16 Aralık 2009 Çarşamba Saat 18:21
Türk devleti tarafından Kürtlere karşı geliştirilen özel ve
psikolojik savaş son günlerde iyice tırmandırılmaya başlandı. Adeta milli
mutabakat ruhuyla geliştirilen özel ve psikolojik savaş hiçbir ahlaki kural ve
insani erdem tanımadan geçen her an biraz daha kapsamlılaştırılarak
sürdürülüyor.
Gerilların Tokat’ta gerçekleştirdiği eylemden sonra
psikolojik hareket konseptinin acımasız ve bir o kadar kirli politikalarla
yürütülmeye başlanması, Kürt halkına karşı hazırlanan katliam tezgahının
fotoğrafını göstermeye yetiyor. Tokat eylemi ardından AKP ve Ergenekon
medyasının ağız birliği edercesine Kürt halkını hedef gösteren açıklamaları,
Kürtlere karşı yürütülen konseptin tek elden yürütüldüğünü kanıtlamıştır.
Sözkonusu özel ve psikolojik savaş yeni yürütülmüyor,
cumhuriyetin kuruluş sürecinden beri Kürtlere karşı uygulanan tek politikadır.
Hiç kuşkusuz bu politika farklı süreçlerde farklı biçimlerde uygulanmıştır ama
özüne dair olanlar hiç değişmemiştir.
PKK hareketinin ortaya çıktığı koşullardan günümüze kadar
psikolojik savaş yöntemlerinin uygulanmasına hiç ara verilmemiştir. Türk
devleti önemli gördüğü zaman aralıkları ve süreçlerde kendince keşf ettiği
‘yumuşak karın’dan darbe vurup devirmek için farklı yöntemlere başvurmuştur. Bu
yolla Kürt özgürlük hareketini dağıtmayı amaçlamıştır. Adına açılım denilen ama
özünde bir tasfiye politikası olarak geliştirilen süreç de bunun bir sonucu
olarak geliştirildi.
Ortak Nokta Kürt Düşmanlığı
NATO’nun sivil kanadı Kuzey Atlantik Konseyi tarafından
geliştirildiği artık bir sır olmayan ve açılım adı altında kavramlaştırılan
tasfiye konseptinden istediğini elde edemeyen AKP ve Türk devleti bu sefer
aydın, akademisyen, yazar mertebesine yükselttiği rejimin sadık bekçilerini
devreye koymaya başladı. İttihatçı, Ergenkoncu, sağcı, solcu, liberal ve
siyasal islamcı anlayışlara sahip herkesi aynı potada görev başına getirdi.
İçte yönetim anlayışı ve rantı paylaşamamadan kaynaklı birbirlerini adeta
yamyamlar gibi yemek isteyen çevrelerin tümünün Kürt halkına karşı tek ağızdan konuşmaya
başlaması bunun kanıtıdır.
Tokat Eylemi Yeni Bir Sürecin Başlangıcıdır
Anlaşılan o ki, Tokat eylemi korku ve inkar cumhuriyetini
paniğe sevk etmiştir. Bundan olsa gerek, eylemin HPG tarafından üstlenilmemesi
için akla gelebilecek her türlü yönlendirme faaliyetlerini uygulamak istediler.
Kürt hareketi, oynanmak istenen oyuna gelmeyip eylemi üstlenince tüm hesapları
alt üst oldu. Kaldı ki bu durum Kürt hareketinin sahip olduğu anlayışın bir
gereğidir, yani yaptığı her eylemi hiç çekinmeden üstlenir. Eğer HPG eylemi
üstlenmeseydi, kamuoyuna “PKK’nin oralarda eylem yapma gücü yok, paniğe
kapılmaya gerek yok mesajları verilecekti.
Birçok kesim anlamasa da AKP ve Türk devleti Tokat eyleminin
nasıl bir anlama sahip olduğunu, ne tür mesajlar verdiğini iyi bilir.
