Bu köşede birçok defa AKP adlı çete ve Erdoğan adlı çete başı kavramlarını kullandık. Yaşananlar bu kavramsallaştırmanın ne kadar doğru olduğunu yeterince gösteriyor. Türk devlet dili ve aklında çete denilirken ne anlatıyorlar bilmem ama biz çete derken ‘kendisine devlet ve hükümet diyerek, çıkarlarına göre kanun çıkarıp uygulayan, yasal hırsızları, yalancıları kastediyoruz. AKP’ye çete, Erdoğan’a da çete başı dememizin nedeni de bu tarife ve tanıma uygun hareket etmeleridir.
Görüldüğü gibi bir tanım geliştirip AKP ve Erdoğan’ı bu tanımın içine almıyoruz. AKP ve Erdoğan’a bakarak tanım yapıyoruz. Dolayısıyla kendilerini doğru anlatmaya çalışıyoruz. Haksızlık etmiyoruz. Bir sorun varsa, bu kendilerini eksik anlatmadan kaynaklı bir haksızlık olabilir ki, bu da kendilerinden kaynaklı bir sonuçtur.
Birkaç gündür AKP belediyelerinin insan kaçakçılığı üzerine konuşuluyor. Daha önce sadece Malatya Yeşilyurt belediyesinin yaptığı bir şey sanılmıştı. Sonra açığa çıktı ki daha birçok belediyede aynı şeyler yaşanmış, onlarca insan Türkiye’den Avrupa’ya kaçırılmış. Bunu AKP’liler yapmış. AKPlilerle mülki idarenin birlikte yaptıkları kötülükler, ileride daha somut belgelerle ortaya çıkacaktır.
İnsan kaçaklığı özel savaş hükümetlerinin rutin faaliyetlerindendir. Fakat belge ve bilgilerle açığa çıkması olayın kendisi kadar ilginç ve üzerinde düşünülmesini gerektiriyor. Bu olayın ele alınış biçimine bakınca bu tuhaflık daha çıplak görünüyor. Türklerin her cenahtan adam ve kadınlarının bu olayı ele alış biçimi mide bulandırıyor. Ve söylemekte beis görülmemesi gereken ‘Türk’e göre ahlak’ın ne berbat bir şey olduğunu gösteriyor. Bu olaya bakış açısı, Türk ahlakının ne olduğunu bir kez daha ele veriyor. Türk ismini olumsuz durumlar için kullandığımızda kast edilenin etnik olarak Türklük değil, anayasayla tarif edilmiş ucubelik olduğunu da eklemem lazım. Yani Türklükle biz, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu gibi ataları orta Asyalı olmayanları kast ediyoruz.
Türkmen halkının sorunu tabi kılındıkları devletin iktidarının soysuzların elinde olmasıdır. Soysuzluğu basite almamak lazım. Eğer insan kaçakçılığını devletin kendisi yapıyor ve kimse tek bir ses çıkarmıyorsa bunun bir nedeni de malum devletin soysuzların hakimiyetinde olmasıdır. Dikkat edin, Kürt’en bozma bir AKP’li Türk, her ne kadar soyismi soylu olsa da soysuzluğu daha net ve aleni olan bir adamın içişleri bakanlığında, insan kaçakçılığı yapıyor. Ve olay açığa çıkmayıncaya kadar da tek bir işlem yapılmıyor. Ya da yapılmak istenmiyor. Bırakın işlemi, olay örtülüyor. Örten de Soylu oluyor.
Bu meselenin nasıl ele alındığı, kaçakçılığın kendisi kadar önemlidir. İlkin CHP, daha doğrusu CHP ekolüne bakalım. Daha önce de değişik vesilelerle belirtmiştik, bu kanat Türkiye’nin tarih ve gelişmelerden en kopuk koldur. Bunlar Türklük denilen icat edilmiş kimliğin kendisidirler. Bu nedenle Türkmenlik, halk ve etnik kimlik bunlarda pek bulunmaz. Her şeyleri yapmacık. Konuştuklarında dillerinin bile ayarlandığını, gırtlaklarına bilinçli bir biçimde müdahale edilerek seslerinin değiştirildiğini fark etmek mümkündür. Bunlar başka bir dünyada yaşadıkları için AKP-MHP’nin ne yaptığını, yapmak istediğini bir türlü anlayamadılar. Anlayamazlar. Bundandır ki işleri güçleri ‘bize oy verin, bizi iktidar yapın, bundan sonra biz sizi soyalım’ der gibi konuşuyorlar. Ülke ve halkın içine düşürüldüğü duruma bakıp CHP ve CHP ekolünün söyledikleriyle mukayese edilsin, ne demek istediğim daha rahat anlaşılmış olacaktır.
