Devletin ne’liğine ilişkin birçok tanım yapılır, bizim yapabileceğimiz tanımlardan bir tanesi de “İktidar Koalisyonu ya da Kirli Güçler Koalisyonu” tanımıdır. Bu koalisyon farklı güç-iktidar çevrelerinin, devletin temel noktalarına hakim olmak için mücadele verenlerin, kendi aralarında oluşturdukları güç dengesi anlamına gelmektedir. Bu denge ile devletler yönetilir. Bir devlette bu denge ne kadar oturmuşsa o devlette de sistem çok iyi işler. Sistem işliyorsa, iktidar ortakları belirli kurallar dahilinde varlıklarını hakim kılmışlar demektir. Fakat bu dengenin zayıfladığı veyahut değiştiği dönemlerde devletin gerçek yüzü apaçık bir şekilde ortaya çıkar. Esas olarak ortaya çıkan ise bu farklı güç odaklarının devlete hakim olmak için yürüttükleri kirli işlerin ortaya saçılmasıdır. Yani bu güç odaklarının devlete nasıl çöktükleri, devletin imkanlarıyla tüm toplumsal kesimlerin emekleriyle nasıl kendilerini ve çevrelerini şişirdikleri, farklı toplumsal kesimleri nasıl düşmanlaştırarak halkı kandırdıkları ve maniple ettiklerinin daha iyi görünür hale gelmesidir. Kısacası devlet içinde kümelenmiş herkesin tüm pisliklerinin orta yere serilmesidir. Devlet de zaten bu pisliklerin bütünüdür, bu pisliklerin farklı gerekçelerle temize çıkarılmasıdır. Her devlette ise bu süreçler veya durumlar farklı şekillerde cereyan eder.
Türkiye gibi bir ülkede de bu durum şöyle yaşanır; devletin temeli, kendisinden farklı olanların yadsınması, elimine edilerek yok edilmesi üzerine bina edilmiştir. Bunu kim daha iyi yapıyorsa devletin de yönetiminde söz sahibi olabilir, aksi durumda varlığı bile söz konusu olamaz. Çünkü farklılıkların inkarı ve imhası üzerine bir sistem kurulmuşsa, bunu en iyi yapanların devlet yönetiminde veyahut kurumlarında söz ve karar hakkı vardır, başka türlü bu devlette güç sahibi olmak mümkün değildir. Cumhuriyet tarihinde Ermeni Soykırımından Rum katliamlarına, Alevilere yapılan zulümlerden sosyalistlerin katledilmesine, en son Kürt inkarı ve imhasına varana dek geliştirilen tüm uygulamaların temelinde devletin bu kanunu vardır. Dolayısıyla bu devlette kimler var olacak, kimler ise yok olacaklar, bu biçimiyle belirlenmiş durumdadır.
Bu temel devlet kanununa dayanarak Ermeni soykırımı tamamlandı, Rum ve Helenler bu ülkeden sürüldü, Sol ve Sosyalistler katledildi, AKP ile birlikte dinci yapılar sisteme entegre edildi, geriye sadece inkar ve imhası çok yoğun bir asimilasyon politikasıyla kültürel soykırımı tamamlanmak istenen Kürtler kaldı. Son yüzyılda sayısız direniş hareketiyle Kürtler bu soykırım politikalarına karşı direnerek günümüze kadar varlıklarını koruyabildiler. Buna rağmen mevcut rejim bu politikayı sürdürmekte ve tamamlamakta oldukça kararlıdır. Günümüzde devlet içerisinde yaşanan iktidar ve güç kavgası ile ilgili gelişmeler de olduğu gibi bununla bağlantılıdır. Hatta bütün iç ve dış gelişmelerin merkezinde Kürt halkına karşı yürütülen bu soykırım politikası vardır.
Bu kapsamda bir süredir Türkiye’de önemli bazı tartışmalar oluyor. Bu tartışmaların da merkezinde nedense devletin bir dönem içerisinde kirli işleri yapanlar ve yaptıranlar bulunuyor. Bir tarafta Sedat Peker denen mafya başı, şimdilerde ise eski MİT’çi Mehmet Eymür. Bunlar eskiden beri devlet içerisinde yerleşmiş, devletteki önemli köşe başı denilebilecek odakların kirli işlerini yapan adamlar olarak bilinir. Bunların iddiaları ile yeniden gündemleşen Mehmet Ağar ve Doğu Perinçek denen şahısları da Türkiye ve Kürdistan kamuoyu zaten yakından tanıyor. Sedat Peker’in anlattıklarından hareketle içişleri bakanlığına çöken çete başları Süleyman Soylu ve Mehmet Ağar ikilisinin eroin-esrar-kokain ticaretinden zenginlerden zorla haraç almaya kadar birçok kirli işlerine daha iyi vakıf olduk. Yine devlet içindeki kirli yapılanmaların devlete nasıl sirayet ettiklerini de daha iyi görmüş olduk.
Son dönemlerde ise Mehmet Eymür denen eski MİT’çi bazı itiraflarda bulunmaya başladı. Kimi gazetelere verdiği röportajlar ve bazı televizyon programlarına katılarak yaptığı açıklamalarda MİT’de yer aldığı süreçte Yeşil adıyla kamuoyunun bildiği Mahmut yıldırımın devlet tarafından nasıl kullanıldığını anlatmaktadır. Özellikle başbakanlık kartı verilmiş olması, yine Jandarma’da kolordu toplantılarına katılması, hakeza MİT tarafından hem Türkiye’de hem de yurtdışında kullanılmış olması, bu kişinin nasıl bir kontra devlet elemanı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu kişinin (Yeşil kod adlı Mahmut yıldırım) ve bunun gibilerin devletin bilgisi dahilinde çoğunluğu Kürt olan 18 iş insanını zorla para almak için katlettiği bilgisini de yine Mehmet Eymür görevde olduğu süreçteki resmi bilgilerine dayanarak itiraf etmektedir. Hakeza Mehmet Eymür de Mehmet Ağar ve Korkut Eken’in ismini vererek bu kişilerin zamanında (90’larda) devlet içerisinde örgütlü bir çete olarak hareket ettiklerini anlatarak herkesçe bilinen bir sırrı yeniden dile getirmiş oluyor.
Devletin kirli işlerinin bu biçimiyle ortalığa saçılmasını kimi kişiler devletin içinin temizlenmesi gibi ortaya koysalar da bu oldukça saf bir yaklaşım oluyor. Çünkü bir pislik gider yerine yenisi gelir. Evet, bu gibi itiraflar neden bu süreçte yapılmaya başlandı diye sormak oldukça yerinde olur. Zira bu itiraflar aslında itiraf değil, devlet içinde kümelenmiş güç odaklarının birbirleri ile kavgasının bir sonucudur. Aslında kamuoyu ile bazı bilgileri paylaşarak rakiplerini karalama politikası güdüyorlar. Bizler de kim kimi daha fazla karalıyor diye izleyemeyiz herhalde.
Örneğin bu itiraflarda Kürtlere karşı yürütülen soykırım ve inkar-imha politikasının nasılına ilişkin hiçbir bilgi yoktur. Hakeza Kürdistan’da işlenen faili meçhuller, yine kitlesel katliam ve tutuklamalar, Roboskiler ve daha fazlasına ilişkin hiçbir bilgi yoktur. Yine Türkiye’deki sol-sosyalistler ve gerçek demokratlara karşı yapılan katliamlara ilişkin herhangi bir itiraf bulunmamaktadır. Zira mevcut durumda Türkiye’de gerçek muhalefet Kürtlerden ve sol-sosyalist Türkiyelilerden geliyor. Bunlara karşı yapılanlara ilişkin hiçbir bilginin olmaması da esasta bu kişilerin ve arkalarındaki güçlerin aynı politikayı sürdürdüklerine ve sürdüreceklerine delalettir.
Son süreçte artık mevcut AKP-MHP koalisyonunun ömrünü tamamladığı kanaati herkesçe paylaşılmaktadır. Bu doğru da olabilir. Çünkü başta Kürtler olmak üzere Türkiye’nin gerçek demokratları, yine sol-sosyalist kesimler, kadınlar, işçi ve emekçilerden oluşan gerçek muhalif güçlerin direnişiyle AKP-MHP faşizmi başarısızlığa uğratılarak tarihinde en zayıf olduğu duruma getirilmiştir. Ne içerde ne de dışarda artık kandırabileceği, dayanabileceği hiçbir güç bırakılmamıştır. Kürtlerin ve Demokrasi güçlerinin büyük direnişi sayesinde Türkiye’de bir iktidar değişikliği ve devlet içerisinde bir güç değişimi yaşandığını söylemek yanlış olmayacaktır. İşte bu nedenledir ki devlet içerisindeki pisliklerin bir kısmı ortalığa dökülmekte, saçılmaktadır. Devlette kümelenmiş tüm iktidar güçleri devlet içerisindeki yerlerini daha da sağlamlaştırmak, topluma daha iyi görünmek ve geçmişte yapılan tüm kötü işlerin bir kısmını itiraf ederek çoğunluğunun üstünü örtmek ve sürdürmek için yoğun bir çaba içerisine girmiş bulunmaktadır.
Bir dönem (2005-2015 arası süreç) Kürtlere ve özellikle de legal-siyasal alana ve Kürt halkına en fazla yönelerek devlet içerisinde güç olan, devletin birçok kurumuna yerleşen ve zamanla da tüm devletin sahibi olmayı hedefleyen bir yapı da Cemaat diye bilinen Fethullah Gülen yapılanmasıdır. Bu çevre şimdilerde bu itiraflar üzerinden yapılan tartışmaları kendi köşelerinden izliyorlardır. Aslında bu durumu fırsat bilerek devlet içerisinde nelerin olup bittiğini daha fazla açıklamayı, tüm pislikleri daha fazla açığa çıkararak daha iyi bir aydınlanmaya vesile olabilirler. En azından bu biçimiyle Türkiye’ye daha iyi hizmet edebilir ve geçmişte yaptıklarından bir nebze de olsa arınabilirler. Özellikle Kürt halkına yapılanların, devletin Kürt inkar ve imha siyasetinin içeriden nasıl ve kimler eliyle yürütüldüğünün daha fazla deşifre edilmesi önemli olmaktadır. Zira bu kişiler-çevreler deşifre edilerek şimdiden önleri kesilmez ise mevcut düzenin kendisini cilalayarak sürdürmeye çalışacağı aşikardır. Bu durum kimsenin çıkarına değildir.
Yine yakın bir döneme kadar AKP içerisinde Başbakanlık yapmış ve şimdilerde “Gelecek Partisi” diye parti kurup başkanlığını yapan Ahmet Davutoğlu da en fazla Kürt halkına yönelik “Çöktürme Politikası” diye kirli politikaların geliştirildiği ve saldırıların yoğunlaştığı 2015 sürecinin mimarlarından biri olarak devlet içerisindeki kirli işlerden haberdar olan biridir. Ankara’da Gar katliamından Suruç’taki katliama, yine Amed HDP mitingine yapılan saldırıdan Kürtdistan şehirlerinin yerle bir edilmesine varana dek birçok soykırım politikasının sonucu gelişen bu uygulamalar Ahmet Davutoğlu zamanında gerçekleştirilmiştir. Bu zat da eğer gerçekten Kürtlerden yüz bulmak istiyorsa bu sürecin tüm kirli uygulamalarını ve nasılını itiraf etmelidir. Aksi durumda ne Kürt halkından ne de Türkiye toplumundan yüz bulması mümkün değildir.
Yine yakın dönemde AKP’den ayrılarak ayrı bir parti kuran Ali Babacan da bu faşist AKP-MHP hükümetinin en uzun süre Ekonomi bakanlığını yapmış kişi olarak devlet içerisinde yapılan hırsızlıkların-yolsuzlukların neredeyse tümünü en yakından bilen kişidir. Fakat ortağı oldukları yapıları ele vermelerini beklemek herhalde yanlış olur. Buna rağmen bağrından kopup geldikleri ve 20 yıla yakındır bu devleti yöneten partinin içindeki tüm pislikleri olmasa da en azından Kürt halkına ve demokrasi güçlerine yönelik yapılanları itiraf etmeleri beklenmelidir.
Dolayısıyla Sedat Peker ve Mehmet Eymür gibi önümüzdeki günlerde başka kişi ve çevrelerden de bu gibi itirafların daha fazla olacağını öngörebiliriz. Fakat kendi içlerinde bu kadar güç kavgası veren bu güçlerin içinden kimlerin yeniden iktidar olacağını ve mevcut sistemi sürdürülebilir kılmak için çalışacağını şimdiden kestirmek zordur. Peki bizim için önemli olan nedir?
Elbette ki bu kadar mücadele vererek, bunca bedeller ödeyerek mevcut AKP-MHP hükümetini başarısızlığa uğratmış olan güçlerin kendilerini daha örgütlü, seslerini daha gür ve taleplerini de daha eylemsel bir şekilde tüm Türkiye’de göstererek ülkenin geleceğinde söz sahibi olmayı bilmek gerekir. Bırakalım itler birbirleri ile didişsinler, biz yolumuza bakalım, herkes için özgürlük zamanı diyerek Türkiye’nin demokratik inşasını gerçekleştirelim.
Mahir DOĞAN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi