27 Nisan 2014 Pazar Saat 11:00
Avrupa’da gerçekleşen jineoloji konferansı bir süredir “iç tartışma olarak yürüttüğümüz jineoloji tartışmalarını daha geniş çevrelerle yürütme olanağını ortaya çıkardı. Bunu olumlu ve daha da geliştirilmesi gereken bir ilk adım olarak ele alıyoruz. İmkanlarımız sınırlı olsa da bu tartışmalarda ortaya çıkan sonuçları takip etmeye çalıştık. Kimi tartışmalar bizleri oldukça yoğunlaştırıp jineolojinin yanıt olması gereken hususları, derinleşmesi gereken konuları üzerine daha fazla düşünmeye sevk ederken kimileri ise hala kimi kavramları birbirimize anlatmada yetersiz kaldığımızı ortaya koyuyor.
Jineoloji’nin feminizm ile ilişkisi, bağlantısı tartışmaların odak noktalarından birini oluşturuyor. Geçmişte Kürdistan özgür kadın hareketini ve günümüzde de jineolojiyi “Kürt feminizmi olarak tanımlayanlar da var. Jineoloji feminist deneyimin kaynaklarına dayalı olarak ve ondan beslenerek, pratikte de kendisini feminist hareketlerle ittifak ve ortaklaşmalar temelinde inşa etmeyi hedefleyecektir. Ancak “Kürt feminizm i tanımı bunu karşılamıyor. Zaten Kürdistan kadın özgürlük hareketi içerisinde birçok halktan kadın yer aldığı gibi Kürt özgürlük hareketi de klasik bir ulusal kurtuluş mücadelesi ile Kürt ulus devletini kurmayı hedeflemiyor. Demokratik ulus kurgusunda her halkın, toplumun tüm inanç ve kültür gruplarının, kadınların, gençlerin kendi öz yönetimlerini ifade eden meclislere dayalı geliştirecekleri bir çözümü hedefleniyor. Kürt özgür kadın hareketi de dünyada üçüncü dalga feminist akımlardaki gibi farklı kültür ve inanç gruplarından kadınların ikinci dalga feminizmin kendilerine dönük ırkçı, oryantalist, sınıfsal yaklaşımlarına bir eleştiri olarak çıkmamıştır (Kürdistan kadın özgürlük hareketine dönük böylesi yaklaşımlar olmuştur hala süren yaklaşımlar da vardır). Türkiye’de feminist tarih anlatımında üçüncü dalganın içinde ele alınıyorsa da bu Kürdistan kadın özgürlük hareketini tam olarak ifade etmiyor. Bu nedenle jineoloji sadece Kürtlere has bir feminizm kurgusu değildir. Belki jineoloji kapsamında yürüttüğümüz tartışmalar genişledikçe ve deneyimlerimizi daha güçlü paylaştıkça tanımlarda da bir değişim olacağı kanaatindeyim.
Tartışmalarda öne çıkan bir diğer konu da feminist hareketin “bilim e yaklaşımı oluyor. Bilimin cinsiyetçi, ırkçı, iktidarcı karakteir aşikardır. Ancak bilim belli bir dönemden sonra böylesi bir karakter kazanmıştır. Bilimi iktidarla özdeşleştirerek, pozitivizmle damgalayarak ondan uzak durmak pozitivist bilimin yaşamımızdaki etkisini ortadan kaldırmadığı gibi bizi alternatifsiz bırakıyor. Bu bir zamanlar “politikanın kirine bulaşmamak adına ondan uzak durma olarak ortaya çıkıyordu. Oysa o politikanın günlük olarak mağduru olmaya devam ediyordu kadınlar. Bu hala da sürüyor. Hırsız, yalancı ve talancılar yönetimi böyle oluşuyor. Onların kanunlarının, mahkemelerinin, polislerinin mağduru bizler oluyoruz. Onların yürüttükleri savaşların acılarını bizler çekiyoruz. İşte bu pozitivist bilimin tarih anlayışı, sosyoloji yaklaşımı, ekonomi kuramları, siyaset tarzı, tıp alanı, endüstrializmin yarattığı çevre felaketleri konusunda da aynı durumla karşı karşıyayız. Bunların hepsi bizi günlük olarak etkilemeye devam ediyor. Biz ondan uzak durunca, ona bulaşmayınca o bizden uzak durmuyor ki kendimize bunu sorun yapmayalım da işimize bakalım. Tüm bu alanlarda olmadan nasıl bir kadın mücadelesi yürütebiliriz. Yada bu güne kadar yürüttüğümüz kadın mücadelesi neden istenilen sonuçları yaratmıyor tam tersine daha da ağırlaşan saldırılar karşısında savunmasız kalıyoruz? Bütün bunlar kadın mücadelesinde feminizmin oluşturduğu çerçevenin daha genişletilmesini zorunlu kıldığı açıktır.
