No Result
View All Result
  • Politik Analiz
  • Makaleler
  • Haberler
  • Dizi Yazı
  • Araştırmalar
  • Kadın
  • Özgürlük Perspektifleri
  • Kim Kimdir?
No Result
View All Result
  • Politik Analiz
  • Makaleler
  • Haberler
  • Dizi Yazı
  • Araştırmalar
  • Kadın
  • Özgürlük Perspektifleri
  • Kim Kimdir?

Ortadoğu’da Hegemonya Savaşı Ve Kürt Halkının Stratejik Konumu

Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Lübnan gibi merkezi devletlerin mevcut durumu dikkate alındığında, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de Avrupa politikasına kayan yeni yönelimler ile artan gerilim alanları ve Abraham Anlaşması’yla şekillenen bölgesel yeni dizayn, bu stratejinin sisteme uyumlu hale getirilme adımları olarak okunmalıdır.

4 Temmuz 2025
in Politik Analiz
A A
Facebook İle PaylaşınTwitter İle Paylaşın

Ortadoğu, son on beş yıldır geçici bir geçiş planının değil, kalıcılaştırılmak istenen bir stratejik rejimin içerisinde yer almaktadır. ABD, İsrail ve İngiltere merkezli bu yeni strateji, artık sınır ve devlet temelli değil, işlev, rol ve sadakat temelli bir Ortadoğu düzeni kurmayı hedeflemektedir. Bu düzende, güçlü merkezi devletler içten zayıflatılmakta, devlet dışı aktörler özne olmaktan çıkarılarak aparat veya vekil güç mantığıyla işlevselleştirilmektedir. Parçalanmış bir alanın, “yönetilebilir kaos” mantığıyla denetlendiği bu sistem artık gizli değil, açık bir projedir. Nitekim bu gerçek, çeşitli Think-tank raporlarında da açıkça dile getirilmektedir, “Kalıcı istikrar değil, yönetilebilir işlevsel kaos” hedeflenmektedir.

Bu çerçevede Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Lübnan gibi merkezi devletlerin mevcut durumu dikkate alındığında, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de Avrupa politikasına kayan yeni yönelimler ile artan gerilim alanları ve Abraham Anlaşması’yla şekillenen bölgesel yeni dizayn, bu stratejinin sisteme uyumlu hale getirilme adımları olarak okunmalıdır.

ABD-İSRAİL YENİ ORTADOĞU STRATEJİSİ

Daha önce kaleme alınan “Yeni Ortadoğu’nun Kalıcı Kaos Düzeni ve Stratejinin Temel Ayakları” başlıklı makalede de belirtildiği gibi, ABD-İsrail-İngiltere eksenli bu yeni Ortadoğu stratejisi artık sadece bir ihtimal değil, uygulanmakta olan gerçek bir programdır.

Bu stratejiye göre, Türkiye, İran, Suriye, Irak ve Lübnan gibi ülkeler, merkeziyetçi yapıları, askeri kapasiteleri, ekonomik imkanları ve toplumsal direnç noktalarıyla kendi başlarına karar alabilen, bağımsız hareket edebilen birer aktör oldukları sürece, bölgesel sistem açısından potansiyel tehditler olarak değerlendirilirler. Bu devletlerin durdurulması için yalnızca askeri araçlar değil, aynı zamanda iç krizlerin teşviki, etnik ve mezhebi fay hatlarının kaşınması, ekonomik baskılar ve vekil güçlerle yürütülen uzun vadeli yıpratma politikaları da devreye sokulmaktadır. Hedef bu devletleri doğrudan yıkmak değil, çok yönlü bir şekilde işlevsizleştirip dışa bağımlı hale getirerek kendilerine biçilen rolleri kabul etmeye zorlamaktır. Bugün bölgedeki birçok merkezi devlet bu duruma itilmiş, zayıflatılmış ve dışsal müdahalelere açık hale getirilmiştir. İran ve Türkiye ise bu kontrol mücadelesinin merkezinde yer almaktadır.

Ancak stratejinin hedefinde yalnızca devletler yoktur. Daha derin ve sistemik bir amaç, halkların direniş potansiyelini, öz iradesini ve örgütlü varlığını tamamen etkisizleştirmektir. Çünkü devletler yıkılsa bile, eğer halklar kendi öz iradeleriyle sahneye çıkabilir, yeni toplumsal örgütlenmeler kurabilirlerse, bu durumda denetlenebilir kaos stratejisi boşa düşer. İşte bu nedenle, ABD ve İsrail, halkların kendi kaderini tayin hakkını tanımaz, tam tersine, bu hakkı stratejik bir tehdit olarak görür.

