Kıbrıs, jeopolitik konumu, tarihsel çatışmaları ve son yıllarda keşfedilen geniş hidrokarbon rezervleriyle Doğu Akdeniz’in en önemli enerji rekabet alanlarından bir haline gelmiştir. Günümüzde, enerji kaynaklarının bölgesel ve küresel güç dengesinde oynadığı kritik rol, Türkiye, Yunanistan, İsrail, AB, ABD ve Rusya gibi aktörlerin politikalarını şekillendirirken, Kıbrıs çevresindeki doğal gaz rekabeti olası daha geniş ölçekli çatışmaların da zeminini oluşturabilmektedir.
Kıbrıs, Akdeniz’in üçüncü büyük adası. Coğrafî konum itibariyle bir uçak gemisine benzetilen ada, her dönem stratejik önem ve özelliğini korumuştur. Kıbrıs, tarih boyunca Orta Doğu’ya açılmak isteyen devletler için vazgeçilmez stratejik ve ticarî bir üs olarak görülmüştür. Adayı elinde bulunduran güç her zaman etrafındaki bölgeye de hâkim olabilmiştir. Kıbrıs’ın en yakın komşusu Türkiye’dir. Kıbrıs, Türkiye için konumu itibariyle sadece kendisinin korunması açısından değil, bölgedeki dengelerde kendini güvenceye alma açısından da önemli bir teminat olarak görüyor.
TC BU HATTAN DIŞLANACAK MI?
1990’lı yıllardan itibaren ABD’nin küresel stratejilerdeki kırılganlığı ve Rusya’nın enerji kaynaklarını siyasi koz olarak kullanması, Doğu Akdeniz’deki güç dengelerini yeniden şekillendirmiştir. ABD’nin Pasifik’te Çin ile rekabetinin yanı sıra, Rusya’nın eski Soğuk Savaş dönemindeki stratejik hamleleri, bölgedeki çekişmeleri derinleştirmiştir. Türkiye’nin ise bu ortamda avantaj sağlamaya yönelik politikaları, hem askeri hem de ekonomik alanda stratejik bir oyunun parçası olarak görülmektedir.
2000’li yılların başında Doğu Akdeniz’de keşfedilen hidrokarbon rezervleri, bölgeyi yeniden enerji rekabetinin merkezi haline getirmiştir. Özellikle Afrodit ve Calypso havzalarında yapılan keşifler, Kıbrıs’ın yalnızca siyasi değil, aynı zamanda ekonomik ve stratejik bir değere sahip olduğunu ortaya koymuştur. Bu keşifler, bölgedeki enerji firmalarını, izleyen küresel aktörleri ve yerel güçleri harekete geçirmiştir.
Enerji kaynaklarına dayalı rekabet, sadece Kıbrıs’la sınırlı kalmayıp, Rusya’nın enerji politikaları, ABD’nin küresel stratejileri ve AB’nin enerji bağımlılığını azaltma çabalarıyla da bağlantılı hale gelmiştir. Rusya’nın enerji kaynaklarını bir koz olarak kullanması, her ne kadar bölgesel bir strateji gibi görünse de, uluslararası alanda da önemli etkiler yaratmaktadır. ABD ve AB gibi aktörler, Doğu Akdeniz’deki enerji rezervlerini stratejik bir kaynak olarak görürken, bölgedeki jeopolitik gerilimlerin daha geniş çaplı küresel çatışmalara yol açabileceği öngörülmektedir. Kıbrıs’ta keşfedilen doğalgaz rezervleri, adanın kendisini enerji bağımsızlığı ve ekonomik kalkınma açısından önemli bir konuma getirmektedir. Ancak, bu durum aynı zamanda adanın doğal kaynaklarının kontrolünü ele geçirmeye yönelik stratejik hamlelerin de artmasına neden olmuştur. Bölgedeki taraf devletler, kendi ekonomik çıkarlarını korumak adına projelere destek verirken, uluslararası enerji şirketleri de yatırımlarını artırmaya başlamıştır. Bu ekonomik boyut, aynı zamanda siyasi ve askeri stratejilerin de formasyonunda etkili olmaktadır.
Enerji projelerinin yanı sıra, bölgedeki mevcut durum, düşmanlıkların yıllardır devam eden tarihi ve yeni keşfedilen doğal gaz rezervlerinin potansiyeli, grubun küresel güvenlik dengeleri üzerindeki etkilerini de artırmaktadır. Türkiye’nin ve Yunanistan’ın polemiği, bölgedeki uluslararası aktörlerin de müdahalesiyle birlikte, eğer diplomatik yollar sonuç vermezse, daha geniş çaplı bir çatışmanın fitilini ateşleyebilecek potansiyele sahiptir. Bu durum, özellikle uluslararası ittifakların ve enerji güvenliğinin söz konusu olduğu bir dünyada, üçüncü dünya savaşı senaryolarının zeminini oluşturabilir. Doğu Akdeniz’deki enerjik rekabet, yalnızca yerel aktörler arasında kalmayıp, ABD, Rusya, AB ve Çin gibi küresel güçlerin de stratejik çıkar alanına girmiştir. ABD, özellikle Rusya’nın enerji politikalarını kısıtlamak ve bölgedeki dengeleri kendi lehine çevirmek adına müdahalelerde bulunurken; Rusya ise enerji kaynaklarını bir koz olarak kullanmaktadır. Avrupa Birliği’nin enerji bağımlılığını azaltma çabaları da, bölgede yeni enerji projelerinin teşvik edilmesi ve yatırımların artırılması yönünde adımlar atılmasına neden olmuştur. Enerji kaynaklarının kontrolü, yalnızca ekonomik çıkarlarla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda küresel güçlerin diplomatik stratejilerinde önemli bir yer tutmaktadır. ABD’nin Doğu Akdeniz’deki enerji rekabetine müdahil olması, NATO içinde yaşanan gerilimleri de beraberinde getirmiştir. Aynı şekilde, Rusya’nın bölgedeki enerji rezervlerini siyasi koz olarak kullanma gayreti, yerel çatışmaların daha geniş uluslararası krizlere dönüşme riskini artırmaktadır. Bu durum, enerji kaynakları üzerine kurulu diplomatik ilişkilerin nasıl hassas bir dengenin üzerinde hareket ettiğini ve ister küçük bir çatışma isterse daha geniş çaplı bir askeri müdahalenin, küresel dengeleri nasıl sarsabileceğini ortaya koymaktadır.
Türk devleti tüm enerji güzergahlarının geçiş merkezi olmak ve eski jeo politik, jeo stratejik konumunu korumak istiyor. Fakat IMEC projesinde devre dışı kalmıştır. Arap dünyasının kapıları İsrail-Yunanistan üzeri Avrupa ya açılacak. Oysa TC ve AKP kendisini islam dünyasının hamisi sayıyor. Bunun ekonomi ve ticarete de yansıtmak istiyor. Türk devleti, içinde yer almayacağı herhangi bir projeyi kabul etmeyerek sabote edeceğini açıkladı. Bu uyarının hemen ertesinde Hamas’ın 7 Ekim 2024 İsrail’e karşı saldırıları gelişti. Amaç IMEC projesini sabote etmektir. Hamas’ın da hamisi TC ve Erdoğan’dı. İran’da bu saldırıların bir parçasıydı. Zira IMEC’ aynı zamanda İran’ı da devre dışı bırakıyordu. Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada Kıbrıs’ı ihmal ederek küresel ve bölgesel politikalarda yetkin olabilmesi mümkün değil. Doğu Akdeniz, enerji güvenliği, jeopolitik rekabet ve askeri gerilimlerin kesiştiği bir bölge. Kıbrıs, bu mücadelenin tam merkezinde. Türkiye’nin hamleleri (sondaj, Libya anlaşması) bölge denklemini değiştirirken, ABD-AB-Yunanistan bloğu Türkiye’yi “dışlama” stratejisi izliyor.
ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞININ NEDENLERİNDEN BİRİ ENERJİ HATTI PROJELERİ
Kıbrıs çevresindeki enerji rekabeti, mevcut jeopolitik gerilimler ile birleştiğinde, geniş çaplı çatışmaların fitilini ateşleyebilir. Kıbrıs çevresindeki enerji rekabeti, tarihsel kökenleri, bölgesel jeopolitik dinamikleri ve küresel aktörlerin müdahil olması nedeniyle, sadece yerel bir anlaşmazlık olarak kalmayıp, potansiyel olarak daha geniş çaplı uluslararası krizlerin fitilini ateşleyebilecek niteliktedir.
Kıbrıs’ta süregelen tarihsel anlaşmazlıklar ve Megali İdea’nın etkisi, günümüz enerji politikalarına yansımakta; siyasi ve kültürel çatışmalar, doğal gaz rezervlerinin tartışmasında belirleyici rol oynamaktadır. Bununla birlikte süregelen enerji rekabeti; Doğu Akdeniz’deki devasa doğal gaz rezervlerinin keşfi, bölgesel enerji rekabetini körüklemiş, bu durum ekonomik ve askeri stratejilerde belirleyici bir faktör olarak öne çıkmaktadır.
Bunun yanında yapılan stratejik projeler; EastMed Boru Hattı, Türkiye-İsrail Doğalgaz Boru Hattı ve Iğdır Nahçıvan projesi gibi projeler, yalnızca enerji arz güvenliğini değil, aynı zamanda bölgedeki güç dengesini yeniden şekillendirmektedir. ABD, Rusya, AB ve diğer büyük güçlerin bölgeye müdahil olması, yerel çatışmaların küresel ölçeğe taşınmasına zemin hazırlamaktadır. Buda Üçüncü Dünya Savaşı riskinin fazlasıyla ön plana çıkarıyor. Enerji projeleri, uluslararası ittifaklar ve diplomatik çözümsüzlük, potansiyel olarak zincirleme uluslararası çatışmalara yol açabilecek dinamikler olarak öne çıkmaktadır.
Kıbrıs çevresindeki enerji rekabetinin tarihsel, siyasi, ekonomik ve askeri boyutlarını ele almakta, bölgedeki projelerin ve aktörlerin etkileşimleri üzerinden olası üçüncü dünya savaşı senaryolarını tartışmaktadır. Hem yerel hem de küresel düzeyde yaşanan dinamikler, enerji kaynaklarının kontrolü üzerinden şekillenen karmaşık ilişkiler zincirini gözler önüne sermektedir.
Kıbrıs çevresindeki enerji rekabeti ve bunun uluslararası güç dengelerine yansımaları, yalnızca bölgesel bir ekonomik konu olmanın ötesinde, potansiyel olarak daha geniş çaplı küresel çatışmaların hatta üçüncü dünya savaşı senaryosunun fitilini ateşleyebilecek niteliktedir. Tarihsel anlaşmazlıkların, stratejik enerji rezervlerinin ve uluslararası aktörlerin müdahalesinin iç içe geçtiği bu ortamda, tüm tarafların diplomasi ve işbirliğine dayalı çözümler aramaları kaçınılmazdır. Kıbrıs’ın enerji rekabeti, yalnızca yerel sorunlardan ibaret olmayıp, uluslararası güç dengeleri üzerinde derin etkiler yaratabilecek stratejik bir konudur. Geçmişten günümüze süregelen politik ve tarihi anlaşmazlıkların, devasa doğalgaz rezervlerinin ortaya çıkmasıyla birleşmesi, bölgedeki çatışmaların potansiyel boyutunu artırmaktadır. Her ne kadar enerji kaynakları ekonomik kalkınma için büyük fırsatlar sunsa da, bölgedeki politik istikrarsızlık ve jeopolitik çekişmeler, daha geniş çaplı küresel krizin fitilini ateşleme riskini de beraberinde getirmektedir. Bu nedenle, tüm tarafların kısa vadeli çıkarların ötesine geçerek uzun vadeli barış ve işbirliği stratejileri geliştirmesi gereklidir.
Türk devleti tüm enerji güzergahlarının geçiş merkezi olmak ve eski jeo politik, jeo stratejik konumunu korumak istiyor. Fakat IMEC projesinde devre dışı kalmıştır. Arap dünyasının kapıları İsrail-Yunanistan üzeri Avrupa ya açılacak. Oysa TC ve AKP kendisini islam dünyasının hamisi sayıyor. Bunun ekonomi ve ticarete de yansıtmak istiyor. Türk devleti, içinde yer almayacağı herhangi bir projeyi kabul etmeyerek sabote edeceğini açıkladı. Bu uyarının hemen ertesinde Hamas’ın 7 Ekim 2024 İsrail’e karşı saldırıları gelişti. Amaç IMEC projesini sabote etmektir. Hamas’ın da hamisi TC ve Erdoğan’dı. İran’da bu saldırıların bir parçasıydı. Zira IMEC’ aynı zamanda İran’ı da devre dışı bırakıyordu.
İSRAİL VE TC’NİN SURİYE’DEKİ ÇATIŞMASINININ NEDENİ NE?
TC’nin HTŞ ve Şam iktidarı üzerinden bölgeye hakimiyet oluşturmak için yaptığı ‘Ali Cengiz’ oyunları ve Sahil bölgesindeki Alevi katliamlarının önünü açan hamleler yapmasının nedeni Doğu Akdeniz’deki denkleminde güçlü çıkma arayışı olduğu belirtilebilir. Zira İsrail yaptığı IMEC projesinin hayata geçirmesi olarak öne sürdüğü gerekçelerle TC’nin bu hakimiyet arayışına karşı saldırılar yapması Doğu Akdeniz üzerinde gelişen çatışma ve savaş olarak görülebilir.
Türkiye, hem enerji hem de jeopolitik konumu nedeniyle bölgesel enerji güzergahlarının merkezi olmayı hedefliyor. Ancak IMEC projesinden dışlanmış ya da tam olarak entegre olamamış. Türkiye her ne kadar IMEC gibi projelerde belli ölçüde dışlanmış olsada, kendi projeleriyle bu hedeflere ulaşmaya çalışıyor örneğin; Orta Koridor, Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı, Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol ve Doğal Gaz Boru Hatları, ve Karadeniz’de LNG terminali gibi projelerle ordaki varlığını korumaya çalışıyor. Türkiye, bölgesel güç ve enerji merkezi olma hedefinden vazgeçmemiş, ama dışarıda kalmış ya da pasif kalmış. Bu durumda Türkiye kendi projeleri ve stratejik konumlandırmasıyla bölgedeki etkinliğini sürdürüyor. Kendi nükleer, enerji ve ulaşım projeleri ile bağımsızlık ve kontrol amaçlı alternatif güzergahlar geliştirmeye çalışıyor. Bölgesel ve küresel güçler arasındaki rekabet ve bölgesel aktörler arasındaki politik ve ekonomik çekişmeler ayrıca Suriye, Irak, Doğu Akdeniz gibi bölgelerdeki çatışmalar, Türkiye’nin enerji ve ulaşım projeleriyle uyum içinde hareket etmesini zorlaştırıyor ve bu projeye katılımını engellemiş oluyor. Ayrıca Jeopolitik riskler de bu nedenlerden biri çünkü projeye katılan ülkelerdeki politik istikararsızlık ve güç dengeleri de Türkiye’nin dışlanmasının nedeni olmuştur.
Botan AMED