Kadını yok sayan, kadınca bilgilerin eksik olduğu eril tarih anlatımı meşrulaştırıyor savaşları, devleti, talanı, iktidarı. Farklılıkları katletmeyi, tek tipleştirmeyi, yaşanan toplumsal sorunları daha da derinleştirmenin teorileri üretiliyor sosyoloji adına. Yada buna karşı mücadele ettiğini söylerken toplumu negatifleştirerek bireyciliği şahlandıran sosyoloji anlayışı toplumsal sorunları çözmek şurada kalsın toplumu ortadan kaldırmaya ortak oluyor yada zaten marjinal sınırlarda seyrediyor. Ne yazık ki feminist akımların büyük bölümünde de topluma dönük bu negatif yaklaşım sürüyor. Ekonomi, siyaset ha keza aynı biçimde topluma karşıt temelde geliştirilen bilimler durumunda. İşte bu durum karşısında sosyal bilimlerde feminist eleştirinin, feminist teori ve epistemolojinin yanıt olamayıp da jineolojinin geliştirilmesini zorunlu kılan nedenleri sıralarsak
1- Feminist epistemoloji, sosyal bilimler eleştirilerinde sorunları köklü çözümleme yerine mevcut pozitivist bilimin yarattığı sonuçlara odaklanan, bunları daha katlanılır hale getiren teoriler öne çıkıyor. Bunun temel nedeninin reel sosyalizmin, ütopik komünlerin, feminist kızkardeşlik ütopyalarının kapitalist modernite karşısında yaşadığı yenilgi belirleyici olmaktadır. Yeni bir ütopya, yeni bir sistem ve alternatif kelimelerini duymaya dahi tahammül edemeyen, bunları iktidarcılıkla itham eden bir durum çıkmıştır ortaya. Bir ütopyaya, alternatife sahip olamamak yada olmak istememek o sistemle bütünleşmeyi, çözümleri onun içinde arama tutumunu ortaya çıkarıyor.
2- Sistemi köklü ele alan ve çözümleyen teorilerin ise bir örgütü, dönüştüreceği bir toplumsal yapı ile bağlantısı, militanca bunları savunacak hiç kimse yoktur ortada.
3- Dünyanın bir çok yerinde ve belli dönemlerde ataerkil devletçi, erkek egemenliğine dayalı sisteme karşı radikal mücadeleler verilmiş olsa da genelde feminist teori ve hareket bu radikalliğini yitirmiştir. Özellikle Türkiye’de her gün kadınların öldürüldüğü, giderek faşist bir karaktere bürünen rejim karşısında ve daha öncesinde de feminist hareket devlet açısından hiçbir zaman tehlikeli bir güç olarak görülmemiştir. Çünkü uzun süre Kemalist yaklaşımın hakim olduğu Türkiye feminizminde sistemle çok ciddi çelişkiler yaşanmamıştır. 90’larda Kürt özgürlük hareketinin yükselişi ve 2000’li yıllarla birlikte öne çıkan barış söylemi ile feminist çevreler yaşanan ortaklaşmalar bunu kısmen kırmıştır. Ancak feminist hareket kadın katliamlarına dönük sınırlı protesto eylemleri dışında ağırlıklı olarak dernek, dergi, akademik alandaki çalışmalara yoğunlaşarak toplumsal bir hareket olma çabasını göstermemiştir. Kimi çevreler bunun gerekli olmadığını dahi iddia etmişlerdir. Sonuç olarak Türkiye gibi sistemli biçimde kadınların öldürüldüğü bir devlet karşısında tüm kadın hareketlerinin en tehlikeli örgütler haline gelmesi gerekirdi. Burada tehlikeden bahsederken kriminalize olmak anlamında değil ancak gelişen, hesap soran, kadınları koruyan bir güç olarak caydırıcı olmalıydı. Ancak böylesi bir durum yoktur ve bunun arayışı da yoktur.
İşte jineoloji bu arayışı ortaya çıkaracak bir zemin olma hedefindedir. Jineoloji bir kadın bilimi olarak hangi konuları kapsayacak, bu bilim nerede, nasıl geliştirilecek, böylesi bir bilim kadın özgürlük hareketlerine ve mücadelesine nasıl katkı sunacak konuları daha uzun zaman boyunca tartışılmaya devam edecektir. Bu tartışmalarda ulaştığımız sonuçları paylaşarak, pratikte sınayarak pozitivist bilim anlayışını ret eden, dar üniversite-akademi duvarlarını aşarak toplumsallaşan, toplumsal sorunlara çözüm olacak bir pratikleşmeyle inşa edilmesi gereken bir bilimdir jineoloji.
Zozan Sima
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.navendalekolin.com – www.lekolin.net – www.lekolin.info