23 Aralık 2009 Çarşamba Saat 21:02
KCK Yürütme Konseyi üyesi ve Halk Savunma Merkezi Başkanı Duran Kalkan,
DTP’nin önce Sine-i Millet kararı alması ve sonra da BDP’ye geçmesinin
çelişki değil önemli bir kararlılık olduğunu belirtti. AKP hükümetinin
2009’da dört kez yenilgi aldığını kaydeden Kalkan, Kürt sorununun
siyasi çözümü geliştirilmezse “iç savaş yaşanabileceğini, ayaklanmalar
gündeme gelebileceğini vurguladı.
ANF’nin sorularını
yanıtlayan KCK Yürütme Konseyi üyesi ve Halk Savunma Merkezi Başkanı
Duran Kalkan, DTP’nin kapatılması ve BDT çatısı altında mücadeleye
devam kararı alması, Kürtlerin sokaklara çıkmasının nedenleri, yeni
kuşak gençliğin özellikleri ve bu tepkilerin neden Kürt Halk Önderi
Abdullah Öcalan’ın hücresinin boyutlarına indirgenerek daraltıldığına
ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.
DTP’nin Sine-i
Millet kararının “oldukça etkili bulan Kalkan, Öcalan’ın demokratik
siyasete bir şans daha tanıdığına dikkat çekti.
AKP’nin
2009’de 4 kez yenilgi aldığını söyleyen Kalkan bunu şöyle ifade etti:
“Bir, 29 Mart yerel seçiminde yenilgi yaşadı. Referandumu kaybetti.
İki, ardından geliştirdiği imha amaçlı saldırılarda yenilgi aldı.
Açılım söylemiyle yeni bir süreç geliştirmek zorunda kaldı. Üç, açılım
adı altında geliştirdiği hile ve oyuna dayalı plânı bozuldu. Maskesi
düşürüldü, yenilgi yaşatıldı. Bu sonuncusu da dördüncü yenilgisi
oluyor. Maskesi düşürülüp hile ve oyunları açığa çıktıktan sonra, çok
yönlü imha amaçlı saldırıyla Hareketimizi ve halkımızı darbelemek
isterken, buna karşı Önderlik, halk, gerilla ve demokratik siyaset
olarak direndik ve bu saldırıları da kırdık, boşa çıkardık. Böylece
AKP’nin dördüncü saldırısını da 2009 yılı sonunda kırmış olduk.
İç
savaş riski olduğu konusunda da uyaran Kalkan, “Riskten öteye, eğer
önlenmez de barışçıl ve siyasi çözümün önü açılmazsa, Kürt sorununun
demokratik siyasi çözümü geliştirilmezse, Türkiye’nin demokratikleşmesi
yönünde tutarlı ve kalıcı adımlar atılmazsa, bu durum gerçekleşebilir
dedi.
“Hatta ayaklanmalar bile gündeme gelebilir diyen
Kalkan, “Sokak çatışmaları ortaya çıkabilir. Görüldüğü gibi çatışma
sadece Kürdistan’da da olmuyor. Ankara’da işçilere polisin ne yaptığı
ortada. Kadınlar özgürlük istiyorlar. İşçiler, memurlar insanca ve
demokratik yaşam istiyorlar. Toplum demokratik yaşama kavuşmak istiyor
şeklinde konuştu.
Kalkan, Öcalan’ın Kürtler için oluşturduğu
hassasiyete dikkat çekerek, “Önder Apo’nun özgürlüğü olmadan
Kürdistan’ın özgürlüğü olmaz, Önder Apo’nun özgürlüğü olmadan Kürt
halkının özgür demokratik yaşama kavuşması olmaz, Önder Apo’nun
özgürlüğü olmadan Türk-Kürt barışı olmaz diye belirtti.
*DTP’li
vekillerin ilkin istifalarını sunacaklarını açıklamaları, sonra da
bundan vazgeçerek mücadelelerini BDP içerisinde yürüteceklerini
açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Duran KALKAN: Kürt
Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı olarak oldukça karmaşık, çok yönlü ve
sert bir mücadele süreci yaşadığımız açık bir gerçek. Bu durum AKP
hükümetinin, PKK’yi imha ve tasfiye plânı temelinde geliştirdiği çok
yönlü saldırı sonucunda ortaya çıktı. Bu süreci de Türk Başbakan’ı
Tayyip Erdoğan “sil baştan yaparız diyerek başlattı. Ardından DTP
mitinglerine dönük gerici saldırılar ve linç girişimleri gündeme geldi.
Önder Apo’nun 17 Kasım darbesi olarak tanımladığı İmralı işkence
sistemindeki ağırlaştırma ve ölüm çukuruna koyma durumu yaşandı. Bu
süreç 11 Aralık’ta DTP’nin sudan gerekçelerle kapatılması noktasına
kadar ulaştı. İçte gelişen bu baskılara paralel olarak AKP hükümeti,
bölgede ve uluslar arası alanda da hareketimizi tecrit etmek ve
yürüttüğü tasfiye siyasetine dış destek bulmak üzere yoğun bir çaba
içindeydi. Bütün bunlar bizzat Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, İçişleri
Bakanı’nın amaçlarının PKK’yi imha ve tasfiye etmek olduğunu açıkça
söyleyerek, bu temelde geliştirdikleri imha ve tasfiye amaçlı
saldırılar çok yönlü ve sert bir mücadele süreci ortaya çıkardı.
Oldukça açık ve plânlı yürütülen bu saldırı karşısında Önderlik,
Hareket ve halk olarak çok yönlü bir direniş içinde olduk. İmha ve
tasfiyeyi amaçlayan bu saldırılar karşısında Önderlik, hareket ve halk
olarak direnişten başka çaremiz kalmadı. Önder Apo direndi, gerilla
direndi, başta gençlik ve kadınlar olmak üzere Kürt halkı direndi imha
ve saldırılar karşısında boyun eğmeyeceğini, yenilmeyeceğini, teslim
olmayacağını Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı bir kez daha net bir
biçimde gösterdi. Hem de bunu büyük acılar yaşayarak, bedel ödeyerek,
şehitler vererek ortaya koydu. Kürt halkı, her türlü saldırı karşısında
direnme gücünün olduğunu, imha ve tasfiye plânlarına boyun eğmeyip
onları mutlaka boşa çıkartacağını, özgür ve demokratik yaşamdan asla
vazgeçmeyeceğini bir kez daha herkese gösterdi.
SİNE-İ MİLLET TARTIŞMASI ÖNEMLİYDİ
DTP’li
milletvekillerinin söz konusu edilen kararları da işte böyle yoğun,
karmaşık ve hızlı bir mücadele süreci içerisinde ortaya çıktı. Elbette
sine-i millete dönme tartışması ve kararlılığı çok önemliydi. Oldukça
da etkili oldu. Böyle bir hususu gündeme getirip tartışmaları, bu
doğrultuda bir kararlılık gösterisi içerisinde bulunmaları elbette
DTP’li milletvekilleri açısından doğal ve gerekli olan bir durumdu.
Kürt halkına, özgürlük ve demokrasi mücadelesine, DTP’ye, halkın
seçtiği milletvekillerine dayatılanlar, bunlar üzerinde geliştirilen
baskı ve saldırılar elbette ki her türlü yöntem kullanılarak direnmeyi
gerektiriyordu. DTP’li milletvekillerinin meclisten çekilmeyi
tartışmaları da bu direnişin bir parçası olarak gündeme geldi. Halkın
yürüttüğü mücadeleyle bir ve bütünlük içinde olduklarını ortaya
koydular. Halka bağlılıklarını gösterdiler. Kendilerini seçenlerle
ortak duygu ve davranış içinde bulunduklarını gösterdiler. Halk için,
halkın sorunlarını çözmek için, halkın özgürlük ve demokrasi
mücadelesine katkıda bulunmak için seçildiklerini ve mecliste
olduklarını, herhangi bir mevkide, yetkide, parada, rahat yaşamda
gözlerinin olmadığını, tamamen halka ve demokrasi mücadelesine bağlı
olduklarını o davranışlarıyla netçe ortaya koydular. Bu bakımdan
gösterdikleri tutum, kararlılık, birlik elbette önemli oldu,
ciddiyetlerini ortaya koydu. Hareketimize ve halkımıza dayatılan imha
ve tasfiye amaçlı saldırılara karşı yürütülen direnişe güç ve destek
verdi.
BDP’YE GEÇMELERİ BİR ÇELİŞKİ DEĞİL
Milletvekillerinin
bu süreçte meclisten çekilmeyi ve sine-i millete dönmeyi tartışıp
kararlaştırırken, şimdi bu karardan vazgeçerek yeniden Barış ve
Demokrasi Partisi içinde ve meclis ortamında demokrasi mücadelesini
yürütüyor olmaları aslında bir çelişki değildir. Bunu doğru anlamak
gerekiyor. Meclisten çekilme, sine-i millete dönme durumunu
tartıştıkları, kararlaştırdıkları koşullar aslında bu tartışmayı
gerektiriyordu. Kim olsa bu koşullar karşısında benzer tutumu
gösterirdi. Göz göre göre İmralı işkence sistemi bir ölüm çukuruna
dönüştürülürken, halk üzerinde polis baskısı kurşunlama düzeyinde
sürdürülürken, yüzlerce, hatta binlerce insan gözaltına alınır ve
yüzlercesi tutuklanırken, sudan gerekçelerle partileri kapatılır ve
Eşbaşkanları beş yıl siyasi yasaklı ve bir de milletvekilliğinden
düşürülür duruma getirilirken, onurlu, halka bağlı, özgürlük ve
demokrasi mücadelesi yürüten insanlardan, DTP’nin seçilmiş
milletvekillerinden başka ne beklenebilirdi? Elbette ki bu saldırılara
karşı durmak, Eşbaşkanlarını sahiplenmek, Kürt halkının ve Önderliğinin
yürüttüğü direnişin bir parçası olmak durumunda olacaklardı. Nitekim
onu da yaptılar.
AKP hükümetinin geliştirdiği ağır imha ve
tasfiye amaçlı saldırılar bu durumu gündeme getirdi. DTP’nin
kapatılmasını öyle basit görmemek lazım. 37 Kürt siyasetçisine beş yıl
siyaset yasağı verildi. DTP Eşbaşkanları Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk beş
yıl yasaklılık yanında, bir de milletvekilliğinden düşürüldü. Hâlbuki
bunları halk seçmişti, hem de bağımsız olarak, kişi düzeyinde halktan
oy alarak seçilmişlerdi. Oysa Anayasa Mahkemesi, Özgürlük Hareketimize
ve Kürt halkına dönük geliştirilen imha ve tasfiye amaçlı plânlı
saldırının bir parçası olarak bu kararları aldı. Böyle bir durumda
milletvekillerinin de meclisten çekilerek sine-i millete dönme sürecini
geliştirmeleri belirttiğimiz gibi doğaldı. Bu, Önderlik olarak, hareket
ve halk olarak Kürtlerin yürüttüğü direnişle ortaktı, paraleldi.
Gerçekten de büyük bir direnişe de yol açtı. Herkes bu tutumu saygıyla,
coşkuyla karşıladı. Fakat süreç ilerledikçe bu direniş belli sonuçlar
ortaya çıkardı. Halk tutumunu net ortaya koydu. Çeşitli imha amaçlı
saldırılarda kısmî değişiklikler oldu. Önderliğiyle, hareketiyle,
halkıyla, gerillasıyla, demokratik siyasetiyle Kürtlerin oldukça
örgütlü, kararlı, direnişçi, cesur ve fedakar olduğunu herkes netçe
gördü. Ciddî bir mücadele yürüttüğünü, tutum içinde olduğunu da anladı.
Gerçekten Türkiye siyaseti DTP milletvekillerinin meclisten çekilme
kararı temelinde ciddi bir sarsıntı yaşadı. Siyasî kriz gittikçe
derinleşir hale geldi. Bu durum mücadeleyi çok daha derin, kapsamlı
hale getirdi. Gerginliği en üst düzeye çıkardı. Karşı tarafta,
hükümette, çeşitli yazar-çizer çevrelerinde görülen bazı değişiklikler
temelinde de Kürt halkı, bu gerginliğin şimdi daha fazla gelişmesini
gerekli görmedi.
ÖCALAN SİYASETE BİR KEZ DAHA ŞANS TANIDI
Önder
Apo bu durumu şimdi daha fazla germeyi uygun bulmadı. Halk vekillerin
meclise dönmesini, özgürlük ve demokrasi mücadelesini meclis çatışı
altında sürdürmesini istedi. Çeşitli sivil toplum örgütleri bu talepte
bulundular. En önemlisi de, Önder Apo daha fazla siyasi ortamın
gerginleşmemesi için ve başta Kürt sorunu olmak üzere temel sorunlara
demokratik siyasi yöntemlerle ve meclis çatışı altında siyasi çözüm
bulunabilmesi için milletvekillerinin mecliste demokratik siyasi
mücadele yürütmelerini doğru ve uygun buldu. Böylece bütün bu öneri ve
talepler sonucunda milletvekilleri de yeniden durum değerlendirmesi
yaparak, kendilerini meclise gönderen bu güçlerin görüş ve talepleri
doğrultusunda meclis çatışı altında demokratik siyasî mücadele yürütme
kararını aldılar. Sine-i millete dönme kararlarını değiştirdiler.
Böylece Önder Abdullah Öcalan, Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt halkı
gerçekten de sorunlara demokratik siyasî yöntemlerle çözüm
bulunmasından yana olduklarını, çözümü mümkünse meclis içinden
gerçekleştirmek istediklerini, Kürt sorununa barışçıl ve siyasî çözümde
kararlı ve tutarlı olduklarını, bu konuda en küçük bir imkân görürlerse
bunu değerlendirme ısrarlılığı içinde olduklarını netçe gösterdiler.
Özellikle Önder Apo ortaya çıkan gerginliğin daha fazla derinleşmesini
istemedi. Yaşanmakta olan kopuşun daha da derinleşmesini doğru bulmadı.
Demokratik siyasetin önünün açılmasını ve demokratik siyasete bir kez
daha şans tanınmasını gerekli gördü. Milletvekillerinin yeniden meclis
çatışı altında mücadeleye dönüşleri de böyle bir yaklaşım ve tutum
temelinde gerçekleşti. Bunu herkesin görmesi, doğru okuması, anlaması
gerekiyor.
Dikkat edilirse, milletvekillerinin tutumları
arasında öyle yüzeysel bakılınca göründüğü gibi bir çelişki yoktur.
Siyasi duruma göre değerlendirme yapmış, onun gereklerine uygun
yaklaşım ve karar geliştirmişlerdir. Halktan yana, Kürt özgürlük ve
demokrasi mücadelesiyle Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesine tüm
varlıklarıyla bağlı olduklarını, bu işte kararlı, ciddî, cesur, fedakâr
olduklarını ortaya koymuşlardır. Siyasî duruma göre de karar
almışlardır. Zaten olması gereken budur. Şimdi de yeniden meclis çatısı
altında mücadele etmeye, sorunlara siyasî çözüm aramaya karar vermiş
bulunuyorlar. Tabi işleri daha da zordur, görevleri daha ağırdır. Bu iş
öyle kolay olmayacaktır. İlkeli, örgütlü ve tutarlı davranmaları
koşuluyla demokratik siyasî mücadeleyi meclis çatısı altında
yürütmeleri elbette ki Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun
barışçıl-siyasî çözümü mücadelesine güç katacaktır. Mecliste bu amaçlar
doğrultusunda siyasî mücadele yürütmek üzere var olacaklardır. Şimdiye
kadar yürüttükleri iki buçuk yıllık çalışmadan çıkardıkları derslerle
de bu önümüzdeki süreçte daha yoğun, aktif ve sonuç alıcı bir
demokratik siyasî mücadele ortaya çıkartacaklarına inanıyoruz ve bu
temelde yeniden meclisteki demokratik mücadelelerinde başarı diliyoruz.
KÜRTLER NEDE SOKAKLARA DÖKÜLDÜ?
*Yaklaşık
bir aydır Kürdistan, Türkiye ve Avrupa’da Kürt halkının eylemleri
sürüyor. PKK hareketini ve Kürt halkını bu serhildan sürecine getiren
nedenler nelerdir? Neden şimdi?
-Bu konuda düşüncelerimizi
kısmen birinci soruda cevaplandırdık. Aslında Kürt halkı önemli bir
mücadele sürecinden geçerek, Kürt sorununa demokratik siyasi çözümün
gerçekleştirilmesi için her türlü veriyi büyük ölçüde ortaya
çıkartmıştı. Fakat bunun gerçekleşmeyerek, AKP hükümetinin özel savaş
temelinde yeniden bir imha ve tasfiye plânını gündeme getirmesi böyle
bir direnişi gerekli kıldı. Aslında AKP hükümetinin 2007-2008 sürecinde
ABD ve İran’la ittifak yaparak, PKK’ye ve Kürt Özgürlük Hareketine
karşı yürüttüğü saldırı oldukça örgütlü, planlı ve topyekun savaş
konsepti temelinde gelişmiş bir saldırıydı. Hareketimiz ve halkımız,
hem askeri, hem de ideolojik alanda geliştirilen saldırıları boşa
çıkartmayı, kırmayı bildi. Ardından 29 Mart yerel seçimlerinin bir
referandum niteliğinde olduğu ifade edildi. Bu referandumu da hareket
ve halk olarak kazandık. Kürt halkı, Önder Apo’nun geliştirdiği Kürt
sorununa demokratik özerklik çözümünü yüzde yetmiş civarında bir oy
vererek benimsedi, destekledi. Böylece 29 Mart yerel seçimleri
sonrasında, başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’nin bütün sorunlarına
demokratik siyasî yöntemlerle çözüm bulmanın koşulları daha çok
olgunlaştı, imkânları daha fazla arttı. Kürt tarafı olarak biz, bu
fırsat ve imkânı değerlendirebilmek için 13 Nisan’dan itibaren tek
yanlı çatışmasızlık politikası izledik. Biz yine bedel ödemeyi,
fedakârlık yapmayı göze alarak mümkünse Kürt sorununun demokratik
siyasî çözümünün önü açılsın istedik. Ordunun operasyonlarına, polisin
saldırılarına rağmen, dağda ve şehirde şehitler vermemize rağmen, bu
siyaseti 2009 yaz ay’ı boyunca birçok kez uzatma kararı alarak
sürdürmede ısrarlı olduk. En son eylül ortasına kadar, büyük bir
disiplin ve tutarlılıkla söz konusu ettiğimiz bu siyaseti devam
ettirdik. Fakat gördük ki, attığımız bu adımlar, gösterdiğimiz tutum,
ağır bedeller ödeme temelinde sürdürdüğümüz tavır yeterince karşılık
bulmadı. AKP hükümeti buna karşı “Kürt açılımı , “Demokratik açılım
gibi söylemler geliştirdiyse de içini doldurmadı, bunu herhangi bir
projeye dönüştürmedi. Bu lâflar içi boş, halkı aldatmaya dönük
propaganda sözleri olmaktan öteye gidemedi. Bu durumu netleştirmek için
Önder Apo “Yol Haritası hazırladı. Kürt sorununun demokratik siyasî
çözümünün ilkelerini, yöntemlerini ortaya koydu. Ardından tıkanan
siyasetin önünü açmak üzere “Barış Grupları nın Türkiye’ye gelmesi
çağrısında bulundu. Biz Hareket ve halk olarak, bu Yol Haritası
çalışmasını da, barış gruplarının Türkiye’ye gidişini de ciddiyetle
değerlendirdik, gereklerini yaptık. Böylece Kürt tarafı Önderliğiyle,
Hareketiyle, halkıyla barışta, demokratik siyasî çözümde son derece
kararlı, tutarlı, ısrarlı, samimî olduğunu, bir ve bütün bir konumda
bulunduğunu herkese gösterdi.
OYUN BOZULDU, MASKE DÜŞÜRÜLDÜ
Fakat
bunların AKP hükümeti nezdinde karşılık bulmadığını gördük. Buna uygun
bir davranış geliştirmek yerine, siyasî ortamı netleştirmek üzere
geliştirilen bu dayatıcı çabalar karşısında açılım söylemlerinin içinin
gittikçe “Mili birlik ve kardeşlik açılımı adı altında teröre karşı
mücadele yöntemleri ile dolduruyoruz biçiminde bir projeleşmeye
dönüştürüldüğünü gördük. Barış gruplarının Türkiye’ye dönüşü AKP’nin
ikiyüzlü, muğlâk siyasî duruşunu netleştirdi. Başbakan, Cumhurbaşkanı,
İçişleri Bakanı, amaçlarının PKK’yi yok etmek olduğunu açıkça
söylediler. Buna uygun da bir davranış ortaya çıkardılar. Başbakan
Tayyip Erdoğan “Sil baştan yaparız dedi ve açılım söylemini bir tarafa
iterek, yeniden oldukça hileli ve oyunlarla dolu bir özel savaş
dayatmaya çalıştılar. Önder Apo üzerinde imha sürecini geliştirdiler.
Ölüm çukuruna koydular. Önder Apo, her an imha ile karşı karşıya
kalabileceğini ifade etti. Açılım temelinde karşılıklı diyalogla siyasî
çözümün yollarını aramak yerine, her türlü diyalog kesilerek halka
dönük, demokratik siyasete dönük baskılar geliştirdiler. Polis
kovuşturmaları, linç girişimleri, DTP mitinglerinin provoke edilmesi
gibi olaylar gelişti. Tayyip Erdoğan bunu açıkça da söyledi. İçişleri
Bakanı’na DTP mitinglerinin engellenmesi emrini verdiğini ifade etti.
Bu temelde DTP ve halka dönük saldırılar arttı. Gerilla üzerinde bütün
eyaletlerde ordunun operasyonları gelişti. Bu süreci en sonunda DTP’nin
kapatılmasına kadar götürdüler. Bu oldukça plânlı bir saldırıydı.
DTP’nin kapatılması bunu zirveye çıkardı. AKP’nin açılım söyleminin
aslında sinsi ve gizli bir özel savaş dayatması olduğu açığa çıktı.
Oyun bozuldu, maske düşürüldü. AKP’nin hile ve oyun içinde olduğu
netleştirilince, bu kez Türkiye yönetimi tüm gücüyle yeniden bir
saldırı geliştirdi. Artık oyun oynayamayacağını, hile yapamayacağını
görünce, var olan gücünü kullanarak, “PKK’yi marjinal konuma çekme
olarak tanımladığı plan doğrultusunda çok yönlü bir imha ve tasfiye
saldırısı içine girdi.
İşte serhildanlar, direniş bu temelde
gündeme geldi. Elbette ki bütün bunlara karşın Önderlik, Hareket ve
halk olarak Kuzeyde, Güneyde, Batıda, Doğuda, yurtdışında, Kürt
halkının bulunduğu her yerde direnmekten başka çaremiz yoktu. Biz de
böyle bir direniş içerisine girdik. İmha ve tasfiye amaçlı saldırılar
karşısında kendimizi savunduk. Meşru savunma hakkımızı kullandık. Kürt
halkı, PKK öncülüğünde özgür ve demokratik yaşamda ısrarlı ve kararlı
olduğunu netçe bir kez daha ortaya koydu. Saldırılar ne olursa olsun,
her türlü bedel ödeyerek onları boşa çıkartacağını, özgürlük ve
demokrasi mücadelesini etkili bir biçimde yürüteceğini, özgür ve
demokratik yaşamdan başka bir yaşamı asla kabul etmeyeceğini bir kez
daha herkese gösterdi.
NEDEN EYLEMLER BU SÜREÇTE GELİŞTİ?
Bu
durum neden bu süreçte gelişti? Aslıda bu, AKP hükümetinin yürüttüğü
hileli özel savaş sonucunda oldu. Onlar biraz daha da süreci uzatmak
istiyorlardı. Kış ortasına, bahara doğru süreci uzatarak bu saldırıları
yürütüp sonuç almayı plânlıyorlardı. Yol Haritası ve Barış gruplarının
Türkiye’ye gidişi bu süreci hızlandırdı. AKP’nin hile ve oyunlarını
açığa çıkardı, maskesini düşürdü. Bu nedenle daha fazla yalan
söyleyemeyeceğini, kimseyi aldatamayacağını, oyun oynayamayacağını
görünce, bu kez açık bir saldırı içerisine girdi. Biraz karşılıklı
yürütülen mücadele, süreci bu biçimde hızlandırmış oldu. Öyle
anlaşılıyor ki, AKP hükümetinin plânı, aslında süreci biraz daha
uzatıp, güya Kürtleri biraz daha gevşeterek, mevsimi kendisi için biraz
daha uygun hale getirerek ve yaptığı hazırlıklara dayalı bir biçimde
saldırıp sonuç almaktı. Gerillayı darbelemek, demokratik siyaseti
Anayasa Mahkemesi marifetiyle yok etmek, halkı tutuklamalarla sindirip
Kürt Özgürlük Hareketini marjinal konuma düşürmek istiyordu. Fakat
Barış gruplarının Türkiye’ye dönüşü bu süreci hızlandırdı. AKP’nin hile
ve oyununu bozdu. Maskesini düşürüp gerçek siyasetini, temel amacını,
niyetini açığa çıkardı. Dolayısıyla siyasî süreci hızlandırdı. Onun
için bu çatışmalı durum Kasım-Aralık sürecinde yoğunlaştı. Kürt tarafı
da kendi hazırlıklarını, kendine yönelik saldırı karşısında direnişe
dönüştürünce, söz konusu çok yönlü ve yoğun bir demokratik direniş
ortaya çıktı. Yani süreci yönlendiren Özgürlük Hareketimiz oldu, Önder
Apo oldu. İnisiyatif hep Hareketimizde, halkımızda oldu. AKP, hilelerle
inisiyatifi ele alarak kendisi için en elverişli koşulda saldırıp sonuç
almak isterken, bu duruma fırsat verilmedi, oyun bozuldu, maske
düşürüldü, gerçek yüz açığa çıkartılıp imha ve tasfiye amaçlı
saldırılar karşısında direniş geliştirilerek bu saldırılar da büyük
ölçüde kırıldı, boşa çıkartıldı. Böylece AKP’nin bu plânı da yenilgiye
uğratılmış, başarısız kılınmış oldu.
AKP 2009’DA DÖRT KEZ YENİLGİ ALDI
2009
yılında böylece AKP üç kez yenilgi almış oluyor. Bir, 29 Mart yerel
seçiminde yenilgi yaşadı. Referandumu kaybetti. İki, ardından
geliştirdiği imha amaçlı saldırılarda yenilgi aldı. Açılım söylemiyle
yeni bir süreç geliştirmek zorunda kaldı. Üç, açılım adı altında
geliştirdiği hile ve oyuna dayalı plânı bozuldu. Maskesi düşürüldü,
yenilgi yaşatıldı. Bu sonuncusu da dördüncü yenilgisi oluyor. Maskesi
düşürülüp hile ve oyunları açığa çıktıktan sonra, çok yönlü imha amaçlı
saldırıyla Hareketimizi ve halkımızı darbelemek isterken, buna karşı
Önderlik, halk, gerilla ve demokratik siyaset olarak direndik ve bu
saldırıları da kırdık, boşa çıkardık. Böylece AKP’nin dördüncü
saldırısını da 2009 yılı sonunda kırmış olduk. Halkın fedakârca,
cesurca, başta Kuzey Kürdistan olmak üzere dört parçada ve yurtdışında
gösterdiği direniş sonuç aldı, belli sonuçlar ortaya çıkardı. Bu
sonuçları İmralı’da ortaya çıkardı, demokratik siyaset alanında ortaya
çıkardı, Kürt halkının özgür ve demokratik duruşu bakımından ortaya
çıkardı. İmha ve tasfiye amaçlı plânlı saldırıyı büyük ölçüde kırdı. Bu
saldırı plânını da bozdu. Şimdi geldiğimiz nokta böyle bir noktadır.
Bu
bakımdan halkımızın, Kürt gençliğinin, kadınlarının büyük bir cesaret
ve fedakârlıkla geliştirdiği direniş sonuç almıştır, başarılar elde
etmiştir. Bunu açıkça söyleyebiliriz. Bu direnişi biz bu temelde
kutluyoruz, selâmlıyoruz. Büyük bir özveri ve fedakârlıkla, cesaretle
Kürt gençliği direndi ve sonuç aldı. Başarısından dolayı başta gençler
olmak üzere tüm halkı kutluyoruz. Elbette bu mücadele bedelsiz olmadı.
Amed’de, Bulanık’ta halk şehitler verdi. Bunlar özgürlük ve demokrasi
mücadelemizin kahraman şehitleri oldular. Bu şehitlerimizi de bu
temelde saygıyla anıyoruz. Onlarca yaralımız var. Yüzlerce tutuklu var.
Bunlar elbette mücadelenin bedeli olarak ortaya çıktılar. Bu temelde
mücadele önemli sonuçlar almış olarak devam ediyor. Kürt halkı, her
türlü saldırılara karşı mücadele etmeyi ve kazanmayı hem PKK
mücadelesiyle ve hem de kendisi bizzat mücadelede bedel vererek öğrendi
ve bundan sonra da her türlü hileye, oyuna, kendine yönelik saldırıya
karşı direnmeyi, mücadele etmeyi ve kazanmayı her zaman bilecektir.
Buna inanıyoruz ve bu temelde tekrardan direnişlerini kutluyor,
selâmlıyoruz.
İÇ SAVAŞ RİSKİ VAR
*Kürdistan ve
Türkiye’de son haftalarda yaşanan olaylar, birçok kesim tarafından
endişeyle karşılanarak, iç savaşa doğru gidildiği şeklinde
değerlendirildi. Sokak gösterilerinin sürmesi halinde böyle bir risk
var mı?
-Evet, böyle bir risk vardır. Riskten öteye,
eğer önlenmez de barışçıl ve siyasi çözümün önü açılmazsa, Kürt
sorununun demokratik siyasi çözümü geliştirilmezse, Türkiye’nin
demokratikleşmesi yönünde tutarlı ve kalıcı adımlar atılmazsa, bu durum
gerçekleşebilir. Zaten şimdiden belli bir iç savaş durumu, çok yoğun
bir çatışma durumu vardır. Bunu herkes görüyor. Çatışan taraflar var.
Bu şimdi de ortaya çıkan bir durum değil. Aslında otuz yıldır PKK böyle
bir çatışma içerisinde ve çatışmanın bir tarafı konumunda. Kaldı ki,
çatışma PKK’yle başlamış da değil. Ondan öncesi de var ve bu günümüzde
yaşanan çelişki ve çatışma durumunu 1970’lerin başına kadar taşımamız
gerekir. Aslında kırk yıldır Türkiye böyle bir çatışma içerisinde.
1970’lerin başında ortaya çıkan “Türkiye nereye gidecek? sorusuna
halen cevap aranıyor. Demokratik bir Türkiye mi olacak, yoksa küresel
sisteme bağlanmış oligarşik diktatörlük altında yaşayan, ezilen,
sömürülen bir Türkiye mi olacak? İşte bu çelişki temelinde bir çatışma
ve iç savaş durumu yaşanıyor. Bunun 1970’ler başından itibaren
başladığını biliyoruz. Siyasî mücadele de, silâhlı mücadele de,
demokratik mücadele de o zaman başladı. Buna karşı gerici-faşist
saldırılar da o dönemde gündeme geldi. 12 Mart askeri darbesiyle
aslında halkın, gençliğin demokratik Türkiye yaratma mücadelesine karşı
oligarklar büyük bir saldırıya geçtiler. Bu oligarşik saldırıya karşı
da halkın direnişi sürdü. Bu direniş 12 Eylül 1980 darbesinden sonra
Kürdistan’a taşındı. PKK’yle Kürdistan da bu direnişin içine çekildi,
katıldı. Türkiye’deki direniş kısmen zayıflasa da, Kürdistan’da Kürt
halkının, Kürt gençliğinin PKK öncülüğündeki direnişi yayılarak,
örgütlenerek, derinleşerek sürdü ve günümüze kadar geldi. Şimdi bu
temelde aslında kırk yıldır yaşanan bir iç savaş var. Çelişki ve
çatışma durumu var. Bu bir gerçektir.
BU TÜRK-KÜRT ÇATIŞMASIDIR
Bu
çatışmanın günümüzde ulaştığı boyut ortadadır. Bir kere, bu, Kürt
sorunundan kaynaklanan bir çatışmadır ve Türk-Kürt çatışmasıdır. Buna
göre tarafları vardır. İkincisi, oligarşik diktatörlükle-Demokratik
Türkiye arasındaki bir çatışmadır. Gericilikle ile demokrasi arasındaki
bir çatışmadır. Buna göre de Kürtlerle demokratik güçler birleşmiş
durumdalar. Kürt tarafıyla demokrasi tarafı iç içe geçmiştir. Kürt
sorununun çözümü Türkiye’nin demokratikleşmesinin temel bir parçası
haline gelmiş durumdadır. Buna karşı gericilik de birleşiyor. Aslında
Türk egemen yönetimi hem Kürdistan’da inkâr ve imhayı, sömürgeciliği,
soykırımı sürdürerek, hem de Türkiye’nin demokratikleşmesini
engelleyerek bir taraf olma durumunu sürdürüyorlar. Böyle bir saflaşma,
taraflaşma durumu da yaşanıyor. Çelişki ve çatışma bu düzeyde sürüyor.
Son dönemlerde yaşananlar da, şimdiye kadar yaşanmış olanlar da aslında
böyle bir çelişki ve çatışma durumundan kaynaklanıyor. Bunu iyi bilmek,
doğru anlamak gerekli. Bu bakımdan bir iç savaş durumu zaten kırk
yıldır var. Bu bir yandan faşist-şoven, oligarşik gericilikle demokrasi
arasındaki, diğer yandan Kürt halkına dayatılan soykırıma karşı Kürt
halkının özgürlük ve demokrasi için verdiği savaş temelinde sürüyor.
İki yönlü bir iç savaş durumu düşük yoğunluklu olarak kırk yıldır
yaşanıyor. Türkiye’de, Kürdistan’da yaşanan olaylar, çelişkiler,
çatışmalar, işçi ve memur eylemleri, kadın eylemleri, gençlik
eylemleri, Kürt halkının direnişi, hepsi bu çatışmanın birer parçasını
ifade ediyorlar. Bunu görmek, anlamak lâzım. Bu çatışma nereden
kaynaklanıyor? Türkiye’nin demokratik olmamasından kaynaklanıyor. Kürt
sorununun çözülmemesinden ve varlığından kaynaklanıyor. Dolayısıyla bu
sorunlar çözülmeden, Kürt sorununun demokratik siyasî çözümü ve
Türkiye’nin demokratikleşmesi gerçekleşmeden bu çelişki ve çatışmalı
durum devam eder. Nitekim ediyor da. Kırk yıldır gericilik her türlü
şiddetle, askeri darbeler yaparak, işkenceler kurarak, idamlar
gerçekleştirerek bastırmak istiyor, ama dikkat edilirse başarılı
olamamıştır. Buna karşı PKK direniyor, Kürt halkı direniyor,
Türkiye’nin işçileri, memurları, aydınları direniyor, demokratik güçler
direniyor. Dolayısıyla demokrasi cephesi yenilmemiştir. Türkiye’nin
demokratikleştirilmesi konusunda ısrarını ve mücadelesini sürdürüyor.
AYAKLANMALAR OLABİLİR
Şimdi
gelinen noktada artık çatışmayla, savaşla değil de, demokratik siyasî
yöntemlerle bu sorunlar çözülsün, dolayısıyla iç savaş durumu ve bunun
daha da büyüme tehlikesi ortadan kalksın isteniliyor. Önder Apo’nun
geliştirdiği çizgi bunu ifade ediyor. PKK’nin ve Kürt halkının Türkiye
demokrasi güçleriyle birlikte yürüttüğü mücadele böyle bir mücadeledir.
Bütün çabamız iç savaş durumunun daha da derinleşmesini ve yayılmasını
önlemek içindir. Öyle bir duruma düşmeden sorunların demokratik siyasî
yöntemlerle çözümünü sağlamak istiyoruz. Eğer böyle bir çözüm
gerçekleştirilse, işte o zaman mevcut iç savaş durumu da ortadan
kalkar, böyle bir iç savaşın daha da büyüme ve yayılma tehlikesi de yok
olur. Bunu ancak sorunların demokratik siyasî çözümü sağlar. Demokratik
siyasetin önünün açılması sağlar. Türkiye’nin demokratikleşmesi sağlar.
Türkiye demokratikleşmedikçe ve Kürt sorununun demokratik siyasî çözümü
gerçekleşmedikçe Türkiye’deki iç savaş durumu ortadan kalkmaz. Hatta bu
sorunlar devam ettikçe iç savaşın daha da derinleşip yayılma tehlikesi
her zaman var demektir. Bu bakımdan şimdi bu risk ve tehlike elbette
vardır. Her an daha büyük patlamalar olabilir. Hatta ayaklanmalar bile
gündeme gelebilir. Sokak çatışmaları ortaya çıkabilir. Görüldüğü gibi
çatışma sadece Kürdistan’da da olmuyor. Ankara’da işçilere polisin ne
yaptığı ortada. Kadınlar özgürlük istiyorlar. İşçiler, memurlar insanca
ve demokratik yaşam istiyorlar. Toplum demokratik yaşama kavuşmak
istiyor. Bunun baskıyla, zorla önlenmesi artık mümkün değil. Bu
bakımdan da eğer gerçekten Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin
demokratikleşmesi yönünde adımlar atılmaz, sorunlar demokratik siyasî
yöntemlerle çözülmez, tam tersine bastırırım, ezerim siyasetiyle bunlar
üzerine gelinirse ve çözümsüzlük süreci daha fazla uzatılırsa
Türkiye’nin gideceği yer daha yaygın ve derin bir iç savaştır. Bunu hiç
kimse önleyemez. Böyle bir potansiyel durum kesinlikle vardır. Bu,
Türkiye’nin geleceği açısından ciddî bir tehdit ve tehlike anlamına
geliyor. Bunu önlemenin yolunun da, Kürt sorununun çözümü başta olmak
üzere bütün sorunları Türkiye’nin demokratikleştirilmesi temelinde
çözmek olduğunu herkes bilmeli. Ancak gerçek demokratikleşme bunun
önünü alabilir. Onun için de demokratik siyasî çözüme samimiyetle,
ısrarla yaklaşmak ve mutlaka ilerletmek gerekiyor. Her türlü gerginlik
her an büyük patlamalara yol açabilir. Bu tehlikeli bir durumdur. Bu
tehlikeli duruma son verebilmek gerekiyor.
Nitekim Önder Apo,
mevcut sokak çatışmalarının, gerginliğin tırmanmasının Türkiye’yi
tehlikeli bir sürece, çatışma ve kopuşa götüreceğini gördüğü için buna
müdahale etti. Sürecin bu yönlü daha da derinleşmesini önlemek istedi.
Şimdiye kadar da alsında Önder Apo, demokratik siyasî çözümün
gerçekleşmesi için mücadele ederek bu durumu engelliyor. Barışı,
demokratik siyasî çözümü geliştirmek, sorunların demokratik yöntemlerle
çözümünü sağlatmak istiyor. Bu nettir, açıktır. Herkes bunu böyle
bilmeli, görmeli ve anlamalıdır.
ÇATIŞMALARIN İÇ SAVAŞA DÖNÜŞMESİNİ ÖCALAN ENGELLEDİ
Bu
bakımdan da Önder Apo’nun müdahalesiyle yeniden demokratik siyasetin
önünün açılması, siyasî çözüme şans tanınması bir kez daha gerçekleşir
görünüyor. Yani mevcut çatışmaların, gerginliklerin daha büyük bir iç
savaşa, ayaklanmaya dönüşmemesi için Önder Apo büyük bir çaba harcıyor.
Her türlü baskıya, işkenceye rağmen, yinede mümkünse daha fazla
acıların yaşanmasına fırsat verilmeden sorunların barışçıl-siyasî
yöntemlerle çözümünün gerçekleştirilmesini istiyor, bunun önünü açıyor.
Bunu herkes görmeli, değer biçmeli, doğru anlamalı, bu çerçevede de
kendi üzerine düşen sorumluluğu da görerek ve bilerek ona göre hareket
etmelidir. Yani son dönemlerdeki bu gerginliğin, sokak çatışmalarının
daha yaygın bir iç savaşa dönüşmesi Önder Apo’nun müdahalesiyle
şimdilik engellenmiş oluyor. Ama bu, Kürt sorununun demokratik siyasî
çözümünün gerçekleştirilmesi içindir. Türkiye’nin demokratikleşmesinin
sağlanması içindir. Böyle bir sonuca giderse anlamlı olur, iç savaş
tehdidi ve tehlikesi ortadan kalkar. Fakat böyle yapılmaz da, mevcut
yönetim “günü bir kez daha bu biçimde kurtardık diye değerlendirirse,
o zaman iç savaş tehdidini, tehlikesini her zaman potansiyel olarak
gündemde tutuyor demektir. Bugün bu durum engellense ve ertelense bile,
yarın ve yakın gelecekte her zaman böyle bir tehdit ve tehlike Türkiye
için var olur. Bunu herkes görmeli, anlamalı. Buna göre de sorumlu bir
yaklaşım içinde olmalı. Önder Apo çırpınırcasına bu konuda herkesi
uyarıyor, gerçekleri herkese göstermeye çalışıyor. Bu tehdidin ve
tehlikenin ortadan kalkmasını istiyor. On bir yıldır işkence altında
bunun için mücadele ediyor. Kürt halkını, Kürt Özgürlük Hareketi böyle
bir barış ve demokrasi mücadelesine bağlamış bulunuyor. Bu gerçeği de
herkes iyi görmeli, anlamalı. Türkiye’de barışın, demokratik çözümün
gerçekleşmesini sağlayacak yegâne temsilcinin Önder Apo olduğu
gerçeğini görüp bilerek daha doğru, gerçekçi, daha saygılı, tutarlı,
samimî bir yaklaşım içine girmeli. Türkiye’nin yöneticisi de, ileri
geleni de, geride olanı da, işçisi de, emekçisi de, aydını da, yazarı
da bunu böyle bilmelidir.
Son dönemdeki o hakaretamiz
yaklaşımlar ne kadar şoven-milliyetçi ve gerici ruhla dolu olunduğunu
gösteriyor. Bilmem Önder Apo narsistmiş de, egoistmiş de, bütün bunları
kendisi için yaptırıyormuş gibisinden yapılan değerlendirmeler,
söylenen sözler, yazılan yazılar var. Ama gerçeklerin öyle olmadığı,
tam tersine büyük bir iç savaş ve ayaklanma potansiyelinin varlığına
rağmen bunu engelleyen, bunu demokratik siyasete ve barışa kanalize
edenin Önder Apo olduğu, her türlü işkenceyi kendisi on bir yıldır
yaşarken, toplumun daha fazla acı çekmemesi ve sorunların daha fazla
çözümsüz kalmamsı için çırpınanın Önder Apo olduğu açığa çıkmıştır.
Bırakalım egoist olmayı, bütün geriliklerin, gericiliğin, baskının,
çözümsüzlüğün yükünü, acısını, işkencesini çekerek, her türlü zorluğu
yaşayarak Türk ve Kürt toplumlarına özgür, demokratik ve barış içinde
bir yaşam yaratmak için çırpınanın, en büyük cesareti, fedakârlığı,
özveriyi gösterenin Önder Apo olduğu açığa çıkmıştır. Herkes bu gerçeği
görmeli, saygılı olmalı, değer biçmeli ve sorumlu davranmalıdır. Ancak
böyle bir tutum ve davranış olursa, bunlar sorunların demokratik siyasî
yöntemle çözümüne vardırılırsa, işte o zaman söz konusu savaş riski,
tehdidi ortadan kalkmış olur.
SOSYOLOGLAR YENİ KUŞAK GENÇLİĞİ İNCELEMELİ
*Türkiye
ve Kürdistan’da bu yeni genç Kürt kuşağının diğer kuşaklardan farkı
nedir? Serhildana kalkan gençlerin 90’lı yıllarda evleri, köyleri
yakılan bir kuşak olduğunu da göz önüne alırsak, bu kuşak sistemden
kopuşu mu temsil ediyor? Nedir bu kuşağın özelliği?
-Kürt
gençliğinin içinde bulunduğu durum, yaşadığı sorunlar, ruh hali,
eğilimleri, arzu ve arayışları konusu çok kapsamlı ve önemli bir konu
durumunda. Bu konu ancak kapsamlı araştırma-incelemelerle, derin
analizlerle doğru ve yeterli bir biçimde çözümlenebilir. Bunun
yapılması görevi vardır. Bu da sosyologların, aydınların önündeki bir
görev oluyor. Aynı zamanda bizim önümüzdeki bir görevdir de. İster
demokratik siyasî mücadeleyi geliştirelim, isterse meşru savunma savaşı
geliştirelim, bütün bu mücadelelerin motor gücü olarak Kürt gençliğinin
içinde bulunduğu durumu, yaşadığı gerçekliği doğru çözümleyerek ancak
başarılı mücadele edilebilir. Bu bakımdan da herkesin önündeki bir
görev oluyor bu. Kısaca kapsamlı derinlikli ve bir o kadar da önemli
bir konu. Burada bunun yeterli bir biçimde ele almak elbette mümkün
değil. Fakat insan bazı yönlere dikkat çekebilir. Bu görevin ciddiyetle
ele alınıp yürütülmesi gereği bunlardan birisi oluyor. Diğer yandan,
iyi bilinmeli ki, bu gençlik kuşağı savaş içinde yetişmiş bir kuşaktır.
Savaşın yükünü, zorluklarını, acılarını, sorunlarını taşımış bir kuşak.
Ruh hali, duyguları, özellikleri tümüyle bu savaş içinde şekillenmiş
bulunuyor, savaşın özeliklerini taşıyor. Bunu görmek lâzım.
GENÇLİĞİN BÜYÜK BİR KESİMİ KİRLİ İŞLERDE KULLANILIYOR
Peki,
yaşanan savaşın özellikleri neydi? Bir yanı özel savaştı, kirli
savaştı, soykırım savaşıydı. Kürt özgürlük direnişini bastırabilmek
için Türkiye yönetimi özel kirli savaşı bütün yöntemleriyle
derinleştirebildiği kadar derinleştirdi. Gençliği bilinçsiz, eğitimsiz,
örgütsüz kılabilmek, dolayısıyla Kürt özgürlük mücadelesini bu biçimde
zayıflatabilmek için elden gelen her türlü çabayı harcadı.
Asimilâsyonu, yalan dayalı söylemi, propagandayı, gençliği
yozlaştıracak her türlü yöntemi seksi, sporu, sanatın
yozlaştırılmasını geliştirdi. Öyle ki, yoz, ilkesiz, düşüncesiz,
örgütsüz, amaçsız bir gençlik ortaya çıkarmaya çalıştı. Ya sağlam bir
asimilâsyondan geçirerek kendi safına çekip Kürt özgürlük mücadelesine
karşı kullanılan insanlar yaratmaya çalıştı, ya da böyle
yapamadıklarını da PKK direnişi içinde yer almasınlar diye
yozlaştırmanın en ağır yöntemlerine tabi tuttu. Gençlik üzerinde
psikolojik özel savaşın her türlü yöntemi uygulandı. Eğitim, yaşam,
çalışma, sokak buna göre yönlendirildi. Basın, sanat, TV, gazete, her
şey bu amaca bağlandı. Bu konuda Genelkurmay merkezli oldukça plânlı ve
örgütlü bir çalışma yürütüldüğü tartışma götürmezdir. Bu bakımdan
mevcut gençliğin şekillenmesinin bir yönü böyle bir özel psikolojik
savaş gerçeğidir. Oldukça bilinci çarpıtılmış, ölçüleri bozulmuş,
ölçüsüz kılınmış, dejenere edilmiş, ruhu zayıflatılmış, kendine güveni
azaltılmış, örgütlülüğü dağıtılmış, tarihinden ve toplumundan
kopartılmaya çalışılmış bir gençlik durumu var ortada. Bu oldukça
önemli ve ciddî bir husustur. Ne olduğunu, kim olduğunu bilmeyen veya
doğru ve yeterince bilemeyen bir gençliktir bu. Birçoğu böylesi özel
savaş politikaları sonucunda şimdi sokaktadır, savrulmuştur, her türlü
yoz, pis, kirli işle uğraşıyor. Âdeta insanlıktan çıkartılmış durumda.
Kürt gençliğinin büyük bir kesiminin böyle olduğu ve bu doğrultuda en
kirli ve kötü işlerde kullanıldığı tartışma götürmez bir gerçektir.
Diğer
yandan, bundan uzak durduğunu, yurtseverlik saflarında olduğunu,
özgürlük mücadelesine katıldığını sananlar, söyleyenler bile aslında
özel psikolojik savaşın ölçü saptırmasını ağır bir biçimde yaşıyorlar.
Fiilen yurtsever hareket içindeler, ama ilke olarak, özellik olarak
onun dışında bulunuyorlar. Ölçüleri, anlayışları, ret-kabul durumları
kesinlikle yurtseverlik ve demokratlık ölçüleriyle uyuşmuyor fakat
kendilerini öyle sanıyorlar. Sanıları farklı, gerçekleri farklı, ruhu,
duygusu, düşüncesi, davranışı parçalanmış, paramparça edilmiş bir insan
şekillenmesi var ortada. Mücadele saflarına katılıyor, kendisini en iyi
yurtsever, demokrat olarak görüyor, sanıyor oysa duygusu, düşüncesi,
davranışları gericilikle, özel savaş ölçüleriyle dolu.
Yurtsever-demokrat ölçülerden çok uzak ama bunun farkında bile değil.
Kendisinin en yurtsever, en demokrat olduğunu sanıyor ve bir de bu
durumunu dayatıyor. Biz bu durumu gerillada da, partide de, demokratik
siyasî mücadele içinde de yaşıyoruz. Bu durum büyük bir ideolojik ve
örgütsel çizgi mücadelesini, eğitimi gerekli kılıyor. Zorlu ideolojik
mücadelelerle ancak bu çarpıtılmışlıkları biraz düzeltmeye, doğruya
çekmeye çalışıyoruz. Bunu herkes bilmeli, görmeli.
Geçmiş
dönemde mevcut genç kuşağın büyüdüğü savaş sürecinin bir de özgürlükçü,
demokratik, yurtsever yönü var. Büyük acılarla geçen bir yan burası.
Evi basılmayan, yakını işkenceden geçmeyen, bir yakını mücadelede şehit
düşmeyen, evleri, köyleri yakılmayan, aç-susuz, imkânsız kalmayan genç
yok gibidir Kürdistan’da. Dolayısıyla bu mücadeleden etkilenmemiş,
özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle tanışmamış, yurtseverlik bilincini
duymamış genç yoktur. Yurtseverliği duymuş, bilinç edinmiş, kendini
biraz eğitmiş veya en azından mücadele ortamında bunu görmüş,
duygusuna, düşüncesine bu yerleşmiş bir gençlik. Deyim yerindeyse
mücadelenin ateşi içinde pişmiş bir gençlik. Çocukken serhildanlara
katılmış, çocuk yaşta baskı, işkence görmüş, yakınlarının baskı ve
işkencesinin acısını yaşamış bir gençlik. Bu gençlik: biraz yurtsever
bilince sahip, çok öfkeli, çok tepkili ve ağır sorunlarla yüklü
acıların imbiğinden geçerek genç hale gelmiş, kişilik şekillendirmiş.
Bir de bu yönü var bu gençliğin. Bilinçlenmeye, kendini eğitmeye açık
olduğu gibi, kırıp dökmeye de yatkın ve açık bir gençliktir. Biraz
düzeni tanımış, soykırım rejimini biliyor, inkâr ve imha sisteminin
uygulamalarıyla tanışmış, dolayısıyla mevcut sömürgeci sisteme, sistemi
temsil eden kurumlara, devlete, polise, askere çok öfkeli. İşte sokakta
polisleri bu kadar büyük bir cesaretle, üzerine yürürcesine taşlayan
gençlik böyle ortaya çıkıyor. Kurşunlara göğüs geren, üzerine gelen
panzerlere ve polis kurşunlarına karşı taşla direnen gençlik bu biçimde
oluşmuştur. Bir de mevcut gençliğin bu yönü var ve bunlar daha
çocukluktan itibaren düzenin ağır baskısı ve işkencesinden geçerek
büyümüş olan bir kuşaktır. Düzenden hiçbir şey görmemiş, ona karşıt
olarak büyümüş bir kuşak. Bunun için de tabi mücadelenin değişik
biçimde içerisinde yer alıp ondan etkilenme durumları vardır. Yurtsever
aileler çocuklarını eğitmişlerdir. Önderlik bilinciyle, parti
bilinciyle, direniş bilinciyle eğitilmiş olanlar var. Biraz bunları
duymuş, dinlemiş olanlar var. Bunları uzaktan gözlemiş, hissetmiş,
edinmiş olanlar var. Farklı düzeyde de olsa mücadelenin şu veya bu
düzeyde ölçüleriyle yetişmiş bir gençlik diyebiliriz bu gençliğe. Başka
yönlerden de mevcut gençliğin durumu ele alınabilir. Şehirlerde kötü
işlere çekilenler, yok edilmeye çalışılanlar var. Yine okullara,
işyerlerine gidenler, Türkiye toplumunun gençliğini görenler, bu
anlamda ağır çelişki yaşayanlar var. Farklı kesimlerden, kategorilerden
oluşuyor kısaca. Genel bir tanım yapmakla birlikte gençliğin tümünü bir
cepheye koymak zaten mümkün değil. Her grubun ölçü ve özelikleri farklı
ve kendi özgünlüğünde incelenmesi gerekiyor.
YENİ KUŞAK GENÇLİĞİN İKİ TEMEL YÖNÜ VAR
Şimdi
genel belirttiğimiz bu ölçüler temelinde ele aldığımızda mevcut gençlik
aslında iki yönlü tanımlanabilir. Birinci olarak, sömürgeciliğe karşı
büyük bir direnme ve mücadele gücüdür. Böyle bir potansiyele sahiptir.
Çünkü mücadele içinde yetişmiş, mücadelenin ateşinde pişmiştir.
Sömürgeci-soykırımcı saldırılar karşısında, yine baskı, horlama,
dıştalama karşısında büyük bir öfkeye ve tepkiye sahip. Dolayısıyla bu
gençlik mevcut sistem ile derin bir çelişki yaşıyor. Bazı yönleriyle
onlardan kopuk ve karşıttır, öfkelidir, tepkilidir. O sistemi yıkmak
için büyük bir cesaret ve fedakârlıkla doludur. Kısacası potansiyel bir
savaş gücü, direnme gücü konumundadır. İkinci olarak, büyük
yanılgılarla dolu, ölçü bakımından çok dağınık, yozlaştırılmış bir
yapısı da var. Bu bakımdan yurtsever-demokratik çizgiye çekmede de
zorluklar vardır. Bunun için büyük bir ideolojik mücadele ve eğitim
gerekiyor. Her ne kadar mevcut sömürgeci kapitalist düzenden,
kapitalist modernitenin ölçü ve özelliklerinden bir kopuş, ona bir
tepki durumu olsa da, diğer yandan kapitalist modernizmin
yozlaştırılmış ölçü ve özelliklerinin ağır etkisini de yaşıyor.
