26 Şubat 2011 Cumartesi Saat 10:37
Dersim Katliamını ve bugün de devam eden asimilasyon sürecini Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşıma hazırlığında olan avukatlardan Erdal Doğan, dava sürecinin Türkiye’nin geçmişiyle hesaplaşmasında önemli bir fırsat sunacağı görüşünde. Doğan’a göre, “kültürel soykırım gerekçesiyle yapılacak başvuru, asimilasyon ve soykırım politikalarını uluslararası alana taşırken, Türk devletinin halktan ‘özür dilemesi bile mümkün olabilecek.
Berlin’de 24 Kasım 2010 tarihinde düzenlenen Dersim 1937–38 Konferansı’nda Dersim Katliamı’nın ve ardından yaşanan gelişmelerle ilgili olarak Uluslar rası Ceza Mahkemesi’ne taşınması kararı alındı. Konferansın üç hukukçu panelisti Avukat Erdal Doğan, Eren Keskin ve Barry Fisher mahkeme sürecinde görev aldılar.
Sözkonusu kararın ardından Dersim’de de milletvekili ve belediye başkanıyla Demokratik Alevi Akademisi, İnsan Hakları Derneği, sendika ve baro temsilcilerden oluşan bir komisyon oluşturuldu.
Avukat Erdal Doğan, dava sürecine ilişkin ANF’nin sorularına yanıt verdi. “Kültürel soykırım başlığı altında açılacak davanın dünyada bir ilk olacağını belirten Doğan, “Türkiye’nin yıllardır Alevi ve Kürt halkı dâhil olmak üzere farklı kültürlere karşı sürdürdüğü asimilasyon ve katliam politikaları böylece uluslararası hukuk platformlarında tartışılacak. Haliyle bu sürecin bir yüzleşme fırsatını yaratmasını umuyoruz. Kültürel soykırım olgusu devam eden bir süreçtir dedi.
Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Doğan Güreş, Süleyman Demirel gibi isimlere de böylece yargılama yolunun açılmasını talep edeceklerini söyleyen Doğan, “Devletin işlemiş olduğu tüm katliamlardan ötürü hem özür dileme hem de mağdurların zararını gidermek için iç hukukunda düzenlemeler yapması amaçlanacak diye konuştu.
* Dersim katliamını UCM’ye götürme süreci nasıl başladı? Çıkış noktanız ne oldu?
– Daha çok Dersim orijinli Aleviler ve örgütlenmelerinin çoğu Dersim katliamı konusunda ortak bir tutum alışı var. Hatta bazıları bu çalışmalarını soykırım çatısı altında sürdürüyorlar. Fakat Avrupa’da bulunan Demokrat Alevi Akademisi Birliği en az 3 yıldır Avrupa Parlamentosu’nda Dersim Soykırımı ve Katliamı başlığı altında konferanslar gerçekleştiriyor. 24 Kasım 2010 tarihinde yapılan son konferansta hem Türkiye’den hem de Avrupa’dan ve diğer kıtalardan gelen yazarlar, sanatçılar, hukukçular, siyasiler söz konusu döneme ve işlenen katliama dair görüşlerini sundular. Oradan çıkan sonuç bildirgesine göre Dersim Katliamı’nın bir soykırım olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne götürülmesi kararı alındı. Konferansın hukukçu katılımcıları olarak bu süregiden trajik vakayı Uluslararası Ceza Mahkemesine taşımayı kabul ettik.
DERSİM SOYKIRIMI HALA DEVAM EDİYOR
* Hangi başlıklar altında mahkemeye başvuruda bulunacaksınız?
– Dersim Soykırımı’nın 1937-1938’de kalmadığını ve hala devam ettiğini düşünüyoruz. Şu anda Dersim’de yaşayan Kızılbaş inancındaki halkın inançlarının yok sayılması, yapılmak istenen HES’lerle iki akarsu vadisi sular altında bırakılarak bölgenin insansızlaştırılması, yani zorunlu göçe tabi tutulması, doğanın katledilmesi, Alevi inancında kutsal kabul edilen inanç yerlerinin su altında bırakılması, anadilde eğitim hakkının yok sayılması ve bu şekilde asimilasyonun devam etmesi, güvenlik gerekçesiyle ormanlık alanların yakılması… Yani anlaşılacağı üzere 1937–38 tarihlerinde yapılan katliamın son halkaları devam ediyor.
TÜRKİYE ROMA STATÜSÜNÜ TANIYOR AMA…
* Türkiye’nin tanımadığı UCM’ye başvuru nasıl olacak?
– Türkiye Roma Statüsü Sözleşmesi’ni iç hukuk düzenlemelerinde dikkate alsa da, UCM’nin yargı yetkisini yani sözleşmeyi resmen tanımış değildir. Yıllardır da tanımamakta amiyane deyimle ayak diretiyor. Roma Statüsü’nü dikkate alarak iç hukukta düzenlemeler yapmış. 2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu’nun 76. ve 77. maddelerinde normları ile uluslararası ceza mahkemesinin kurucu antlaşması olan Roma Statüsü’nün soykırım ve insanlığa karşı işlenmiş suçları tanımış, tanımlamış ve yer vermiş. Gerekçesinde de UCM’in Roma Statüsü’nü dikkate aldığını söylüyor. Bir taraftan hukuken tanıyor diğer taraftan yargı yetkisini tanımıyor böyle absürt bir durum söz konusu.
* Neden imza koymuyorlar peki?
– Bir ülke uluslararası hukuku dikkate alarak -ki almak zorunda- düzenlemelerini yapıyorsa, Birleşmiş Milletler teşkilatının aktif üyesiyse böyle çok canalıcı bir sözleşmenin yargı yetkisini tanımasa da uluslararası camiaya yani insanlık ailesine karşı hukuken sorumluluğum yoktur, demesi artık çok zorlamadır. Deve kuşu misali başını kuma gömmektir. Çünkü insanlığa karşı işlenmiş suçlar, tüm dünya insanlık ailesinin hukuki meselesidir, kimse kayıtsız kalamaz. Türkiye’deki bir halkın ya da bir grubun katli, Latin Amerika’daki bir ülke halkının ve devletini de sorunudur. Bu nedenle onlarca ülke UCM’nin yargı yetkisini tanımış. Tanımayanlar ise, ABD, Türkiye, İsrail, İngiltere gibi ülkeler. Bunlar özellikle insanlığa karşı işlenmiş suçlarda ciddi bir biçimde sicilleri bozuk ülkelerdir, çekiniyorlar ve korkuyorlar.
* Bu durumda başvuru konusunda nasıl bir yöntem oluşturacaksınız?
– Roma Statüsü, bir grubun inancını yaşayamaması, engellenmesi, ona saygı duyulmaması veya anadilini kamusal alanda kullanamaması gibi kültürel varlığına yönelik saldırıları içeren 7/h bendi, aynı sözleşmenin 6.maddesinde yer alan soykırım unsurlarından beş tanesinden biri ile birlikte gerçekleşirse bu durumu “kültürel soykırım olarak addediyor. Soykırımın unsurları ise bir grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi, bir grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldırılacağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirilmesi, grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler alınması ya da bir gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek…
Kültürel soykırım vakaları mevcutsa bu durumda kişiler ya da gruplar UCM’ye başvurabilirler. Bizler de 1937–38 Soykırımı’yla birlikte 1998’den sonra Dersim’de bu suç oluşturmaya devam eden bu özel duruma dikkat çekeceğiz. Dersim’de halen güvenlik bahanesiyle asker tarafından ormanlar yakılıyor, Dersim’i insansızlaştırmak ve aralarındaki bağı koparmak amacıyla 1870’li yıllarda planlanan havuz sistemi bugün yapılan ve yapılacak barajlarla hayata geçirilmeye başlandı. Bugünkü barajlar, orman yakmalar bu 1870’lerdeki zihniyetin devamı.