Bugünkü durum bu bağlamda değerlendirildiğinde, Ortadoğu’daki çatışmalar ve yönelimler, hegomonik güçlerle statükocu rejimler arasında süregiden sistem içi bir yeniden dizayn süreci olarak görünmektedir. Yüz yıl önce kendilerinin dayattığı Sykes-Picot ve Kasr-ı Şirin düzeni artık çökmüş, yeni bir modelin inşası başlamıştır. Bu koşullar altında sorulması gereken temel soru şudur, Kürt halkı bu stratejinin neresindedir ve kendine ait özgün bir stratejisi var mıdır? Bu sorunun yanıtı, sadece Kürt halkı için değil, tüm bölge halklarının geleceği açısından da belirleyici önemdedir.

Ortadoğu’da yürütülen savaş, artık klasik anlamda bir devletler arası mücadele değildir, bu savaş, sistemler arası bir hesaplaşmadır. Bu çelişmenin iki temel cephesi vardır, Bir yanda İsrail’in güvenlik, ekonomik-siyasi çıkarlarıyla örtüşen ABD merkezli hegomonik planın biçimlendirdiği ve statükoculuğun aşıldığı sistem, öte yandan ise halkların eşitlik, özgürlük ve öz iradeye dayalı demokratik toplum paradigması. Tam da bu iki hattın çarpıştığı yerde, merkezinde Kürdistan ve Kürt halkı durmaktadır.

ABD ve İsrail’in yeni Ortadoğu stratejisi açık biçimde şunu hedeflemektedir, Merkezi devletleri içten zayıflatmak ve halkların herhangi bir biçimde öznelleşmesine kesinlikle izin vermemek. Bu strateji, eski ulus-devletlerin içini boşaltarak onları işlevsiz ve dışa bağımlı hale getirmeyi, halkları ise parçalayarak, sadakat temelli ama denetlenebilir vekil-aparat güçler haline dönüştürmeyi esas almaktadır. Bu yeni düzen haritalarla değil rollerle işlemektedir. Egemenlik ulus-devletler eliyle değil, işlev ve rol dağılımlarıyla yürütülmektedir. Halkların öz iradesi değil, kontrol altındaki araçlar ve aracılar esas alınmaktadır.

Bu strateji içinde Kürt halkına biçilen rol son derece açıktır, Devlet kurmadan, özne olmadan, yani kendi iradesine sahip olmadan, başka güçlerin vekili olarak işlev görmek. Bu nedenle Kürt halkı, merkezi devletlerin zayıflatılmasında kullanılabilecek bir jeopolitik aparat olarak görülmektedir. Irak’ta, Suriye’de, İran’da ve Türkiye’de, Kürt sorununun sürekli çözümsüz bırakılması, bu aparatlaştırma stratejisinin temelidir. Kürtlere herhangi bir özgürlük ya da siyasal irade vadetmeyen bu strateji, onları yalnızca kullanılabilirlik süresi boyunca tanıyacak bir “varlık” pozisyonuna yerleştirmektedir. “Devlet verilecek” söylemi, işlevsel sadakatin karşılığında sunulan bir aldatmacadır, ideolojik olarak oyalayıcı, propaganda düzeyini aşmayan sahte bir vaattir. Bu vaat, tarihsel olduğu kadar stratejik olarak da temelden yanlıştır. Ne ABD ne de İsrail, halk iradesiyle örgütlenmiş, demokratik değerlere dayalı, bölgesel meşruiyeti olan bir Kürt gücünü hiçbir koşulda kabul etmez.

