Evet, 1 Mayıs! Kürdistan işçi sınıfının ve halkının mücadelesinde çok önemli bir tarihi yeni döneme kavuşmuş bulunmaktayız. Bugünü geçmişimizin değerlendirilmesi, bu temelde geleceğimizin net bir biçimde çizilmesi için bir değerlendirme, kendimizi gözden geçirme ve görevlerimizi gerçekleştirmek üzere önümüzdeki döneme olanca gücümüzle yüklenme kararlılığımızın daha da güçlendiği bir gün olarak ele alıyoruz. Mayıs ayı mücadele tarihimizde direniş şehitlerinin bol bol kanını akıtarak mücadeleyi geliştirdiği bir aydır. Bu temelde Mayıs ayı başta Mazlum DOĞAN yoldaş olmak üzere, tüm değerli yoldaşlarımızın anısını güçlü bir biçimde hayata yansıtmak için seçtiğimiz bir aydır.
Bugünü öyle bir tarzda değerlendirmek gerekiyor ki, çıkarılacak sonuçlar parti yaşamında en önemli sorunları aşmada bir merhale teşkil etsin. Bugünü her yönüyle öylesine bir anlayışın temeli haline getirmek aynı zamanda zorunlu, vazgeçilmez bir görevdir.
1 Mayıs bilindiği gibi dünyada işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak kutlanıyor. Bütün dünya işçi sınıfının aynı biçimde mücadelesini gözden geçirdiği, daha iyi günler için bir başlangıç yaptığı bir gün; yine tüm emekçi halkların zulme karşı, emperyalizme ve faşizme karşı haykırdıkları bir gün oluyor. Bilinmektedir ki, faşist Türk sömürgeciliği böyle bir bayramı, işçi sınıfının dünya genelinde kutladığı böyle bir günü yasakladı. Ayrıca işçi sınıfının temsilcisi olarak yola çıkan hareketimizin adına yakışır bir tarzda yürüttüğü mücadelesinin sonucu olarak, çok kısa bir geçmişi de olsa, ülke sathında geliştirdiği mücadele ile uyandırdığı etkiler, bizi bugün ancak böylesine önemli bir alanda bir araya getirmiş, mücadele tarihimizde bugün çok anlamlı ve çok önemli bir biçimde önümüze gelmiş bulun-maktadır.
Kürdistan işçi sınıfının, Kürdistan halkının modern mücadele tarihi aslında yenidir. Tarihimize Ortaçağın bir yapışkan gibi yapıştırdığı her türlü aşiretçi, feodal, dini anlayışlar ve değerler çok yakın zamanlarda ancak aşılabilmiş-tir. Ve hala çoğumuzun üzerinde bu yaşantının, Ortaçağdan kalma bu yaşantının çok ağır baskısı vardır. Objektif bir gerçek olarak aşiret çeperleri ve feodal çitlerin parçalanması, bunları günümüze dek sürekli yaşatan amansız ulusal baskı sisteminin -sömürgeciliğin sınırlı da olsa parçalanması, Kürdistan tarihinde işçi sınıfının modern bir sınıf olarak, objektif bir gerçek olarak doğmasına çok yakından bağlıdır. Bu son gelişmeleri, tümüyle işçi sınıfının bir sınıf olarak doğmasına bağlamak gerekiyor. Bugün Kürdistan’da oluşum tarzı ne kadar olumsuz olursa olsun, yine gelişim tarzı ne kadar elverişsiz olursa olsun, işçi sınıfının varlığı bugün bir gerçektir ve gerçekten her türlü modern düşüncenin daya-nacağı biricik sosyal temel de budur. Sayısal zayıflığı, yine nitelik olarak zayıflığı böylesine bir önemli sonucun oluşumunu engelleyemez.
Özellikle Kürdistan somutunda daha dün değil, günümüzde bile yaygın etkilere sahip olan yarı-feodal, yarı-burjuva düşünceler, küçük-burjuva düşünceler gerek hâkim ulus milliyetçiliği gerekse ezilen ulus koşullarında ortaya çıkan her türlü milliyetçilik, işçi sınıfının objektif varlığını net bir biçimde yansıtmasını engellediği gibi, onun devrim-ci düşünce ve politikasını da bulanık hale getirerek gözden düşürmek, saptırmak için elinden geleni yapmıştır, yapmaktadır ve yapmaya da kararlıdır. Ama şunu iyi bilmeliyiz ki, Kürdistan tarihi bugün çok sancılı bir biçimde de olsa, eğer çağa ulaşmak istiyorsa, tamamıyla işçi sınıfı gerçeğine dayanmak zorundadır. Ne kadar elverişsiz koşulları yaşarsa yaşasın, işçi sınıfının objektif gücüne ve onun eylem kılavuzu olan bilimine, Marksizm-Leninizm’e dayanmak zorundadır. Ve dikkat edilirse, bizim varlık nedenimiz tümüyle bu gerçek etrafında oluşmuştur. Her arkadaş biraz kendini araştıracak olursa, çok ağır objektif koşullardan yola çıktığını, Ortaçağdan kalma çok ağır etkilerin altında yaşadığını, gerek bunların düşüncede gerek davranışta kendi önünün hayli tıkadığını, engellediğini hemen hatırlayabilecektir.
Hareketimizin tüm üyelerinin genellikle bu koşullardan şiddetle etkilendiği, tüm bu koşullara isyan ettiği ve biraz gelişme sağlayabilmişlerse, bu gelişmelerinin daha çok gelmiş bulundukları alandaki işçi sınıfının şu veya bu oranda sağladığı gelişmeyle bağlantılı olduğu çok açık bir gerçektir. Şu bizi şaşırtmamalı: Genel olarak bugün herkes işçi sınıfı bilimine, politikasına sahip çıktığını iddia etmektedir. En yanılmaz feodal-burjuva öğelerden tutalım, her soydan küçük-burjuva eğilimler bu iddiayı öne sürmektedirler. Ama pratikte durumları incelenirse, gerçekten büyük bir saptırma olayı içinde oldukları ve işçi sınıfı gerçeğini hem maddi hem de manevi alanda çarpıtmak istedikleri tespit edilecektir.
Demek ki işçi sınıfının objektif bir gerçek olarak doğması çok önemli bir olaydır. Bu, Kürdistan tarihinde son yıllarda ortaya çıkan bir gelişmedir, çok önemli bir sosyal gelişmedir. Ve bu bütün Kürdistan’da değil, ağırlıklı olarak bizim içinden çıktığımız, Türk sömürgeci egemenliği altındaki Kürdistan’da ortaya çıkan bir sosyal gelişmedir. Kürdistan’ın diğer parçalarında bu gelişme çok sınırlıdır. Ortaçağdan kalma yerel gericilik ve emperyalizmle uzlaşmış yapı ağırlığını hissettirmektedir. Bu yapı yüzünden halkımızın her türlü direnmesinin ne kadar olumsuz sonuçlara gittiği de bilinmektedir. Yüzyıllardan beri çok kan dökülmesine ve günümüzde modern ulusal kurtuluş hareketlerinin neredeyse en azından bir klasik sömürgeciliği tasfiye sürecini tamamlamasına rağmen, bizde hala bunun ilk adımının bile başarılı bir biçimde atılamayışı bu objektif gerçekle yakından bağlantılıdır. Böylesine gelişmiş bir sosyal temelin orada gelişmeyişi, gerek emekçi halkın demokratik hareketin gerekse ulusal kurtuluş hareketinin önünün tıkanmasına ve bu isyanların aleyhine sonuçlar vermesine yol açmıştır. Proleter devrimleri ve ulusal kurtuluş hareketleri çağı olarak böyle bir çağa ulaşılmamıştır. Ulaşmak şurada kalsın, en büyük açmazlar ve çıkmazlarla önü tıkatılmıştır. Bu elverişsiz yapıyı temsil edenler halkımızın böyle bir çağa ulaşmasını genellikle engellemişlerdir.
Tabii ki bu çok önemli bir olaydır. Bugün çok zor koşullarda yaşamamızın, dünya halklarının çok çok gerisinde bir noktada bulunuşumuzun en önemli bir etkeni, bizde böyle aşılmış bir sosyal temelin varlığıdır. Bugün çok somut olarak görebileceğimiz gibi, bu çağı geçmiş temel üzerinde çok güçlü bir güç yaratılabilmişse, bu tamamıyla büyük zorluklar altında olsa bile sınırlı bir zemine dayanarak ortaya çıkarılan bir gelişmedir. Hiçbir kuvvet bu gelişmeyi kendi başına yaratamaz, böyle bir gücün oluşumu ve gelişimini sağlayamaz. Mutlaka belli bir maddi temelinin olması gerekir. Henüz işçi sınıfının ideolojisi ve siyasetiyle ilişkimizin olmadığı dönemlerde bile, ağır feodal aşiret baskılarından sıyrılmamız ve okullar ve fabrikalara taşmamız yine ileri doğrultuda bir adımdır. Bu adımlar atılmasaydı, aşiret çeperlerini aşacak bir modern düşünce bizim için kavuşulması son derece zor bir olgu olabilirdi.
Eğer o aşiret duvarları, o feodal çitler aşılmasaydı, modern düşünce, en devrimci düşünce olan Marksizm-Leninizm kafalarımıza sıçramayacaktı, onun için zemin bulamayacaktı. Ne kadar haklı bir konumda olursak olalım, bir halk olarak ne kadar haklarımız olursa olsun, bunun temsilcilerinin ortaya çıkamayışı, adeta dilsiz bir halk haline gelmemizi sağlayacaktı ve nitekim geçmişte de böyleydi.
Ama dediğimiz gibi bu olayın oluşumu, Ortaçağdan kalma toplumun çeşitli adacıklarından, çeşitli gözeneklerinden fırlamamız, bizi modern düşünceye kavuşturmuş ve hızla modern dünyanın eşiğine kadar getirebilmiştir. Bizde burjuvazinin doğması da modern bir eğilim olmasına rağmen, o çağa ulaşma başarılamamış veya çağa düşünce ve politikada nasıl ulaşılabileceği tespit edilememiştir. Bu da tesadüfi olmamış, Ortaçağ’dan kalma yapıyla, yine emperyalist gericilik ve sömürgecilikle çok sıkı bağlantı içinde gelişmiştir. Bu sınıf adına yaraşır modern bir sınıf haline getirilememiş, sınıfın ideoloji ve politikasına ulaşılamamış, bu alanda adeta yapay bir sınıf şekillenmesi gözlemlenmiş, çok sağlıksız bir gelişim söz konusu olmuştur. Sonuçta da bildiğimiz gibi maddi bir gelişme olmasına rağmen, bu ağır hastalıkları yüzünden, burjuva anlamda da olsa devrimci bir düşüncenin, devrimci bir politikanın üretilmesine yol açmamıştır.
Birçok halkın ulusal kurtuluş tarihinde önemli roller üstlenen bu sınıfın Kürdistan’da rolünü oynamaması, kendisinden beklenen modern kurtuluş hareketini yaratmamasına yol açmıştır. Bu sınıfın halka da fazla bir şey veremeyeceği, tersine kurtuluş sürecine girmede önemli oranda engel rolü oynayabileceği ortaya çıkmıştır. Ülke sathında yaşanan gerçeklikler, özellikle bizde Türk egemenliği altındaki Kürdistan üzerinde ortaya çıkan bu sınıf konumunun önemli oranda bir engel rolü oynayabileceği ortaya çıkmış; daha gelişmiş bir sosyal yapısı bulunmasına, -sayı olarak diyelim- olanaklar açısından böyle olmasına rağmen, bu sınıf çağdaşlarında olduğu gibi kendisinden bekleneni verememiştir. Bu kadar elverişsiz koşullara rağmen, bizde işçi sınıfının doğuşu ve rolünü üstlenişi çok önemlidir. Unutulmamalı ki, işçi sınıfı Avrupa’da doğduğunda devrimci önder gücü olarak yanı başında burjuvaziyi buluyordu; onun devrimci hareketi süreç içinde önemli kazanımlar elde etmiş, o sınıftan çok şey öğrenmişti. Ama bizde işçi sınıfı, böyle bir sınıftan bir şeyler öğrenmek şurada kalsın, tümüyle bu sınıfın çarpıtması ve saptırması ile karşı karşıya gelmiş; sıkı bir ideolojik-politik mücadele verilmeden, böyle bir sınıfın engellerinin aşılamayacağı sonucuna ulaşmıştır. Dolayısıyla bu konuda da bu sınıftan güçlü bir müttefik olarak bahsetmek olanaksızdır.
Daha yakından bakıldığında görülüyor ki, mensup olduğumuz halk ve ülke eğer kendi adına yaraşır bir tarzda çağla bütünleşmek istiyorsa, ülke somutunda daha çok sınıf olarak koşullar ne kadar elverişsiz olursa olsun, kendisine güvenmek ve bu temelde ısrar etmek zorunda olduğunu, ısrar ettiği temelde de ancak kendi kurtuluşunu ve kendi kurtuluşuyla birlikte bütün halkın ulusal demokratik kurtuluşunu gerçekleştirebilecek yegane sınıf olduğunu kavramak ve buna göre davranmak zorundadır. Bizim daha çok böyle bir gerçekliği temsil ettiğimiz bilinmektedir. İşçi sınıfı olarak ülkemizdeki bu gerçekliğe uygun çıktığımız bilinmektedir, ve bu da yalnız işçi sınıfının uyanması, bilinçlenmesi, örgütlenmesi anlamına gelmiyor. Halk olarak değişik bir konumu olan, özellikle dünyada ender görülen bir ulusal baskı ve imha sürecini yaşayan, çağa ulaşması tartışılan, çağın özgür halkları arasında bir yer kapıp kapmayacağı, kendisi için bir yer bulup bulmayacağı son derece tartışmalı olan bir halkın varlık meselesi, işte işçi sınıfının bu kadar yetersiz de olsa gelişmesine yakından bağlıdır. Kendisi için bir sınıf haline gelememiş olmasına bakılarak bu sınıfın durumu küçümsenebilir. Özellikle çeşitli feodal-burjuva, küçük-burjuva eğilimlerin bu kanıda olduğu bilinmektedir. Ama onların unuttuğu gerçek, kendi varlıkları da dahil, eğer ulusallıkta ve yurtseverlikte yücelmede iddiaları varsa, onun gerçekleşmesinin tamamen bu küçümsedikleri sınıfın varlığına çok yakından bağlı olduğudur. Yine birçoklarının küçümsediği, birçoklarının değer vermediği böylesi bir sosyal gelişme, bağımsız ve özgür bir ulus olarak, var olmamızın temel sosyal nedenidir.
Diğer sınıflar ne kadar güçlü olursa olsun, koşulları siyaset yapmaya ne kadar elverişli olursa olsun, Kürdistan somutunda tarihsel-toplumsal nedenlerle bağımsız bir ulusun yaratılmasındaki olanaksızlığı aramayacaklarını ve böyle bir rolü oynayamayacaklarını, bu rolün tümüyle işçi sınıfının omuzlarına yıkılan bir görev olduğunu, dolayısıyla hiç de küçümsenmeyecek, özellikle ulusal kurtuluş açısından da vazgeçilmeyecek bir sınıf olduğu gerçeğini görmek zorunda ve durumundadır.
Konuya bu biçimde girişimizin nedeni şudur: Evet, işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele gününden bahsediyoruz, her şeyden önce bizde nasıl bir gerçeklik olduğunu görmek gerekir. Kendi temelini unutan, kendi temelini göz önüne getirmeyen bir hareketin çok büyük yanılgılara düşeceği, büyük zorluklarla karşılaşacağı açıktır. Bu açıdan mensup olduğumuz sınıfın durumunu, bu sınıfın tarihsel rolünü tüm özellikleriyle belirlemek, hele hele böyle bir günde bunu belirtmek son derece önemlidir. Evet, bu önem kendisini daha da açık ortaya koyuyor. Geçmişlerini çok eskilere dayandıran, daha düne kadar bizi son derece basit ve küçük gören, kendilerini çok tecrübeli ve bilinçli sanan kesimler ve güçlerin durumuna bakacak olursak, ne kadar zavallı ve acınacak bir durumda olduklarını anlarız. Bu da işçi sınıfı hareketinin diğer bir üstünlüğüdür.
Geçmişin büyüklüğü veya tecrübenin fazlalığı ve olanakların elverişsizliği, günümüzde içinde bulundukları konum-dan ötürü o sınıfları güçlü kılmıyor, güçlü kılmaya yetmiyor. Diğer yandan çok amansız bir baskı süreci, objektif temelin son derece zayıflığı, elverişsizliği söz konusu olmasına rağmen, işçi sınıfının bu denli güçlü ortaya çıkışı yine bu sınıf gerçeğine yakından bağlıdır. Burada önemli olan bu modern sosyal gücün çağ içindeki yeri, bu gücün bütün insanlık problemlerinin çözümündeki yeri, tüm ulusal demokratik hareketlerin çözümündeki yeridir. Eğer bu yer, bu sınıfın yüzlerce yıldan beri denenen mücadelesiyle sabit olmuşsa ve günümüzde bu sınıf adına çok ileri boyutlarda bir kazanımla doruk noktasına varmışsa, elbette ki bizim somut pratiğimizde de bu sınıfın varlığı kesin, rolü kesindir; rolünü adına yakışır bir tarzda dünyadaki sınıfdaşlarına uygun bir tarzda yerine getirmesi kaçınılmazdır. Ne ulusal baskı, ne her boydan sapmalar onun bu rolünü oynamasını engelleyemeyecektir. Yeter ki onun adına yola çıkanlar bu sınıfa yaraşır bir biçimde hareketi düzenleme kabiliyetinde, geliştirme gücünde olsunlar. Bu olduktan sonra, ulusal koşullar ve ulusal baskı sistemi ne kadar ağır olursa olsun, sosyal temel ne kadar elverişsiz olursa olsun, bu gerçeklikte ısrar ulu-sal yeniden var olmayı ve bu temelde sosyal kurtuluşu getirebilecektir.
Çağımızın güçlü atılımı olan proletarya ve ulusal kurtuluş devrimlerinin zorlamalarının bizi de etkilememesi düşünülemez ve tabii bu alanda sadece kendi özgücümüzle savaşmıyoruz. Dünya halklarının bütün geçmişteki deneyleriyle ve günümüzdeki varlıklarıyla yaşadıkları bu mücadelenin bir parçası olarak, bir öncü gücü olarak katılıyoruz. Bunların bu büyük desteği ile çok elverişsiz tarihsel temelimize, yine ulusal kişiliksizlikte o kadar dejenerasyonuna, ulusal var-lığın imhası o kadar gelişmiş olmasına rağmen, yine de bu güçlü atılıma katılmamız, bizzat bu akımın gücüne kendimizi kaptırmamız söz konusudur ve yaptığımız budur.
Bu düşünce ve inançla özellikle Mayıs ayı ve daha sonraki aylarda, başta direniş şehitlerimizin anısını olanca gücümüzle kendi yaşantımızın, partimizin yenilenmesi, güçlenmesi ve gelişmesinin temel bir öğesi haline getirerek ve bunu partinin önderliğinde yükselterek yürüyeceğiz. Bunu Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin temel bir harcı haline getirelim. Kitlelerimizin duyduğu güçlü güvene layık olmasını bilelim. Partimizin siyasal, askeri ve örgütsel çizgisinin doğruluğunun sağladığı güçle güçlü bir pratiğe yönelmesini bilelim. Bundan sonraki çalışma pratiğimizin bu inanç ve düşüncelerle, bu şehitlerimizin anısına yaraşır bir tarzda hayata geçirileceğini ve canlı somut başarıların alınacağını görebileceğimizi umuyor ve bu anlamda çalışmalarınızda başarılar diliyoruz. Bir kez daha haykırıyoruz:
Yaşasın PKK direniş şehitlerinin anısı!
PKK direniş şehitlerinin anısı ölümsüzdür!
Yaşasın 1 Mayıs!
Kahrolsun emperyalizm ve sömürgecilik!
“Önder Apo’nun 1 Mayıs 1982 Değerlendirmelerinden Derlenmiştir”