06 Mayıs 2010 Perşembe Saat 08:23
0
21
TR
*/6 Mayıs hem 1972’de idam edilen Türkiyeli devrimci
önderlerin şahadetinin yıldönümü, hiç de tesadüf olmayan bir şekilde
önderliğimize yapılan suikast girişiminin de yıldönümüdür.
Deniz, Yusuf ve Hüseyin’erin idam edildikleri gündür 6
Mayıs. Bu üç devrimci gencin idamının bizim özgürlük mücadelemizde de çok
anlamlı yerleri vardır. Bizim mücadelemizi de etkileyen ve bugüne kadar
etkileri süren bir mücadelenin sembolleridir onlar. Mamak cezaevinde,
Önderliğimizin bulunduğu bölümden alınıp idama götürülmüşlerdir. Önderliğimiz,
bu idam gününün tüm duygularını, anılarını bugüne kadar yaşatan ve devrimci
mücadelesinde örgütlülüğe ve eyleme dönüştüren bir önderlik gerçeğidir. Bu
devrimcilere bağlılığın gereğinin mutlaka yapılmasını kendisi açısından bir
borç bilmiştir. Bu borcun gereği olarak bu büyük devrimcilerin şahadetinden
çıkardığı oldukça önemli dersler olmuş ve sonrasında PKK hareketinin
gelişiminde bu derslerin oldukça büyük etkisi olmuştur.
Önder Apo’nun Türkiye devriminin baharı olarak
nitelenebilecek bu devrimcilerin şahadetinden çıkardığı ilk ve en önemli ders
bu devrimcilerin idamı ile birlikte yeni bir devrimci mücadele başlatma
kararlılığıdır. Önderliğimiz, Denizlerin idam edildiği gün, şu sözü vermiştir:
Öyle bir hareket başlatmalıyız ki, bu devrimci gençlerin uğradığı sonla
karşılaşmasın. Öyle bir hareket
başlatmalıyız ki Deniz, Yusuf ve Hüseyin’lerin başlattığı oldukça anlamlı ancak
kısa sürede kesintiye uğrayan mücadele gibi olmasın. Bunun için de düşmanın
istediği koşullarda değil, kendi istediğimiz koşullarda bu mücadeleyi
sürdürelim. Önderliğimizin bu devrimcilerin idamından çıkardığı en temel ders
bunlardır. Dolayısıyla Önderliğimizin daha sonraki mücadelesinde ve
hareketimizin bugüne kadar sürmesinde Denizlere verilen bu sözün ve onların devrimci
ruhunun etkisi büyük olmuştur. Zaten
Denizlerin idam sehpasındayken, devlete meydan okuması ve “Yaşasın Kürt ve Türk
halklarının kardeşliği sloganını atması hem Önderliğimizi etkilemiştir, hem de
daha sonra mücadeleye katılan Kürt gençlerini de etkileyen önemli bir söz ve
duruş olmuştur. Öyle ki bu etkilenme ve çıkarılan ders PKK hareketinin
ideolojik genlerinden biri haline gelmiştir. Biz bugün halkların demokratik
birliği, kardeşliğini dillendirirken ya da bu çizgiyi bugüne kadar izlerken,
bunda tabi Denizlere, Mahirlere verilen sözün rolü önemlidir. Biz bu çizgimizle
onların özlemlerini de yerine getirmiş oluyoruz. Bu tutumumuz hem sosyalist
kimliğimizin bir parçası oluyor, hem de ahlaki olarak onlara karşı sorumluluğun
bir gereği oluyor.
Türkiye’deki gençlik hareketi 60’ların sonunda dünyada
gelişen 68 gençlik hareketi’nin bir devamı, parçasıydı. Hatta dünyadaki 68
gençlik hareketi’nin en radikal, en devrimci, sömürüye, zulme, baskıya karşı
kararlılıkla isyan eden ve halka derinden bağlı olan bir parçasıydı. Denizlerin
mücadelesini böyle görmek gerekiyor. Bu devrimcileri anmak, tanımak çok
önemlidir. Onlar sıradan insanlar değildir. Genç yaşamlarına çok büyük anlam
kazandıran, idam sehpasına giderken bile bu yaşamın anlamını derinden
duyumsayan ve onun onurunu, gururunu yaşayan insanlardır. Denizlerin
mahkemedeki savunmaları şimdi kaset yapılmış ve birçok kesim tarafından
dinleniliyor. Hala da dinlenildiğinde heyecan veren bir duruşu, coşkusu,
kararlılığı yansıtan bir üslubun etkisini görüyoruz. Ölümü yenmiş, ona meydan
okuyan bir tavırla kendi düşüncelerini ortaya koyuyor. Düşüncelerinde
eksiklikler olabilir. Türkiye gerçeğini derinlikli kavradıklarını, Türkiye
gerçeğine uygun bir ideolojik teorik yaklaşım gösterdiklerini tümden söylemek
mümkün değildir. O yönüyle belli yanılgılar ve yanlışlar var. Ama inançlarıyla,
kararlılıklarıyla her türlü eksikliği aşabilecek, her türlü eksikliğin üzerinde
yerleri olan bir kişilikleri vardır. İdeolojik teorik yaklaşımlarında devleti
tam çözememişlerdir. Ama Türkiye cumhuriyeti tarihinde sömürücülüğe, gericiliğe
baskıya ilk büyük isyandır. Türkiye gerçeğindeki en kararlı, en inançlı
isyandır. Bu isyan o kadar köklüdür ki şahadetleri, ölümleri ile Türkiye’de
büyük bir devrimci mücadelenin, devrimci sürecin gelişmesini sağlamışlardır.
Ölümleri Türk devleti için yaşamlarından kat kat daha büyük bir tehdit
oluşturmuştur. Nitekim bir süre sonra okullarda, mahallelerde, fabrikalarda,
üniversitelerde onların ruhu gezmiş, Türkiye’de gençlik hareketinin büyük
boyutlara ulaştığı görülmüştür.
Onların gençliği nasıl etkilediğini çok iyi biliyoruz.
Onların duruşları, duyguları bizleri de çok derinden etkiledi. Bir nevi bizim
açımızdan onlar zulme, baskıya, işkenceye karşı isyan eden efsanelerdi.
Kimsenin yapamayacağını başarmış insanlardı. Bizim içimizdeki ezikliği,
yapamadığımız başkaldırıyı, bizim dile getiremediğimiz özlemleri en iyi biçimde
onlar dile getirmişti. Onlar bu duyguları dile getirdiği için onlara sempati
duyan gençler, onların duruşlarıyla verdiği özgüvenle harekete geçmiştir. Yani
duruşları bile başlı başına gençliğe büyük bir özgüven vermiştir, heyecan
kazandırmıştır. Yani daha sonraki gençlik hareketinin ister Türk, ister Kürt
olsun, gösterdikleri militanlık, o gençlerin anasının babasının verdiği
özellikler değildir. O devrimci gençlerin hem mücadele sırasında, hem de
şahadete giderkenki duruşları Türkiye’de Kürdü ile Türkü ile bütün gençleri
derinden etkilemiştir. Bu açıdan Türkiye ve Kürdistan’da yeni bir gençlik
kuşağının yetişmesini beraberinde getirmiştir. Bunun altını kalın bir çizgiyle
çizmek gerekiyor.
Onların şahadeti ile aslında 12 Mart darbesi yenilgiye
uğratılmıştır. 12 Mart belki onları idam etmiştir ama o idam sehpasında
yenilgiye uğrayan onlar olmamıştır. Nitekim kısa bir süre sonra 73’te seçimler
olmuş, Ecevit’in partisi birinci parti olmuştur. Ecevit’in seçimlerden birinci
çıkmasını sağlayan Ecevit’in öyle çok büyük sözler söylemesi, ‘Karaoğlan’
olması, şu veya bu olması değildir. O oyların alınmasında, Ecevit’in birinci
olmasının arkasında Denizlerin, Mahirlerin şahadetinden sonra etkilenen
devrimci gençliğin faşizme karşı duyduğu büyük öfke vardır. Gençlik ve
etkilenen toplum, radikal söylem dillendiren, “ne ezen- ne ezilen, insanca,
hakça düzen diyen Ecevit’in peşinde gitmiştir. Bu söylemler gençlerin de
özlemlerini dile getiriyordu. 1973 seçimlerine giderken, Ecevit’in birinci
sloganı “ne ezen ne ezilen insanca hakça düzen”dir. Böyle bir sol ve
halkçı bir yaklaşımı olduğundan Deniz’lerin, Mahir’lerin yarattığı gençlik tüm
dinamizmiyle meydanlarda, sokaklarda her yerde CHP’ye çalışmış ve birinci parti
yapmıştır. Hala 1970, 1973’lerde, 1977’lerde Ecevit’in topumda büyük bir etki
yaptığı söylenir. Bu aslında Ecevit’in bu gençlerin yarattığı değerleri bir
rantçı olarak kullanan fırsatçı bir lider olduğunu göstermektedir. Kesinlikle
çok faydacı bir yaklaşımla, bilinçli bir biçimde Türkiye’deki bu sol eğilimi
kullanmıştır.
1968 Türkiye gençlik hareketi bu kuşağın dünyadaki en
radikal bir koluydu. Bu nedenle Türkiye’de militan devrimciliği tetiklemişti. O
güne kadar Türkiye’de TKP, TİP gibi illegal ya da legal partiler de vardı ancak
mücadele teorisi ve pratiği olarak pasifist ve de reformisttiler. Türkiye’deki
rejimi sarsıntıya uğratacak bir örgütlülüğe ve siyasal yaklaşıma sahip
değildiler. Küçümsememek gerekir, TİP belli yönleriyle etkili olmuştur, ama
Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin içinde bulunduğu 68 kuşağı Türkiye’de
solun, sosyalizmin yükselen değer haline gelmesini sağlamıştır. Gerçekten de
1960’ların sonu, 1970’lerin başında Türkiye’de sol, sosyalizm yükselen bir
değerdir. Türkiye’de yükselen bu sol ve sosyalizm, dünyadaki 68 kuşağının
etkisiyle Sovyetlere mesafeli, reel sosyalizme karşı kuşku duyan, onun kendi
özgürlük ve demokrasi özlemlerini karşılamadığını gören bir yaklaşımla, Sovyetlere
mesafeli ve eleştiren bir tutumla yaklaşmışlardır. Daha sonra bizim
hareketimizin de Sovyetlere mesafeli durması, revizyonist demesi bir yönüyle de
bu gençlerin o özgürlükçü, militan duruşlarındaki sorgulayıcı ya da reel
sosyalizmin kendilerini tatmin etmeyen uygulamalarına karşı bir tutum, duruş
olarak ortaya koymasının etkisi vardır. Bu durum daha sonra Sovyetler
birliğinin Türkiye’de çeşitli gruplar tarafından daha fazla sorgulanmasını
beraberinde getirmiştir.
Denizlerin en fazla irdelenmesi gereken yanı militanlığı,
mücadeleye kattıkları ruhtur. Bu ruhu önemsemek gerekiyor. Yani devrimin,
devrimciliğin duygu ve heyecanını hiç küçümsememek gerekir. Devrimciliği ya da
militanlığı, demokrasi, özgürlük savaşçılığını sadece bazı doğruları bilen,
bilimsel bilgilerle donanan insanlar olarak düşünmek, ya da sadece bilimsel
bilgilerle bu işin yürüyeceğini sanmak da yanılgıdır. Zaman zaman böyle
eğilimler de çıkıyor ki, doğru değil. Bilimsel bilgiler, gerçekleri, sömürüyü,
zulmü, baskı gerçekliğini bütün boyutlarıyla gözler önüne serer. Bu da tabi
ister istemez özgürlük ve demokrasi yanlılarının önünü görmesini, doğru yol ve
politika oluşturmasını beraberinde getirir. Ama ne kadar doğru bilgiye
ulaşırsanız ulaşın bir de o tespitlere uygun karşıt güçlere karşı mücadele
etmek, özgürlük ve demokrasiye kilitlenmek bir heyecan, tutku ister. Bu açıdan
Denizlerin duruşlarını özgürlüğe ve demokrasiye tutkunun, bunu elde etme
kararlılığının sembolü olarak görmek gerekiyor. Onun için hala kasetleri elden
ele dolaşıyor. Yaptıkları sözlü savunma hala etki yapıyor. Mazlum’un,
Hayri’nin, Kemal’in de böyle sözleri var. Kemal de gerçekten Deniz Gezmiş gibi
konuşurken etkili olan, duygusunu, heyecanını yansıtan bir yoldaşımızdı. Hatta
yürüyüşüyle bile Denizlerin o mahkemede yürüyüşüne benzer bir yürüyüşün
sahibiydi. Deniz yürürken bile meydan okuyan, neredeyse oradaki bütün
askerleri, polisleri koluyla dağıtan, mahkeme heyeti üzerinde bir üstünlük
kuran bir yaklaşımın, duruşun sahibidir. Kemal de öyleydi konuştuğu veya
yürüdüğü zaman kesinlikle karşı tarafın her türlü egemenlikçi yaklaşımlarını
kırardı, o ruhu, etkiyi ortadan kaldırırdı.
Denizleri anarken, onların o inancını, bağlılığını halk ve
yoldaş sevgisini çok iyi değerlendirmek gerekiyor. Mahkemede de, idam sehpasına
giderken de, önceden de her zaman yoldaşlar topluluğu olarak birbirine sıkı
sıkıya sarılmışlardır. 1980’lerde Diyarbakır cezaevinde onlarca insan idam
edilseydi, yüzde doksan dokuz idam
edilen arkadaşların hepsi Deniz Gezmiş gibi sehpaya başı dik gidip kendi sandalyesini
kendisi çekecek kadar kararlıydılar. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Gerçekten
Diyarbakır Cezaevi’nde hiç kimse idamı düşünmüyordu. Bu duruşta da, Denizlerin
idam sehpasındaki duruşları önemlidir ve etkisi vardır. Zaten Deniz’in bir
tarafının Kürt olduğu söylenir ama Hüseyin İnan Kürt genciydi. Denizlerin
idamını sadece Türk gençlerinin idamı olarak görmemek lazım. Türkiye gençliği
deniyor ama o dönemlerde Türkiye devrimci gençlik hareketinin en önemli
militanları Kürtlerdi. Mahir’in yanında şehit düşen Hüseyin Cevahir de Dersimli
bir gençtir. Hüseyin İnan Sivas’ın Gürün ilçesinin bir Kürt köyündendir.
Kürtlüğünü bilen, onu inkar etmeyen biridir. Bu açıdan sadece Türkiye’deki
militan ruhu değil, Kürt devrimci hareketinin de ruhunu etkilemişlerdir. Bu
gençlerin Kürt olduğu bilindiğinden Kürt gençleri de etkileniyordu. Kaldı ki
Kürt halkının ezilen halk gerçekliğinden dolayı özellikle de Kürt yoksul
gençleri Türkiye’deki devrimci gençlik hareketlerinde yoğun biçimde yer
almışlardır. Bu anlaşılır bir durumdur. Radikal bir Kürt hareketi çıkmadığı
için, direnen, mücadele eden Kürt gençlerinin duygularına, özlemlerine,
ezilmişliğin yarattığı öfkeye cevap vermediği için Kürt gençleri de doğal
olarak o dönemde Denizlerin, Mahirlerin yarattığı hareketlerde yer almıştır. O
dönemde bir kısım Kürt gençlerinin oluşturduğu DDKO gerek sınıf, gerekse bunun
yansıması olarak oldukça pasif bir mücadele çizgisine sahip olduğundan yoksul,
ezilmiş Kürt gençliği açısından çekici olmamıştır. 1973’lerden sonra Apocu hareket
çıkar çıkmaz geçmişte Türk soluna kayan militan gençler akın akın hareketimize
akmıştır.
Sosyalizme bağlı, özgür ve demokratik ülke isteyen bir
anlayışla ortaya çıktığımızdan belli yönleriyle bu gençlik hareketiyle ortak
eğilimler içinde olduğumuz söylenebilir. Diğer Kürt örgütlülüklerinin hepsi
şöyle veya böyle DDKO ya da KDP’nin etkisinde kalmışlardır. Sadece PKK,
DDKO’nun, KDP’nin ideolojik ve de siyasi etkisi ile ortaya çıkmayan tek
harekettir. Önderlik bir ara İstanbul’da DDKO’ya gitmiştir ancak bu, öyle
sürekliliği olan bir ilişkilenme değildir. Hem siyasal bilgiler fakültesinde,
hem de girdiği cezaevinde Mahir Çayan’ın kurucusu olduğu THKP-C’ye daha yakın
durmuştur. Yine bizim hareketimizin kurucularının önemli bir bölümü Türk soluna
sempati duymuş veya oradan gelmiş arkadaşlardır. Böyle bir etkisi var.
Hareketimizi Türkiye’deki devrimci gençlik hareketinden ve onun devrimci
sonuçlarından etkilenen gençlerin kurduğu bir grup olarak değerlendirmek
gerekir. Önderlik zaten defalarca, Apocu hareketin çıkışını Türkiye’deki
gençlik hareketiyle, Vietnam ulusal kurtuluş hareketinin etkisiyle
ilişkilendirir. Ulusal kurtuluş hareketlerinin o dönemde yükselişi ve Türkiye
devrimci gençlik hareketi Apocu grubun ruhunu ve militanlığını belirleyen temel
etkendir Öte yandan şunu rahatlıkla söyleyebiliriz Denizlerin idamına karşı en
doğru duruşu gösteren hareket de bizim hareketimiz olmuştur. Türkiye’deki diğer
sol hareketler de Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin anısını pratikleştirmek
istemişlerdir. Zaten onlar da esas olarak bu hareketin etkisiyle güç
olmuşlardır. Ya da bunların toplumda yarattığı etkiye dayanarak kendilerini
örgütlemişlerdir. Hatta en fazla onlar faydalanmıştır. Ama bu devrimci çıkış en
iyi ve doğru temsilini Apocu harekette bulmuştur. Apocu hareketin kurucuları,
militanları Denizlerin, Mahirlerin o heyecan ve coşkusunu hiçbir an eksiltmeden
ve yere düşürmeden, o duyguyu tempoyu geriletmeden, devrime, özgürlüğe
bağlılıklarını gevşetmeden, düzenle bağını kopararak onlara en iyi cevabı
vermişlerdir. Apocu hareket tümüyle her şeyi özgürlük ve demokrasi mücadelesine
veriyordu. Çünkü bu harekete bağlanınca okul da, aileyle ilişkiler de, düzen
hayalleri de sona eriyordu. Bu yönüyle Apocu hareket o devrimci gençlerin
militanlığını, ruhunu en iyi temsil eden hareket olmuştur. Bunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Duruşuyla, yaşamıyla, ilişkileriyle, militanlığıyla bunu
yapmıştır. Bugüne kadar yürüttüğü mücadele de bunun bir kanıtıdır.
Denizler daha o zamanlar Filistin’de eğitim görmüş, ülkeye
gelmişler ve dağlarda gerilla savaşı yürütmek istemişlerdir. Ama bunu bugüne
kadar başaran sadece PKK’dir. Etkili biçimde bunu yapan PKK’dir. Bizim
dışımızda Türkiye’de, Kürdistan’da gerilla yaratan hareket yoktur. Dev-Sol ve
TİKKO zaman zaman dağlara çıkıp gerilla savaşı vermek istemişlerdir, ama şu kesindir, biz gerilla hareketi
başlatmasaydık onlar hiçbir zaman dağlarda kalamazlardı. Bizim yürüttüğümüz
gerilla mücadelesinin yarattığı askeri ve siyasal ortamda ayakta kalmışlardır.
Bizim yarattığımız mücadele ortamı onları o dağlarda tutabilmiştir.
Türkiye’deki devrimci hareketlerin ayakta kalmasının zeminini de yine
mücadelemiz yaratmıştır. Aslında çok önemli güç ve imkan da verilmiştir. Fakat
Türkiye’deki sol ve sosyalist hareketler bizim verdiğimiz desteği 1980’lerde ‘Faşizme
Karşı Birleşik Direniş Cephe’sinden(FKDB-C) başlayarak bu güne kadar doğru
değerlendirememişlerdir. Zaten ‘Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephe’si de
Deniz’lerin, Mahir’lerin, İbrahim’lerin özlemini gerçekleştirmek için bizzat
Önderliğimizin öncülüğünde ve hareketimizin yazdığı program çerçevesinde
oluşturulmuştur. Ne var ki doğru cevap verilmemiştir. Doğru cevap veremedikleri
için de hareketimiz kendi yolunu çizmek zorunda kalmıştır.
Devrimcileri temsil etmek, onların özlemlerini temsil etmek
sadece onlara kuru kuruya bağlıyız, demekle olmaz. Onlar şöyle yiğit
insanlardı, şöyle güzel ütopyaları vardı demek yetmez. Doğru bağlılık, onların
özlemlerini ütopyalarını örgüte çevirmek, eyleme çevirmekle olur. Örgüte ve
eyleme çevirmek de yetmez, Önderliğimizin belirttiği gibi bu örgütü ve eylemi
kesintisiz ve etkili sürdürmek gerekir. Sınırlı, etkisiz kalan değil, etkili
bir biçimde ve düşmanı sarsacak, halkın özlemlerini yerine getirecek düzeyde
siyasal güç haline gelen bir duruma getirmek doğru bağlılığın koşuludur. Bu
yönüyle de Önderliğimiz, Denizlere, Mahirlere, İbrahimlere bu şehit düşen
devrimcilere, idam sehpasında can veren bu devrimcilere verdiği sözü yerine
getirmiştir. Daha Mamak’tayken bu devrimcilerin anısına verdiği sözü yerine
getiren tek liderdir. Ya da Mamak cezaevinde Deniz’ler idama giderken onların
yakınında yaşayanlar içinde, onların anısına sonuna kadar bağlı kalan tek
kişidir. Belki o dönemde orda kalanlardan daha sonra şehit düşen devrimci
gençler olmuştur fakat bir örgüt yaratarak mücadeleyi bu noktaya getiren bir
başkasının da olmadığı kesindir. Bu nedenle 6 Mayıs bizim açımızdan anlamlıdır,
değerlidir. Bizim değerimizdir, bizim parçamızdır. Onlarsız kendimizi
tanımlayamayız. Onlarsız kendimizi ifade etmek tanımlamak inkârcılık olur.
Tarihimizin köklerinin bir kesimini bilmemek olur. Kürt özgürlük mücadelesinin
bu düzeyde militanca gelişmesindeki rollerini görmemezlikten gelmek olur.
Önderliğimiz her 6 Mayıs ‘da yapmış olduğu çözümlemelerde
mutlaka Deniz’leri anmıştır. Onların anılarını değerlendirme temelinde hem Kürt
halkının devrimci görevlerini, hem de Türkiye halkının devrimci görevlerini
hatırlatmıştır. Her 6 Mayıs’ta Türkiye halkına, halkların birliği çerçevesinde
mücadele etme, Türkiye’yi demokrasiye kavuşturma, Kürdistan’ı özgürleştirme
çağrısını yapmıştır. Bunlar belgelidir. Bunları hiç kimse inkâr edemez.
Önderliğimiz her zaman bu duygularını dile getirmiş ve gereklerini yerine
getirmeye çalışmıştır. Özellikle Türkiye’de şovenizmin yükseltildiği, Türkiye
halkının Kürt halkı üzerine sürülmek istendiği, hatta yeni şovenist
örgütlenmelerle Kürt’lerin soykırıma tabii tutulmasının gündemde olduğu bir
dönemde, tabi ki yine de biz Deniz’lerin, Hüseyin’lerin, Yusuf’ların halkların
kardeşliği özleminin, şovenizmden daha üstün geleceğini, mücadelemizle
Türkiye’de ki bu şovenizmin kırılacağına inanıyoruz. Bizim şovenizmi kırma
mücadelemiz, aynı zaman da Deniz’lerin halkların kardeşliğini gerçekleştirme
mücadelesidir. Denizlerin Türk halkına verdiği “Kürt halkıyla kardeş
olun” mesajının, mücadelemizle gerçekleştirilmek istenmesi söz konusudur.
Bu günlerde, hem Kürdistan’da hem
Türkiye’de Deniz’lerin bu özlemini anmak çok değerlidir. Bunları anarak
şovenizme karşı halkların duruşunu gerçekleştirmek çok çok önemlidir.
Bu gün Türkiye’de çeşitli televizyonlarda, radyolarda,
gazetelerde mutlaka Deniz’leri anan yazılar ve programlar yer alacaktır.
Bunların çok pişkince bir iki yüzlülük olduğu açıktır. Onların sözleri
ortadadır. İdam sehpasındaki özlemleri, Kürt ve Türk halkının kardeşliğidir. Sen
Kürt’leri inkar edeceksin, yok etmeye çalışacaksın, ama Deniz’leri de anma iki
yüzlülüğü göstereceksin. Denizleri idam ettiren ordu bile onları şimdi
yurtsever gençler olarak görüyor. Hatta ve öyle ki, ünlü faşist Hüseyin Üzülmez
bile, “ben aslında o zaman onları seviyordum, elimde imkan olsa onları
kaçırırdım diyerek o büyük devrimcilerin amaçlarını, inançlarını saptırıp
çarpıtarak sistem içi bir derekeye düşürmeye çalışmaktadır. Bunlar Denizlere en
büyük saygısızlıktır. Onlar eğer Türkiye’de şovenizmin bu kadar geliştiğini
görseydi bizden daha fazla Türkiye’deki bu gericiliğe karşı bir duruş
gösterirlerdi. Çünkü yaşamları, tutumları, duruşları öyledir. Zaten bu
mücadeleyi de Kürtlerle birlikte yapmaktadırlar. THKO’nun militanlarının önemli
bölümü Kürt’tür. Bu nedenle bunlar kesinlikle kabul edemeyeceğimiz, teşhir
edilmesi gereken tutumlardır. Denizleri böyle ele almayı onlara yapılmış en
büyük saldırı olarak görmeliyiz. Tabii ki onlar anti-Amerikancıydılar,
İşbirlikçiliğe karşıydılar, çünkü onların ruhunda, duygusunda işbirlikçilik
yoktu. Onlar tepeden tırnağa kadar özgür ve bağımsız duruşun abideleridirler.
Onun için istinasız her türlü baskı, bağımlılık ve zulme karşıdırlar. Ama
Türkiye gerçekliği söz konusu olduğu zaman bugün hala en büyük baskı ve zülüm
Kürtler üzerinde uygulanmaktadır. Bu yönüyle Denizlerin ruhu, onların duruşu
her şeyden önce de kendi ülkesi içindeki Kürtlere karşı uygulanan baskıya karşı
bir duruş olurdu. Tabii ki ABD’nin, AB’nin şu anki politikalarını kabul
etmezlerdi. Reddederlerdi. Türkiye’nin daha bağımsız, daha özgür bir duruş
içinde olmasını savunurlardı. Bunun yanında, Türkiye’nin demokratikleşmesini,
Kürdistan’ın özgürlüğünü sonuna kadar savunurlardı.
Türkiye’de 70’lerde Denizlerin ruhu ile büyük bir özgürlük
ve demokrasi mücadelesi başladı. Türkiye’deki sol da önemli mücadeleler
yürüttü, birçok şehit de verdi. Ama bugün gelinen aşamada ne yazık ki
Denizlerin özlemlerine uygun olmayan bir Türkiye gerçeği var. Bunu da
rahatlıkla söyleyebiliriz. Denizlere, Hüseyinlere, Yusuflara bağlılık
saptırıldığı için onlara gerçek ve militan bağlılık gerçekleşemiyor. Ya da çok
fanatikçe ama doğru stratejik ve taktik belirlemeyen, sürekliliği olan bir
mücadele örgütü ortaya çıkarmayan bazı küçük gruplar var. Bunun dışında
Denizlerin özlemlerini gerçekleştirecek bir örgüt ve eylem gerçeğinden söz
etmek mümkün değildir. Bu da bizim açımızdan gerçekten acı verici bir durumdur.
Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin ve binlerce yiğit devrimcinin yetiştiği
Türkiye toprağı böyle olmamalıydı. Onların, o büyük devrimcilerin kendileri
kadar büyük ve anlamlı hayalleri ve idealleri bu şekilde marjinalleşmeyi hak
etmiyor. Denizlerin anılarının bile daha sonraları nasıl bir gerçeklik ortaya
çıkardığını biliyoruz. Gene yaratılabilir. Ama bunun koşulu duyguda, düşüncede
sistemden kopmaktır. Bugün Türkiye’deki sol hareket, duyguda, düşüncede
sistemden kopmamıştır. Yaşam anlayışında sistemden kopmamıştır. “Yavuklu
yerine mavzere sarıldık” söyleminde olduğu gibi Denizlerin genç yaşta
bütün yaşamlarını veren, kendini adayan bir duruş yoktur. Şu açıktır ki
Türkiye’de devrimcilik yapmak kolay değildir. Hata onurlu ilkeli, demokratik
bir duruş bile ortaya koymak kolay değildir. Nasıl ki Kürdistan’da devrimcilik
Latin Amerika, Uzakdoğu ve Afrika’daki gibi bir devrimcilik değilse
Türkiye’deki de öyle olmak durumundadır.
Başka yerdeki devrimcilikle Kürdistan’da mücadele
yürütülemez. Dünya dengeleri burada kuruluyor, üçüncü dünya savaşı burada
gerçekleşiyor. Dünyanın en eski devletleri ve en etkin sömürgeci güçleri buradadır
diyorsanız, tabi buna uygun bir militan duruşun da gerçekleşmesi gerekiyor.
Kürdistan’da da, Türkiye’de de devrimcilik ancak böyle yürür. Çünkü Türkiye ABD
ile AB’nin kullandığı bir güçtür. İsrail’in kullandığı bir güçtür. Kendi
sistemlerinin dışına çıkmasını istemiyorlar. İslam dedikleri Ortadoğu açısından
kullanılacak bir güç olarak görüyorlar. Onların halkların eşitliği, özgürlüğü,
kardeşliği için bir düşünceleri olamaz. Ya da devletçi İslam’ın gericiliğini
ortadan kaldırma gibi bir hedef ve kaygılarının olduğunu da sanmamak lazım.
Ortadoğu’da hakimiyetleri için kullanmak istedikleri bir Türkiye yaratmak
istemektedirler. Türkiye batı dünyası için önemli bir ülkedir, çünkü yüz elli
yıldır, Batı değerlerinin denetimine girmiştir. 1830 Gülhane Hattı Hümayun’undan
bu yana Batı değerleriyle haşir neşirdir. Türkiye’de belki türban giyimi ve
geleneksellikte bir artma var ama ordusuyla, ekonomisiyle, sosyal yaşamıyla,
kültürüyle aslında Batı’nın parçasıdır. Ortadoğu, batı için çok önemli
olduğundan Türkiye’nin kontrol dışına çıkmasını istemez. En önemlisi de
Türkiye’deki inkarcı sömürgecilik, Kürtleri fiziki dahil her yolla, her biçimde
yok etmek istemektedir. Dolaysıyla böyle
bir ülkede mücadele etmek, sıradan yaklaşımlarla olamaz. Türkiye’de Denizlerin,
Mahirlerin özlemleri olan Kürtlerle kardeşlik yapmadan, Kürt sorununda doğru
çözüm gerçekleşmeden Türkiye’de devrimci hareket gelişemez. Nitekim Kürt
sorununun demokratik temelde çözümüne sahip çıkacak bir siyasi hareket ortaya
çıkmadığından, Türkiye’de her şey tıkanmış ve karmakarışık hale gelmiştir.
Böyle bir boşluktan dolayı önümüzdeki dönemde artık
demokratik birlik çizgisi diyemiyoruz. Demokratik siyaset yürütüp, demokratik
mücadele vererek Kürt sorununu çözme yaklaşımımızı artık sürdüremiyoruz.
Denizlerin özlemlerine sonuna kadar bağlı olduk. Boynumuz koparılacak aşamaya
gelene kadar sabırla çözüm niyeti, ortak çıkar düşüncesiyle bekledik. Son ana kadar da bu umudumuzu yitirmedik. Ama
görüldüğü gibi soykırımla karşı karşıya getirilmek isteniyoruz. Bu nedenle de
yakın zamanda yeni bir yaklaşımla Türkiye’ye karşı mücadele vereceğiz. Biz
artık esas olarak Kürdistan halkının özgürlüğünü gerçekleştirmek için mücadele
vereceğiz. Tabi yine Türkiye’nin demokratik güçleriyle ilişkide oluruz ama
esas olarak kendi gücümüze dayanarak kendi demokratik sistemimizi
gerçekleştirme mücadelesi yürüteceğiz. Bu tutumumuz, Denizlerin özlemlerine ters bir yaklaşım
değildir. Aksine onlar özgürlükçüydü, her türlü zulme başkaldıran bir duruşları
vardı, bu yönüyle Türkiye’nin inkar’da ısrar ederek her türlü özgür ve
demokratik birlik yaklaşımlarımıza cevap vermemesi karşısında, onlar da bu
oyuna gelmez, direnirlerdi. Kürtler tabii ki inkarcı sisteme karşı hiç tereddüt
etmeden özgürlük mücadelesi yürütecektir.
Denizlerin idamından bu yana onlarca yıl geçti. Zaman
sosyalizmin teori ve pratiğinde önemli eksikliklerin var olduğunu gösterdi.
Paradigmatik yetersizlikleri ortaya çıktı. Hareketimiz bunları yeniliyor,
değiştiriyor. Yeni bir sosyalist paradigmayla Denizlerin ve sosyalizm özlemi
taşıyan tüm insanlığın özlemlerini gerçekleştirmeye çalışıyor. Sosyalizme, özgür ve eşit dünyaya büyük
bağlılık var. Bu özlemlerin ortada kalmaması için, marjinalleşmeden ya da
sadece söylem devrimciliği yapmadan kapitalist sistemden kopan bir sosyalist
yaklaşımla onların sistemine meydan okumasını bu gün kendi şahsımızda
gerçekleştiriyoruz. Sistemin her türlü değerinden koparak, mezhepleşmeden,
sistemin yedeğine düşmeden binlerce yıldır özgürlük, eşitlik, adalet ve
demokrasi isteyenlerin umudunu gerçekleştirmek istiyoruz. Bizim yeni
paradigmamız tamamen onların duruşunun ideolojikleştirilmesidir, onların
sistemden kopma yaklaşımının sisteme karşı meydan okumasının teorik olarak
ortaya çıkarılmasıdır. Bu yönüyle bizim ideolojik teorik duruşumuz bütün
özgürlük ve demokrasi savaşımı verenlerin özlemlerine olduğu gibi, Denizlerin
de özlemlerine cevap verir niteliktedir. Bugün bizim Önderliğimiz de
cezaevindedir, baskı altındadır. Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin
özlemlerini yeni bir duruşla yürütmeye çalışmaktadır. Önderliğimiz bir defa
idam edilmekle değil de, her günü idama bedel bir baskı ve zülüm karşısında,
kendi duygu ve düşüncelerini korumakta ve Denizlerin, Mahirlerin özlemlerini
gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Önderliğimizin duruşu, bu yönüyle Denizlerin
idam sehpasındaki duruşunun bir parçasıdır, onların duruşunun daha da etkili ve
gelişmiş biçimidir. Gerçekten de şu anda o hücrede o biçimde yaşamak kadar zor
bir şey yoktur. En zor koşullarda cezaevinde kalanlar Önderliğimize
uygulananların ne anlama geldiğini bilir. Diyarbakır cezaevinde bile tutsaklar
çevresini ve arkadaşlarını görür, bundan moral alırlardı. Yoldaşlar ve örgüt
gerçeği, bir devrimci için büyük bir güç kaynağıdır. Önderliğimizi idam
edemiyorlar ama ölümlerden ölüm beğen biçiminde bir yaklaşımla İmralı zulüm
sistemini Önderliğimiz üzerinde uyguluyorlar.
6 Mayıs’ın anısına hareketimiz ve Önderliğimiz tarafından
bugüne kadar gereken değer verilmiş ve gerekleri yerine getirilmiştir.
Getirilmeye devam etmektedir. Bugün zaman zaman söylediğimiz militan ruh,
adanmışlık, sistemden kopma, örgüt yaratma, güçlü eylem yaratma, militanlık
ortaya çıkarma ve bunların çabasını en üst düzeyde verme, bu büyük
devrimcilerin anısına bağlılığın bir gereğidir. Başka türlü özgürlük
mücadelesinin yürümeyeceğini bildiğimiz gibi başka türlü ne Deniz’lere, ne
Mahir’lere, ne Marks, ne Engels’e layık olabiliriz. Başka türlü ne binlerce
yıldır çöllerde, dağlarda, kuytularda, ne de Kürt isyanlarında baskıya karşı
direnen insanların özlemlerine cevap verilebilir. Ancak PKK gerçekliğinde
ortaya çıkan böyle bir militanlıkla bu özlemlere, mücadelelere karşılık
verilebilir. 6 Mayıs’ı bu açıdan her şeyden önce bir militanlık günü, halka
bağlılığı hatırlama, bireycilikten, bencillikten uzaklaşma, halkını ve toplumunu
düşünmenin günü olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu şehitleri böyle ele almak
gerekir.
Biz Mayıs ayını, aynı zamanda şehitler ayı olarak da
değerlendiriyoruz. Bu ayda Deniz’ler dışında İbrahim Kaypakkayalar, Haki’ler,
Halil Çavgun’lar, Karasungur’lar, diğer şehitler de var. Bu ayın şehitler ayı
olarak kabul edilmesinde, Denizlerin idam edilmesinin de önemli bir etkisi
olmuştur. Bunun için bugünü şehitlere bağlılık, onları anlama, kavrama, nasıl
bir örgüt ve eylem gerektiriyor, bunların üzerinde yoğunlaşma ve onları da aşan
onlardan da daha ileride bir devrimcilik ortaya çıkarma sorumluluğumuz var.
Onların ilerisinde olmamız gerekiyor, onlardan daha ileride duygulara sahip
olmamız gerekiyor. İnsanlık mücadelesi değerlere değer katmaktır. Güzel
değerleri daha büyütmektir. Bu yaşam diyalektiği karşısında onlara sahiplik
etmenin, onları yaşatmanın da olmazsa olmazıdır. Yoksa beş yüz yıl önceki
birinin duygularının aynısını yaşayamayız. Daha da anlamlı zengin kılmamız
gerekiyor. Bu açıdan şehitlere bağlılık bütün şehitlerde olan değerleri anlayıp
onları kendimizde sentezlememizle mümkündür. Bütün Mayıs ayı şehitlerini
hatırlayarak, onlarda ne varsa alıp her bakımdan beslenmemiz gerekiyor. Onun
için önderliğimiz “PKK şehitler partisidir dedi. PKK gerçekten en güzel
değerleri kendisinde somutlaştıran bir harekettir. Hiçbir çirkinliği kendisine
layık görmüyor. Şehitlerin en değerli yanlarını alıyor. Çünkü onlar en güzel
şeyler için şehit düştü. Zayıflıkları olsa bile onları yenerek, güçlü yanlarını
öne çıkararak yaşamlarını ortaya koymuşlardır. Zayıflıkları onlarda başarılı
olsaydı şehit düşmezlerdi. Herkesin
eksikliği ve güçlü yanları vardır. Onlarda güçlü yanlar hakim olmuş, özgürlük
ve halk için yaşamlarını vermişlerdir. Bu açıdan tabii ki değer, özgürlük,
parti deyince onların bütün özlemlerini anlayarak kendimizde somutlaştırmamız
gerekir.
Denizler, hala Türkiye’de bir efsanedirler. Türkiye’de her
zaman Denizlerin rolü olacaktır, onları unutturamazlar. Denizlerin ruhunu
ortadan kaldırmak mümkün değildir. Onlar sürekli yaşamın içindedirler, çünkü
yaşamın bir değeri olmuşlardır. Toplumun değer yargılarının bir parçası
olmuşlardır. Onları idam edenleri kimse bilmez ama onlar artık Türkiye
toplumunun bir özlemi ve idealidir. Nasıl ki şeyh Bedrettin hala anılıyorsa, Denizler
daha özgürlükçü ve demokratik duruşlarıyla daha fazla unutulmazlar arasına
girecekleridir. 1970 devrimciliği
Türkiye demokratik kültürünün bir parçası haline gelmiştir. Sadece Türkiye’nin
değil Ortadoğu halklarının direniş ve demokrasi kültürünün bir parçasıdır.
Zaten Deniz de, Hüseyin de Filistin’de eğitim görmüştür. Bu yönüyle daha baştan
özgürlükçü olan, milliyetçi olmayan, halkların kardeşliği kültürü içinde
yetişen bir yaklaşımları olmuştur.
Bir 6 Mayıs gününde Denizlere hareketimize yaptıkları
katkılarından dolayı minnet ve borç duygularımızı belirtiyoruz. PKK
militanlığında onların katkısı vardır. Bir Ortadoğu direniş hareketi olarak bu
direnişçilikte Kerbela’nın da, Mazdek’lerin de, Hürremi’lerin de, Filistin
direnişinin de katkısı vardır. Öte yandan Kürtlerin tarih boyu zulme ve baskıya
karşı direnişçi duruşları vardır. Dağlara çekilerek teslim olmamaları vardır.
Bu gerçekler ışığında militan ruhumuzun evrenselliğini de görebiliyoruz.
Bunları kendimizde somutlaştırmaya çalışıyoruz. Bütün insanlığın en güzel
değerlerini somutlaştırmaya çalışıyoruz. Denizler kaldı ki bizden uzak değil
bizim coğrafyanın parçasıdır, Kürdistanlıdır, Hüseyin İnan Kürdistanlıdır. Bu
dönemdeki birçok şehit de Kürdistanlıdır. Kürdistan kültüründen
beslenmişlerdir. Kürdün değerlerinden beslenmişlerdir. Bu yönüyle hem onlardan
beslenen, hem de ona değerler veren ülkenin çocukları olarak bundan sonraki
mücadelemizde de onları yaşatmayı esas alacağız. Bu yönüyle hem Türkiye’deki,
hem de Ortadoğu’daki şovenizme karşı mücadelede onları bayrak edineceğiz.
Sosyalist kimliğimizi koruyarak, milliyetçi eğilimlere kaymayarak, onlara karşı
görevlerimizi yerine getireceğiz. Bu temelde onları bir daha saygıyla anıyoruz
Önderlik, halk ve hareket olarak onlara bugüne kadar gereken bağlılığı
gösterdik, gereklerini yerine getirdik. Bundan sonra da 6 Mayıs şehitlerine
bağlılığın bir gereği olarak özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesini
yükselteceğimizin sözünü veriyoruz.
Duran Kalkan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info