18 Ağustos 2014 Pazartesi Saat 06:37
Soykırım kavramı, dünya literatürüne Yahudi soykırımından sonra girmiş olsa da, günümüzde kapitalist modernite sisteminin tüm unsurlarıyla bizatihi bir soykırım rejimi olduğu gerçeği göz önüne alındığında, soykırım kavramının yalnızca fiziki olarak sınırlandırmanın yetersiz olacağı açıktır. Neoliberalizm olarak adlandırılan politikaların yakıcı ve yıkıcı etkilerini güncel olarak tüm Dünya ezilen toplumları tarafından en ağır biçimde hissedilir olmuştur. Ağır bir sistemsel krizi yaşayan kapitalist modernite, krizden çıkmanın değil, krizi yönetmenin arayışındadır. Buna da kriz yönetimi diyorlar. Kriz süreçlerine giren tüm devletçi sistemler, kendilerini daha fazla yayarak ( emperyalizm) yani Dünya sistemi haline gelerek, ömürlerini uzatmaya çalışırlar. Bu durum ise, özünde kriz halinin daha fazla derinlik ve genişlik kazanması demektir.
Kapitalizm 19. yüzyıldaki “sanayi devrimi ile birlikte Avrupa’daki egemenliğini garantileyince, tüm hegemonik sistemlerin yapısı gereği, Dünya üzerinde tahakküm ve hükümdarlığını kurumlaştırmanın arayışlarına girdi. Sanayi devrimini endüstriyalizm biçiminde kendi tekeline alarak, azami kâr kanunun gereği, ucuz işgücü ve ham madde ihtiyacını karşılamak için yerel, bölgesel ve Dünya savaşlarıyla hegemonik çabasını sürdürdü. Buna karşı 19. ve 20. yüzyıl boyunca, ezilen sınıfların ve halkların direnişleriyle karşılaştı. Kapitalist güçler tüm bu sömürü yönelimlerini halkların üzerinde geliştirdiği ekonomik soykırımla gerçekleştirmiştir.
Gelişen bu emperyalist saldırılara, en ağır biçimde başta bölgemiz olmak üzere Ortadoğu da maruz kaldı ve kalıyor. Buna rağmen Ortadoğu kapitalizmin, kontrolüne tam olarak alamadığı bir bölge konumunu yaşıyor.
Elbette ki Kürdistan’da tüm bu saldırılardan nasibini almaktadır. Hatta Kürdistan, bugün Bölge’de en ağır ekonomik, ekolojik saldırı ve soykırımı yaşayan ülke ve toplumdur dersek, abartı sayılmaz. Zengin yer altı ve yer üstü ekonomik varlıklarına, geniş tarımsal alanlara sahiplik eden bir coğrafyada toplum kendi ekonomisinden ve üretiminden koparılmış, yaklaşık yüzde yetmişi işsiz bırakılmış, özellikle gençlik olmak üzere, toplumunun büyük bir kesimi, metropollerde mevsimlik tarım işçisi, amelelik, merdiven altı işleri gibi en ağır ve güvencesiz işlerde çalıştırılmak zorunda bırakılmıştır.
Kürdistan, özellikle 2000’lerden bu yana, Türk ( bunlarla birlikte ajanlaştırılmış Kürt kapitalistlerinin de işbirliğiyle ) uluslararası sermaye tekellerinin talanına maruz kalmaktadır. Son bir iki yılda bu şirketlerin talan faaliyetleri çok daha fazla yoğunluk kazanmıştır. Özellikle son süreçte bölgede çatışmaların azalmasıyla birlikte, bunu fırsat bilen bu kesimler, faaliyetlerini Kürdistan’ın her tarafına yayma çabası içerisine girmişlerdir. Bir yandan T.C. devletinin kalekol, karakol, HES ve baraj yapımları şirketlere yeni ve kolay sömürü alanları amacıyla köy arazi ve meralarının ticarileştirilmesi yasası, 2B adındaki Orman yasasının çıkarılması diğer yandan tekelci şirketlerin maden, petrol ve gaz çıkarma faaliyetlerinin yoğunlaşması, ekolojik ve ekonomik soykırımın geldiği düzeyi göstermektedir. Amed’de kayagazı çıkarma çalışmalarının başlaması, maden ve diğer maddelerin çıkarılmasında kullanılan kimyasallar, yaşamı bir bütün olarak geri dönülemez noktaya götürmektedir. Bu şekilde Kürdistan eko-sistemi yıkıma uğratılmakta, karşılığında da milyarlarca dolar, bu şirketlerin kasalarına akmaktadır. Bu yağmadan elbette ki yerel Kürt işbirlikçileri de paylarını almaktalar. Bu temelde halkın demokratik mücadelesine karşıt konumlarını sürdürmektedirler. Toplumun ekonomik yaşamını parçalayıp dağıtan, Kürdistan’ın ekolojisini yıkıma uğratan bu saldırılara karşı toplumun her alanda demokratik kon-federal tarzda örgütlenmesi, güncel olarak hayatiyet kazanmış durumdadır. Kürdistan özgürlük hareketinin ve Kürt halkının kırk yıllık mücadelesi bunun zeminini yaratmıştır. Ortadoğu ve özellikle Kürdistan’da yaşanan sosyal ve siyasal gelişmeler sömürgeciliğe karşı direniş için her zamankinden daha fazla imkânlar sunmaktadır. Rojava devrimi de bunun somut örneğidir. Rojava, kendi demokratik komünal sistemimizi oluşturmak ve “olabilirliğini kanıtlamak açısından tarihi değerdedir. Dünya devrim örneklerinden iyi biliyoruz ki toplumsal bir devrimi gerçekleştirmek ne kadar zor ise, belki de ondan zor ve önemli olan o devrimi korumak ve geliştirip sürekli kılmaktır.
Toplumlar için ekonomi tarihsel olarak toplumların esas konulardan birisini teşkil etmektedir. Bu anlamda kendisini kurumsallaştırdıkça varlığını daha anlamlı özgür biçimde sürdürebilmiştir. Dolayısıyla ekonomik sitemini toplumsal bir temelde geliştiremeyen bir devrim ve inşa çalışması başarılı ve kalıcı olamayacağı açıktır.
Demokratik ulus inşa sürecinin nasıl ki tüm boyutlarını örgütlenmek gerekli ve hayatiyse bu boyutlardan biri de mutlaka örgütlendirilmesi ve pratikleşmesi gereken komünal ekonomi boyutudur. Ekonomi alanı toplum olarak üzerinde en az yoğunlaştığımız ve pratikleştiğimiz alanların başında gelmektedir. Pratikleşme olmadan, somut yaşamla, toplumla bağı kurulmadan eksikler, yanlışlar veya doğrular ortaya çıkmaz. Bir zihniyet, örgütlenme boyutu geliştirirken aynı zamanda pratik alana yönelmek, buradan somut dersler sonuçlar çıkararak komünal ekonomi inşasına yönelmek önemlidir…
Devrim Devrimden Sonra Değil, Devrim Devrim İçinde Gelişir…
Sipan Serhat
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.navendalekolin.com – www.lekolin.net – www.lekolin.info