‘Dersim’e sefer olunur ama zafer olunmaz’ işgal ve yok etme mantığı 1923’te kurulan yeni cumhuriyete aktarıldı. Kendi dillerini, inançlarını ve yaşam kültürlerini koruyarak yaşamak isteyen Dersim halkının, geçmiş imparatorlukların asimilasyon politikalarına direndikleri gibi cumhuriyetin asimilasyon politikasını da kabullenmediğini görüyoruz. Bu durum tüm yönetimleri rahatsız etmiş. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Türkçü ve Sünni ideolojik kimlik altında modernleştirme hareketi yapılıyor ve Dersimliler, Kürtler haliyle bunu kabul etmiyorlar. Bu nedenden dolayı da, Osmanlı döneminde yapılmış olan bu planlar, cumhuriyet kurulduktan sonra da sürdürülüyor.
1937’DEN BU YANA TÜM SÜREÇ UCM’YE TAŞINACAK
* Yani başvuru yaparken 1937’den günümüze kadar süreç mi ele alınacak?
– 1937’den bugüne tüm bu zaman dilimini hepsini bağlantılı olarak vereceğiz. Bölgede bu planların çok sistematik olarak yürütüldüğünü az önce anlattım. 1870’lerden beri devletin planları ve arşivleri var. Bu planın en vahşi biçimi 1937-38’deki gerçekleşitirilen soykırımdır. Dönemin halen sağ kurtulan canlı tanıkları var, kayıtları var, devletin kamuoyuna yansıyan arşivleri var, belgeleri var. Bu katliamla birlikte yüzlerce kız çocuğunun başka ailelere -özellikle asker ailelerine- evlatlık verildiği, halen de akıbetlerinin ne olduğunun belli olmadığı trajik bir durum var.
Öte yandan zorunlu göçe tabii tutulmuş binlerce insan var, toprağından, suyundan, ağacından, evinden, dağından koparılıp bambaşka yaşam koşullarına sürülüp hapsedilen binlerce, onbinlerce insan halen dönebilmiş değil. Bu olay 1993-94’te ikinci halka olarak devam etmiş, Mehmet Ağar’ın o dönem için dillendirdiği “bin operasyon vakası, JİTEM’in tek başına uygulamaları ile o bölgede binlerce insanın ölümüyle sonuçlanmıştır. Köyler yine yakılmış, boşaltılmış ve insanlar öldürülmüş ya da aylarca gıda ambargosu uygulanmış. Bu hususlar farklı biçim ve yöntemlerle bugün de devam ediyor. Yani zincirleme olarak 1937-38’den bugüne kadar bu soykırım farklı tarzlarda da olsa devam ediyor. Halen bölge yatılı okullarında okuyan kız çocuklarının subay ailelerince evci çıkartıldığı bilgisi iletildi bize. Bu durum gerçekse çok vahim bir tablo ile karşı karşıyayız.
* Nasıl bir tablo bu?
– Hafta sonları yatılı okuldan alınan kız çocuklarının, subay ailelerinin evinde kaldığı bilgisi bize iletildi. En masumane amaç subay çocuğuna arkadaş olma bahanesi olsa dahi bu devşirme, asimilasyon politikasıdır ve vahimdir.
BÜTÜN KANIKLAR TOPLANIYOR
* Bu deliller ve arşivlerin yanı sıra bu yeni ortaya çıkan ve 1937-38 dönemine ait olduğu düşünülen toplu mezarları da delil olarak sunacak mısınız?
– Bütün hepsini kanıt olarak vereceğiz. Yani 1937–38 ve 1993-94’de yapılan toplu katliamları ve bugün de devam eden süreçteki bütün delilleri bağlantılı sunacağız. Zaten Dersim’deki komisyon da bu amaçla oluşturuldu. Bütün bu delilleri toplamak ve verileri güncellemek üzere. Komisyon üyelerinin hepsi hem bölgeye hem de sürece çok hâkim ve kendi alanlarında uzmanlar. Mesela komisyon üyelerinden avukat Barış Yıldırım’ın toplu mezarla ilgili o çalışması oldukça önemlidir. Bilinen toplu mezarlar ile ilgili yerler tespit edilecek, geçmişte ve bugün için savcılığa yapılmış başvurular değerlendirilecek, çıkan toplu mezarlarla ilgili verilerin hepsi UCM’ ye kanıt olarak sunulacak.
* Bugüne kadar Dersim’de Çemişgezek dışında kaç tane toplu mezar tespit edildi?
– Üç tane daha tespit edildiğini biliyoruz. Bir tane de Pülümür’de var. Ancak doğru bir tespit yapıldıktan sonra bunları net söylememiz daha doğru olur. Birçok yerde de çıkacağa benziyor. 1937-38’in de var, 1993-94’e ait olanlar da var. Hangi döneme ait olduğunu savcı ve bilirkişiler kemik ve yaş tespiti yaparak, tanıkları dinleyecek belirleyecek.
KATLİAMI BAŞBAKAN DA KABUL ETTİ
* Peki, UCM’dan çıkacak karar Türkiye’yi bağlar mı?
– Şimdi 1937–38’de katliam yapıldığına dair devletin resmi arşivleri ve söylemleri var. Başbakan Erdoğan da bunu inkâr etmiyor ve “Dersim Katliamı’nda 50 bin insan öldü diyor. Buna ilişkin de ayrıca ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nun da dönemin emniyet müdürü İhsan Sabri Çağlayangil’le yapmış olduğu çok önemli bir röportaj var. Çağlayangil, Kılıçdaroğlu’na sesli kayıtla vermiş olduğu hem o röportajda hem de anılarında Dersim’deki halkı nasıl bombaladıklarını, “mağaralara attıkları gaz bombalarıyla insanları nasıl fare gibi zehirlediklerini fütursuzca açık açık anlatıyor. Seyit Rıza’ya kurulan tuzağı, O’nu, çocuğunu ve çevresini nasıl oldubittiye getirerek astıklarını da söylüyor. Tüm bunların Atatürk’ün bilgisi ışığında yapıldığını ve yapılanın hemen örtbas edilmesi için infaz anına dair fotoğraflara kadar kanıtların yok edilmesini emrettiğini, hepsini anlatıyor.
Şimdi gelelim sizin sorunuza. Evet, Türkiye UCM’ın yargı yetkisini tanımıyor ancak hukukunu tanıyor. Uluslararası hukuk durağan bir şey değildir. Siz dersiniz ki hitap ettiğiniz dünya coğrafyasında çok yakın tarihte böyle bir soykırım olmuş ve bu soykırım kültürel soykırım olarak halen devam ediyor. Bölge halkının konuştuğu Kürtçe ve BM UNESCO’da kaybolan dilleri arasında yer alan Zazaca anadil olarak eğitimde ve kamuda kullanılmıyor. Yani coğrafyanda böyle bir insanlık dramı var ve hala devam ediyor. Onlarca ülkenin kabul ettiği sözleşmeyi, bu insanlık trajedisini sürdüren ülkede iç hukukuna aktarmış. Onun için olaya şekli olarak bakmaksızın, sözleşmenin içeriği ve manasıyla bu başvuruyu ciddiyetle ele alıp sonuçlandırmak zorundadır.
BAŞVURU ÖNEMLİ GELİŞMELERE KAPI ARALAYABİLİR
* Buradan ne çıkabilir peki?
– Şimdilik bir şey söylemek çok zor. Bilebildiğim kadarıyla “Kültürel Soykırım adına dünyada ilk defa yapılacak bir başvuru olacak. Üstelik bu başvuru yargı yetkisini tanımayan bir ülkeye karşı yapılacak. Buradan sonuç alamazsak bile uluslararası bir ceza mahkemesinde tartışmasını sağlamış olacağız. Uluslararası hukuk ve diplomaside hem mahkemenin yargı yetkisi tartışılacak hem de Türkiye’nin bu konuyla ilgili sorumlukları tartışılacak. Bunun tartışılması bile çok önemli bir adım olacak. Burada UCM’ın yargı yetkisini tanımamakta direnen Türkiye’nin bu yargı yetkisini tanıma zorunluluğu gündeme gelecek. En kötü halde dahi Türkiye’de UCM’ye benzer insanlığa karşı işlenmiş suçlara bakacak bir mahkemenin kurulması için zorlayıcı bir sonuç çıkabilir.
* Bu dava sonra Zîlan katliamının gibi Kürt coğrafyasında yapılmış benzer katliamların sorgulanmasına da yol açabilecek mi?
– Belki yapacağımız bu başvuruyla Türkiye’nin iç hukukunda tüm katliamlarla ilgili devlet özür dileyecek. Kendi arşivlerini açacak, sorumluluklarını bilecek ve özür dileyecek. Bu mahkemenin açacağı başka bir tartışma. Dediğim gibi Türkiye’de insanlığa karşı işlenmiş suçlarla ilgili bir mahkemenin kurulmasına bile varabilir ve Türkiye’nin Kürtlerin yaşadığı coğrafyada yapmış olduğu insanlık dışı uygulamalarla yüzleşmesi konusunda bir kapı aralayabilir. Zaten Dersim Soykırımı sadece bir alanı değil, bir coğrafyayı temsil eder. Bitlis Mutki, Diyarbakır gibi çevresinde çıkan toplu mezarları zaten belge olarak göstereceğiz. Türkiye’nin eninde sonunda hem siyaseten hem de hukuken geçmişiyle yüzleşebileceği iç yansımalara karşı kayıtsız kalamayacağını düşünmekteyiz. O zaman Çorum, Maraş, Zîlan gibi katliamlarla devamı olan JİTEM katliamları konusunda gerçekleri inkâr siyaseti, değil yüzleşme açısından daha cesur davranmak durumunda kalır.
* O zaman burada korunan Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Doğan Güreş gibi bir dönemin esas sorumluları uluslararası arenada yargılanabilecek mi?
– Mahkeme, cesur davranıp da başvuruyu kabul edip yargılamaya geçerse tabii ki bu kişiler de yargılanacaklar. Mesela 1993–94 yıllarındaki siyasiler kimler onlara bakılacak. Başbakan Tansu Çiller, İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel. Bu gibi kişilerle birlikte halen bu kültürü, bu inanç sistemini kabul etmeyen, barajlara “olur diyen, insanların anadilinde konuşmasına engel olan bugünkü hükümetin Başbakanı Erdoğan ve hükümet üyelerinin de bu asimilasyonun devamcısı olarak sorumluklarını belirteceğiz ve hatırlatacağız. Her birisinin bu süreçteki sorumlulukları bildirilecek. 1937–38 katliamı için ise yaşamayan ama o dönem devleti yöneten tek parti yöneticileri yaşamadıkları için devlet onlar adına özür dilemek ve mağdurların maddi ve manevi zararlarını karşılamak zorundadır.
* Bu dava bugün sürdürüldüğünü belirttiğiniz asimilasyon politikalarının durdurulması için bir vesile olabilir mi?
– Amaçlardan en önemlisi bu farklı etnik kültürlerin asimilasyon politikasına tabii tutulmamasıdır. Bu gibi asimilasyonları ve farklılıkları olan kimliklere tahammülsüzlüğü önlemek. Aynı zamanda anadilde eğitim ve inanç özgürlüğü önüne konulan engellerin kaldırılması, Kürt halkının yerel yönetimlerini oluşturmaları, kendi kararlarını alabilmeleri yönündeki engellerin kaldırılması. Bu konuya ilgili hükümetlerin politikalarında bir değişiklik yaratmak. Bu bir süreç kolay olmayan hukuki bir süreç, sabır isteyen ve halkın desteğine de muhtaç bir süreç.
ULUSLARASI CEZA MAHKEMESİ
– Uluslararası Ceza Mahkemesi, 1998’de Roma Statüsü adındaki sözleşme ile Birleşmiş Milletler bünyesinde kurulmuş bir mahkemedir. Özellikle 1915 Ermeni Soykırımı sonrasında uluslar arası hukuk arenasında ilk defa “insanlığa karşı suç kavramı oluşturulmuş ve bu tür toplu katliamlara karşı önleyici olması babında sorumluların cezalandırılabileceği bir mahkeme kurulması bir fikri tartışalagelmiştir. Mahkeme insanlığa karşı suçlarla, soykırım ve savaş esnasında işlenmiş suçlara bakmakla kendini görevli addetmiştir. Bu suçlardan dolayı kişiler, gruplar bir devlete karşı mahkemeye başvurma hakkına sahiptirler. Ancak 1998’den sonra bu bağlamda işlenmiş suçları başvuru kapsamı içine almıştır. Daha öncesinde yaşanmış olanlar için değil.-ANF
Zeynep Kuray
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info