Verdikleri tepki bu açıdan anlaşılırdır. Yoksa sorun yedi askerin ölümüyle
ilgili bir durum değildir. Kürdistan’da ısrarla sürdürülen operasyonlarda ölen
onca askeri kamuoyu gündemine getirmeyen anlayışın, Tokat eylemini bu kadar
önemsemesi kapıldıkları paniğin ne denli büyük olduğunu gösteriyor. Tam da bu
süreçte aydın-akademisyen-yazar çevrelerinin devreye girip Kürt hareketi ve
halkını karalayan yazılar yazması tesadüf değildir. Bu kesime yazdırılan
yazılarla toplum yönderilmeye çalışılıyor, Türk halkında Kürt düşmanlığı
geliştirilmek isteniyor. Böylece Kürt halkına geri adım attırılmak
hedefleniyor. Eğer bu planlamada başarılı olamazlarsa da en azından
geliştirdikleri akıl-mantık dışı maniple yazılarla bilgi kirliliği yaratılarak,
gerçekler karartılmak amaçlanıyor. Çünkü aşırı kirli bilgilerin dolaştığı
ortamlarda gerçek bilgiye ulaşmak zor oluyor. Böylece toplumun bilinçaltına
ulaşıp, toplum denetim altına alınmaya çalışılıyor. İşte Türk aydın profili
budur. Osmanlıdan beri çok şey değişti, ama uyduruk aydın anlayışı bir türlü
değişmedi.
Ateşe Körükle Giden Aydın, Neyin Aydınıdır?
Diğer bir önemli nokta da çatışmalarda yaşamlarını yitiren
Kürt gerillalarına ilişkin aynı çevrelerin oldukça duyarsız yaklaşmasıdır.
Eylemsizlik sürecinin yürütüldüğü dönemde Türk ordusunun geliştirdiği
operasyonlarda 88 Kürt gerillası yaşamını yitirdi. Hep insan hayatından,
anne-baba acısından sözeden aydınlar nedense bu gerçekliği görmek istemiyorlar.
Diyarbakır’da üniversite 3. sınırf öğrencisinin polis tarafından
katledilmesiyle başlayan, İstanbul Dolapdere’de provası yapılan ve en son
Muş’un Bulanık ilçesinde polis-jitem örgütlenmesiyle bir esnafa yaptıralan
katliam girişiminde iki Kürdün öldürülmesine karşı sessiz kalan, sessiz
kalmanın ötesinde vurulan gençleri ve onların şahsında Kürtleri provokasyonla
suçlayan yazılar yazanlar acaba tarih ve halk nazarında nasıl yargılanacaklar?
Bunu hiç düşündüler mi acaba?
Türkiye’de Kürt sorununun inkar-imha yöntemleriyle
bastırılmak istendiği bu dönemde aydınların hak ihlallerini yerinde
incelemeleri ve buna karşı tavır göstermeleri gerekirdi. Ne yazık ki,
belirttiğimiz çevreler gelişen olaylara sürekli ama ısrarla tek açıdan bakmaya
devam ettiler. Eğer bu aydın-yazar takımında varsa vicdan adına bir insanlık
yargısı Kürt gençlerinin ölümlerine de aynı duyarlılığı ve aynı acıyı
göstereceklerdir. Kürdün ölümüne sevinip askerin ölümüne ağlayan kişinin bir
aydın olarak topluma yol göstermesi, toplum için bir mum yakması ve insanlık
vicdanı olması mümkün mü?
Halbuki aydının evrensel bir tanımı vardır. Vicdan, ahlak,
hukuk, adalet ve değer yargılarına sahip olan, bunu etnik kimlik gözetmeden
uygulayan kişi aydındır. Haksızlıklara, anti demokratik uygulamalara, insan
hakları ihlallerine karşı tutum takınan kişi aydın mertebesine ulaşmayı hak
etmiştir. Bunun dışında kalan her tutum sahtekarlıktan öte anlam ifade etmiyor.
Acaba Türk medyasında aydın sıfatını kullanan kişilerin
kaçta kaçı gerçek aydındır? Bu tipler anlayışta, düşüncede, zihniyette
kendilerini ne kadar şovenist sistemden kurtarmışlardır? Egemen ulus kişiliği,
anlayışı ve bilinci bu kişilerde ne kadar mevcuttur, ne kadarını atmayı
başarmışlardır?
Aydın geçinen kişi kendine bu soruları sorup doğru
yanıtlamadığı sürece, Kürt halkına anlatabileceği bir şeyi olamaz. Ne halk
dinler, ne de toplumda bir saygı elde edebilir.
Son günlerde Taha Akyol, Mehmet Altan, Ahmet Altan, M. Ali
Birand, Ruşen Çakır, Yasemin Çongar vb köşe yazarlarının yazdıkları maniple
yazılar, işin iç yüzünü tüm çıplaklığıyla gösteriyor. İsimlerini yazdığımız
yazarlar bu döneme kadar Kürt halkı arasında nispeten tutarlı olarak
tanınıyorlar. Ancak son dönemde yazdıkları yazılarla bir düzeyde sahip
oldukları tutarlıkları yitirdikleri ve belli bir merkez tarafından
yönlendirildikleri kuşkusu giderek yerleşmeye başlamıştır. Hem yaşları, hem
Türkiye’nin yakın dönem tarihine olan tanıklıkları, tarihi bilgileriyle
birleştirilince, söz konusu yazarların içerisine girdikleri tutarsızlığı
affetmek pek mümkün olmuyor. Aklı başında olarak olarak değerlenlendirilen bu şahsiyetlerin
bilinçli bir şekilde bilgi kirliliği yaratarak, Kürt inkarı ve katliamında rol
oynamak istemelerini tarih ve Kürt halkı affetmeyecektir. Sözümüz bunlaradır.
Yoksa AKP tayfasının sadık hizmetkarları olan Şamil Tayyar, Nazlı Ilıcak, Ali
Bayramoğlu, Fehmi Koru gibi kişileri ve yapmaya çalıştıklarını muhatap almak
bile yersizdir. Bunlar kendilerine verilen özel görevi yerine getirmekten başka
bir amaca sahip değillerdir.
Görüldüğü gibi dünyanın hemen her yerinde keskin hatlarla
birbirlerinden ayrışan demokrat ve faşist tanımları maalesef Türkiye’de iç içe
geçmiştir. Demokratı bile faşist sistem ve zihniyetle şerbetlendiği için, yeri
geldiğinde en değme faşiste taş çıkartacak kadar gerçeklerden
uzaklaşabilmektedir. Bu açıdan Taha Akyol gibilerinin Kürt hareketini ve
Önderini “faşistlikle ve narsizmle suçlaması kadar daha traji komik bir durum
olabilir mi? Taha Akyol gibileri bu tarifle kendi gerçek kimliklerini ortaya
koymuşlardır.
Maalesef faşizmin kişilik yapılanması olan narsizm bugün tüm
Türk devlet sistemini ve onun kurumlarını esir almış durumdadır. Bu sistem
içerisinde yetişen kişi eğer kendini yeterli sorgulamadan geçirmezse ve ciddi,
tutarlı özeleştiri vermezse, bu konumdan uzaklaşamıyor. Taha Akyol bunun tipik
ifadesidir.
Narsisit kişilik bilindiği gibi kendini herşeyden ve
herkesten üstün, büyük gören bir ruh hastalığıdır. Hep kendini, dolayısıyla
mensubu olduğu etnik kimliği herkesten ve diğer etnik kimliklerden ayrıcalıklı
ve üstün gören anlayış faşizmin dik alasıdır. Üzülerek belirtmek gerekir ki, bu
tipler Türk toplum yapısı içerisinde önemli bir yer tutuyorlar.
En tehlikeli yaklaşım budur, çünkü sonuçta ruhsal bozulmaya
uğramış bir toplumsal gerçeklik yaratılmıştır. Egemen ulus anlayışı, (narsizmi)
eğer Kürt halkına karşı bu şekilde devam ederse, doğal olarak buna karşı büyük
bir direnişte gerçekleşecektir. İç savaşı doğuracak tek etken budur. Aydın
olarak geçinenler biraz da bunun üzerinde kafa yorar mı bilinmez ama bunun
dışında başka bir seçenek yok gibidir.
Şahan Dicle
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info