ORTADOĞU HALKLAR HAMLESİ VE ÜÇÜNCÜ ÇİZGİ

Dolayısıyla Kürt halkı bu noktada netleşmek zorundadır. ABD–İsrail-İngiltere stratejisi, evet, merkezi güçlü devletleri istemez ama aynı şekilde, öznelleşmiş, kendi iç örgütlülüğünü kurmuş, karar alma iradesini inşa etmiş bir halk gücünü de istemez. Hal böyleyken, halklara sunulan sahte hayallerin ve ideolojik vaatlerin ardına neden umut bağlansın? Olmayanı olmuş gibi göstermek, propagandayla abartmak, geçmişte defalarca yaşanmış kayıpların, yenilgilerin yeniden zeminini döşemekten başka bir işe yaramaz. Bu bağlamda bazı işbirlikçi yapıların Öcalan’ı “devlete engel olan kişi” gibi lanse etmesiyle, şövenist ve ırkçı çevrelerin “Kürtlere devlet veriliyor” şeklindeki çıkışları aslında aynı merkezden beslenen, birbirini tamamlayan iki farklı cephedir. Her ikisi de öz iradesiz, dışsal güçlere bağımlı, çatıştırıcı ve halkları birbirine düşman eden yönlendirmelerdir. Bunlar yalnızca tarihi çarpıtmakla kalmamakta, aynı zamanda Kürt halkına karşı yürütülen özel savaşın bilinçli psikolojik aygıtları olarak işlev görmektedirler.

Bugün Ortadoğu’da güç dengeleri bozulmuş, bunun yerine, halkların iradesini yok sayan egemen merkezlerin çıkarları doğrultusunda yeni bir dizayn süreci başlatılmıştır. Bu süreçte, halkların yüzyıllardır bastırılmış iradesine alan açılmış gibi görünse de, bu alanlar yine halkları aparatlaştırarak kullanma stratejisiyle denetim altına alınmak istenmektedir. Ancak her şeye rağmen, halklara belirli bir siyasal alan açılmıştır. Ne var ki bu alanın dolması için gerekli olan demokratik halk gücü, örgütsel ve siyasal düzlemde hâlâ büyük ölçüde eksiktir. Eğer Kürt halkı, kendi alanında oluşan bu boşluğu dolduramaz, diğer halklarla birlikte güçlü ittifaklar kurarak kaderini tayin etme yetisini inşa edemezse, bu boşluk statükocu güçler tarafından yeniden doldurulacaktır. Tam da bu nedenle, içinde bulunduğumuz dönem tarihsel ve stratejik anlamda son derece kritiktir.

İşte Önder Apo, örgütlü Kürt halkına ve onun öncülüğünde gelişen yeni paradigma çerçevesinde bu boşluğu doldurma ve süreci halklar lehine dönüştürme stratejisini sunmuştur. Önder Apo’nun geliştirdiği, öz iradeye dayalı demokratik ulus ve demokratik konfederalizm yaklaşımı, hem bölgesel statükoculuğa hem de küresel hegomonik stratejilere karşı doğrudan ve çok yönlü bir meydan okumadır. 1999’da gerçekleştirilen uluslararası komplo tehdidi bu bağlamda halen güncelliğini korumakta ve Önder APO’ya yönelik yönelimin temel nedeni olarak ortada durmaktadır. Önder Apo şahsında 1999 yılında geliştirilen uluslararası komplo, sadece Kürt halkını bastırmak için değil, esasen halkların lehine gelişebilecek özgürlükçü bir alternatifi daha doğmadan engellemek için yapılmıştır. Çünkü Önder Apo’nun geliştirdiği paradigma, yalnızca Kürtler için değil, bölgedeki tüm halklar için eşitlikçi ve özgürlükçü bir çizgiyi temsil etmekteydi. Bugün de aynı nedenle bu çizgi, yeniden hegomonik ve statükocu güçlerin hedefindedir. Komplo hâlâ devam etmektedir, çünkü Önder Apo halklar lehine bir seçenek olmayı sürdürmektedir. Bu çizgi, ezber bozan, cesur ve tarihsel dönemeçlerde yeni yollar açan bir hamledir. Tam da bu yüzden, bugün Önder Apo’nun ‘korkmakla, teslim olmakla’ suçlayan çevrelerin sözleri yalnızca yüzeysel-ucuz değil, stratejik olarak da bir kayıp ve hakikatten kopuktur. Önder Apo bu nedenle hakikatin ve direnişin merkezindedir.

Bu çerçevede Önder Apo’nun önerdiği strateji, halk temelli bir dönüşümü esas almaktadır, sadece Kürt halkına değil, tüm bastırılmış halklara demokratik, özgür ve eşitlikçi bir ortak yaşam önermektedir. Bu paradigma, vekil veya aparat olmaya dayanan mantığı reddetmiş ve bunun yerine halkların kendi öz iradesine, iç örgütlülüğüne ve ahlaki–politik gücüne dayalı bir sistem kurmayı hedeflemiştir.

Hegomonik ve statükocu güçler halkları parçalayarak zayıflatmak, bölmek ve denetim altına almak isterken, Önder Apo, halkların birliğini, özgürlüğünü ve iradeli özneleşmesini esas almıştır. Kürt halkı işlevsel ve edilgen bir araç haline getirilmek istenirken, Önder Apo, onu bölgesel bir özne olarak konumlandırır. Hegomonik düzen sakatlanmış bir halk figürü üzerinden “yönetilebilirlik” sağlamak isterken, Önder Apo’nun önerisi, bu sakatlaştırılmış yapıya karşı tam tersine bir öz irade ve kolektif bilinç geliştirmek istemiştir. Güvenlik eksenli yaklaşımların hâkim olduğu bu çağda, Önder Apo, toplumsal özgürlük çizgisini esas almaktadır.

Bu nedenle Önder Apo’nun geliştirdiği Kürt ve halklar stratejisi, yalnızca oluşan çelişkilerden değil, aynı zamanda bu çelişkilerin yarattığı fırsatlardan da faydalanan bir siyasettir, fakat bunu dışsal güce yaslanarak değil, içsel bir toplumsal güçlenmeyi esas alarak yapmayı esas alır. Kürt halkının kendi siyasî ve stratejik çizgisini oluşturmasını önceleyen bu yaklaşım, dışsal propagandaların, sahte vaatlerin ve ideolojik manipülasyonların ötesinde, kendi çözüm kapasitesine, toplumsal aklına ve hakikat bilincine yaslanır. Bu strateji, devletler arası çatışma ve hegomonik mücadelelere angaje olmaz, aksine, bu savaşların halkları birbirine kırdıran mantığına karşı yeni bir barış, birlikte yaşam ve ortak özgürlük zemini yaratmayı hedefler.

Suriye’de Kürt–Arap çatışması körüklenmeye çalışılmış, 2000’li yıllarda Türk–Kürt savaş senaryoları devreye sokulmuş, kimi zaman Şii–Sünni fay hatları, kimi zaman etnik düşmanlıklar tahrik edilmiştir. Ancak stratejik akıl ve “üçüncü çizgi” siyaseti bu krizlerin çoğundan başarıyla çıkmayı başarmıştır. Bu dayatmalar ve kışkırtmalar halen sürse de, üçüncü çizgide ısrar devam etmektedir. Bugün yaşanan siyasal, ideolojik, stratejik ve jeopolitik tabloda en cesur, en radikal, en bağımsız düşünce, en ezber bozucu ve aynı zamanda en dönüştürücü çizgi budur. Bu nedenle bu çizgiye yöneltilen “teslimiyet” ya da “bağımlılık” suçlamaları, hiçbir karşılığı olmayan esasen ucuz ve yüzeysel propaganda söylemleridir.

Önder Apo’nun bu yeni hamlesi, yalnızca hegomonik ve ulus-devletçi siyasete karşı değil, aynı zamanda içerideki dışsalcı, oportünist ve işbirlikçi eğilimlere karşı da örgütsel, ideolojik ve siyasal mücadeleyi öngörmektedir. Kürt halkının birliği ve ulusal kongre gibi çağrılar hala canlılığını korumaktadır. Yeni halklar stratejisi, halkların öz çıkarlarını esas alarak, her güçle ve her devletle üçüncü çizgi temelinde ilişki kurmayı önermektedir. Bu ilke doğrultusunda Rojava ’da geliştirilen çizgi, başarılı bir üçüncü çizgiydi. Her kesle Kürt halkının çıkarlarını düşünerek Ortadoğu devletleri başta olmak üzere Kafkasya, Asya ve Batılı aktörlerle olan ilişkilerde de kendini göstermektedir.

Kürt halkının öz çıkarlarını esas alan bir yaklaşım temelinde, hiçbir güçle görüşülemeyecek bir durum yoktur. Bu çerçevede çok yönlü ilişkiler esnek ve yaratıcı diplomasiyle sürdürülmektedir. Önder Apo, hem geçmişte hem de yeni değerlenmeler yaparak rojavanın hava savunmasının sağlanması konusunda İsrail ve ABD’den talep edilebileceği belirtmiştir. Bu talebi karşılamadılar. Dolayısıyla kaba karşıtlıklar ya da mutlak cepheleşmelere dayanan bir tutum değil, üçüncü çizgi ekseninde stratejik akıl ve halkların lehine sonuç almayı hedefleyen bir siyaset anlayışı hakimdir. Burada görülmesi gereken en temel fark, karmaşık ve çelişkili tüm olasılıkları, Kürt halkı ve bölge halkları lehine bir kazanıma dönüştürmeyi hedefleyen bir örgütlenme iradesinin varlığıdır.

Dolayısıyla Önder Apo’nun paradigması, hem ulus-devletlerin bastırıcı ve eritici politikalarına, hem de küresel hegomonik stratejilerin sadakat ve aparat temelli düzenlemelerine karşı daha derin, stratejik ve evrensel bir özgürlük önerisidir. Bu paradigma, halkların özneleşmesini esas almakta, Ermeni, Dürzi, Yahudi, Asuri, Türkmen, Türk, Kürt, Arap ve Fars halklarının demokratik, eşit ve özgür birliğini hedefleyen kapsayıcı bir çizgi geliştirmektedir. Bu çizgi, hem ilişki hem çelişkiyi içinde barındıran bir özgürlük politikasıdır. Ulus-devletlerin bastırıcı iç politikasına ve ABD–İsrail stratejisinin parçalı, işlevsel, denetlenebilir, sadakat temelli güvenlik sistemine karşı, birleştirici, özneleştirici, iradeli ve halk statüsünü kurumsallaştıran demokratik konfederal bir sistem önermektedir.

Tam da bu nedenle, artık sorumluluk yalnızca Önder Apo çizgisine değil, bu çizgiyi sahiplenip taşımaya hazır olan örgüt, parti ve halklara aittir. Çünkü Önder Apo, halklara hazır reçete sunmaz, onlara hakikat zemininde bir özgürlük yolu açar. Bu yol yürünmediğinde, sorun yolun değil yürümeye cesaret edemeyenlerin olur. İşbirlikçi ve oportünistlerin çığlıkları cesurluktan değil korku ve ezberlerin bozulmasına bağlamak gerekir. Onlar bilinen ezberci yolun yolcuları olmak ister, yeni bir yol açmanın ne kadar tehlikeler barındırdığını bilirler. Tarih göstermiştir ki, yön tayin edici her kritik eşikte, bir çok çevre oportünist ve işbirlikçi reflekslerini açıkça sergilenmiştir. Bu, sıradan bir zaaf değil, sistemik bir tutarsızlık biçimi olarak tarihin her dönemeç anında yeniden sahneye çıkmıştır. ancak bu işbirlikçi ve oportünist tutumların, toplumda ve siyasette gerçek bir karşılığı yoktur. Gün doğduğunda nasıl gölgeler kaybolup silinir gidiyorsa, tarihsel hakikat anı geldiğinde bu çevrelerin de izi silinir. Ne halkın vicdanında bir yerleri vardır ne de tarihin yürüyen yönüyle bir bağları vardır.

Bugün Kürt halkının ve bölgedeki tüm ezilen halkların önünde bir tercih vardır, ya mevcut sistemlerin aparatına indirgenmek ya da kendi öz iradesiyle, bu çizgide bir toplumsal inşa sürecine katılmak. Önder Apo, bu çağrının hem bedelini ödeyendir, hem de taşıyıcısıdır.

 

Hakkı TEKİN

Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi

Tags: demokratik devrimHEGEMONYAKAPITALISTkurdistankurdler
Share202Tweet126
Previous Post

Şam İktidarının Savunma Bakanlığı Kontra Bir Gücün Hazırlığını Yapıyor- ÖZEL HABER

Lekolin

Lekolin

RelatedPosts

Politik Analiz

Zihniyetin Aşamaları Ve Bilincin Taşıyıcıları

by Lekolin
3 Temmuz 2025
0

İnsanı anlamak için önce onunla birlikte oluşan zihniyetin izini sürmek...

Read more

TC ve HTŞ Dünyanın Gözü Önünde Alevileri Katletmeye Devam Ediyor-HABER ANALİZ

2 Temmuz 2025

Demokratik Toplum Sosyalizmi ve Öz Savunma

1 Temmuz 2025

Küresel ve Bölgesel Hegemonik Rekabetin Bir Yansıması

27 Haziran 2025

‘Niyeti İyi Olan Bir Devlet, Kongre Sonrası İkinci Gün Komisyon Kurardı’

25 Haziran 2025
KÜRDİSTAN ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

© 2025 Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi