• kurdî
  • العربية
  • Anasayfa
  • Haber
  • Makale
  • Araştırma
  • Politik Analiz
  • MİT Gerçekleri
  • Tüm Bölümler
    • Anketler
    • Duyurular
    • Röportaj
    • Editörden
    • Ekoloji
    • Ekonomi
    • Kadın
    • Gençlik
    • Dış Basından
    • Kürdistan Tarihi ve Dili
    • Kim Kimdir?
    • Basın Bültenleri
    • Basından Seçmeler
    • Kronoloji
    • Belge
    • Dizi Yazı
    • Okuyucudan
    • Özgürlük Perspektifleri
    • Serbest Yazılar
    • Teknoloji
    • MİT Gerçekleri
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
  • Anasayfa
  • Haber
  • Makale
  • Araştırma
  • Politik Analiz
  • MİT Gerçekleri
  • Tüm Bölümler
    • Anketler
    • Duyurular
    • Röportaj
    • Editörden
    • Ekoloji
    • Ekonomi
    • Kadın
    • Gençlik
    • Dış Basından
    • Kürdistan Tarihi ve Dili
    • Kim Kimdir?
    • Basın Bültenleri
    • Basından Seçmeler
    • Kronoloji
    • Belge
    • Dizi Yazı
    • Okuyucudan
    • Özgürlük Perspektifleri
    • Serbest Yazılar
    • Teknoloji
    • MİT Gerçekleri
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
Anasayfa Bölümler Politik Analiz

Donmuş Çelişki Yumağı Olan Devleti Çözülme ve Tamamen Eritme Mücadelesi

Önder Apo, adeta bir zihniyet arkeoloğu gibi, toplumun sosyal gen haritasını ortaya çıkarmıştır. Bu sadece bir tarih okuması değil, insanlığın yeni bir özgür yaşam ufkuna yönelmesinin de kapısını aralayan büyük bir keşiftir.

Yayınlayan Lekolin
14 Haziran 2025
Kategori: Politik Analiz
251 14
A A
Donmuş Çelişki Yumağı Olan Devleti Çözülme ve Tamamen Eritme Mücadelesi
Facebook İle PaylaşınTwitter İle Paylaşın

Önder Apo, adeta bir zihniyet arkeoloğu gibi, toplumun sosyal gen haritasını ortaya çıkarmıştır. Bu sadece bir tarih okuması değil, insanlığın yeni bir özgür yaşam ufkuna yönelmesinin de kapısını aralayan büyük bir keşiftir. Bu keşfin anlamı, her bir bireyin kendi yaşam alanında, evde-okulda-işte-kurumlarda-akademilerde-fabrikalarda ve toplumsal ilişkilerde bu düşünceyle yüzleşmesi, tartışması, anlaması ve kendi yönünü belirlemesiyle açığa çıkar. Yeniye ulaşmak, merakla başlar. Fakat bu merak örgütlü bir düşünme ve tartışma süreciyle beslenmezse, birey güncel ve yüzeysel polemiklerin çekici ama sığ akıntısına kapılır.

Oysa bu yeni paradigma, zihniyet açıcı, yön tayin edici ve özgür yaşama ulaşmanın sosyolojik, felsefi ve etik zeminidir. Bu zemine ulaşmak, ancak gündelik polemiklerden uzaklaşıp, bireyin kendi öz düşüncesinin yaratıcı eylemine girmesiyle mümkündür. Çünkü tarihsel yön tayin eden bu perspektif sürecini, polemiklerin kurbanı yapılmamalıdır. Tam tersine, bu sürece aktif katılım gösterilmeli, her birey bu tarihi yaşama cesaretiyle anlamlandırmalıdır. Zaten özel savaşın ve dogmatik yüzeyselliğin amacı da, halkları ve bireyleri bu derinlikten uzak tutmak, onları kendi düşünsel ve toplumsal özlerinden koparmaktır.

‘ARTIK HERKES ÖZNE OLMALIDIR’

Bugün bir tarih yazılıyor. Bu tarihi sadece izlemek değil, onunla birlikte yön tayin etmek gerekir. Bu da tartışmadan, düşünmeden ve pratik üretimden geçer. Önder Apo’nun çağrısı ‘ artık herkes özne olmalıdır’ çağrısına kendi öznel ilişkileri üzerinden katılmalıdır. Biz de bu yeni zihin açıcı sosyal bilim yorumlarını anlamak, anlaşılır kılmak ve hep birlikte anlam üretmek için bu tartışmaların parçası olmak istiyoruz. Çünkü bu yalnızca bir düşünsel faaliyet değil, aynı zamanda özgür ve ahlaki bir toplum inşasının da zorunlu adımıdır.

Bugün toplumun tüm krizlerinin kökenine inen bir soruyla karşı karşıyayız. Devlet nasıl ve neden ortaya çıktı? Neden kadın, doğa ve gençlik bastırıldı? Bu sorular sadece geçmişin değil, bugünün ve yarının özgürlük projeleri için de belirleyici önemdedir. Marksizm’in sınıf temelli çözümlemesi bu sorulara yanıt olamadı, çünkü devletin oluşumunu toplumsal çelişkilere değil, bu çelişkilerin bastırılıp dondurulmasına borçluyuz. Devlet, doğal toplumun yaşayan çelişkilerini çözmek yerine sabitleyen, onları tek yönlüleştiren ve iktidar formuna dönüştüren bir donma biçimidir.

ÖZGÜRLÜK PROJESİ İÇİN İKTİDAR-DEVLET-SINIFLARIN KURULMALARI İYİ ANLAMAK GEREKİR

Toplum, kendi doğal özünden ve yaratıcı diyalektiksel çelişkilerinden nasıl bu kadar uzaklaştı? Bu soruya yanıt aramak, sadece bir geçmiş araştırması değil, aynı zamanda bugünü anlamanın ve geleceği şimdiden kurmanın da zorunlu giriş kapısıdır. Toplumun doğaya, kadına ve kendi iç çelişkilerine yabancılaşması, yaşamın anlamını ve akışını sağlayan içsel devinimlerin bir noktada durdurulmasıyla ilgilidir. İktidarın, devletin, sınıfın ve eril zihniyetin tarihsel olarak nasıl kurulduğunu anlamadan ne sosyal bilim yapılabilir ne de bir özgürlük projesi geliştirilebilir.

komünal toplumun bilgi üretme modeli, gözlem, deneyim, sezgi, ilişkisellik, anlam ve holistik düşünceye dayanıyordu. Bu modelde bilgi kutsaldı çünkü toplumun bütünlüğüne, içsel gelişimine ve doğayla uyuma hizmet ediyordu. Komünal toplumda çelişkiler eril-dişil, ihtiyar-genç ve insan-doğa arasında vardı ve bu çelişkiler yaşamın devinimi, gelişimi için bütünlüklü bir tamamlayıcılık değerindeydi. Ortaya çıkan çelişkiler komünal ölçüler temelinde toplumsal gelişimin özgürleştirici temelinde çözümlenerek toplumsal akış sağlanıyordu.

Tarihsel kırılma anı eril zihniyetin (kurnaz erke-yaşlı tecrübeli-şaman) komünal toplum içi çelişkilerin, içsel gelişim süreci içinde değil de bunu dışa-merkeze doğru yönlendirilme sonucunda oluştu.

Burada altı çizilmesi gereken bir hatırlatmada bulunalım, Rahip ve şamanların bugün tüm egemen sınıf ve bilimlerine sirayet eden keşfi anlaşılmadan sağlıklı bir sosyal bilim yapmak neredeyse imkansızdır. Özellikle şaman-rahip zihniyetin esnekliğini ilk fark eden bir figürdür. Rahiplerin bu esnek zihniyetin yönlendirilebilir olduğunu ve çıkarları doğrultusunda bir forma dönüştürenlerdi. Zihniyetin temel özelliği, esnekliğidir. Çünkü her toplumsal sistemde farklı yaşam biçimlerine ve algı biçimlerine göre şekillenir. Esnektir çünkü hem özgürlükçü, yaratıcı ve ahlaki bir karakter kazanabilir hem de tahakkümcü, baskıcı, hiyerarşik bir forma bürünebilir. Bu çift yönlülük, zihniyetin tarihte en stratejik mücadele alanı haline getirir. İşte bu nedenle eril ve hiyerarşik zihniyet eğilimleri, komünal toplum içindeki içsel çelişkileri, içerde çözecekleri yerde dışa yönlendirerek, diyalektik çelişkileri dondurulmuş, tek yönlü mutlak kırılmanın taşları döşenmiş oldu. Rahipler bilgiyi, komünal örgütlülük, toplumun ortak anlam üretiminden çekip alır, gökyüzüne ve tanrılara bağlayarak yukarıdan aşağıya topluma dayatılır. Artık bilgi yerel komünal toplumun yaşam deneyimi, öz örgütlülük ve ilişkilerinden değil, rahip kastının merkezi otorite aracıdır. Bu bilgi toplumla paylaşılmadı tam tersine toplumun dışından gelen tanrısal hakikat biçiminde sundular. Artık bilgi güçtür, bilgi iktidardır süreci başlar. Bilgi böylece içsel birikim, tecrübe olmaktan çıkarıldı. İşte bu noktada merkezileşmeyle ortaya çıkan ve düşünme biçimi ile zihniyet dünyası hiyerarşik kurucu forma dönüştüğü andır.

Sorun sadece bilginin dışsallaştırılması değil o bilginin hiyerarşik zihniyetle, sınıflı devletle bütünleştiği ve toplum üzerinden tahakküm kuracak formata dönüştürülmesidir. Dolayısıyla bu zihniyet, sadece bilgiyi değil, ilişkiyi, düzeni, zamanı, mekanı ve toplumu da yukarıdan aşağıya kurgulamaya başladı. Sümer rahip devleti, toplumun anlam üretme gücünün ilk kez merkezileştiği ve dışsallaştırıldığı eşiği temsil eder. Artık göksel hakikat adı altında tekelleşmiş bir bilgi düzeni kurulur. Artık hakikat göktedir, onun yeryüzündeki temsilcileri ise rahiplerdir. Artık bu çizgi tüm din, felsefe, bilim, sosyal bilim, sosyal ve siyasal teorinin zihinsel kaynağıdır. Siyasal rejimler, partiler gibi tüm formlar bu zihniyetle kurulur. bilinç, yasa ve düzen yukarıdan verilir, merkezden aşağıya geçen bir uygarlık süreci gelişir.

Bu gelişme ne bir anda ortaya çıkmış ne de salt teknik veya yönetsel bir ihtiyaçtan doğmuştur. Aksine, komünal toplumda yaşanan çelişkilerin içte çözülmesi yerine, dışa ve merkeze yönlendirilen bu üçlü ittifak devlet gibi donmuş bir aygıtın örgütlenmesiyle sonuçlanmıştır. Bu gelişmeden sonra mutlak tekli egemenlik sistemi gelişmiş karşıtlarını yok sayarak toplumun diyalektik akışı kesintiye uğratmıştır. Mitolojide Gılgamış İnanna mücadelesi, Babil’de Enuma Eliş destanları ve sonraları bu süreci ifade eden zihniyet haritalarıdır.

Bundan dolayı toplumsal yaşamda cereyan eden tüm çelişkiler dondurulmuştur. Önder Apo’nun geliştirdiği yeni tez işte bu kavramsallaşmayla zihniyete yeni ufuklar açmaktadır. Ataerkillik, hanedanlık, devlet ve sınıfın, komünal içinden gelişen çelişkilerin doğal ve dönüşümsel bir antitezi değil bu çelişkilerin batırılması, dondurulması ve tek yönlü kodlanmasıdır. Bunlar ne antitezdir ne de sentez potansiyelini taşırlar. Tam tersine, Diyalektiğin içsel işleyişini dışsallaştırarak donduran, canlı çelişkileri sabitleyerek toplumu felç eden anti-diyalektik yapılardır. Bu nedenle devlet, sınıf ve ataerkillik bir karşıtlık değil diyalektiğin çöküşü tek yönlü bastırma ve gasptır.

Bu çerçevede devleti diyalektiğin bir kategorisi değil, diyalektiğin çöküş anı olarak görmek gerekir. Yani devlet, tez ve antitezin değil, tezin içinde çözülemeyen çelişkilerin dışsallaşıp, merkeze çekilerek katılaştığı bir donma formudur.

Marksizm’in en temel tezi, emek-sermaye, sınıf çelişki konusunu sosyalist kuramın merkezine koymaktadır. Emek-sermaye sorunu ve çelişkisi vardır. Ama Emek-sermaye çelişkisi, gerçek bir içsel çelişki değil, önceden formatlanmış rollerin çatışmasıdır. Bunu niye belirtiyoruz? Çünkü Marksizm’in temel aldığı sınıf çatışması, aslında toplumu değil, devletin kendi içinden ürettiği karşıtlığı esas alır. Sınıf denilen olgu, toplumun doğal yapısından değil, devletli uygarlık içinde gelişen hiyerarşik bölünmelerden doğar. Bu durumda sınıfa dayalı bir sosyalizm arayışı da kaçınılmaz olarak toplumu özgürleştirmez, (çünkü sınıf toplumun iç çelişkisi değil, devletin iç çelişkileriyle başlayan bu durum olduğu için) sadece devleti başka bir sınıf eliyle yeniden kurar sonuçta böyle de oldu. Öngörülen ve uygulanan sosyalizm de çelişkiyi dönüştürmedi, yalnızca donmuş çelişkilerin pozisyonunu değiştirerek bir tür yeniden başka sınıf eliyle daha katı donmuş bir devlet yaratıldı. Bu nedenle emek-sermaye çelişkisi vardır ama bu çatışma donmuş çelişkilerin simülasyonudur.

Bundan dolayı sınıf çatışması denilen kavram, devletçi toplum geliştikten sonra gelişen sistem içi çelişkilerinin sonradan türemiş, türetilmiş bir formdur. Sınıflaşmanın ilk gelişim hikayesi de bu temeldedir. Komünal toplum süreci sonucunda çelişkilerin dışsallaşması ve merkeze taşındıktan sonra devlet örgütlenmiş, sınıfta bu dönemde aşağıdan üretim içinden değil, yukarıdan aşağıya doğru devletin sistem içinde karşıtını doğurmasıyla varlık bulmuştur. Bundan dolayı sınıf çatışması, devletli uygarlığın iç çelişkisidir. Bunun için Sınıflar devletten önce değil devletle birlikte ortaya çıkar. Dolayısıyla tarihin motor gücü sınıf savaşımı değil, asıl gasp, bastırma, donma ve yok etme çatışması, kadın şahsında komün toplumu ve devlet arasındadır.

Komünal toplumda, sınıf çelişkisinden önce kadın-erkek, doğa-insan-ihtiyar ve gençlik gibi canlı ve üretici çelişkilerle kurulur. Tarihsel-Toplumun motor gücü birincil ve ikincil olmak üzere asıl bu çelişkilerdir ve bu çelişkilerle var olan gelişen komün-devlet çatışması daha temel, yapısal durumundadır. Bundan dolayı Önder Apo, komünal toplumun özgürleştirilmesini tarihsel çözümlemenin temeli yapar.

Dolayısıyla sınıf çelişkisi, toplumsal çelişkinin kendisi değil, çarpıtılmış bir sonuçtur. Sınıf çatışması, toplumun özünde var olan doğal, yaratıcı, yaşamsal çelişkilerin donması ve bastırılması ile oluşur. Bundan dolayı sınıf çelişkisi, devletli uygarlık içindeki bir çelişkidir. Yani sistem içi bir çelişkidir toplumun iç çelişkisi değil, bastırılmış toplumun içiyle ilgilidir. Bu çelişki toplumun özünü temsil etmez, çünkü toplum özünde devletsiz, komünaldir.

Sınıf çelişkisi, tarih boyunca emek ile sermaye, zengin ile yoksul, işçi ile patron arasında süregiden ekonomik temelli bir karşıtlık olarak tanımlanmıştır. Ancak bu çelişki, doğrudan toplumun doğasında bulunan bir karşıtlık değil, bastırılmış ve devlet eliyle biçimlendirilmiş toplum yapısının bir çatışmasıdır. Sınıf, devletli uygarlık içinde doğmuş, asli çelişkilerin bastırılması sonucu oluşmuş bir yapıdır. Gerçek kurucu çelişki, toplumun kendi doğallığında yaşayan, kadın-erkek, genç-yaşlı ve insan-doğa gibi yaratıcı gerilimlerdir. Bu çelişkilerin bastırılması, toplumun donmasıyla sonuçlanmış ve devlet bu donmanın katı formu haline gelmiştir.

DEVLET-SINIF-İKTİDAR DOĞAL KOMÜNAL TOPLUMUN SAHTE ANTİ-TEZİDİR

Bu düzlemde şu soruya yanıt bulmak tüm devletçi toplumun sistem içi çelişkilerin görünür kılacaktır. O zaman anti tez nedir? Var mıdır? Diyalektik çelişkilerin donma hali olan mutlak tek yönlü erkek egemenlikçi devlet, neolitik toplumun anti tezin kendisini engellemiştir. Yani diyalektik çelişkinin oluşum süreci sekteye uğramıştır. Ama bu anti-tezin hiç oluşmadığı anlamına gelmemelidir.

Devlet, erkek egemenlikçi sınıf ve iktidar, donmuş çelişkilerin tek taraflı formudur. Bir anlamda doğal komünal toplumun SAHTE anti-tezidir. Gerçek ant-tezin gelişmesi için, toplumun içsel çelişkileri yaşayan geliştirici çelişkilerin özgürce işlemeye devam ettiği toplumsal bir form olması gerekir. Ama devletçi sistem, çelişkiyi yaşamadan bastırdı, dondurdu, form verdi, işte bu form devlet oldu. Yani devlet, komünal toplumda verilen örnek gelişimde olduğu gibi, eril zihniyet toplumun içsel çelişkilerini içte çözmeden dışa yönlendirilen donmuş formudur. Dolayısıyla donmuş çelişkilerin tek yönlü formu devlettir. Bu form çözülmedikçe diyalektiğin kendisi işlemez.

Toplumun içsel çelişkilerin gerçek motoru, kadın-erke, doğa- insan, genç ve yaşlıdır. Belki toplayıcılık ve avcılık yada ortak ürün ve buna göz atan çelişkileri bile içsel olma ihtimali zayıftır. Çünkü çelişkilere dışa doğru yön veren bu alanın kendisidir. Toplumsal yaşamın ilk andan beri var olan doğal çelişkiler bunlardır. Bunlar açık, içkin, çözüm üretici bir diyalektik içinde yaşandığında toplum kendini üretir.

Toplayıcılık ve avcılık iş bölümü gereği komünal toplumda bir birini tamamlayarak yaşamış ortak yaşamın üretici diyalektiğidir. Zamanla bu üretici diyalektik tek taraflı mutlaklaştırıldı. Bu gün bu figürlerin tezahürü ideolojik ve toplumsal roller olarak yaşıyor. Avcı, ataerkil, hanedan, rahip rekabetçi, pazar dışı tahakküm arayan, asker, bilimci, dinci, üst akıl, politik figür ve ulus-devlet. Toplayıcı olan ise, el emeği, bakım, ekonomik üretim, duygusal üretim, öz yönetim, kolektif bilgi, gündelik yaşam üretimi görünmez kılınarak, eve hapsedilen, silinen ve anlam olarak bastırılan kadın.

Dolayısıyla toplumsal gelişimin en doğal hali olan bu içsel çelişkiler bastırıldığında ortaya çıkan şey ne olur? Erkek-kadın çelişkisi bastırıldığında, erkek tanrı olur mutlak hüküm sürer ve çelişki donar. Kadın ise günahkar olur, silinir ve toplum çözülerek kriz baş gösterir. Bu tüm dinler, bilimler, sosyal bilim ve ilişkilere sirayet eder. Doğa-insan çelişkisi bastırıldığında, doğa nesnelleşir, insan yönetici olur, doğa sömürülür kriz derinleşir. Genç-yaşlı çelişkisi bastırıldığında, yaşlılık, politika devlet ve otorite olur toplumsal yenilenme biter. Bu alanlar çelişki işlenmediği için kriz alanlarıdır, çünkü gelişim durmuştur. Tüm toplumsal problemlerin temeli buradan doğar.

Dolayısıyla Bu çelişkiler bastırıldığında, devlet, sınıf, iktidar ortaya çıkar. Bu çelişkiler yaşatıldığında, işletilip akış kazandığında ise, ahlaki-politik örgütlenme ve komünal yaşam doğar. O zaman toplum, çelişkilerin çözüm alanıdır ve çözüm üretme potansiyelidir.

Toplumun tarihsel özü bu nedenle komündür. Klan, kabile, aşiret, kavimler, demokratik ulus, etnik, kültürel, inançsal gibi formlar toplumun doğal, ahlaki, politik ve ilişkisel varoluşlarıdır. Bu komünal toplum yapısı yüzyıllarca doğal ve içsel gelişim ilişkisiyle işlenmiştir. Devlet ise, komünün bastırılmasıyla, parçalanmasıyla doğar. Bu durumda sınıf, komünün bastırılmasının sonucu olarak ortaya çıkar. Sınıf devletin ürünüdür, komün ise toplumun kendisidir. Dolayısıyla sosyalizmin özü sınıf değil toplumdur, toplum da komündür.

Özgürlükçü bir inşa kurmak isteyen her kes için bu bir kırılma noktasıdır. Ya devletin içinden doğan sınıfsal karşıtlarla yeniden bir iktidar üretilecek, ya da komünal ilişkiler esas alınarak tolumun kendi doğası özgürleştirilecektir.

Sonuç olarak, toplumun kurtuluşu sınıfların kaldırılmasıyla değil, kadının özgürleşmesiyle, doğayla uyumun yeniden kurulmasıyla, gençliğin yaratıcı enerjisinin özgür bırakılması ve komünal toplumun gelişmesiyle mümkündür. Toplum, bir diyalektiktik varlıktır. Çelişkiler dışa yönlendirilip bastırıldığında değil, yaşandığında ve çözüm üretildiğinde toplum özgürleşir. Devlet ve iktidar bu çelişkilerin donmuş formları, sınıf ise bu zihniyetin taşıyıcısıdır.

O halde yapılması gereken açıktır, donmuş çelişkileri çözmek, çelişkileri özgürlüğe yönlendirmek, bastırılmış olanı örgütleyip görünür kılmak ve toplumun içsel devinimini çürüten yönleri temizlemek gerekmektedir.

Hakkı TEKİN

Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

Etiketler: Demokratik ToplumDevletçi toplumIktidarKomünalÖnder APOozgurluk
Önceki yazı

Bağdat-Erbil ve Maxmur Üçgeni’nde neler oluyor?

Benzer Haberler

Bağdat-Erbil ve Maxmur Üçgeni’nde neler oluyor?
Politik Analiz

Bağdat-Erbil ve Maxmur Üçgeni’nde neler oluyor?

13 Haziran 2025
TC Ateşkes Kararına Kimyasalla Cevap Veriyor!- HABER ANALİZ
Haberler

TC Ateşkes Kararına Kimyasalla Cevap Veriyor!- HABER ANALİZ

13 Haziran 2025
Devletli Sınıflı Sistemlerde Kölelik Farklılaşarak Devam Eder
Politik Analiz

Devletli Sınıflı Sistemlerde Kölelik Farklılaşarak Devam Eder

11 Haziran 2025

Öne Çıkan Yazılar

  • Donmuş Çelişki Yumağı Olan Devleti Çözülme ve Tamamen Eritme Mücadelesi

    Donmuş Çelişki Yumağı Olan Devleti Çözülme ve Tamamen Eritme Mücadelesi

    515 Paylaşım
    Paylaş 206 Paylaş 129
  • Kürt Gerçekliğine Bir Kavramsal Müdahale: Judenrat Gerçeği Ve Sömürgeciliğin Ötesi – 1

    643 Paylaşım
    Paylaş 257 Paylaş 161
  • Kürt Gerçekliğine Bir Kavramsal Müdahale: Judenrat Gerçeği Ve Sömürgeciliğin Ötesi-2

    569 Paylaşım
    Paylaş 228 Paylaş 142
  • Bağdat-Erbil ve Maxmur Üçgeni’nde neler oluyor?

    512 Paylaşım
    Paylaş 205 Paylaş 128
  • Kürt Gerçekliğine Bir Kavramsal Müdahale: Judenrat Gerçeği Ve Sömürgeciliğin Ötesi-3

    543 Paylaşım
    Paylaş 217 Paylaş 136

Önerilenler

Donmuş Çelişki Yumağı Olan Devleti Çözülme ve Tamamen Eritme Mücadelesi

Bağdat-Erbil ve Maxmur Üçgeni’nde neler oluyor?

TC Ateşkes Kararına Kimyasalla Cevap Veriyor!- HABER ANALİZ

HPG’den Savaş Rantçılarına Karşı Kamuoyuna Çağrı!

Türkiye Ve HTŞ’nin DAIŞ Üzerinden ABD’nin Gözüne Girme Arayışı-HABER ANALİZ

  • Hakkımızda
  • İletişim
  • Tüm Yazılar
KÜRDİSTAN ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

© 2020 Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

Tekrar hoşgeldiniz!

Hesaba giriş

Şifrenizimi unuttunuz?

Tüm alanlar zorunludur

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Oturum aç