Önder Apo’nun ‘’Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’’ Kurdistan, Türkiye ve dünyada büyük yankı yaratmış, çok geniş bir kesim tarafından olumlu karşılanmıştır. Çağrı’ya nasıl karşılık vereceği merak konusu olan PKK her zamanki gibi Önderliğe olan bağlılığını tereddütsüz ilan etmiştir. PKK, “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” nı tüm özgürlük ve demokrasi güçlerinin yolunu aydınlatan Çağın Manifestosu Niteliğinde tanımladı. Ve tüm bileşenleriyle Önder Apo’nun ortaya koyduğu Demokratik Toplum Manifestosu’nun içeriğine olduğu gibi katıldıklarını, Çağrı’ya uyacaklarını ve uygulayacaklarını belirterek 01 Mart 2025 tarihinde Ateşkes ilan ettiğini açıkladı. Değişim-dönüşümle Yeniden Yapılanmanın gerçekleştirilmesi için Önder Apo’nun bizzat aktif şekilde çalışmalara katılması, bunun için Türk devleti tarafından gerekli düzenlemelerin yapılması gerektiğini açıkladı. Böylece Önder Apo’nun startını verdiği Değişim- Dönüşüm ve Yeniden Yapılanma sürecine girilmiş oldu.
Sürpriz yönleriyle şok etkisi yaratan ‘’Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’’ yoğun tartışmalara yol açmıştır. İlgili olan herkes kendi cephesinden anlam biçmeye çalışarak değerlendirmektedir. Olumlu-olumsuz her açıdan ele alan yaklaşımlar olmakla birlikte hâkim olan görüş, çağrının halklar lehine atılmış tarihsel bir adım olduğu şeklindedir. Önder Apo ve PKK’nin gündem belirleyiciliği sürece damgasını vurmuştur. Bu yazı dizimizde çok sarsıcı bir etki yaratan söz konusu Çağrı’nın tarihsel kronolojisini irdelemeye çalışacağız.
ÇAĞRININ TARİHSEL DAYANAKLARI
PKK’nin ilanı ne kadar tarihsel ise, Önder Apo’nun 27 Şubat’ta deklare ettiği ‘’Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’’ da bir o kadar tarihseldir. Zira her iki hamlede Kurdistan, Türkiye, Ortadoğu ve dünyada büyük etkiler yaratmıştır. PKK’nin şekillenmesinde her ne kadar reel sosyalizmin ve klasik ulusal kurtuluşçuluğun ağır etkileri olmuşsa da buna rağmen kendine has özellikleriyle de bir o kadar farklılık arz etmiştir.
PKK’nin temel özelliği radikal bir toplumsal değişime yol açmasıdır. Devrimci dinamikleriyle PKK, Kürtleri, Türkiye halklarını, Türk devlet sistemini derinden etkilemiş ve dönüşümüne yol açmıştır. PKK, yarattığı sosyolojiyle, Kürtleri de, dostlarını da ve düşmanlarını da değiştirmeyi başaran bir harekettir. PKK, büyük direniş geleneği ve tecrübesiyle Kürdistan, Türkiye, Ortadoğu ve dünya halklarına güçlü bir miras yaratmıştır. Yaratılan bu güçlü miras ve deneyimle bundan sonra da yeni bir mücadele safhasına girme iddiasındadır. Önder Apo öncülüğünde PKK’nin ilanıyla sömürgeciliğe ve soykırıma karşı geliştirilen öz savunma savaşı eksiklikleri olsa da rolünü büyük oranda oynamıştır. Savaşın başarısı sonsuz savaş halinde olmasında değildir. Onun bir aşamadan sonra çözüme evirilmesidir. Kürt özgürlük savaşı bu konuda sancılar yaşamıştır. Önder Apo’nun önemli çabası olmuş ancak gerek iç sorunlar gerek dış etkenler nedeniyle dönüşüm istemlerini ve çözüm arayışlarını akamete uğratmıştır. Uluslararası komploya varan dış saldırılar ve içte tam cevap olamama durumu Önder Apo’nun PKK’de yapmak istediği yeniden yapılanmayı engellemiştir. Dolayısıyla istenen dönüşümler tam anlamıyla gerçekleşememiştir. 1993 yılında Turgut Özal süreci, 1998 ateşkesi, 2000’ler, 2008-15 Oslo süreci çözüm ve değişim-dönüşüm ve yeniden yapılanma süreçleri olmuş ama istenen düzeye ulaşılamamıştır.
Önder Apo ile kuruluşu gerçekleşen PKK’nin bir strateji olarak benimsediği silahlı mücadele 27 Şubat 2025’te deklare edilen ’Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’’yla yeni bir evreye girmiş bulunmaktadır. Şu önemli noktayı altını çizerek vurgulamak gerekmektedir. Kendi özgücüyle ve iradesiyle kurulan PKK yine kendi özgücüne ve iradesine dayanarak yeni bir sürece girmektedir. Kürtler, kendi inisiyatifleriyle ve öz güçleriyle başlattıkları savunma savaşını, yine kendi inisiyatifleriyle ve öz güçleriyle Barış ve Demokratik Toplum hamlesine dönüştürmek istemektedirler. Çünkü PKK’nin dayandığı bir toplumsal zemin ve silahlı mücadelenin kazandırdığı büyük bir miras ve tecrübe mevcuttur. Silahlı mücadele Öz Savunmanın tümü değildir, bir boyutudur. Öz Savunma sadece silahlı mücadeleyle sınırlı tutulamaz. Öz Savunma demek; toplumun kendi ulusal bütünlüğünü, maddi, manevi, kültürel, ekonomik, siyasal, ahlaki ve moral değerlerini savunma bilinci, örgütlülüğü ve eylemidir. Kürt halkı her parçada bu düzeye ulaşmıştır. Silahlı mücadele kadar Öz Savunma örgütlülüğüyle de varlığını koruyabilir ve gelişimini sağlayabilir. Öz Savunma, savaşta olduğu kadar, barışta da toplum için vazgeçilmez bir olgudur. Demokratik Toplum savunmasını devletçi sistemin insafına bırakamaz. Devlet demokrasiyi savunmaz istismar eder ve sınırlar. Demokratik Toplum ancak öz savunmayla kendi varlığını savunabilir ve gelişimini sağlayabilir.
DİRİLİŞ SÜRECİ
Önder APO ve PKK gerçekten kelimenin tam manasıyla Kürt halkında yeniden bir yaratım sürecine öncülük etmiştir. Bu inkara gelmez bir hakikattir. ‘’Diriliş süreci’’ denilmesinin anlamı da budur. Diri olanın yeniden bir diriliş sürecine gereksinimi yoktur. Zaten vardır, somuttur. Varlığı kesindir ve ihtiyacı olan biraz bilinç, örgütlenme ve kurtuluştur. Ancak varlığı tartışmalı olan, inkar edilmiş bir halkın önce dirilmesi ve var kılınması gerekir. Var olmayanın özgürlük sorunu da olamazdı. Özgürlük ve kurtuluştan önce özgür olacak öznenin bütün özelliğiyle ortada olması, kendi bilincine varması gerekirdi. Eğer varlık tartışmalı durumdaysa ve kendisi de bu süreci kanıksamışsa, kendini inkâra ve ölüme yatırmışsa o zaman yapılacak ilk şey bu varlığı yeniden diriltmektir. Varlığı tartışmalı hale gelen bir öznenin kendi özgücüyle siyaset yapması mümkün olamazdı. Beyin ölümü gerçekleşen ölüm döşeğindeki bir hastayı ayağa kaldırma misali mucizevi bir güç gerekirdi. Bunun adına toplumsal yaratım demek yanlış olmasa gerek. Hiç yoktan bir yaratımdan bahsetmiyoruz. Tarihi on binlerce yıla varan, toplumsal varlığı son derece dejenere edilmiş, ihaneti iliklerine kadar yaşamış bir toplumsal varlıktan söz ediyoruz. Hakikatine ters düşüp işbirlikçiliği bir yaşam tarzına dönüştürmüş, kendi hakikatinden kaçan, dolayısıyla tarihten silinmeye ramak kalmış bir toplumsallıktan ve diğer halklara hiç benzemeyen bir örnekten bahsediyoruz. Kendi Kürt gerçeğimizden bahsediyoruz. Düşürüldüğümüz korkunç durumdan söz ediyoruz. Bu noktada eksikleri de olsa da PKK tarihi rolünü oynamıştır. Kürt sorununu görünür kılmakla kalmamış çözümünü de dayatmıştır. Önder Apo’nun sözleriyle; ‘’PKK’nin şimdiye kadarki mücadelesi esas olarak Kürt sorununu görünür kılma amacına yönelikti. Ortaya çıkış koşullarında Kürt realitesinin inkârı, doğal olarak varlık sorununu gündeme getiriyordu.’’ (Kürt Sorunu Ve Demokratik Ulus Çözümü)
OLUŞUM VE FARKLILAŞMA YOKSA KENDİNİ FARKETME DE GELİŞMEMİŞTİR
Varlık olarak inkâr etmenin felsefi yorumu nasıl yapılabilir? Varlık aynı zamanda mekandır. Varlığın, yani mekânın inkârı oluşumun da inkarıdır. Oluşumun yani formun–biçimin inkârı farklılaşma ve zamanın inkarıdır. Oluşum ve zaman yoksa varlık (mekân) ve değişimde yoktur. Oluş yoksa farklılıkta yani tikellik söz konusu değildir. Farklı bir varlıktan söz edilemez. Çünkü aynılık vardır. Ayrı bir özneden söz edilemez. Bağlı olarak Oluşum ve Farklılaşma yoksa farketme de gelişmemiştir. Fark etme kendini bilme, tanıma bilincidir, felsefi bilinçtir. Kısacası; Kürtler zaman, oluşum ve varlık-mekan olarak yok sayılmıştı. Bunun anlamı tarih, ülke ve halk gerçeği olarak inkar edilmeleriydi. Kürt varlığı, anlamsal yani zihniyet ve kültür olarak, yapısallık yani kurumsal olarak inkâr edilip yok sayılmıştır. Toplumsal varlık olarak halk/ulus statüsünden çıkarılmak istenmiştir. Varlık-mekân ve oluşum Kültürel yapı demektir. Toplumsal formdur. Özdür, Kürtlüktür, Kürdistan’dır. Dolayısıyla varlığın inkarı eşittir, Kürtlerin oluşum zamanı yani tarihi, mekanı yani Kürdistan inkârıydı. Zamansızlık, mekansızlık, oluşumsuzluk, kısacası Kürtlere biçilen kader “HİÇLİK” ti. Zira Kürtler resmi tarihe göre ne evrensellikte ne de tikellikte var olmayandı!
OLUŞ’un inkârı tüm zamanların toplamı olan tarihin inkarıdır. Varlığın kendisi, oluşumu, zamanı, mekânı inkâr edilmiş ve yok sayılmışsa bunun anlamı o varlığın tarihsiz kabul edilmesidir. Resmi tarihe göre varlık olan Kürtlük ve Kurdistan zamansız ve tarihsiz sayılmıştır. Bu düşünceye göre Kürt varlığı ve bu varlığın üstünde var olduğu mekân Kürdistan diye bir ülke hiç olmamıştır. Kültürel soykırım ve statüsüzlük bunun sonucu gelişmiştir. Zira varlığı yok olan bir toplumun statüsünden bahsedilemez. Olmayana katliam ve soykırımda uygulanmaz. Çünkü yoktur! Bu yüzden sömürgeci ve soykırımcı Türk devleti hiçbir zaman Kurdistan’da yapılan soykırımı kabul etmedi. Bir suç olarak görmedi. Kurdistan’da katliam yapan hiçbir devlet memurunu yargılamadı. Hatta ödüllendirdiler, heykelini diktiler. Adına caddeler, meydanlar yaptılar. Neden? Çünkü onlara göre ortada bir halk olmadığına göre, ona uygulanacak bir suçta olamazdı. Zamanın ve mekânın dışında sayılan Kürtler “YOK” hükmündeydi. Çağdaş ve insan haklarına saygının timsali sayılan Batının Kürtlere bakışı da farksızdı. Hatta inkarın ve soykırımın temel dayanağı rolündeydi. Kürtler sadece yerelde değil, küresel sisteminde hem de acımasızca inkarına ve soykırımına uğradılar.
Hakikatin inkârı onun olmadığı anlamına gelmez. Hakikat gizlenebilir ancak yok edilemezdi. Kürt hakikati mutlaka gün yüzüne çıkacaktı. Uyanacak, dile gelecek ve ayağa kalkacaktı. Onu da Önder APO ve PKK yaptı. Hakikati açığa çıkarmak için emek harcamak, kan dökmek ve can vermek gerekiyordu. Kürtler, PKK ile bu ağır bedeli de ödedi ve kendi hakikatlerine kavuştu. Önder APO ve PKK, Kürt gerçekliğinin uyanışı ve hakikate dönüşüdür. Hegel’ in deyimiyle; kavramsal ve kuramsal olarak tanımlanmamış bir gerçeklik, olgu veya varlık ‘’yok’’ derekesindedir. Önderliğin kavram ve kuramlara bu denli önem vermesinin bir nedeni de budur. Çünkü ‘’varlık’’ ın olabilmesi için onun kendini görünür kılması yani var olduğunu kanıtlaması ve adlandırması, yani kavramlaştırması gerekir. Yarım kalmış, özürlü tanımlar ve kavramlarla da hakikat açıklanamaz.
“BİRİCİK HALK VEYA TOPLUMSAL VARLIK”
Kürt varlığına sadece şiddet ve soykırımlar uygulanmadı, kültürel soykırım yöntemiyle varlık ulus ve toplum olmaktan çıkarılmak istendi. Bütün asimilasyon araçlarının esas amacı Kürt varlığını halk ve toplum olmaktan çıkartmak olmuştur. Zira soykırım ve asimilasyon öncelikle Kürt toplumunun oluşumuna, bilinç ve tarihi belleğine uygulanmıştır. “Kürtler için sadece uğradıkları soykırım açısından değil, varlık olmaktan çıkaran diğer tüm uygulamalar nedeniyle ‘biricik halk veya toplumsal varlık’ tabirini kullanmak yerinde olacaktır. (…) Şüphesiz bir birey ve toplum için kendi varlığını tartışmak çok tehlikeli ve alçakça bir konumu ifade eder ki bu da yaşam ve ölüm arasındaki ince bir çizgiye işaret eder.” (Önder Apo: Kürt Sorunu Ve Demokratik Ulus Çözümü)
Anlaşılacağı üzere silahlı mücadeleyi doğuran bu koşulların sorumlusu Türk devletinin sömürgeci ve soykırımcı siyasetidir. Devrimci silahlı mücadele dışında başka bir yöntemle Kürtlerin kendilerini bırakalım bir ulus ve halk olarak, insan olarak bile dile getirme imkanları yoktu. Kürtler için silahlı mücadele bir tercih değil, başvurulması gereken bir zorunluluk olmuştur. Eğer imkan olsaydı Kürtler kendilerini siyasal araçlarla ifade edebilirlerdi. Önder Apo bu gerçeği, 1992 yılında M. Ali Birand’a verdiği röportajda şöyle ifadeye kavuşturmaktadır: ‘’Eğer o silahlı mücadeleden başka hiçbir şey insanlığı kurtarmıyorsa, o silahlı mücadeleden başka hiçbir şey normal ulusal, siyasal, toplumsal gelişmeye yol açmıyorsa o silahlı mücadele kabul edilebilir. Bunun dışında hiçbir gerekçeyle silahlı mücadele kabul edilemez…Kürtler için böyledir…bu araçtan başka bir gelişme yolunun kendilerine tanınmamasından ileri geliyor. Niye anlamıyorsunuz? Bu araçtan başka hiçbir şey onların insanlığını kurtaramıyor, bırak ulsal, toplumsal özgürlüğünü. Hiçleşmiş, tükenmiş, ayakta gezen bir ölü. Kaybedilecek bir zincirleri bile yok.’’
Önder Apo, varlığı inkâr edilmiş Kürt halkını uyandırdı, politik ve örgütsel bilinç kazandırdı, var kıldı, özne haline getirerek öz kimliğe ve öz yönetime kavuşturdu. Dünyanın hayran kaldığı direnişçi Kürt bireyine dönüştürdü. Bir daha asla var olamaz denen varlığı adeta diriltti. Tanınmaz ve kördüğüm haline getirilmiş Kürt sorunu gibi ağır bir toplumsal problemi Önderlik ve PKK ele almış ve çözümlemiştir. Önderlik herkesin aşağılayıp yok saydığı Kürt varlığının durumunu çözümledi, yeniden yapılandırdı ve kendini tanır düzeye yükselti. Evrensel bir özgürlük savaşçısı ve demokratik gücü haline getirdi. Hem anlamsal/zihinsel hem de yapısal kurumsal bakımdan demokratik bir toplum düzeyinde örgütlendirdi. İşte, Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu’ nun dayandığı bu evrensel özgür Kürtlüktür ve özgür insandır.
PKK’nin radikal tarzda silahlı mücadeleye yönelmesinin en önemli nedeni Kurdistan’daki sömürgeciliğin karakteriyle açıklanabilir. Türk sömürgeciliğinin Kurdistan’daki insanlık dışı uygulamaları mücadelenin de sert olmasını zorunlu kılmıştır. Kürt sorunu gibi yakıcı bir soruna el atmak bile büyük cesaret ve risk alma anlamına geliyordu. Kürt özgürlük mücadelesinin öyle kolay bir mücadele olmayacağı daha başından belliydi. Kürt sorunu herkesin el attığı bir iş değildir. Önderlik bunu çok derinlemesine anladı ve dile getirdi. 1999 komplo ortamında, Roma sürecinde çarpıcı bir şekilde bu gerçeği şöyle dile getirmişti; ‘’Dünyada benim kadar hesaplı-kitaplı adım atan insan olmamakla birlikte, bu olağanüstü gibi gelen adımları atmaya devam edeceğim. Sizin kurtuluşunuza kimse normal düz yoldan katılmak istemiyor, cevap olmak istemiyor. Ne kendi içinizde böyle önderler var ne böyle bir dünya sizi destekliyor. Dolayısıyla uçurumun kenarında sırat köprüsünden geçerek ancak size öncülük edile bilinir. Onun gereklerini ben yerine getirmeye çalıştım. Bunun ne kadar zor olduğunu size söylememe hiç gerek yok. Siz bunu çok iyi biliyorsunuz. Ve tehlike anında kendinizi yakarak bunu zaten gösterdiniz…Ama bundan sonrası da böyle tehlikelerle dolu bir yürüyüştür. Ben hiç garantisini veremem. İsterdim; güvenlikli, sağlıklı bir biçimde yaşayayım ve sizlere, gerçekten her şeyden daha fazla sevdiğim hizmeti yerine getireyim. Ama buna imkan bulamadım. Otuz yıldır bu çizgide çalışıyorum, her günü birbirinden daha zordu ve bu son günler daha da zordu ama ben bundan çekinmiyorum. Bu benim irademi kırmamıştır. Beni üzmemiştir de. Daha büyük dersler çıkarttığım kadar da daha başarılı olmasına da büyük özen gösteriyorum.’’
“KADIN DEVRİMİNİ DEVRİMİN DEVRİMİ OLARAK TANIMLIYORUM”
PKK’nin tarihsel önemdeki bir başarısı Demokratik Toplum Projesine temel oluşturan kadın özgürlük devrimine yol açmasıdır. PKK’nin en büyük devrimi, hatta bütün devrimlerin anası olarak tanımlayabileceğimiz Kadın Özgürlük Devrimini gerçekleştirmesidir. Ortadoğuda yaşamın kaybedişinin temelinde kadın özgürlük sorunu vardır. Bu husus Kürtler için daha fazla geçerlidir. Dolayısıyla Kadın devrimiyle özgürlük sosyolojisi gelişmiştir. YJA-STAR ile Özgür kadın ordusu ve öz savunması, PAJK ile kadın partisi ve kurtuluş ideolojisi geliştirilmiştir. Kadın eksenli yaşanan bu gelişmeler Jineolojiyle birlikte kadın bilimine kavuşmuştur. Demokratik sosyal yaşamın ilişkileri, ilke ve ölçüleri bu zeminde gelişmiştir. Kadın, sadece bir cins olarak değil, adı olan Jin-Jîyan gibi yaşamı temsil ettiğine göre sosyal yaşamın merkezinde de kadın vardır. Dolayısıyla sosyal yaşam sorunları çözülmeden ne kurtuluştan ne bağımsızlıktan ne de özgürlükten bahsedilebilir. Kadın özgürlük sorunu çözülmeden ne özgür birey ne de Demokratik Komünal toplum inşa edilebilir. Önder Apo, sosyalist olmanın ilk şartının kadın hakikatine doğru yaklaşım olduğunu belirtti. Kadın özgürlüğünü toplum ve ülke özgürlüğüyle bağlantılı bütünlüklü ele aldı. Kadın merkezli bir sosyal devrim gerçekleştirilmeden siyasal, örgütsel ve askeri başarılar elde edilemezdi. Önder Apo, 8 Mart 2025 Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle kadınlara gönderdiği mektupta bu konuda şu değerlendirmeyi yapmaktadır: ‘’Kadın özgürlük meselesi bütün önemini koruyor. Demokratik komünalist süreç ana kadın toplumsallığının güncellenmiş halidir. Toplumsal gerçekliğe de ancak bu yöntemle varılır. Tecavüz kültürü aşılmadıkça; felsefe, bilim, estetik, etik, din alanlarında toplumsal hakikat açığa çıkmaz. Yeni dönem toplumun derinliğine gömülü erkek egemen kültürü yıkmadıkça Marksizm’in de kanıtladığı gibi sosyalizm başarısı da mümkün olmayacaktır. Sosyalizme kadın özgürlüğünden gidilir. Kadın özgürlüğü olmadan sosyalist olunmaz. Sosyalizm olmaz. Demokrasi olmadan sosyalizme gidilemez. Benim sosyalizm ile ilk sınavım bir kadınla nasıl konuşacağımı bilmektir. Bir kadınla nasıl konuşacağını bilmeyen sosyalist olamaz. Bir erkeğin sosyalistliği bir kadınla kurduğu ilişki biçimi ile ilgilidir.’’
Önder Apo, kadın devrimini, ‘’devrimin devrimi’’ olarak tanımlamıştır. Kadın olgusunu salt bir biyolojik ve cins şeklinde değil toplumsal, kültürel ve tarihsel olarak ele alarak kimsenin yapmadığı tarzda tahlil etti ve çözüm perspektifini geliştirdi. Devrimin devrimi yapılmadan kişilikte ve toplumda büyük dönüşümler ve ilerlemeler gerçekleşemez. Zira toplumsal geriliklerin kaynağı kadının düşürülmesi sonucu ortaya çıkan kadın ve erkek özgürlük sorunudur. Bundan dolayı Kadın Devrimi gerçekleştirilmeden klasik egemen erkek zihniyeti, tecavüz ve katliam kültürü aşılamıyor. Bu bakımıyla Önder Apo, daha önceki klasik sosyalistlerin yaptığı gibi kadın sorununun çözümünü devrimden sonraya bırakmadı. Önderliğin bu husustaki özgünlüğü kadın devrimini mücadelenin merkezine koymasıdır. Kadın kurtuluşunu, sınıf ve ulusal kurtuluşla birlikte ele alıp geliştirdi. Reel sosyalizm veya diğer ulusal kurtuluşçu hareketleri gibi yaklaşmadı. Önderlik, yurtseverliği ve Kurdistan’ın özgürlüğünü kadın özgürlüğüne bağladı. 21 yüzyıl devriminin gerçek anlamda Kadın Devrimi şeklinde tanımladı. Dolaysıyla barış, adalet, eşitlik, özgürlük, demokratikleşme mücadelesinin özne gücü kadınlar olmaktadır.
Ortadoğu toplumsal geriliğin kaynağı kadınla başlayıp tüm topluma yayılan tarihsel köleliktir. Bu hakikatle yola çıkan Önder Apo kadınları yeni sürecin öznesi ve öncüsü saymaktadır. Bunu 27 Şubat 2025 tarihli görüşmede şöyle dile getirmektedir: ‘’Yeni dönemin temel şifresi demokratikleşme mücadelesidir. Demokratikleşme mücadelesinin devrimci öznesi kadınlardır. Demokratikleşme devrimci olmanın, sosyalist olmanın ilk şartı kadın meselesine özgürlükçü yaklaşmaktır. Tarihin en derin sömürüsüne maruz bırakılan kadınlarla eşitlik, özgürlük ve demokrasi mücadelemizi taçlandıracağız’’
Özcesi, Önder Apo’nun 27 Şubat’ta ilan ettiği Demokratik Toplum Manifestosu kadın özgürlük manifestosu olarak benimsenmiştir. Savunmalarda Jineoloji ile derinlik kazandırdığı kadın özgürlük ideolojisiyle Kadın Özgürlük Hareketi demokratik Çağın mücadelesinde öncü bir konuma sahiptir. Bu bağlamda Özgür Kadın örgütlülüğü ‘’Barış ve Demokratik Toplum’’ paradigmasının temel öznesi olarak rol oynayacaktır.
(BÖLÜM 2: Barış ve Uzlaşma Kavramlarının Doğru Anlaşılması ve Meşru Savunma)
Dıjwar SASON