22 Kasım 2009 Pazar Saat 11:38
Londra’da Arapça yayımlanan el Hayat gazetesinin 13 Kasım 2009 tarihli internet sayfasında, Maced el Şeyh imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun özet çevirisi şöyledir:
Türkiye’nin bu zamana kadar sergilediği ve birikerek büyüyen tutumları, İsrail’i bir dizi yeni siyasi ve stratejik gerçekle karşı karşıya bıraktı. Bu gerçekler, İsrail’in ABD ve Avrupa’nın desteğiyle dayandığı eski temelleri tehdit etmeye başladı. Hatta belki de tehlikeli boyutlarda ekonomik, siyasi ve güvenlik zararlarına neden oldu. Bunlar, etkileri durdurulamaz stratejik ve ekonomik olayların birer uyarıcısı niteliğinde. Öyle ki bu durum, eğer siyasi izolasyon şeklinde dünyaya yayılan bir hareket hâline gelirse, İsrail’deki faşist sağ hükûmetin tavırlarının da derinleştireceği bir hâl alabilir.
Erdoğan hükûmeti, Gazze savaşından bu yana tonlaması yükselen itirazlarıyla, laik karakterli askerî kurumu yanına çekmeyi başardı. Böylece Türkiye, İsrail ile oldukça sağlam sayılan stratejik ve güvenlik ortaklığını, itiraz ve tartışma alanına çekmeye başladı.
İsrail’de aşırı sağcı partinin iktidara gelmesi, bölgesel ortaklıkların daraltılması için bir fırsat yarattı. Oysa aksi bir durumda, ortaklıklar bölgesel olarak, oradan da uluslararası arenada devam edebilirdi. Obama gibi birinin Beyaz Saray’da olması ve Bush’tan farklı bir politika izlemesi de yönetim alanında çeşitli yeteneklerin var olmasına fırsat tanıdı. Ancak Beyaz Saray’ın bölgesel politikalarını şu ana kadar başlatamamış olması, Türkiye gibi bölgesel bir güce, AB üyeliğine kabul edilmemesine yanıt olarak, İsrail ile stratejik ortaklık alanından çıkıp farklı yönlere gitme cesareti verdi. Bu da Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinde sert bir manevra yapmasına neden oldu.
Savunma Bakanı Ehud Barak’a göre, İsrailliler bu ortamda Türkleri daha fazla kışkırtmamaya çalışıyor. Çünkü askerî ve ekonomik alandaki ortaklıkta kurtarılabilecek olan ne varsa kurtarmak ve karşılıklı çıkarlara dokunan zararı, Avrupa ve Amerika’ya yayılıp geri dönülemez boyutlara ulaşmadan engellemek istiyorlar.
Bu nedenle Türkiye’nin adımlarının, İsrail ve Türkiye’yi birbirine bağlayan stratejik askerî ortaklığı sonlandırmak yönündeki son mantıklı yönelim sayılacağını şimdiden iddia etmek zor.
Ankara’nın 2003 yılında ABD’nin askerî üslerini kullanmasına izin vermemesinden bu yana, iş birliği alanlarının belirlenmesinde Türkiye’nin temel rolü ve Müslüman çevresiyle var olan ittifakları kullanılıyor ki bunlar, daha yararlı bölgesel ittifaklar kurmada hayati bir alan oluşturuyor. Bu yeni ittifaklar, Türkiye’yi AB’ye bağlayacak olanlardan daha yararlı bile olabilir. Zaten Suriye, Filistin ve İran’a yönelik adımlar, yaşamsal alan bulma yolundaki mantıklı dönüşümlerden birkaçıydı.
Araplar, Türkiye’nin Araplarla ve davalarıyla aynı safta durmasının soğuk savaş dönemi ve sonrasına göre daha net ve iyi olmasını diliyorlardı. Şimdi ise bu çok önemli siyasi ve stratejik an ufukta beliriyor. Eğer bölgesel Arap rejimleri de isterse zayıflık ve dengesizlik hâlinden daha iyi bir duruma geçebilirler.
Türkiye’nin yeni bağlantılar kurma yönelimi, Filistin meselesiyle etkileşiminde ve İsrail ile giderek büyüyen aşamalı bir kopma ilan edişinde ortaya çıkıyor. Bu da Arap rejimlerinin omzuna, yolun ortasında Türkiye’nin girişimiyle kesişme sorumluluğu yüklüyor. Belki de bu durum, yakın zamanda bölgesel iş birliği benzeri bir duruma hazırlık yapar ve böylece aranan denge yeniden kurulur.
Bu bağlamda Türkiye ve Suriye’nin umut vaat eden adımlarının pek çok anlamı var. İki ülke arasındaki ilişkiler, eğer ciddi bir zemine oturtulur ve niyetler iyi olursa, beklenenden çok daha fazlasını vaat eden bir örnek oluşturabilir. Bu da çevrelerine etki eden birer bölgesel güç olarak hem Türkiye’nin hem de Suriye’nin omuzlarına, şimdiki ve gelecekteki hedefleri yüklenme görevi bindiriyor.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info