Son zamanlarda AKP’nin gizlediği suçları bir bir deşifre olmaya başladı. Bunu artık mızrak çuvala sığmıyor diyerek açıklayanlar da var. Gerçekte hiçbir zaman AKP mızrağı çuvala sığmadı. Başını CHP’nin çektiği guruplar bu mızrağı gizliyorlardı. Yani mızrak yeni çuvaldan çıkmadı. Zaten dışarıdaydı, birileri yeni görüyor. AKP’nin suçlarının ve neden olduğu kokuşmuşluğun tek tek ortaya çıkmasında AKP-MHP’deki guruplar arasındaki vuruşmaların da rolü olduğunu düşünmeliyiz. Bu nedenle, Soylu’nun başında olduğu gurubun Erdoğan ve damadına ait gurubu zora sokmak için çalıştığını ileri sürmemiz yaşananları daha anlaşılır kılacaktır. Çünkü AKP adının geçtiği her kötülük, doğrudan Erdoğan ve yakın çevresini deşifre ediyor demektir.
Bir süredir tartışılan Montrö anlaşması ve AKP’de kabine değişikliğinin AKP içindeki çirkinliklerin deşifre edilmesiyle bağı üzerinde de düşünmek gerekir. Soylu’nun başını çektiği gurup ile Erdoğan ve damadının başını çektiği gurup arasındaki çekişme ve çatışmanın bu iki konuyla bir bağı olduğunu varsaymak yanlış olmayacaktır. Şöyle ki, Erdoğan Soylu’yu değiştirmek istiyor. Soylu’yu görevden alarak Bahçeli’ye mesaj vermek istiyor. Erdoğan, bunların kendisini kuşattığını, son deşifrasyonlarda da görüldüğü gibi zamanı geldiğinde ipini çekeceklerini biliyor. Bu nedenle tedbir almaya gidiyor. Soylu’nun istifa etmesi ama hemen geri gelmesi fakat damadın istifasının iki gün bekletilmesine rağmen yürürlüğe sokulması yani damadın geri dönmemesi (belki de döndürülememesi) ekipler arası çatışmanın düzeyiyle, ekipler arası çelişki ve çatışmalarla doğrudan bağlantılıydı. Son zamanlarda yeniden Soylu’nun görevden alınacağı tartışılıyor. Bu tartışma başlayınca da önce ‘Kürşat evladımız’ AKP literatüründe pudra şekeri olan eroin çekerken, başka bir ‘evladımız’ paralar saçarak boy verdi. Şimdilerde de yurtdışına insan kaçaklığı gündeme alınmıştır. Ve dikkat edilirse her üç olayda da muhatap olan bakanlık içişleridir. Pudra şekerini siyasileştirmeyin diyen Soylu, bu tespitle Erdoğan ve çevresine mesajını vermiş, muarızlarını susturmuştu.
Soylu ve Bahçeli devletin bir kolunun temsilcisidir. Bunlar da Erdoğan’a güvenmiyorlar. Özellikle de Bıden’ın gelişiyle Erdoğan’ın kendilerini satabileceğinden korkuyorlar. Korkularında da haklılar. Çünkü Erdoğan en yakın yol arkadaşlarını da satmış biridir. Tam böyle bir güvensizlik ortamında Montrö’nün gündem yapılması Soylu ve Bahçeli’yi korkutmuştur. Çünkü Erdoğan, İstanbul Kanalı dediği inşaat projesiyle aslında kendisini ABD ve AB’ye pazarlamaya çalışmaktadır. Kanal açarak ABD ve AB’ye ‘sizin dediğiniz kadar Rusçu değilim ben’ demeye getiriyor. ‘Alın size kanal, Karadeniz’e istediğiniz geminizi çıkarın’ diyor kendince. Bahçeli ve Soylu bunu biliyorlar. Amiraller bildirisiyle ilginç bir durumun ortaya çıkması da bundan oldu. Amiraller meselesinde birden batıcılar Avrasyacı, Avrasyacılar da batıcı oluverdiler. Erdoğan ve çevresi, MHP ve Ergenekoncuların bir kesimine ‘kanalı açıp sonra Montrö’yü tartışmaya açıp istediğimiz değişiklikleri yaparız’ diyerek oyalıyor, zaman kazanıyor. Koşullar değiştiğinde Montrö’yü tartışırız derken kastettiği şey kanaldır. Birileri Türkiye’nin kanal üzerinden ABD, AB ile Rusya arasında çelişkiler yaratarak zarar görürüz diyor. Üç büyük ulus devlet gücü arasına girerek pazarlık yapamayacağını bildiğinden uyarıyor da olsalar, iş gelip AKP ve Erdoğan koltuğuna dayandığından, AKP ve MHP adlı gurupların kendi içindeki uzlaşma ve çelişkilerine yaslandığında ‘at izi ile iti izi’ birbirine karışıyor. Bu karmaşa AKP-MHP hükümetinin insan kaçakçılığı da dahil daha birçok çirkinliğinin deşifre olmasına ortam yaratıyor. Böylece ‘her şerde bir hayır vardır’ deyimi yerine gelmiş oluyor.
Mehmet GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi