23 Eylül 2011 Cuma Saat 06:08
Kürt Özgürlük Hareketi 15 Haziran’dan itibaren yeni bir adım atmıştır. Kürt Halk Önderi İmralı’da yürütülen görüşmeleri açıklayarak kamuoyu tarafından bilinir hale getirdi. Sürecin siyasi çözüm yönünde ilerleyebilmesi için de müzakereye zemin olabilecek temel bazı kararlar alınması gerektiğini ifade etti. Zaten kararlar için tasarı halinde müzakerelere zemin olacak belgeleri hazırlamıştı. Bunları ilgili çevrelere, devlete ve KCK’ye sunmuştu. Pratik zemin oluşturabilmek için de kendi koşullarının buna uygun hale getirilmesi, hükümetin ve meclisin inisiyatif koyması ve karar almasını istemişti. 15 Haziran’dan sonraki bir ay böyle geçti.
Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt Halk Önderinin öngördüğü siyasi çözüm için müzakere edilmeye teşkil edecek karar tasarılarını esas olarak olumlu buldu ve bazı eklemeler yaparak kabul etti. Bu eklemeler Kürt Halk Önderi tarafından da onaylandı. Diğer yandan Kürt Halk Önderinin çağrısına ve tutumuna uygun davranıldı. Gerilla bir yandan pratiğe daha yakın durdu, diğer yandan ise pratiği daha temkinli ve dikkatli yürüttü. Sonuçta 15 Temmuz sürecine gelindi ve herhangi resmi bir adım atılmadı.
Kürt Halk Önderinin çaba ve çağrılarına, Özgürlük Hareketi’nin de onu destekleyen tutumuna rağmen 12 Haziran seçimlerinde yeniden hükümet olan AKP’den herhangi ciddi ve resmi bir adım atılmadı. Ne Cumhurbaşkanlığından ne hükümetten ne de meclisten sorumlu bir inisiyatif gelişti. Tam tersine AKP hükümeti oluşturdu, meclisi örgütledi, ondan sonra da “işim bitti diyerek tatile girdi. Çağrılar karşılık bulmadığı gibi, demokratik siyaseti ezmek ve tasfiye etmek için hükümet tarafından çok daha yoğun bir baskı siyaseti geliştirildi. Hatip Dicle’nin milletvekilliği düşürüldü. Tutuklu milletvekilleri bırakılmadı. BDP teslim alınan, iradesi kırılan bir konuma düşürülmek için ağır bir saldırı altına alındı.
Kürt Halk Önderi bu tutumu deşifre etti, kabul edilemeyeceğini söyledi. Blok bu koşullarda meclise gitmeyeceğini açıkladı. AKP’nin bu siyasi saldırılarına karşı bir siyasi direniş içerisinde olundu. Süreç, siyasi çözüm yönünde hükümet tarafının olumlu adım atmaması ve ardından karşılıklı siyasi hamleler halinde yürür hale geldi.
AKP’nin BDP’yi geriletme ve teslim alma saldırılarına karşı, BDP’nin meclisi boykot etme ve her alanda direnişi geliştirme tutumu gerçekleşti. 14 Temmuz’da demokratik özerkliğin ilanıyla bu teslim almaya çok daha güçlü bir siyasi hamle temelinde karşılık verildi. Böylece çok aktif bir mücadele sürecine girilmiş oldu. Taraflar uzlaşarak siyasi çözüm geliştirme yerine, aktif mücadele ederek, savaşarak, çatışarak çözüm arayan bir süreç içerisine girdiler. Kuşkusuz böyle olmasını Kürt Halk Önderi de PKK de istemedi, AKP istedi.
Arap aleminde gelişen isyanlar ortamında, özellikle Libya’da gündeme gelen çatışmalar sürecinde, ABD’yle Türkiye’nin yaptığı anlaşmalar temelinde saldırı süreci gelişti. Türkiye-ABD, Türkiye-NATO ilişkileri ve ittifakına dayalı PKK’yi tasfiye etmeyi amaçlayan askeri saldırıların gerçekleştirilmesi gündeme geldi. Zaten Türk milliyetçiliğinin de isteği buydu. ABD’nin bölgesel politikalarının kendisi için Kürtlere, PKK’ye saldırmada destek verme, imkan sunma durumuyla karşılaşınca ve bu fırsatı ele geçirince bunu değerlendirmek istedi. Böylece siyasi çözüm, uzlaşma yerine yeniden savaş ve çatışma gündeme geldi.
Kürt Özgürlük Hareketi böyle bir süreçle karşılaşılabileceğini her zaman imkan dahilinde, bir olasılık olarak göz önünde bulundurdu. Bir yandan Kürt Halk Önderinin yürüttüğü siyasi çözüm sürecine açık olunurken, diğer yandan da gaflete düşmemek için planlı bir hazırlık ve çalışma yürütüldü. Dolayısıyla bu yönlü gelişmelerin olabileceği bekleniyordu. Mademki siyasi çözüme yanaşılmıyor, o halde askeri direnişle de Kürt sorununun demokratik çözümü gerçekleştirilebilir hedefi doğrultusunda dayatılan saldırılara karşı misliyle karşılık verebilecek siyasi ve askeri bakımdan bir aktif mücadele içerisine girildi. Süreç karşılıklı hamleler halinde en kapsamlı bir çatışma düzeyine geldi. Bu durum ramazan ayı ve bayramda gündeme gelmiş olsa da değişmedi. Bazı çevreler herhalde sürecin yumuşatılabileceğini hesap ediyorlardı, ama bu hesaplar tutmadı. Demokratik özerkliğin ilanıyla birlikte özgürlük hareketi tarafından siyasi ve askeri direniş adım adım geliştirildi.
AKP hem ABD ve NATO’dan hem de bölgesel gericilikten aldığı destekle saldırı hamleleri geliştirmeye çalıştı. NATO’nun ve ABD’nin desteğini bölgede İran desteğiyle birleştirdi. Açığa çıktı ki AKP geçen yıldan beri bütün hazırlıklarını bu temelde yapmış. Bağlı olduğu ABD ve Avrupa sistemiyle ilişkilerini buna göre kurmuş. Ortadoğu’daki güçlerle bütün ilişkilerini PKK’ye karşı daha aktif tasfiyeci bir saldırının hazırlıkları üzerine kurmuş. İran’la, Irak’la, Suriye yönetimi ve güney Kürdistan yönetimiyle ilişkilerini hep bu temelde yürütmüş. Geçen yıldan bu yana yürütülen diplomatik faaliyetlerin hepsi PKK’ye karşı ortak bir operasyon gerçekleştirmek içinmiş. Bu gerçeklik belgelerle de kanıtlandı.
AKP seçim ardından BDP’yi teslim almayı hedefleyen siyasi saldırılarını 14 Temmuz demokratik özerklik ilanı ardından İran’la birlikte Kandil’e, Özgürlük Hareketi’nin yönetimine dönük askeri saldırı haline getirdi. Arkadan vurmayı, hareketin yönetimini işlemez kılmayı, komuta kontrol sistemini dağıtmayı, parçalamayı hedefleyen bir askeri saldırı içinde oldu. Bunlara karşı direnilip İran saldırısı boşa çıkarılınca ve Özgürlük Hareketi kuzey Kürdistan’da gerilla direnişini etkili bir biçimde geliştirince, yeniden tüm güney sahalarına dönük hava saldırılarını gündeme koydular. Bu hava saldırıları 2 Aralık 2007’de başladı, günümüze kadar da devam etmektedir.
Bütün bunlar planlı ve anlaşmalı oluyor. Açığa çıktı ki geçen yıl Güney Kürdistan yönetiminin İran ve Türkiye’yle yaptığı görüşmeler sonucunda varılan anlaşmalar bu temeldedir. Saldırıları bu anlaşmalardan bağımsız görmemek lazım. Tabi bununla yetinmiyor, kara operasyonları yapmaya da hazırlanıyor. Sürekli olarak sınır üzerinde yığınakları var. Açıklamaları da o yönlü. Hükümete akıl veren çevrelerin de tartışmaları bu temeldedir. Kapsamlı bir askeri ve siyasi operasyon tartışmaları var. Birçok çevre hükümete, PKK’nin hem gerilla ve örgütsel yapı olarak, hem de halkla desteklenen demokratik siyasetinin tasfiye edilmesini amaçlayan kapsamlı bir saldırıyı yürütmesini vaaz ediyor. Başta başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere, hükümet sözcülerinin açıklamaları da bu yönlüdür. Hatta “bayramdan sonra hesabını soracağız biçiminde değerlendirmeler yapıldı. Gerillanın direnişi zorlayınca bayramdan sonraya bile kalamadılar. Karşı saldırılarını daha önce başlatmak zorunda kaldılar. Aslında inisiyatifleri de kırıldı, erken hareket etmek zorunda bırakıldılar.
AKP hükümeti hazırlıklarını, saldırılarını ve tehditlerini sürdürüyor. Tayip Erdoğan ulusa sesleniş konuşmasında “sonları geldi ve operasyonlar artarak devam edecek dedi. AKP hükümeti öngördüğü hegemonik iktidarını kurmayı, ABD’yse Ortadoğu’daki Büyük Ortadoğu Projesi temelinde yürüttüğü stratejik hamleyi başarıya götürmeyi PKK’nin imha ve tasfiyesine bağlamış bulunuyor. Bütün bu saldırılar ABD-AKP anlaşması temelinde oluyor. Kürt Halk Önderi de bu gerçeği “İmralı görüşmelerine ABD ve NATO müdahalesi oluyor biçiminde tanımladı. Öyle anlaşılıyor ki şimdi de ittifak ve ortaklık temelinde saldırılar yürütüyorlar. Amaçları nettir, kara operasyonu da yapabilirler. Bu konuda hukuki ve siyasi hiçbir engel yoktur. Sadece askeri güçlerinin yetip yetmemesine bağlıdır. Eğer askeri olarak güç getirebilirlerse buna inanır, kendilerine güvenirlerse karadan operasyon yapacaklar. Böyle bir saldırı yapmanın siyasi koşullarını hazırlamış durumdalar. ABD’yle anlaşmaları da bu temeldedir.
NATO’dan güç alıyorlar, AB destek veriyor. Yani dış çevre bu operasyonları onaylıyor. Arap isyanına karşı ABD’yle birlikte hareket etme, ABD saldırılarına Türkiye’yi karargah yapma karşılığında ABD ve NATO’dan bu desteği aldılar. NATO iki ayı aşan bir süredir Libya’ya saldırı yürütüyor. İzmir’de kurdukları NATO karargâhında Libya’ya dönük NATO-ABD savaşının saldırılarının ev sahipliğini AKP hükümeti yapıyor. Suriye’ye dönük saldırı da aynı tarifededir. Çekil diye yönetimi tehdit ediyorlar. Bu saldırıların merkezi de Türkiye’dir. ABD başkanı Obama “Erdoğan bizim adımıza konuşuyor diyordu. Bunların karşılığı olarak AKP’nin PKK’ye ve Kürtlere dönük tüm saldırılarını destekliyor. Hatta sadece desteklemiyor teşvik de ediyor. Kesinlikle herhangi bir engel oluşturmuyor. Böyle karşılıklı çıkar temelinde geliştirdikleri bir ortaklık var. İttifak halindeler, amaçlarını bu biçimde birbirlerinin desteğine bağlamış durumdalar.
Diğer yandan bölgedeki devletlerle de ittifak halindeler. Saddam Hüseyin yönetimi düştükten sonra İran’la Kürdistan’ı denetlemek üzere çok daha kapsamlı bir ittifak yaptılar. Türkiye-İran-Suriye üçlü ittifakı oluştu. Bu anti-Kürt ittifakı, Irak yönetiminin yıkıldığı ortamda Kürdistan’ı birlikte yönetme, denetleme için kuruldu. Irak’ta Maliki yönetimi kurulunca onu da bu ittifaka dahil etmeye çalışıyorlar. Güney Kürdistan’da da bir yönetim oluştu. Güney Kürdistan yönetimini de bunun içine katmaya ve bu temelde denetlemeye çalışıyorlar. Bu çerçevede bölgede aldığı bir destek de var. İran’la birlikte Kandil’e saldırdılar. Zaten ortak askeri operasyonları Türkiye-İran sınırında sürdürdüler.
Abbas Türkmen
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info