AKP-MHP faşist iktidarı ve kendilerine bağlı kurum-kuruluşlar son dokuz yıldır “Çöktürme Eylem Planı” çerçevesinde Özgürlük Hareketi’nin öncülük ettiği Kürt ulusal kazanım ve değerlerine yönelik girişmedikleri hiçbir saldırı kalmadı. Bu saldırıların en başında ve en planlanmışı kuşkusuz İmralı soykırım ve işkence sisteminde Önder APO üzerindeki tecridi ağırlaştırma yöntemi gelmektedir. Yanı sıra, en modern-gelişmiş, teknolojik ve kimyasal silahlarla Medya Savunma Alanları ve Rojava Devrimi’ne yönelik tasfiye saldırılarını geliştirmiş; sosyal, ekonomik ve siyasî baskılarla da Kürt halkını demokratik, özgürlükçü ve meşru mücadele çizgisinden uzaklaştırmaya çalışmıştır.
Belirli tavizler karşılığında NATO güçleri ile Rusya ve bazı Arap ülkelerden aldığı yardım ve destekleri, yine KDP ve onun ihanet çizgisinde hareket eden işbirlikçi Kürt oluşumlarını bu saldırılarında sonuna kadar kullanmıştır.
Esaret altında da olsa Önderliğin teslimiyeti kabul etmeyen direnişçi felsefesinden beslenen Kürt Özgürlük Gerillası, tarihin hiçbir döneminde, tarihin hiçbir savaşında görülmemiş destansı bir direniş sergilemiş ve düşmanın, Kürt soykırımını hedefleyen bu tasfiye saldırılarını sonuca götürmesinin önüne geçmeyi başarmıştır. Önderliğin fizikî özgürlüğünü esas alan ve evrenselleşen ‘Dem Dema Azadiyê Ye’ hamlesinin ulaştığı boyut, Halk Savunma Merkez Karargah Komutanlığı’nın onlarca İHA-SİHA’nın düşürüldüğüne dair müjdeli açıklaması, özellikle 31 Mart yerel seçimlerdeki DEM Parti’nin elde ettiği büyük başarı ve tüm bu gelişmelerin olumlu yansımasının birer karesi olan 8 Mart ve Newroz kutlamaları ile 4 Nisan Önder APO’nun doğum günü etkinliklerindeki coşku ve moral-motivasyon da Erdoğan-Bahçeli ortaklığındaki faşist-soykırımcı zihniyetin uykularını kaçıran son kabuslar olmuştur.
14 Mayıs 2023’teki genel seçimlerden aldığı sonuçlardan cesaret alarak Yeni Osmanlıcılık hayalleriyle dış politikaya daha fazla yönelen AKP-MHP faşist-sömürgeci koalisyonu, Dışişleri Bakanlığı görevine getirdiği eski MİT müsteşarı Hakan Fidan’ı ülke ülke, hükümet hükümet, parti parti dolaştırdığı ve destek istediği bilinmektedir. Fakat yukarıda dile getirdiğimiz Kürt halkı ve onun Özgürlük Hareketi PKK açısından alınan başarılı sonuçlar, daha dün “PKK bitme noktasına gelmiştir” diyen Erdoğan’ın kendisini de harekete geçirmiş, kapı kapı dilenmeye yöneltmiştir. Öyle ya, Hakan Fidan ve diğer savaş bakanlarının yorulup bitap düştüğü Bağdat ve Hewlêr yoluna bu defa kendisi girmiş, kendilerinden PKK ile mücadelede adeta bir parça yardım dilenmiştir.
Toplum içerisinde, dilenciler sadaka istediklerinde birçok kişinin “Allah versin!” dediğine hepimiz şahit olmuşuzdur. Ya da, bazı kötü niyetli kişilerin “İçeri geç, anlaşırız” deyip dilencilik durumunu suiistimal ettiğini ve dilenen kişiyi kötü yola sokup nasıl kullandığını da bilmekteyiz. Erdoğan’ın dilendiği anti-demokratik rejim ve işbirlikçi güruh da Allah’ı tanımadıkları için tabii ki “Allah versin” demek yerine “İçeri geç, analaşırız”ı tercih etmişlerdir. Bundan sonrası perde arkalarında yaşanan şeylerde veya kendi deyişleriyle ikili ilişkilerinde (!) kim kime nasıl ve ne kadar davrandığına kalmıştır. Kısacası, Erdoğan istediği bazı şeyleri koparmış olabilir, ama kendinden de birçok şeyi vermeyi kabul etmiştir.
Bir dilenciyi ellerini açıp dilenme yoluna koyan zorlu yaşam şartları, kimsesizlik, terkedilmişlik, dolandırılmışlık ya da tamamen kendi tembelliği olabilir. Ne var ki, hem toplum tarafından aşağılanıp dışlanmakta hem de bağlı olduğu hükümet yetkililerince engellenmekte, türlü muamelelere maruz kalmakta ve hatta birçok yerde darp edilmektedir. Fakat bu defa dilenen kişi aynı hükümetin baş sorumlusu olunca ve buna rağmen tüm bölge gündeminin ilk sayfasına yerleşince, dilencilerin şaşkınlık içerisinde ağzı açık birbirlerine bakınmalarına ve onu kıskanmalarına neden olmuştur.
Kim bilir, belki de yarın öbür gün Saray’ın önüne toplanıp “madem sana serbest, biz de hakkımız olanı istiyoruz” diye eylemler gerçekleştirebilirler. Ama yirmi iki yıl aradan sonra ilk defa kaybeden ve kendi düşüş tehlikesini hisseden Erdoğan’ın kendilerinden daha zorlu yaşam koşullarında çırpındığını anlayacaklar mı, işte onu bilemiyorum.
Ari TUFAN