Kürdistan’da gelişen Özgürlük Hareketi, devletten bir şey beklenmemesi gerektiği bilincine ulaşan bir halk gerçekliğine ulaşmış bulunuyor. Devletten demokrasi ve özgürlük beklemek, tilkiden kümese bekçilik yapmasını beklemek gibidir. Özellikle bu devlet, T.C. devletiyse, demokrasinin zerresini bile bulmak imkansızdır. Demokrasi devletlerin oluşumunda bulunmaz ancak toplumlar mücadele ederek devletleri hizaya getirebilirler, demokratikleştirebilirler, dönüştürtebilirler. Tarihte, kendiliğinde bir devletin demokratikleştiği görülmemiştir ki zaten böyle olması devletin varlık nedeniyle çelişir. Varlık nedeni, egemenlik ve iktidar olan bir aygıtın demokratik ve adil olması beklenemez. Halktan aldığının çok küçük bir bölümünü, bir lütufmuş gibi halka verir. Öz gücünü keşfedenler, kendi demokrasilerini kendileri inşa ederler ve kendi ürettikleriyle özgürce yaşarlar. Devletten hak ve hukuk bekleyenler, devlete bağımlı olmaktan öteye geçemezler. Devletin varlığı toplumsal iradenin yok edildiği koşullarda daha çok ortaya çıkar, yaşama hâkim olur. Yani toplum ne kadar zayıflatılırsa devlet o denli güçlenir. Sınıflı-devletli yaşam aslında yaşamsızlıktır. Toplumun adeta nesneleştirildiği, eşya haline getirildiği elit-seçkin sınıfın hizmetine koştuğu bir sistemde toplumsal ruhtan ve yaşamdan söz edemeyiz. Çünkü devletli-sınıflı sistemlerde, seçkin-elit kesim dışındaki toplumsal çoğunluk insan olarak bile görülmüyor. İnsan, Köleci düzende mülkleşmiş, eşya durumunda olan ve kullanılan durumdadır. Saraylı olan sınıf sadece insan olarak görülüyor hatta kendilerini Allah’ın temsilcileri olarak görüyorlar.
Çünkü Allah’ın kendilerine verdiği güçle egemenlik kurduklarını ve köleliğinde bir kader olduğunu ve buna karşı çıkmanın da Allah’a karşı çıkmak olduğunu ve cezasının da ölüm olduğu sessiz çoğunluğa kabul ettirilirdi. Mısır Firavunları ve benzeri birçok hanedanlıklarda, köle olan toplumdan bireylerin hanedan üyelerine doğrudan bakmaları yasaktı bile ve suç sayılıyordu. Çünkü kullar, Allah’ın gücünü teslim edenlerle göz göze gelemezler, eğer gelirlerse tılsımları bozulur diye düşünüyorlardı. Birde, bazı Firavunların ve kralların farklı kıyafetler giymeleri ve görülmemiş imajlara sahip olmaları toplum üzerinde tartışılmaz bir etkide bulunmaları içindi. Tıpkı günümüzdeki ulus devleti eleştirmenin ve karşı çıkmanın, vatana ihanet etme olarak yorumlanması gibi. Osmanlı döneminde, sıradan biri şurada dursun, bir vezirin bile, padişaha sen yolsuzluk yapıyorsun demesi idamla sonuçlanırdı. Türkiye gibi ülkelerde, devlet büyükleri diye gösterilen modern kravatlı eşkıyalar, yolsuzluğun-hırsızlığın daniskasını yapıyorlar ama bir savcı, hâkim ya da polis müdürü dava açabiliyor mu, soruşturma başlata biliyor mu? Toplumun gözleri önünde büyük hırsızlıklar oluyor, devletin her tarafı çete ve mafya kaynıyor ama kimseden ses çıkamıyor. En kötüsü de toplumsal çoğunluğun, bu kokuşmuşluğu bal tutan parmağını yalar olarak görmesidir. Hırsız yaptığı hırsızlıktan utanmaz, bunun için zaten bu hırsızlığı yapıyor ama peki bu ülkede hani nerede vicdan ve ahlak? On milyonlarca insan içinde, buna dur diyecek kimse yok mu? Toplum neden oy kullanıyor, seçimler neden yapılıyor diye sorgulayacak kimse yok mu?
Devlet, devlet olmanın gereği egemenlik ve iktidarını korumayı esas alır ve toplumu egemenlik altında tutar. Peki kendi varlığını devletin varlığına ve bekasına kurban eden milyonlara ne demeli? Devletin varlığını kendi varlığının garantisi olarak görenler ülkenin içinde bulunduğu bataklığı neden sorgulamıyorlar? Kapitalizm ve devlet küçük bir bürokrat, asker ve finans kesiminin toplumsal emeğin yok edilmesi üzerine saltanat kurmasıdır. Devlet varsa, toplumun yok edilmesinin devletin varlığı için bir önemi yoktur. Türkiye’de, devlet ayakta duruyorsa, bayrak dalgalanıyorsa, marş okunuyorsa, ezan susmuyorsa, devletin bekası söz konusu olduğunda herkes tek sırada hizaya diziliyorsa toplumsal iradenin ne önemi olabilir ki? Devletin toplum üzerinde bıraktığı etki böyledir. Oysaki toplumda biraz sorgulama ve yargılama kültürü gelişse, devletin gücünün toplumun iradesinin gasp edilmesi üzerinde oluştuğunu anlarlar ve toplum olmadan devletin bir gücünün olamayacağını bilirler. Toplumun her bakımdan egemenlik altında tutulması, insanın beyninin ideolojik olarak felç edilmesi işte devletin kutsanmasına yol açıyor. Her şeyi kendileri ürettikleri halde, hala kalkıp devleti her şeyin sahibi olarak görenler, kendilerini güçsüz ve inisiyatifsiz bırakmış ve devlet karşısında kul-köle durumuna gelmiş olurlar. Her şeyi devletten beklemek bile, devleti güçlendirmekten ve devleti her şeyin çözüm merkezi olarak görmekten öteye gitmez. PKK nitelikli toplumun ortaya çıkması mücadelesi yürütüyor. Örneğin annesini ve babasını kaybetmiş bir çocuğa, biri sahip çıkıyorsa, kendi çocuğu gibi değer veriyorsa, koruyorsa işte o kişi yeni insan demektir. Toplumsallığın güçlü olduğu koşullarda bireyin, kan bağı olarak akrabası ve kimsesi olmasa bile birey sahipsiz değildir çünkü toplum her insanın sığınacağı en doğal evdir ve bu evde herkesin yeri vardır. Toplumsallığın bittiği yerde birey öksüz kaldı, sokaklara düştü.
Bunca akrabası olup ta öksüz olan çok insan var ki. Yani öksüzlük ve yetimlik, sadece kan bağının ve akrabanın olmaması değil aslında. Gerçek yetimlik ve öksüzlük onca akraba içinde yalnızlığa ve çaresizliğe mahkûm olmaktır, kimsenin yardım elini uzatmamasıdır ve git devlet sahip çıksın demesidir. Annesiz ve babasız çocuklara toplum sahip çıksa devletin çocuk esirgeme kurumuna ihtiyaç olmaz. Ama toplumsallık bittiği için, herkes sadece kendisine ait olanın kendisinin olduğunu düşünüyor. İşte kapitalizmi budur. Toplumsallıkta her şey, toplumun değeridir. İktidarın, egemenliğin, bireyselliğin ve bencilliğin olduğu devletli sınıflı sistemlerde her şey sermaye ve eşyadır. Toplumsal gücün ve iradenin yok edildiği koşullarda insan köleleşir ve devlet karsısında dilencileşir. Aksi halde, bir tas çorba için, Allah devletimize zeval vermesin demek ne anlama gelir? Türkiye’de, devlete sitem eden milyonlar var, devlet bize bir şey vermiyor diye. Hala devlet gerçekliği anlaşılmış değil. Devlet veren değildir alandır. Devletin, alarak toplum üzerinde egemenlik kurduğu anlaşıldığı zaman toplumsal irade gelişim gösterir. Bu açıdan, devletten bir şey beklememek gerekiyor ama mücadele ederek toplumsallığı geliştirip devletin toplum üzerinde kurduğu iktidarı zayıflatmak ve nihai olarak yok etmek gerekmektedir. Bütün devletlerin karakteri aynıdır. Ancak devletler içinde en kirli ilişkilere sahip olan ve demokratikleşmenin yanından bile geçmeyen TC, hiçbir şeyin beklenmemesi gereken devlettir. Altı yüz yıllık karanlık bir geçmişi olan, işgallerle, talanla, yağmayla, ganimet avına çıkmayla var olan Osmanlıdan hiçbir şey beklenmez. Osmanlı gerçekliğini bilenler, TC’den bir beklenti içine girmezler. Devletin egemenliğini ve devleti ortadan kaldırmak, toplumsal iradenin güçlenmesi, politik toplumun ve politik bireyin oluşması ve devlet dışı alternatif toplumsal yaşamın gelişmesiyle mümkün olacaktır. Devlet iktidarına gelmek, devletin içinde erimeye ve devlete teslimiyete yol açacağı için, bundan uzak durulması gerekmektedir. Politikleşmiş toplum ve yeni bireyin gelişimiyle doğal toplumsal bir yaşam kurtuluşun tek yoludur. Toplumsal emek yaşamın temelidir. Buda öz yönetimle gerçekleşir. Bütün toplum, en basitinden en karmaşığına kadar toplumsal yönetime katılacak. Öz yönetim, bütün bireylerin, herkesin katıldığı genişletilmiş toplumsal yönetimdir. Burada, küçük bir egemenlik aygıtı yoktur, toplumsal yönetim vardır.
Kemal SÖBE