısal sorunlarına siyasi çözüm üretmesi nasıl mümkün değilse, deprem sorununa da çözüm olması beklenmemelidir. Deprem gerçeği karşısında siyasettin tıkanıklığını bir kez daha görmüş olduk. Depremde, halklar arasında yaşanan ortaklaşmalar, dayanışmalar, yardımlaşmalar insani, vicdani, ahlaki olarak daha makbule geçmiştir. Siyasi rant senaryolarına yatırım yapanlar aslında siyasetten bir enkazı yaşamışlardır. Bu deprem felaketinin tek müsebbibi olan faşist iktidarı düşürmek, istifaya zorlamak, hesap sormak namına tek kelime söylem ve elemleri yoktur. Bu durum başka bir ülkede olsa yönetim koltuklarını bırakırdı. İnsani olan da budur. Türk işi siyaset tarzında, insani özellik aranmamalıdır. İçi hiç edilen bir devlet aygıtından, sorun üretmekten başka bir beklenti içinde olunması hatalı bir beklentidir.
(İKİNCİ BÖLÜM: DEPREMİN İKTİSADİ VE DEMOKRAFİK BOYUTU)
Rauf KARAKOÇAN