Okuyucularımız hatırlarsa daha önceki yazılarımızda CHP’nin son dönemlerde iktidara aday bir dil kullandığını, yeni bir hava yaratmaya çalıştığını, özellikle de Kürt sorununu ben çözerim iddiasını dillendirmesini değerlendirmiş ve bunu nedenleriyle birlikte samimiyetini de sorgulamıştık. Fakat kimi insanlarımız bu şüpheci yaklaşımın yanlış olduğunu, en azından iyi niyetini beyan etmesinin bile kendi başına bir anlam taşıdığını ve olumlu karşılanması gerektiğini belirtiyorlar. Onun için şimdiden şunu belirtelim, elbette herkes barış olsun, başta Önder APO olmak üzere tüm siyasi tutsaklar özgür olsun, Kürtler için temel demokratik haklar tanınsın, Kürt kimliği ve kültürü üzerindeki köhnemiş 1924 anayasasından kalma yasaklar kaldırılsın. Fakat bu politika neredeyse 100 yıllık bir geçmişe sahip ve daha da önemlisi bu yüzyıl içerisinde Kürt halkının çekmediği eziyet, yaşamadığı katliam ve halk olarak bir kültürel soykırım kıskacında yaşamadığı debelenme kalmadığı için bu tür vaatlere erkenden inanmanın nedenini de sorgulamak daha doğrudur. Şehitlerimize bile tahammül edemeyen, ölü kürdü bile kabul etmeyen bir zihniyet karşısında erkenden inanmak veyahut iyi niyetlidirler demenin politika ile bir alakası yoktur. Ne demiş bir atasözümüz; “Devlet eşek de olsa binmeyeceksin.”
17 Kasım sabahında CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Ankara’da sebze haline gitmiş ve orada hal esnafı ile sohbet ederken ilginç diyaloglar ortaya çıkmış. Örneğin bir esnaf K. K. ye yaklaşık kendini eski CHP’li ve Atatürkçü diye tanıtarak “başkanım bu helalleşme de nereden çıktı” diye serzenişte bulunmuş. Tam klasik eski bir CHP’li refleksi. Yani aslında CHP sayesinde Türkiye var oldu, eğer bugün Türkiye var ise yine bu CHP sayesindedir, memlekette yaşanan sorunlar da AKP gibi diğer partilerin yanlış yönetiminden kaynaklanıyor demeye getiriyor. Dolayısıyla memleketin hiçbir sorununda CHP’nin bir suçu yok diyor. Örneğin cumhuriyet tarihinde Kürtlere yapılan mezalimleri bu zihniyet devletin bekası için yapılmış kabul eder ve sahiplenir. Bunlara göre Atatürk zamanında ne yapılmışsa hepsi doğrudur. Bu zihniyet CHP’nin klasik yaklaşımıdır ve çok yüzeysel bir zihniyettir. Belki bir hal esnafı için anlaşılır olabilir ama aslında birçok CHP’linin esas yaklaşımı bu temeldedir.
Bir diğer hal esnafı da K. K.’nin kulağına fısıldayarak “Ben Kürdüm, Türkiye’de demokrasinin yolu Kürtlere yaklaşımdan geçer” demiş. Bir Kürt esnafı bunu söylemiş. Muhtemelen Mesut Yılmaz’ın bir zamanlar söylediği “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” sözünü hatırlatıyor gibidir. Zira Kürtlere yönelik her uygulama kısa bir süre geçtikten sonra bir bakmışsın tüm Türkiye’de uygulanmaya başlanmıştır. Yani tüm anti demokratik rejim denemeleri önce Kürdistan ve Kürtler üzerinde uygulanır, tutarsa da tüm Türkiye’ye yayılır. Onun içindir ki Kürtlere yaklaşım demokrasi için turnusol kağıdıdır dense yeridir.
Fakat Tüm CHP’lilerin unutmaması gereken bir şey var; bugün eğer AKP-MHP faşist yönetimi yıkılmanın eşiğine gelmişse, İmralı’da Önder APO ve etrafında kenetlenen Kürt halkının direnişi sayesindedir. K. K. de bu gerçeği görmüş olacak ki ilk iş olarak “Kürt sorununu da ben çözerim” diyerek iktidara talip olduğunu beyan etmiştir. Yani artık bu ülkenin bir diğer gerçekliği de şudur; Kürtlerin onay vermediği hiçbir güç iktidar olamaz. Belki bir süreliğine iktidar olur ama bir süreliğine ancak olur ve ömrü de çok kısa olur. Dolayısıyla artık şunu söyleyebiliriz, Türkiye’de demokrasinin yolu Kürtlere yaklaşımdan geçiyor, hakeza iktidar olmanın yolu da Kürtlerden geçiyor.
Bugün Türkiye’nin hangi sorununu ele alırsanız alın, mutlaka gelip Kürt sorununa dayanacaktır. Örneğin son günlerde en çok konuşulan ekonomi; bir ülkede savaş siyaseti yürütülüyorsa o ülkeye sermaye akışı olmaz aksine sermaye o ülkeden kaçar, dolayısıyla ekonomi zayıflar ve zamanla çöker. Hele ki Türkiye gibi dış sermaye yatırımlarına bağlı bir ekonomi için bu daha fazla geçerlidir. Türkiye’de dış politika ve uluslararası ilişkiler artık sadece Kürtlere yaklaşıma endeksli olarak çalışıyor. Türkiye’nin dış politikasının temel parametresi Kürtlere yaklaşım üzerine kuruludur ve dolayısıyla günümüz dünyasında kendisi ile birlikte herkesi de Kürtlere karşı savaşa dahil etmeye çalışan bir siyasete destek verilse de kimse Türkiye için Kürt kanı dökmeye yanaşmıyor. Bunun içindir ki neredeyse Kürt meselesinden kaynaklı sorunlu olmadığı ne bir bölge ülkesi ne de bir dünya gücü kalmamıştır. NATO PKK karşıtlığı üzerinden destek verse de bunda da bir sonuç alamamaktadır. Haliyle PKK karşıtlığı temelinde tüm bölge ve dünya güçleri Türkiye’nin arkasında dizilmeyeceğine göre bu siyasetin artık sonuç alması bir tarafa kökten değiştirilmesi gerekmektedir.
Türkiye’de devlet aklı da nihayetinde bunu görmüş olacak ki AKP-MHP faşizminin sonu gelmiş bir siyaset ve siyasi yapılanma olduklarını artık kabul etmektedirler. Bundan sonra Türkiye’de yeni bir siyaset ve siyasi yapılanma şekillenecek. Onun için diyoruz ki bu yeni siyasi yapılanma Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde mi olacak yoksa CHP de biraz ılımlılaştırılmış bir AKP-MHP faşist siyasetini mi güdecek? Bu soruyu sormamızın temel nedeni de elbette güvensizliktir. Zira iktidar hesabı uğruna her şeyi göze alan yalancı siyasetçiler topluluğundan bahsediyoruz. Daha da önemlisi ölmek üzere olan bir rejimin dirilmesine de hiçbir şekilde müsaade etmemeliyiz.
Bu noktada en önemli rol Kürtlere, tüm demokrasi güçlerine ve tabii ki Kadınlara-Gençlere düşüyor. Şu husus unutulmamalıdır, eğer İmralı’da Önder APO’nun, Kürtlerin, demokrasi güçlerinin, kadınların ve gençlerin direnişi olmasaydı bu rejim böylesi bir çöküş noktasına gelmezdi. Yani mücadele edilmeden, bedeller ödenmeden, kısacası direnmeden zafer ve zaferler elde edilmez. Bu daha önce de böyleydi, şimdi de böyledir ve bundan sonra da böyle olacaktır. Gelecek direnenlerin olacaktır diyoruz.
Mahir DOĞAN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi