Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster
Sonuç yok
Tüm Sonuçları Göster

Küresel ve Bölgesel Hegemonik Rekabetin Bir Yansıması

Ortadoğu’daki bu savaş, yalnızca nükleer silahlanma veya yerel çatışmalarla sınırlı değil; küresel ve bölgesel hegemonik rekabetin bir yansımasıdır. İran’ın zayıflatılması, İsrail’in güçlendirilmesi ve Türkiye’nin fırsat kollama politikaları, bölgenin yeniden dizayn edilmeye çalışıldığı bir sürecin parçalarıdır.

Militan Rêhat Yayınlayan Militan Rêhat
27 Haziran 2025
Reading Time: 5 mins read
258 5
A A
Anasayfa Bölümler Politik Analiz

Ortadoğu’daki son gelişmeler, özellikle İran’a yönelik saldırılar, bölgenin yeniden şekillendirilmesini hedefleyen bir Üçüncü Dünya Savaşı senaryosunun parçası olarak değerlendirilebilir. Bu durum, ulus-devletlerin yaşadığı tıkanıklık ve kapitalist modernitenin küresel krizini aşma çabasının bir yansımasıdır. 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısıyla başlayan süreç, yalnızca Filistin’le sınırlı kalmayacağı öngörülmüştü ve sürecin nasıl tetiklendiği hala tartışma konusudur. İran’ın Lübnan (Hizbullah), Filistin (Hamas) ve Yemen (Husiler) gibi bölgelerde desteklediği vekil güçler, zamanla hedef alınarak etkisiz hale getirildi. Bu, İran’ın bölgesel manevra alanını daralttı ve Suriye’deki Colani iktidarı birlikte Şam’dan çekilmesi, İran’ın dış sahadaki etkisini zayıflattı.

İran’ın desteklediği bu gruplar, geçmişte İsrail ve ABD’ye karşı caydırıcı bir askeri tehdit oluştururken, artık bu kapasitelerini büyük ölçüde yitirmiş durumdadır. İsrail’in 2024’te İran’ın nükleer tesislerini hedef alan hava saldırılarıyla vekalet savaşları ve karşılıklı taciz dönemi sona erdi; sıcak savaş aşamasına geçildi. Bu durum, çatışmanın yeni bir boyuta evrildiğini gösteriyor. ABD’nin doğrudan çatışmaya müdahil olması, Birleşmiş Milletler’in (BM) daimi temsilciler toplantısında İsrail’e “artık yeter” ve İran’a “nükleer tesislerde ısrardan vazgeç” mesajı vermesi, diplomasi ile savaş arasında bir denge kurma çabasıdır. Ancak İngiltere, Almanya ve Fransa’nın İran’ı anlaşmaya çekme girişimleri istenen sonucu vermedi. Avrupa, İran’ı dışlasa da İsrail’in çıkarlarını merkeze alan bir politikaya tam anlamıyla angaje olmak istemiyor ve arabulucu rolü üstlenmeye çalışıyor. İran Meclisi’nin Hürmüz Boğazı’nı kapatma kararı aldığını ancak nihayi kararın İran’ın Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyine bırakıldığı belirtilirken henüz sahada boğaz çalışmaya devam etmektedir. İsrail’in İran’ın nükleer tesislerini vurduğu iddiaları da netleşmiş değil, ancak bu tür bir saldırının gerçekleştiği ve büyük zaiyat verdiği kesin.

Savaşın İran’da bir rejim değişikliğiyle sonuçlanıp sonuçlanmayacağı belirsizliğini koruyor, ancak bu olasılık uluslararası çevrelerde tartışılıyor. İsrail’in İran’ın bölgesel etkisini kırma ve kendi hegemonik hedeflerini güçlendirme stratejisi açıkça görülüyor. Örneğin, İsrail’in 2024’te İran’ın hava savunma sistemlerini hedef alan saldırıları, İran’ın askeri altyapısını zayıflatmayı amaçladı. Öte yandan, İran hem askeri karşılık verme hem de diplomasi kanallarını açık tutma stratejisi izliyor. 12 günlük karşılıklı hava saldırılarından sonra İran ve İsrail arasında ilan edilen ateşkes, her iki tarafın uzlaşmaya açık olduğunu göstermesine rağmen, bu ateşkesin süreli mi süresiz mi olacağı ve nasıl şekilleneceği henüz net değil. Önder Apo 5.Savunması’nda yani daha 2010 yılında İran’ın bu savaştaki durumunu net ortaya koymuştu. Aynen şöyle yazılmıştı; “Üçüncü Dünya Savaşı derken, bu olası gelişmeleri de göz önünde bulunduruyoruz. Nükleer silah dahil en gelişkin silahlar kullanılacaktır. Sonuç herhalde İkinci Dünya Savaşı sonrasının Avrupa’sından pek farklı olmayacak, hatta çok daha ağır olacaktır. Şu son on yıllık aşamadaki gelişmelerle kıyaslandığında, olası gelişmelerin dehşeti daha anlaşılır olacaktır. Bölgede kalması halinde hegemonik sistem mevcut durumla yetinemez. Her hegemonik sistem gibi galebe çalmak isteyecektir. Bu da İran’ın Şia eksenli bölgesel etkinliğinden vazgeçip, Şahlık dönemindeki gibi uysal bir konuma gelmesini gerektirecektir. İran rejiminin olası bu durumu kabul etmesi ölümüyle özdeştir. Bütün belirtiler bölge üzerindeki etkinlik çabalarının artarak devam edeceğini göstermektedir. ‘Üçüncü Dünya Savaşı’nın yeni bir aşaması olasılık dışı değildir. Şu anki kararsız denge durumu uzun süre devam edemez.”

MÜTTEFİK VE KARŞIT GÜÇLER

Elbette bu savaşın temel hedefi, nükleer silahlanma meselesi gibi görünse de, esasen Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmeye yönelik hegemonik bir stratejinin parçasıdır. Ortadoğu’da uluslararası hegemonik güçler (ABD, Rusya, Çin) ile bölgesel aktörler (İran, İsrail, Türkiye) arasında süregelen rekabet, bu savaşın temel dinamiklerinden biridir. İran’ın bölgesel etkisi bu savaşla büyük ölçüde törpülenirken, İsrail’e alan açılıyor. İsrail, bölgesel hegemonik güç olarak büyüme hedefini sürdürüyor. Örneğin, İsrail’in 2024’te Lübnan’daki Hizbullah hedeflerine yönelik yoğun bombardımanları, İran’ın vekil güçlerini zayıflatma stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Yine Önder Apo’nun 5.Savunmasında dikkat çektiği gibi İsrail sistemin bölgedeki en önemli müttefiki ve hegemonik çekirdeği olarak etkisini sürekli arttırmak durumundadır. İran, Türkiye ve Suriye’nin artan etkinliğini mutlaka durdurmak ve geriletmek zorunda kalacaktır. Türkiye, İran ve Suriye ile İsrail arasında bir nevi adı konmamış bölgesel hegemonik çekişme söz konusudur.

Türkiye ise bu süreçte çelişkili bir pozisyon alıyor. AKP iktidarı, bir yandan “savaş istemiyoruz” söylemiyle barışçıl bir imaj çizmeye çalışırken, diğer yandan bölgesel hegemonik emellerini sürdürüyor. Türkiye’nin Suriye’deki varlığı ve Kürt sorununa yaklaşımı, bu emellerin bir yansımasıdır. Erdoğan hükümeti, Kürt sorununda demokratik bir çözüm yerine ertelemeci ve tasfiyeci politikalar izliyor. Örneğin, 2024’te Türkiye’nin Rojava’ya yönelik askeri operasyonları, Kürt hareketini zayıflatma hedefiyle devam etti. Bu, Türkiye’nin bölgesel güç olma hedefiyle iç içe geçmiş bir strateji olarak görülüyor. Aynı zamanda, AKP iktidarı, İran-İsrail savaşında ve Rusya-Ukrayna görüşmelerinde arabulucu rolü üstlenmeye çalışsa da, iç politikada savaş ve şiddet dilini körüklemesi nedeniyle bu rolü inandırıcı bulunmuyor. Örneğin, 2025’te Türkiye’nin Ukrayna-Rusya müzakerelerinde arabulucu olma girişimleri, uluslararası toplum tarafından temkinli karşılandı.

Bu savaşın ve bölgesel dizayn çabalarının temelinde, hegemonik güçlerin Ortadoğu’daki kaynaklara ve stratejik alanlara hakim olma arzusu yatıyor. İran’ın petrol ve doğalgaz rezervleri, Hürmüz Boğazı’nın kontrolü ve İsrail’in güvenliği, bu çatışmanın temel unsurları arasında yer alıyor. Türkiye’nin ise bu kaotik ortamda fırsat kolladığı, örneğin Suriye’deki etki alanını genişletme çabalarıyla görülüyor. Ancak AKP’nin Kürt sorununa yönelik çözümsüzlük politikası, iç istikrarı tehdit ederek bölgesel hedeflerini zayıflatıyor. Demokratik bir çözüm, Türkiye’yi bölgesel bir istikrar unsuru haline getirebilecekken, mevcut politikalar savaş ve çatışma zeminini besliyor.

Kuşkusuz Önder Apo Türkiye’nin kaderine de ışık tutan değerlendirmelerde bulundu. Yine aynı Savunmasında; “Türkiye-İran-Suriye arasındaki dayanışma anti-Kürt odaklı gelişse de, sonuçları çok önemli olacaktır. Bu dayanışma direkt benim İmralı’ya alınmam la bağlantılı gelişti. Türkiye’nin eksen kaydırdığı iddiası boşuna değildir. Eğer Türkiye Batılı hegemonik sistem içinde kalacaksa, mevcut durumu uzun süre devam edemez. Türkiye’nin beklentisi üçlü dayanışmanın belli tavizler karşılığında sisteme entegre edilmesidir ki, bu durumda İsrail’in akıbeti tehlikelere açık hale gelecektir. Siyonist hareketin bu durumu kabul etmesi olanak dahilinde değildir.” Tam da burada Kürdistan’ın ve Kürtlerin önemine dikkat çeken Önder Apo, “Her üç durumda da Kürdistan’ın coğrafya olarak ve Kürtlerin de müttefiklik açısından konumları stratejiktir. Dengenin hangi taraf lehine veya aleyhine sonuçlanacağını belirleyecek konumdadır. Kürdistan ve Kürtler tarihin bundan sonrası için geleneksel satranç tahtası ve piyon olma rollerini terk edip özne konumuna gelebilirler.”

Sonuç olarak, Ortadoğu’daki bu savaş, yalnızca nükleer silahlanma veya yerel çatışmalarla sınırlı değil; küresel ve bölgesel hegemonik rekabetin bir yansımasıdır. İran’ın zayıflatılması, İsrail’in güçlendirilmesi ve Türkiye’nin fırsat kollama politikaları, bölgenin yeniden dizayn edilmeye çalışıldığı bir sürecin parçalarıdır. Bu süreçte diplomasi ve savaş iç içe geçmiş durumdadır ve önümüzdeki dönemde ateşkesin kalıcılığı, rejim değişikliği tartışmaları ve bölgesel güç dengeleri ve özellikle varlığını ortaya koyan Kürtler, Ortadoğu’nun geleceğini şekillendirecek temel unsurlar olacaktır.

Militan RÊHAT

Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

Etiketler: 3.Dünya Savaşı5.SavunmaAmerikaIranİsrailKurtlerNükleer SavaşÖnder APOORTADOGUStratejik DengeTürkiye
Paylaş205Paylaş128
Önceki yazı

Emperyalist Savaşlar Ve Devrim İmkânları

Sonraki Haber

MİT ve HTŞ, Uyuşturucu Kaçakçılığında Baas Rejiminin İzinden Gidiyor!- HABER ANALİZ

Militan Rêhat

Militan Rêhat

Sonraki Haber

MİT ve HTŞ, Uyuşturucu Kaçakçılığında Baas Rejiminin İzinden Gidiyor!- HABER ANALİZ

  • Anasayfa
  • Anketler
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • Test
  • Tüm Yazılar
  • Yorum İlkesi
KÜRDİSTAN ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

© 2025 Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

Tekrar hoşgeldiniz!

Hesaba giriş

Şifrenizimi unuttunuz?

Tüm alanlar zorunludur

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Oturum aç