01 Mayıs 2017 Pazartesi Saat 21:14
Yüzyıllık sistem aşılıp-yeni denge ve kurumların oluşmaya
başladığı bu süreçte öngörü ve karar mekanizmaları güçlü olan, yerinde ve
zamanında adım atan güçlerin yeni yapılanmada söz sahibi olmaları
kaçınılmazdır.
ABD’de yeni yönetimin küresel sorunlara daha fazla müdahil
olacağı görülmektedir. Suriye’de hava üssünün vurulması, Kuzey Kore karşısında
harekete geçilmesi ve DAİŞ’e karşı Afganistan da nükleer silahlardan sonraki en
büyük bombanın kullanılması bunun göstergesidir. Dünyanın her yerinde,
özellikle de Ortadoğu ve Asya-Pasifikte daha aktif bir dış politika
sergileyeceği görülmektedir. Bu durum büyük güçlerin direk savaşlara
girmelerini beraberinde getirebilecek bir potansiyel taşımaktadır.
Müdahaleci dış politikanın kimi sonuçları şimdiden ortaya
çıkmaktadır. ABD, müdahaleciliğiyle Ortadoğu’da ilk etapta müttefiklerini yeniden
etrafına toplamayı hedeflemektedir. Suudi Arabistan, Katar, Mısır, Türkiye vb.
güçlere alandaki gücünü, etkinliğini hatırlatmıştır. İran’a karşı politikasını
sertleştirmiştir. Yine Asya-pasifikte Kuzey Kore’yi direk etkileyecek askeri
adımlar atmıştır. Bununla bir taraftan Çin’i baskı altına almak, diğer taraftan
Japonya ve Güney Kore gibi müttefiklerini daha fazla yanına çekerek bölgedeki
etkinliğini artırmaya çalışmaktadır.
Bu durum Rusya’yı fazlasıyla etkilemektedir. Rusya
pozisyonundan taviz vermeden etrafındaki müttefiklerini ve çıkarlarını korumaya
çalışmaktadır. Bu politikasıyla ABD yönetiminin müdahaleci siyasetini
dengelemeyi amaçlamaktadır. Hem İran’ı yanında tutmak, hem de Suriye üzerinden
Ortadoğu’da elde ettiği etkinliği korumak Rusya için öncelik kazanmıştır. ABD
ve Rusya yönetimleri bölgede uyguladıkları pragmatist politikalarla her geçen
gün etkinliklerini pekiştirmek istemektedirler.
Hem bölgede, hem de dünyanın diğer yerlerinde yaşanan
çatışma ve gelişmeler her iki güç arasındaki mücadelenin boyutlarını
göstermektedir. Bölgede uzun bir süredir devam eden 3. Dünya savaşında gelinen
aşamada hızla niteliksel bir değişim yaşanmaktadır. Bir yanda vekâlet savaşları
yerini perde gerisindeki asıl aktörlere bırakırken, diğer yanda bu durumun yansıması
olarak ittifaklaşmalar ve karşıtlıklar yeniden şekillenmektedir. Ara tonları
olmakla birlikte bölgesel ittifaklaşmalar-karşıtlaşmalar daha fazla ikili bir
karaktere bürünmektedir. Bu denklemde Rusya ve çevresine topladığı güçler tüm
imkânlarıyla yeni dönemde etkinliklerini güçlendirmeye çalışmaktadırlar. Bu
uğurda her yolu denemektedirler.
Cephenin diğer tarafını ABD öncülüğünde bir araya gelenler
oluşturmaktadır. Bu güçler ise eski statükocu Ulus-devletçi yapıları yıkıp,
çıkarları doğrultusunda bölgeyi yeniden dizayn etmek istiyorlar. Bu uğurda
ekonomik ambargo, siyasal-diplomatik kuşatma ve her geçen gün tahripkârlık
düzeyi derinleşen askeri çatışmalara başvurmaktadırlar. ABD’nin bölgedeki
enerji kaynaklarına sahip olma ve enerji nakil yolarını denetime alma istemi
ile AB’nin güvenli alternatif enerji güzergahlar oluşturma, göçü önleme ve
terörizmin yarattığı güvenlik sorunu birleşerek bölgesel sorunlarda her iki
gücün ortaklaşmasının zeminini yaratmaktadır. Suriye, Irak, Yemen, Libya ve
Ukrayna’da hayat bulan bu durumdur. Bu sonuç diğer alanlardaki çelişki ve
çatışmalarda yansımaktadır.
Suriye, Irak, Yemen, Libya ve Ukrayna merkezli devam eden bu
çatışmalar İran vb. merkezlere sıçrama olasılığı her geçen gün artmaktadır.
Özelikle Rusya’nın Ukrayna’da kazandığı göreceli üstünlük ve Suriye’de askeri
alanda peş-peşe kazandığı mevzilerin yaratığı öz güven gittikçe bölgede daha
fazla aktifleşme, oyun kurmada belirleyici olmaya çalışma ve Suriye’de askeri
bir zafere odaklanmasına neden olmuştur. Bu çerçevede sahada askeri gücünün
önemli kısmını seferber ederek ilerlemeye çalışırken, siyasi ve diplomatik
alanda da her türlü imkânını seferber etmiştir. Astana görüşmeleri ile
bölgedeki dengeleri değiştirmeye girişmiştir. Bu uğraşlarında Kürt kartını kullanarak
TC’yi etkisizleştirip Halep özgülünde kısmen başarılı olmuştur. Burada elde
ettiği başarılarla nihai sonuca gitmek istemiştir. Bunun sonucu küresel
güçlerin yoğun karşı hamlelerine maruz kalmıştır. Önce uzun süredir gündemden
düşen Ukrayna’daki çatışmalar yeniden alevlenmiştir. Rusya’yı zorlayacak bir
hal almıştır. Bunu metro saldırısı ve Suriye’deki kimyasal saldırı hamleleri
takip etmiştir. Böylece Rusya, Ukrayna’daki savaşı kazandığını ve Suriye’de de
askeri zaferi düşündüğü bir anda var olan durumun gerisine düşmüştür. Son çatışma nükleer ve biyolojik
silahlanmanın yarattığı dehşet dengesi devam etikçe bir gücün askeri zaferinin
kolay-kolay mümkün olmadığını göstermiştir.
Mevcut durumda eski statüko her alanda dökülmektedir. Yemeni
eski duruma getirmek imkânsızdır. Hali hazırdaki durum da sürdürülebilir
değildir. Bu nedenle kendi-kendini tüketen iç çatışma derinleştikçe,
Arabistan’ı ve İran’ı daha fazla içine çekecek ve daha da görünür biçimde bu
güçlerin çatışmasına dönüşecektir. Aynı zamanda bu iki gücün daha fazla
enerjisini yutacaktır. İran ve Arabistan burada etkinliklerini artırmaya
çalıştıkça daha fazla bataklığa batarak, güç-enerji kaybedeceklerdir. Tüm dış
müdahalelere rağmen Libya’daki iç karışıklık her geçen gün derinleşmektedir.
Küresel güçlerin ülkede etkinlik kurma aracı olarak farklı gruplar oluşturma ve
desteklemesi, her türlü ortak irade arayışlarını yok ederek Radikal İslamcı
grupların örgütlendiği ve etkinlik kurduğu bir zemin yaratmaktadır. Bu durumun
yaratığı güvenlik vb. sorunlar aşiretsel bölünmeyi tetikleyerek her geçen gün
ülkeyi bir kaos adasına dönüştürmektedir. Küresel güçlerin yarattıkları bu
durumdan kurtuluş yolu olarak ülkenin fiili bölünmesinin resmileştirilmesi
gündemleşmektedir. Bu çerçevede Libya’nın üç ayrı devlete dönüşmesi tartışması
yeniden gündemleşmekte ve daha fazla yüksek sesle dile getirilmektedir. Irak ve
Suriye ise uzun süredir devlet olarak varlıkları formaliteye dönüşmüştür. Bu
iki alanda aynı anda birçok farklı örgüt ve devletin etkinliği bulunmaktadır. Bunun sonucu bu iki merkezdeki çatışma
yaygınlaşmakta, var olan kaosu derinleştirmektedir. ABD’nin Suriye’ye
saldırısının askeri açıdan sonuçları ne olursa olsun, siyasal sonuçları
sarsıcıdır. Bu yolla hem Rusya’nın askeri zafer ihtimalini ortadan kaldırmıştır,
hem rejimin mevcut haliyle geleceğinin olmayacağını göstermiş, hem de alanda
İran’ı darbeleyip- kısmen de olsa sınırlamıştır.
Trump dönemi ile birlikte ABD ve AB’nin İran’a dönük
yaklaşımları farklılaşmaya başlamıştır. Yeniden şer odağı politikalarına benzer
biçimde İran’ı sıkıştırma, kuşatma, ekonomik, diplomatik, hatta dolaylı askeri
hamlelerle güçten düşürme gündemleşmiştir. Bu kapsamda İran’ın içine dönük
çabalar gelişmekte, etnik-mezhepsel fay hatları kaşınarak harekete geçirilmeye
çalışılmaktadır. Bu temelde İran’ın, Suriye ve Yemende göreceli olarak elde
etiği kazanımlar tersine çevrilmek istenmektedir. İran’ın, Yemenden Lübnan’a
uzanan güzergâhta bir Şia hattı oluşturma çabaları, onu hem birçok bölgesel
güçle karşı-karşıya getirmekte, hem de daha fazla ABD vb. küresel güçlerin
hedefi haline getirmektedir. İran’ın, Suriye’de ve Lübnan’daki etkinliğini
sürekli arttırması ve Golan tepelerini etkisine alması İsrail’i tedirgin
etmektedir. Bu durum İsrail’in İran’a karşı daha fazla saldırganlaşmasına neden
olmaktadır. Önümüzdeki dönem bu alanda yaşanan sorunların, çelişkilerin daha
fazla derinleşme ve çatışmaya dönüşme potansiyeli taşımaktadır. Bu anlamda
İran’da yakın dönemde yapılacak seçimler oldukça önem kazanmaktadır. Seçimler
rejimin kendini kısmen yenileme, restore etme zemini olabileceği gibi, dış
müdahalelerle ülkede var olan çelişkiler tetiklenerek iç çatışma ve kaosun
derinleşmesine de yol açabilir. İç çelişkiler ciddi bir çatışmaya dönüşmeden
İran’a yönelik açık bir küresel askeri harekatın gelişme şansı zayıftır. ABD
İran’ı en fazla hedeflediği dönemlerde bile askeri müdahaleler fazla ön plana
çıkmamıştır. Mevcut durumda ise bir çok Ortadoğu ülkesinde, özellikle Irak’ta
birbirini gözeten bir pozisyondadırlar. Dolayısıyla mevcut siyasi çekişmelerin
ABD-İran arasında kısa vadede askeri bir çatışmaya dönüşmesi zayıf bir
ihtimaldir.
Irak’ta hükümet güçleri, Uluslararası Koalisyon ve İran
denetimindeki Haşdi Şahbi güçlerinin desteğiyle DAİŞ’e karşı sürdürdüğü savaşta
önemli kayıplar verme pahasına belli bir ilerleme kaydetmiştir. DAİŞ kesin
yenilgiye uğratılmasa da önemli ölçüde geriletilip- zayıflatılmıştır. Bu açıdan
yeni döneme ilişkin çelişkilerin daha fazla su yüzüne çıkacağı bir döneme
girilmiştir. ABD öncülüğündeki uluslararası güçler ile Rusya- İran bloğu, İran
ile Türkiye çelişkileri gibi uluslararası güçlerin Irak özgülünde bir-birine
zıt çıkarları politikaları ile içte DAİŞ tehdidinin gölgelediği Şia-Sünni
çelişkisi, Kürt- Arap, Merkezi hükümet-Kürdistan bölge hükümeti arasındaki
sorun ve çelişkiler daha fazla çatışma üretecektir. Bu nedenle DAİŞ’e karşı
savaşın kazanılması Irak’taki çatışmaların sonlanması değil, daha geniş,
karmaşık ve yıkıcı çatışmaların başlangıcı olacaktır.
Suriye zemininde son saldırılar savaşın daha da derinleşip yayılacağının
işaretidir. Kimyasal saldırı ve sonrasında ABD’nin füze saldırısı, Suriye
rejimi ve müttefiklerinin askeri zafer olasılıklarını ortadan kaldırmıştır.
Ayrıca mevcut rejimin hiçbir biçimde geleceğinin olmadığını tescillemiştir.
Suriye’de savaşın gidişatı daha fazla asıl aktörlerin sahada kendini gösterdiği
ve savaşın yıkıcılığının artması yönündedir. Suriye şimdiden çok parçalı bir
yapı ve hal almıştır. Son olarak da İsrail’in daha müdahil bir pozisyon aldığı
Suriye de artık federal bir yapıya dönüşse bile devletin ayakta kalmama
ihtimali yüksektir. Irak’ın federal olarak bir arada kalamadığı bir çözüm
reçetesinin, uluslararası güçlerce her koşulda Suriye için savunulması için bir
neden yoktur. Dolayısıyla artık çok bölgeli bir Suriye coğrafyası ile karşı karşıyayız.
Yeni dönemde Suriye’de savaşın daha da derinleşmesi olasılığı yüksektir. Buna
her an dünya ve bölge devletlerinin bizzat savaşa dahil olmaları da
eklenebilinir.
KDP’ artık paramilliter bir güçtür
Başur’da çelişkilerin ilk baş gösterdiği yer hassas dengeler
ve toplumsal bir yapıya sahip Kerkük’tür. Kerkük’te alınan bayrak kararında
bunun belirtileri açığa çıkmıştır. Alınan kararın tetiklediği krizde iç
dinamiklerin rolü olsa da, ABD’nin Türkiye ve İran’a yönelik hamlelerinin de
payı vardır. Bu durum, TC ile KDP’ye de bir uyarı niteliği de taşımaktadır. Bu
adımın TC-KDP ortaklığında sahte bir yaklaşımla İstanbul’daki bir havaalanına
çekilen bayrakla geliştirilen ilişkileri deşifre etme özelliğine de sahiptir.
Kerkük’teki bayrak kararı, şehrinin Güney Kürdistan’a bağlanmasına kadar
gidebileceği yönünde işaretler ise güçlenmektedir.
Güney Kürdistan’da iktidarı paylaşan güçlerden KDP hem
içte-hem de dışta birçok sorunla boğuşmaktadır. Parlamento göstermelik hale
gelip, işlevsizleşmiştir. Merkezi hükümetle ilişkiler her an çatışmaya
dönüşecek durumdadır, ki bu Musul’un özgürleşmesinden sonra daha fazla görünür
hale gelecektir. Ekonomik kriz tüm toplumsal ilişkileri dinamitlemekte, rüşvet
ve yolsuzluk ahlaki çöküntüyü derinleştirmektedir. Barzani hanedanlığı içindeki
klik çatışmaları gittikçe kanlı bir hal almaktadır. Farklı kesimlerdeki
muhaliflerin yanı sıra Peşmerge içindeki üst düzey komutanlar ve KDP
yöneticileri de faili meçhul cinayetlere kurban gitmektedir. KDP Uluslararası
alanda Kürtlere karşı gelişen sempatiyi kullanarak elde etiği imkânları TC’ye
milislik yapmak için kullanmaktadır. Şengal’e dönük saldırıları bu kapsamdadır.
Şengal saldırısı ile bir yanda Özgürlük güçlerini darbelemeyi isterken, bir
yanda da Rojava üzerindeki kuşatmayı derinleştirme ve burada devrimi boğmayı
amaçlamaktadır. Fakat Şengal saldırısı KDP’nin dünyada ve Kürdistan’da sert
tepkiler almasına ve güçlü bir teşhiri yaşamasıyla sonuçlanmıştır. Bu anlamda
zaten son derece zayıf bir konumda olan KDP’nin dillendirdiği “Kürdistan’ın
bağımsızlığı söylemi bu zayıf durumunu ve gittikçe TC’nin paramilliter gücü
haline gelme gerçekliğini örtme amaçlıdır. Mevcut durumda Barzani ailesinin
geliştirdiği petrol ticareti ve askeri olarak aldığı pozisyon ile KDP önemli
oranda TC’nin paramilliter gücü haline gelmiştir.
Faşist ittifak her durumda kaybedecektir
Yayılımcı emelleri olan TC süreç boyunca stratejisini esas
olarak Kürtlere kaybettirme üzerine kurdu. Bu amaç doğrultusunda içte çökertme
planını en acımasız yöntemlerle devreye koydu. Sınır tanımayan tutuklamalar,
düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün yok edilmesi, şehirlerin içindeki
insanlarla yakılıp-yıkılması bir-birini takip etti. Cumhuriyetin kuruluş
sürecinin tedip-tenkil uygulamalarını güncelledi. Bu uygulamalarını sınırlar dışına taşan
kapsamlı saldırılarla tamamladı. Diplomatik, siyasal, ekonomik kuşatma ve
hamleler askeri operasyonlarla tamamlamak istendi. Bu kapsamda resmi güçleriyle
tekniğe dayalı yaptığı operasyonlar kadar, Roj Peşmergeleri, ÖSO, Heşdi-Vatani
gibi adlar altında örgütlediği paramilliter kuvvetlerini de harekete geçirdi.
Bu uğraşları ile içte her türlü örgütlülüğü dağıtarak, direnen güçleri tasfiye
ederek irade kırma, dışta ise bunu engelleyecek çabaları darbelemeyi amaçladı.
Bu çerçevede ilan etikleri gibi Mart ayına kadar amaçlarına ulaşıp içte
Özgürlük hareketini örgütsel anlamda felç edip, işlemez hale getirebilselerdi,
Nisanla birlikte dış alanlara dönük daha kapsamlı operasyonlara
başlayacaklardı. Fakat özgürlük hareketi her alanda direndi. Ciddi bedeller
ödeme pahasına dişe-diş bir mücadele yürüttü. Bu nedenle TC içte uyguladığı tüm
vahşete rağmen kaybetti. Özgürlük hareketinin geliştirdiği direniş düşman
iradesini kırdı, kazanma azmini önemli oranda yok etti. 8 Mart etkinlikleri,
Newroz kutlamaları ve Özgürlük hareketinin yaza giriş hamlesi bu durumun
yansıması oldu. Bunun sonucu düşman peş-peşe kaybetmeye başladı. İçteki
kaybediş dışarıya yansıdı. Suriye’de kaybetti. Irakta kaybetti. Daha sonra bu
durum tüm Uluslararası ilişkilerine yansıdı. Buralarda kaybetti. Şimdiye kadar
kendisini ayakta tutan Almanya, ABD vb. güçlerle kavgalı hale geldi. Bu durumu
diğer önemli aktörlerle kavga etmesi izledi. Bir anda yoğun bir tecritle
karşı-karşıya kaldı. 1990’lardan sonra ilk kez silah ambargosu ile karşılaştı.
Bu kuşatmayı kırmak için Suriye’deki çeteleri satma karşılığında Rusya ile
geliştirmek istediği ilişkiler var olan sorunları daha fazla derinleştirdi.
Arabistan ve Katarla olan kirli ittifakının çatırdamasına neden oldu. Eski
ilişkilerinin tümü ile sorunlu hale gelirken, Rusya ile istediği ilişki
düzeyini yakalayamadı. İçte oluşan ve yeni kapı ruhu olarak isimlendirilen
faşist blok önemli oranda çatladı ve Tayip Erdoğan Bahçeli ile baş-başa kaldı.
Dışta ise Barzani dışında dostu kalmayan bir duruma düştü.
Bu nedenle 16 Nisan referandumunun sonucu ne olursa olsun
faşist blok kaybetmeye mahkûmdur, Referandumda “evet çıkarsa bu durum Tayip ve
Bahçeli liderliğindeki faşist iktidar bloğunun zaferi değil, ayakta kalmak için
daha fazla baskı, tutuklama ve operasyona girişme zorunluluğu demektir. Bu
durum içte daha fazla çatışma ile yüz-yüze kalmaları, toplumsal kaosun
derinleşmesi, dışta ise nefes alamaz bir tecrit, kuşatma ve dışlanma ile
karşılaşması olacaktır. Bu anlamda “Evet in çıkması faşizmin ömrünü uzatan
değil, sonunu yakınlaştıran bir özeliğe sahiptir. Hayır’ın çıkması ise faşist
bloğun açık yenilgisi ve yeni bir sürecin başlangıcı olacaktır. Bu durumda
erken seçimlerin gündemleşmesi ve yeni bir tablonun şekillenmesi kaçınılmaz
olacaktır. Faşist bloğun yenilgiyi kabullenmemesi ihtimali ise intihar dışında
bir sonuç yaratmayacaktır. Kısacası her iki ihtimalde de faşist blokun
yenilgisi, Kürdistan halkı ve demokrasi cephesinin zaferi olacaktır.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html