Gençliği zayıf bırakabilmek için, yurtsever demokratik hareketten uzak
tutabilmek için, Kürt halkının ve PKK’nin başına sorun yaratabilmek
için kapitalist modernizm Kürt gençliğine karşı böyle bir politika
uygulamış da bulunuyor. Bu bakımdan da doğru ölçülere çekmek, tutarlı
hale getirmek, sağlam yurtsever ve demokratik çizginin kadrosu,
militanı haline getirmek de büyük çaba gerektiriyor. Zorluklar içeren
bir mücadeleyi istiyor. İşin bir de bu yönü vardır. Yani Kürt özgürlük
ve demokrasi hareketi için de büyük uğraş, çaba ile kazanılması gereken
bir yapıya sahip bir gençlik gerçekliği var. Bu bakımdan yurtsever
hareket kapsamında da ideolojik-örgütsel mücadeleyle, eğitimle
kazanılması gereken bir potansiyel durumundadır. Mevcut gençliğin genel
tanımını böyle yapabiliriz.
GENÇLİK SOYKIRIM REJİMİNİN BAŞINA BELA OLDU
Durum
bu bakımdan ciddidir. Şunu herkes, özellikle düzen bilmeli: Evet, özel
savaş kapsamında Kürt geçliğini yurtsever demokratik hareketten uzak
tutabilmek ve toplumsal yozlaştırmayı geliştirip soykırımı
tamamlayabilmek için uygulanan bu politikalar, geliştirilen özel
psikolojik savaş Kürt gençliğini yozlaştırmış, dejenere etmiştir, ama
mevcut rejime karşı da büyük bir öfke ve tepki küpünü ortaya çıkartmış,
büyük bir direnme potansiyeli yaratmıştır. Şimdi zaten soykırım
rejiminin başına belâ olmuş gençlik de bu gençliktir. Demek ki yanlış
yapılmıştır. PKK’yi zayıflatmak ve Kürtler üzerindeki inkâr ve imhayı
gerçekleştirmek için geliştirilen bu özel savaş politikaları,
sahiplerinin başına belâ olan bir potansiyeli ortaya çıkartmıştır.
Öncelikle bu gerçek görülerek, bundan vazgeçmeli. Dikkat edilirse bu
biçimdeki çabalar sadece PKK’ye zarar vermiyor daha fazla da
sahiplerine zarar veriyor. Bu bakımdan özel savaş yürüten bu güçler
akıllarını başlarına toplamalılar. Bu biçimde sadece Kürtlere zarar
vermiyorlar, aslında kendilerine de zarar verir konuma gelmiş
bulunuyorlar.
Diğer yandansa, özgürlük hareketi ve yurtsever
demokratik güçler mevcut gençliğin durumunu bilmeli, anlamalı, analiz
etmeli. Mevcut öfke ve tepkiyi ilkeli, programlı, örgütlü bir
mücadeleye kanalize etmeyi bilmeli. Bunun için büyük bir eğitme ve
örgütleme çalışması yürütmek lâzım. Bu gerçekleştirilirse, mevcut
gençlik kuşağı soykırım rejimini yenen bir direnişi rahatlıkla ortaya
çıkartabilir. Bu düzeyde büyük bir potansiyeldir. Tarihin en büyük
cesaret ve fedakârlığına sahip. Öfke ve tepkisi bu cesaret ve
fedakârlığı yaratıyor. Fakat bu gücü eğitmek, ideolojik-politik çizgiye
kazandırmak ve özgürlük mücadelesine kanalize etme gereği var. Bu
olmazsa, bu büyük cesaret ve fedakârlık istenen sonucu vermez, doğru
bir mücadeleye yol açmaz. Karşı tarafa zarar verdiği gibi, kendisine de
zarar verir. Karşıtını yıkar, ama yeni bir şey inşa etmede, özgür ve
demokratik yaşamı geliştirmede, onun ölçüsünü, özelliğini temsil etmede
zorlanabilir. Bu bakımdan da özgürlük hareketinin de, tüm yurtsever ve
demokratik örgüt ve kurumların da mevcut gençliğe yaklaşımda bu
gerçekleri bilerek hareket etmesi, doğru ölçü ve özellik kazandırmak
için eğitime büyük önem vermesi gerekiyor. Ancak bunu yaptığı ölçüde
mevcut gençliği büyük bir mücadele gençliği haline getireceğini,
gericili yıkan olduğu kadar, yeni, özgür ve demokratik olanı inşa eden
bir potansiyel güç haline getirebileceğini de bilmeli. Kendi ölçü ve
özelliklerini de buna göre oluşturmalı.
Kısacası inkâr ve imha
güçleri akıllarını başlarına toplamalılar, dikkat etmelidirler.
İzledikleri politikalarla kendi mezar kazıcılarını yaratıyorlar.
Kürtleri bitiriyoruz derken, aslında kendilerinin bitişini de ortaya
çıkarıyorlar. Vazgeçmeliler bundan. Diğer yandan, Özgürlük Hareketimiz,
onun bütün demokratik kurum ve kuruluşları da mevcut gençliğin içinde
taşıdığı cesareti, fedakârlığı, öfke ve tepkiyi örgütlü, bilinçli bir
mücadeleye kanalize edebilmek için bu gençliğin eğitilmesi gerektiğini
bilmeli. Bu gençlik ancak güçlü bir eğitimle, ideolojik-örgütsel
mücadeleyle ölçü ve özellik kazandırarak gericiliği yıkan, özgür ve
demokratik olanı inşa eden bir gençlik haline getirilebilir. Bunun önü
açıktır. Böyle bir gelişmeyi yaratma gücü, dinamizmi günümüz Kürt
gençliğinin fazlasıyla vardır. Fakat bu da kendiliğinden olacak bir
durum değil. Bunun gerçekleşmesi için büyük bir eğitici çabaya ihtiyaç
var. Bütün kurum ve kuruluşlar, Özgürlük Hareketinin bütün alanları bu
gerçeği görüp bilerek hareket ederse, mevcut gençliği, özgürlük ve
demokrasi mücadelesini başarıyla vermiş bir kuşak haline getirebilir.
SORUNUN ÖCALAN’IN HÜCRESİNİN BOYUTLARINA İNDİRGENMESİ SAYGISIZCA
*Kürt
Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın hücresinde yapılan son düzenlemeler
gerginliğin yatışması için yeterli olur mu? Bu çerçeve Kürt halkının
tepkilerinin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın hücresinin boyutlarına
indirgenmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Bir kere Kürt
gençliğinin, kadınlarının, emekçilerinin, bir bütün halkın ve
Hareketimizin yürüttüğü mücadeleyi Önder Apo’nun hücresinin boyutlarına
indirgenmiş bir mücadele biçiminde gösterilmesini saygısızca, basit,
hakaretamiz bir yaklaşım olarak görüyoruz. Ben ağır, incitici söz
söylemek istemiyorum, ama bu yaklaşım tehlikeli bir yaklaşımdır.
Hakaret içeriyor, dolayısıyla da sömürgecinin, egemen olmanın ruhunu
taşıyor ya da işbirlikçi-hain, köle olmayı ifade ediyor. İster Türkler
tarafından, ister Kürtler tarafından söylensin, böyle bir anlamı,
özelliği vardır. Bu oldukça tehlikeli, saygısızca bir durumdur.
Gerçekten de savaşı körükleyen, halkı tahrik eden, çatışma ve şiddeti
körükleyerek provokasyon yaratan bir özelliği taşımıştır. Bunu herkesin
görmesi, bu tür sözden, yaklaşımlardan vazgeçilmesi gerekli. Önder
Apo’nun sağlığı, yaşam koşulları elbette çok önemli. Kürt halkı ve
Özgürlük Hareketimiz bu konuda çok duyarlıdır. Ama Önder Apo İmralı’da
herhâlde keyfi olarak durmuyor, kendi başına gitmedi oraya, kendi
çıkarları için orda bulunmuyor bu halkın mücadelesi, kurtuluşu,
özgürlüğü, Türkiye’nin demokrasisi için yürüttüğü mücadele sonucunda
ordadır. Orda bulunmakta kendine ait bir kazanç var mıdır? Yoksa halkın
özgür ve demokratik yaşamına tüm benliğiyle bağlılık ve tutarlılık mı
onu oraya götürmüştür? Önder Apo gericilik tarafından öyle bir konuma
alınmıştır. Bu gerçeği iyi görmek lâzım. Burada tutarlı olmak
gerekiyor. Bazıları sadece akıl kendilerinde var, ama başkalarında
yoktur, herkes ahmaktır sanılıyor, ama Kürt gençleri, kadınları, halk
gerçeği çok iyi görüyor. Bu geçtiğimiz süreçte de Kürt halkı kimin ne
olduğunu bu anlamda iyi tanıdı. Sahte dost – gerçek dost ile düşman
kimdir bunarlı iyi gördü. İyi günlerde Kürt edebiyatı yapıp da,
ABD-Türkiye ittifakı temelinde Önder Apo’ya ve halka saldırıldığı
dönemde, o saldırının bir parçası olarak psikolojik savaş kolu,
propaganda kolu olarak hareket edenleri halkımız iyi tanıdı, hepimiz
iyi tanıdık. Takkeler düştü keller görüldü. Artık söze aldanmayacak bir
duruma geldik. Kimin ne olduğunu biraz daha iyi gördük. Bu bakımdan
böyle tehlikeli yaklaşımdan, basit ve hakaret içeren söz ve
davranışlardan herkes uzak durmalıdır.
SOLCULUK ADINA YARDAKÇILIK YAPANLARI GÖRÜYORUZ
Önder
Apo’nun hücresi, koşulları elbette halkı ilgilendiriyor. Önder Apo Halk
için ordadır. Halkın özgürlüğünü ve demokrasisini temsil ettiği için on
bir yıldır İmralı işkence ve ölüm çukurunda tutuluyor. Başka nedenle
değildir. Kişisel bir yararı değil, tarihin en ağır işkencesini yaşıyor
olma durumu vardır. Halk bağlılığı olmazsa, özgürlük ve demokrasi aşkı
olmazsa kimse orada bir gün bile dayanamaz. Kendine güvenen varsa
buyursun. Niye herkes düzen karşısında mücadeleden kaçıyor. Bazı
belediye başkanları söylediler: “On bir yıl değil, on bir gün o
koşullarda yaşamayı göze alsınlar diye bazılarına çağrıda bulundular.
Peki, bunu göze alabilen başka yiğit var mı ortada? Yoktur. Herkes
mevcut düzene teslim olmuş, kuyrukçuluk yapıyor. Solculuk adına,
demokratlık adına düzen yardakçılığı yapanları, faşizmin, şovenizmin
yardakçısı olanları bilmiyor, görmüyor değiliz. Kürt insanı, Kürt halkı
artık bilinçlenmiştir. Ağır bir mücadele içerisinde, mücadelenin
ateşinden geçerek gerçekleri öğreniyor, bilinç kazanıyor. Dolayısıyla
da doğru olanla yanlış olanı, yurtsever olanla haince olanı
ayırabilecek bilince ve güce sahip. Bu konuda herkes ciddî olmalı.
Önder Apo’nun yaşam koşulları, sağlık koşulları Kürt halkının
geleceğiyle, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin durumuyla yakından
bağlıdır. Önder Apo’nun sağlığı Kürt halkının sağlıdır. Önder Apo’nun
özgürlüğü Kürt halkının özgürlüğüdür. Önder Apo’nun üzerindeki imha
Kürt halkına dayatılan soykırımdır. Önder Apo üzerindeki işkence Kürt
halkına dayatılan imha saldırısıdır. Bunlar bu kadar iç içe geçmiş, bir
ve bütündür. Halk bunu biliyor. Bu bakımdan da, Önderlikte iradesi
temsil edildiği gerçeğinden hareketle, Önder Apo’ya yaklaşım savaş ve
barış gerekçemiz diyor. Barışın elçisi İmralı’da dedi şimdiye kadar. O
bakından da Önder Apo üzerindeki baskının artması, Kürt halkına
soykırımın dayatılması anlamını taşıyor. Dolayısıyla Önder Apo’nun
sağlıklı ve insanca yaşar konumda olması, özgür yaşama doğru gitmesi,
Kürt sorununun demokratik çözümünün gelişmesi, Kürt halkının özgür ve
demokratik yaşama kavuşması, Kürdistan’ın özgürleşmesi anlamını
taşıyor. Bu bakımdan da kimse çarpıtmaya çalışmasın. Önderlik ve halk
bütünlüğü tamdır. Halk, iradesinin Önderlikte temsil edildiğini iyi
görüyor. Önder Apo’ya yaklaşımın kendisine yaklaşım olduğunu iyi
biliyor ve ona göre tutum belirliyor. Bunun gayet açık ve anlaşılır
olduğu ortadadır. İmralı işkence sistemine karşı mücadele, Kürt
sorununun barışçıl demokratik siyasal çözüm mücadelesidir. Halk bunu
böyle biliyor ve bu temelde mücadele ediyor. Dolayısıyla halkımız Önder
Apo üzerinde artan baskıları kendisine dönük imha ve tasfiye
saldırısının bir parçası olarak gördü ve algıladı ve buna karşı büyük
bir direniş içine girdi. Bu direnişi görmek ve anlamak gerekiyor.
ÖCALAN’IN ÖZGÜRLÜĞÜ OLMADAN TÜRK-KÜRT BARIŞI OLMAZ
Bu
direniş kısmi sonuçlar yaratmış durumdadır. En azından Önder Apo’nun
içinde tutulduğu koşullarda kısmi değişiklikler oldu. Ağır sağlık
problemlerini daha da zorlayacak olan durumlarda bazı değişiklikler
yapıldı. Bunlar önemlidir. Önder Apo da bunu böyle ifade etti. Elbette
ki bu değişiklikler halkın öfkesini kısmen dindirebilir. Olup bitenleri
yeniden değerlendirmesini, bu temelde anlayarak tutum geliştirmesini
sağlayabilir fakat halkın gerginliğini tümden ortadan kaldıramaz.
İmralı işkence sistemi devam ediyor. Önder Apo’nun ağır sağlık
sorunları devam ediyor. Önder Apo üzerindeki baskı, işkence ve imha
süreci varlığını sürdürüyor. Önder Apo’nun çalışmaları engelleniyor.
Kürt sorununun barışçıl, siyasi çözümünde muhatap alınması, bir diyalog
içerisine girilmesi gerçekleştirilmiyor. Halk bütün bunları görüyor,
değerlendiriyor. Kendi duruşu ve mücadelesinin bir gerçeği olarak
bunları algılıyor. Bu bakımdan da öyle pencere açma gibi, Önder Apo’nun
sağlığını kısmen rahatlatan girişimleri önemli görmekle birlikte, devam
eden bu koşullar halkın büyük öfke ve tepki içerisinde olmasını
sürdürüyor bu anlamda gerginlik sürüyor. Belki öfke patlaması kısmen
geri çekilebilir. Önder Apo da bunu istedi. Fakat bu gerginliğin tümde
aşılması, Kürt halkının öfke ve tepkisinin tümden dindirilmesi için
bunların yetmesi mümkün değildir. Halk yapılmış değişiklikleri, bu
temelde Önder Apo’nun çağrılarını dikkate alacak, önemseyecektir. Fakat
bunun yeterli olmadığını, sorunun çözümünü içermediğini, Önder Apo’nun
sağlık koşullarından tutalım Kürt sorununun çözümü için çalışır hale
gelmesine imkan ve fırsat vermediğini halk iyi biliyor. Bu bakımdan da
mevcut olanı yeterli görmeyecektir. Kürt halkı özgürlük istiyor. Kürt
sorununun barışçıl, siyasi çözümünü, Türkiye’nin demokratikleşmesini
istiyor. Özgür ve demokratik yaşama kavuşmak istiyor. Bunun da
gerçekleşmesinin tek güvencesi olarak Önder Apo’nun özgürlüğünü
görüyor. Bütün bunların hepsinin Önder Apo’nun özgürlüğünde
odaklandığını görüyor, anlıyor, hissediyor. Önder Apo’nun özgürlüğü
olmadan Kürdistan’ın özgürlüğü olmaz, Önder Apo’nun özgürlüğü olmadan
Kürt halkının özgür demokratik yaşama kavuşması olmaz, Önder Apo’nun
özgürlüğü olmadan Türk-Kürt barışı olmaz. Bunlar ilkesel hususlardır.
Herkesin gördüğü, anladığı gerçeklerdir. Bu bakımdan da halk Kürt
sorununun barışçıl, siyasi çözümü için, Kürdistan’ın özgürlüğü için,
kendisinin özgür ve demokratik yaşamının güvence altına alınması için
Önder Apo’nun özgür olmasını istiyor. Bunu çeşitli kurumlar da ortaya
koydular. Demokratik Toplum Kongresi bu doğrultuda çağrı yaptı. Kürt
halkının istemlerini, taleplerini yansıttı. Bunu herkes iyi görmeli,
bilmelidir. Önder Apo’nun sağlık içinde yaşayacağı, güvenlik içinde
olacağı ve özgürce çalışacağı bir ortama kavuşturulmasını istiyor.
Önder Apo’ya özgürlük olarak bu istemini sloganlaştırdı ve bu temelde
de mücadele ediyor. Bu talepleri gerçekleşene kadar demokratik
mücadelesini sürdürecektir. Kürt gençleri, Kürt kadınları, emekçileri
kesinlikle söz konusu hedefler gerçekleşmedikçe demokratik siyasi
mücadeleden vazgeçmeyecektir. Bu konuda oldukça bilinçlidir,
duyarlıdır, örgütlüdür. Demokratik yollarla mücadelesine devam
edecektir. Önder Apo’nun sağlıklı, güvenlikli ve özgürce çalışabilir
bir ortama kavuşmasını sağlatana kadar mevcut demokratik siyasi
mücadelesine devam edecektir. Bunu herkes böyle bilmelidir.
Navenda Lêkolînên Stratejîk a Kurdistanê
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info