Rus-Ukrayna savaşının başlamasıyla birlikte ABD-AB gibi hegemonik güçlerin hızla sürece endirekt şekilde de olsa dahil olmaları ve Ukrayna’dan yana tavır almaları, açıkça gösterdi ki bu savaş sistemin bilgisi dahilinde yaşanmaktadır. Hatta kimi uzmanlara göre bu güçler uzun süredir böyle bir planlamayı hayata geçirme arayışındaydılar. Rusya bu biçimiyle Ukrayna savaşının içine çekilerek süreç başlatılmış oldu. Nitekim ABD hızla süreci gündeme almış ve bir konsepte gitmiştir.
Üçüncü dünya savaşı Rusya-Ukrayna çatışmasıyla yeni bir sürece evirildi. 1990 körfez savaşı ile başlayan ve hegemonik güçler eliyle yürütülen bu süreç, otuz yıldır Ortadoğu merkezli gelişmekteydi. Bölgesel ve yerel kimi güçlerin katılımıyla Irak, Afganistan, Suriye gibi devletler ekseninde yürüdü. Ancak bu yılın şubat ayı ile birlikte savaşın seyri değişti. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması düşük yoğunluklu yürüyen savaşın dozajını hızla artırdığı gibi, savaşın Ortadoğu’dan Batıya kayma durumunu da açığa çıkardı. Ortadoğu merkezli yürüyen savaşa Avrupa Birliği devletlerin katılımı sınırlıydı. Daha çok da savunma stratejisiyle bazı savaş süreçlerine katılım sağladıkları görülmekteydi. Ancak yeni gelişen durum AB ülkelerini ciddi anlamda kaygılandırdı. Ukrayna’ya komşu Polonya, Macaristan, Romanya gibi AB ve NATO üyesi devletler savaşın içlerine taşırılacağını, Rusya’nın kendilerine doğru yayılacağını, Rusya’nın geçmişin Sovyetler Birliği gibi genişlemeyi arzu ettiği tasası gütmektedir. Bu ülkeler kadar diğer AB ülkeleri de ikinci dünya savaşından sonra ilk kez bu düzeyde savaşın sıcaklığını yakından his eder oldular. Haliyle bu gerçeklik yeni arayışlara, stratejik ittifak ve planlamaları gündeme getirdi.
Rus-Ukrayna savaşının başlamasıyla birlikte ABD-AB gibi hegemonik güçlerin hızla sürece endirekt şekilde de olsa dahil olmaları ve Ukrayna’dan yana tavır almaları, açıkça gösterdi ki bu savaş sistemin bilgisi dahilinde yaşanmaktadır. Hatta kimi uzmanlara göre bu güçler uzun süredir böyle bir planlamayı hayata geçirme arayışındaydılar. Rusya bu biçimiyle Ukrayna savaşının içine çekilerek süreç başlatılmış oldu. Nitekim ABD hızla süreci gündeme almış ve bir konsepte gitmiştir.
ABD’nin Ortadoğu coğrafyasında istediğini alamadığı, Büyük Ortadoğu Projesini (BOP) inşa edemediği görüldü. Buna rağmen projeye stratejik yaklaştığı ve hala vazgeçmediği bilinmektedir. Dolayısıyla yaşanan durumu lehine çevirme arayışında olduğu yaşanmakta olan yoğun diplomasi trafiği ve askeri güç hazırlıklarından anlaşılmaktadır. ABD Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, Arap ve kimi Asya devletleriyle ilişkiyi artırmış, imparatorluk sıfatına denk bir görüşme serileri düzenlemektedir. NATO dışında kalan Avrupalı ülkeleri bu kuruma dahil etme arayışı kadar Ortadoğu ülkeleriyle de yakın temas içerisindedir. Bu anlamda ABD gelişen bu savaş süreciyle birlikte dünyayı yeniden dizayn ederek tıkanan emperyalist sisteme nefes aldırmaya çalışmaktadır.
Bu bağlamda Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya dahil edilme sürecinin başlatılması, yine Madrid’de yapılan NATO toplantısına Güney Kore gibi bazı ülkelerin katılımları bu oluşumu yeniden yapılandırılacağını, daha güçlü hale getirileceğinin işaretidir. Geçmişte beyin ölümü gerçekleşmiştir denilen NATO yaşanan gelişmelere denk bir düzeye getirilmeye çalışılıyor. ABD’nin buna öncülük etmesi, aynı zamanda Avrupa’nın kendini savunabilmesi için ABD’ye duyulan ihtiyacı da göstermektedir. Nitekim şubat ayından bu yana özellikle doğu Avrupa bölgesine ABD’nin yoğun askeri takviyeler yaptığı belirtilmektedir. Avrupa birliği ülkeleri savunmalarını bu hamleler ile sağlama almaya çalışırken, özellikle AB’den çıkan İngiltere’nin NATO’nun güçlenmesi temelinde atılan adımlara katılımı ve kendi ordusunu Rusya ile girilecek bir savaş üzerinden motive etmesi dikkat çekicidir.
Rus-Ukrayna savaşı özünde hegemonik güçlerin enerji, jeopolitik, ticari ve yayılma mücadelesidir. Savaş özünde iki devlet arasında gözükse de belli başlı tüm hegemonik güçlerin bir şekilde bu savaşa dahiliyesi olmaktadır. Şüphesiz Uyuyan Dev-Çin’in son yirmi yılda ticaret, silahlanma ve teknik gelişim düzeyi ABD ve bazı Avrupa ülkeleri tarafından yakından takip edilmekte, kendileri açısından bu gelişim ciddi riskler barındırmaktadır. Dolayısıyla Çin bu sürecin öznelerindedir. Fakat ABD ile karşı karşıya gelmemek için yaşanan savaşa direk bir katılımı gözükmemektedir. ABD ile daha çok Tayvan üzerinden tartışmalara girmektedir. Ancak süreç içerisinde ABD-AB öncülüğünde geliştirilen yeni dizayn ile birlikte Çin ekonomisinin blokaj altına alınmasının hedeflendiği, Rusya-Çin ve İran’ın birlik halinde hareket etmelerinin engellenmeye çalışıldığı yapılan değerlendirme ve atılan adımlardan anlaşılmaktadır. Çin’in Batı tarafından atılan adımlara kendi cephesinden nasıl bir strateji ile cevap vereceği bölgedeki güç dengeleri açısından oldukça önemlidir.
Arap devletlerinin de son süreçte yoğun diplomasi faaliyeti yürüttükleri, bölgede yaşanan değişimlere göre pozisyon almaya çalıştıkları görülmektedir. Özellikle de ABD ve İsrail eksenli yürüyen görüşmeleri önümüzdeki süreci belirleyecek temel momentlerdir. İbrahim anlaşması olarak da ifade edilen İsrail ile normalleşme ve barış anlaşması ekseninde yürütülen görüşmeler giderek genişlemektedir. İsraillin güvenliği açısından ABD’nin de yoğun destek verdiği bu faaliyetler yıl itibariyle bölgede daha fazla gündemleşmiştir. Yine Muhammed Bin Selman öncülüğünde Suudi Arabistan’ın bölgede atak yaptığı, yakın zamanda birçok Ortadoğu ülkesini ziyaret ederek ticaret ve politik sahada bir ivme yakalamıştır. ABD başkanı Biden’in Suudi Arabistan ziyareti Arap devletleri tarafından önemsenmektedir. Biden’in dokuz Arap devleti ile Cidde toplantısına katılacak olması bunun yansımasıdır. Anlaşılıyor ki Arap devletleri ivme kazanan üçüncü dünya savaşında ekonomik, politik ve askeri açıdan kendilerini sağlamaya almaya, bu amaçla da ittifak arayışlarını hızlandırmaya çalışmaktadırlar.
Farklı bir gelişim olarak Batının ve özelde de ABD’nin yeni süreçte Yunanistan’a biçtiği görev önemli olmaktadır. Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesişiminde konumlanan, yine Balkan ülkelerinin önde gelen devleti olarak kendisine yeni bir rol atfedildiği anlaşılmaktadır. NATO ve AB konseyinin belirlediği 2030 yılı stratejisinde Yunanistan’ın Batı açısından önce cephe olarak değerlendirildiği ekonomik, askeri ve teknik açıdan donatılmaya başlandığı görülmektedir. Bu haliyle de geçmişte benzer rol verilen ve gerek iç sorunları, gerekse de bölge düzeyinde belirlenen misyonu yerine getirmeyen Türkiye devletinin alternatifi olarak ele alındığını belirtmek mümkündür. Özellikle de 2015’ten beri TC’nin Ruslarla dansı ve bölge düzeyinde kestirilemeyen hamleleri, yeni Osmancılık hedeflerinin Barı tarafından nasıl karşılanacağı merak konusu olmaktaydı. Yunanistan’a gösterilen ilgi ve biçilen rol ile TC’nin tümden gözden düşürüldüğü söylenemez, ancak satranç tahtasında kale konumundan çıkacağı kestirilebilir. Bu açıdan gelişen yeni dönemde Yunanistan’ın pozisyonunu göz ardı etmemek gerekir.
Üçüncü dünya savaşı ekseninde yeni bir aşamaya giren Yeni Dünya Düzeni stratejisi (lerinin) covid-19 süreciyle hazırlık ve kuluçka dönemine girdiği, sadece Kafkasya özelinde etkili olmakla birlikte yeni dönemin tarzına dair ipuçları veren Karabağ savaşıyla başlangıç yaptığı, Rusya-Ukrayna savaşıyla da daha doğrudan savaşlar sürecine giriş yaptığı netleşmektedir. Bu anlamıyla Rusya’nın mı savaşı başlattığı yoksa savaşın kaçınılmaz olarak kendini dayattığı halen tartışılmaktadır. Rusya gibi temkinli, Sovyetler birliğini dağılmasından sonra son 20 yıllık süreçte toparlama yaşadığı bir devletin gözü kapalı bir savaşa girmesi, tüm Batı ülkelerini karşısına alması zor bir ihtimaldir. Geriye dünya sisteminin daha yoğun bir savaşa ve ortak düşman yaratımına duyduğu ihtiyaç kalmaktadır ki Rusya hem geçmişte oluşan algı, hem de son iki on yılda yaptığı hamle ve gelişmelerle giderek daha fazla göze battığı, hedeflenmeye uygun olduğu gerçeği kalmaktadır. Önder APO bu kriz ve kaotik süreçleri 25 ile 50 yıl yaşanabileceğini belirtmektedir.
Rusya’nın içine girdiği bu savaş sürecinde ne yapacağı, nasıl bir strateji çizeceği bilinmezliğini korumaktadır. Savaşın uzaması kendi içinde yeni sorunlar getirecektir. Günümüzde dünyadan izole edilmek bir nevi ilgili devletin cezaevine alınması, konulmasıdır. Rus ekonomisinin bunu ne kadar kaldırabileceği, halkının buna ne kadar dayanacağı önemli olmaktadır. Fakat ortak tespit şu ki bu Batı hegemonik güçleri bu savaşı uzatmaya çalışacaklardır. Ukrayna’ya verilen askeri ve maddi destek ile demeçler bunu göstermektedir ki dünya sisteminin böyle bir ihtiyacı var. Belirtildiği gibi orta yoğunlukta bir savaşla, sistemin aba altında sopa ile değil, direk sopa ile ilgili engelleri aşma arayışı kendisi açısından zorunlu bir noktaya gelmiş, getirilmiştir. Çöküşe doğru giden sistem, sürdürülemezliliğini şiddetin dozajını artırarak frenlemeye çalışacaktır. Bu da yeni değil, hegemonik yayılmacı, iktidarcı sistemlerin 5000 yıldır tekrarladığı yöntemdir.
Devam edecek…
Ali KASIM
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi