Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkmaza girdiği Ortadoğu’da gündem, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”na kilitlendi. 26 yıldır ağır tecrit altında olmasına rağmen çöken kapitalist modernite sistemine karşı geliştirdiği alternatif modelle Ortadoğu ve dünyaya yeni pencereler açan Önder Apo’nun “Demokratik Değişim-Dönüşüm” niteliğindeki çağrısını, yarattığı etki, geliştirmek istediği paradigma, sistem tıkanıklığını, küresel gelişmeleri, Kürt sorununun çözümünü ve bu kapsamda Ortadoğu’da yaşanan krizler ile değişim ve dönüşümü elle almak gerekiyor.
Faşist AKP Lideri Erdoğan ve MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin son açıklamalarına bakıldığında Önder Apo’nun yapılan çağrıya ciddi yaklaşması ve hemen akabinde PKK’nin hasasiyetle cevap verme durumu görülünce acaba işin ciddiyeti görüldü de “U” dönüşü mü yapılacak sorusu geliyor akıllara. Çünkü hem açıklamalarda hem de Pratik adım atma konusunda sürece gayriciddi yaklaşma ve gerekli hassasiyetleri görmeme hali var. Söz kurarken etiği dışarıda bırakılamaz. Böylesi süreçlerde etik dengenin en üst seviyede gözetilmesi gereken zamanlardır. Tarafları hiçleştirmemek, tarihsel sosyolojilerini unutmamak ve saygı göstermek gerekmiyor muydu? Adeta Önder Apo’ya çokça saldırı olduğunu, ne dediğine kafa yormadan, barış için çabası gözetilmeden onu boşa düşürme manevraları uygulanıyor.
Diğer bir risk barış sürecinin yenme-yenilme üzerinden okumaktır. Bu ve buna dair oluşturulan dil, zaman kaybından başka bir şey değil. Bu açıdan toplum bu sürece güvenerek, arkasında durarak gitmeli. Çok basit bir neden var bunun için: Barış. Herkesçe Önder Apo’nun zaten tüm riskleri fazlasıyla aldığı görülüyor, bunlar iktidar tarafından görülmemesi imkansız. Fakat riskleri bertaraf etme gücüne güveniyor. Teorik ve pratik güç sahibiyim demesi biraz buradan da okunabilir. Bu riskleri bilerek yola giriyor. İktidar da aldığını düşündüğü risklerin ciddiyetine göre adım atması gerekmez mi?
KURALLAR TEMELLİ DÜZEN ÇATIRDIYOR
En son Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin, karşılıklı “savaşa hazırız” açıklamalarıyla tehlike çanları çalmaya başladı. Diğer yandan ABD’nin bir nevi rest çekmesiyle ABD ve Avrupa Birliği (AB) arasının açıldığı, NATO yerine yeni bir oluşum mu kurulacak vb tartışmalar ve gelişmelerin ortasında Önder Apo’nun çağrısı söz konusu dinamiklerle bir bağlantısı olduğu belirtilebilir.
Şöyle ki; 14-16 Şubat 2025 tarihlerinde yapılan 61. Münih Güvenlik Konferansı’nda deyim yerindeyse fırtınalar esti. Çünkü çok kutuplu dünya tartışmaları, daha konferans bitmeden birçok ezberi yerle yeksan etti. Zaten bundan öncesi Ocak ayında “Savaş zihniyetine geçme zamanı geldi“ diye açıklama yapan çiçeği burnunda NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, savaş zamanı yerine savaş zihniyeti vurgusu yapması, yukarıda belirtiğimiz ABD-Çin gerilim açıktan yürütülüyor ve hamleler buna göre atıldığını teyit ediyor. Bu belirlemeyi destekleyen ise geçen hafta Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, AB liderler zirvesi öncesinde yeniden “Silahlanma çağındayız” diyerek 800 milyar Euroluk silahlanma planı önerisi oldu. Bunun için eski kurumsallık ve inşalar çatırdıyor, yeni ve daha rekabetçi bir düzene evriliyor. Avrupa siyasal-sosyal bir mimari arayışına başlayarak, içe çekilen, güvenliği daha da ön plana alan, kendi kurtuluşunu önceleyen bir “akılcılık” söz konusu. Trumpizm bir neo-faşizm dalgası estirerek siyasal tüm ezberleri yeniden masaya yatırıyor. Tayvan Üçüncü Dünya Savaşı’na en yakın aday konumunu koruyor, Ukrayna cephesinde yeni bir perde açılıyor. Rusya hattında hakeza öyle. Tüm bunlar basit sonuçlar değil, jeopolitik çıkmazlardır. Değişmeyeninin “değişeceği”, çözüleceği bir aralıkta olduğu görülüyor.
Bunların öncesinde de 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Ortadoğu, İsrail’in saldırılarıyla kaynıyordu ve hala da kaynamaya devam ediyor. Zira bu tarihten sonra kurallarla birlikte değerler sistemi de dibe vurdu. Uluslararası hukuk ortadan kalktı, bugün öyle bir norm sadece kağıt üstünde kaldı. Çünkü anlık sınırlar değişebiliyor, savaş olan her yerde uluslararası ve bölgesel güçler dahil oluyor ya da zorunda kalıyor.
İşte böyle bir dönemde Önder Apo böyle bir çağrı yaptı. Bu belirleme çağrının etkisi anlamında abartılı kaçmadı mı şeklinde bir soru da sorulabilir ancak Sri Lanka’da 1990’lı yıllarda barış görüşmelerinde geçen bir anekdotu buraya bıraktığımızda daha iyi anlaşılacaktır. Sri Lanka’da başlayan barış görüşmelerine ilişkin bir direniş komutanı, masaya oturma nedenlerini “Berlin Duvarı’nın yıkılışını“ neden gösteriyor. “Berlin ile Sri Lanka arasında yaklaşık 10 bin kilometre var, ne alaka?“ diye sorulduğunda ise “Bugün adım atmazsak o duvarın altında kalırız” diyor. Çünkü yıkılan sadece bir duvar değildi, değişen-dönüşen koca bir dönemdi. Bu bir realitedir. Ortadoğu’da da yıkılan her duvar, kısa veya uzun vadede çokça şeyi değiştiriyor. Çünkü burada sorunlar sistemseldir, haliyle çözümler de buna denk düşmeli. Anlaşılıyor ki Önder Apo’da Kürt meselesini de bu dinamiklerden ayrı ele almadı. Küresel siyasalı etkileyen herhangi bir taş, herhangi bir kanat çırpışı Kürt meselesine dolaylı ya da dolaysız etkide bulunabiliyor.
Tarihin çatırdama anları var. Bu bazen kısa bazen uzun sürelidir. 1990’larda başlayan Ortadoğu’daki yeni sayfa, şu an Körfez ülkeleri öncülüğünde yeni düzenin inşası ile gidiyor. Bunun için yukarıda kurallar ve değerlerin dönüşümü belirlemesini yaptık. Bu kırılmalara, dönüşümlere göre adım atılmazsa ilerleme sağlanamaz. Bundan kaynaklı Re-organize süreci kaçınılmazdır, aksi halleri için de önümüzde yeterince hazin örnekler var.
SAVAŞLARIN YÜKSELİŞTE OLDUĞU SÜREÇTE KÜRTLER SİLAH BIRAKIYOR!
Yukarıda da belirtiğimiz gibi Avrupa ve NATO başta olmak üzere, dünyada da genel olarak silahlanma ve savaşlar yükselişte, silahların patlayacağı bir dönemde Kürtlerin elindeki silahı bırakma kararı almasının nedeni ne şeklinde bir soru veya tartışması yaşanabilir.
Tabi ki buna elinde silah olanların karar vermesi en önemlisidir. Ne zaman alacağına karar verenler ne zaman bırakacağını da bilir. Sebep sonuç ilişkisinden bakmakta fayda var. Dünyada yüzlerce yerel ve ulusal çapta çatışma çözüm örneği var. Silah bırakanlar, ‘Dünyada savaşlar sürüyor, silahları bırakamayız’ demedi. Her örgütün ve sahip olduğu kültürel-sosyal-siyasal sermayesinin serencamı farklıdır. Önder Apo‘nun çağrının girişine PKK’nin doğduğu iklimi tarif ederek başlaması, bugün de içinden geçilen iklimin referansıyla silahı devre dışı bırakması yaşanan toplumsal gerçekliklerle ilgili olduğunu düşünülebilir. 93’te de, 2013’te de bırakılacaktı, fakat şartlar oluşmadı ya da sabote edildi.
Son dönemlerde çok hırslı, Ortadoğu’da hegemonik güç olma peşinde olan bir Türkiye’nin dış politikası bu olan bitenleri gören bir yerden bakıp bakmadığını tam belli değil. Ancak şu bir gerçek ki Türk devleti dış politikaya çok yoğun mesai harcayan bir ülke. Düzenli okuma yapıyor. İbrahim Kalın “Jeopolitik merkezin Atlantik’ten Asya’ya doğru kaydığını” söylemesi ve buna göre adımlarını atacaklarını ilan etmesi önemli bir ayrıntı. Türkiye, 2025 yılının; hegemonik güçlerin İran’a hamle ekseninde yürütüleceğini ve içerideki en volkanik yapının Kürtler olduğunu, İsrail’in yükselen trendine set çekemeyeceğini, Suriye’deki gelişmelerin Kürtlerin lehine gittiğini görüyor. Zengezur’dan Mumbai’ye enerji koridorlarından dışlandığını, Kıbrıs’ın kaynayan bir yer olduğunu, ABD tarafından eski albeniyle bakılmadığını, Rusya’nın yeni tercihlere gideceğini de görüyor. NATO’nun da artık son dengeler üzerinden bir Kürt çözümüne yanaştığını biliyor. İçeriden bir çözümü fırsat görmesi de biraz bu temalardan kaynaklıdır.
”BEN TÜRKİYE’Yİ DEĞİŞTİRMEK DEĞİL DÖNÜŞTÜRMEK İSTİYORUM”
Çağrının özüne dair elbette çokça şey ifade edilebilir, ancak Türklere seslenen bu çağrı, Türkiye’yi Kürtlerden daha fazla değişimle yüz yüze bırakacağı öngörülebilir. Elli yıllık bir birikimin rafinesi olarak yazılan bu çağrı metni teorik bir çerçeve ve net bir öneri ile yetiniyor. Hatırlanacağı üzere Önder Apo 1992 yılında Gazeteci Mehmet Ali Birand’a yapılan bir röportajda “Ben Türkiye’yi değiştirmek değil, dönüştürmek istiyorum” şeklinde ki belirlemesiyle amacını sürekli canlı tutmuş. Önder Apo’nun metne tarihsel sosyoloji vurgusu ile başlaması tesadüf değildir. Belki de bu çağrıyı ancak “Tarihsel sosyoloji” içinde anlayabilirsiniz demek istiyor. Nedir tarihsel sosyoloji? Toplumların zaman içinde nasıl değiştiğini, dönüştüğünü ve şekillendiğini anlamak için var olan bir disiplindir. Önder Apo Kürt meselesini bu sosyolojik izlek içinde takip etmeye özen gösteriyor. Devletler ile olan ilişki, kimlik süreçleri, ekonomik ilişkiler, yapısal süreklilikler, siyasal stratejiler ve daha birçok etmeni birlikte ele alıyor. Tarihsel sosyoloji içinde Kürt-Türk ilişkileri üzerinden okunmazsa süreç eksik algılanır, dolayısıyla çağrıyı ve Kürt Özgürlük Hareketi de eksik algılanır, yine aşırı milliyetçi savrulmaları eksik algılanır.
Çağrının üç gerçeğe yaslandığını görüyoruz. Geçmişin deneyimine, şimdinin şartlarına ve bu şartların dayattığı küresel-bölgesel jeopolitizme, son olarak da geleceğin tahayyülüne. Bu gerçekler üzerinden bir amaç güdülüyor. Bu amaç da Kürtlere hukuk ve siyasi zeminde yol açmak, tarihin kırılma anında Kürtleri güvenli bir limana almaktır. Bir konum değişikliğine işaret ediliyor gibi. Zaten dikkat edilirse Kürt siyasi hareketi, felsefik manada, göçebe bir harekettir. 12 Eylül sürecinde, 93-95-99 sürecinde, 2004-2009-2013 süreçlerinde zihinsel ve fiziksel göç hallerine tanık oluyoruz. Bu biraz zaman-mekân-tarih üçgeninde hayat ile kurulan sezgiden kaynağını alıyor.
Fırat ALİ
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi