03 Nisan 2013 Çarşamba Saat 07:59
Türkiye’de bir süredir gündemin en önünde yer alan ve çok değerli olan “barış sürecine yönelik birçok çevrenin yorumlarını, olumlu olumsuz eleştirilerini okuyoruz. Bir de pek tartışılmayan fakat çok önemli olduğunu düşündüğümüz barış şartlarının oluşması sürecinde sermayenin ve doğayı savunanların barıştan ne beklediklerine dair bir şeylerin söylenmesi gerekiyor.
Gerçek bir doğa savunucusu ya da bir ekolojistin savaşı savunması olanaksızdır. Savaşların nelere mal olduğunu çok uzağa gitmeden, sadece Türkiye’de yaşanan sürece bakarak görebiliriz. Dağların bombalandığı, köylerin yakıldığı, tarım ve hayvancılığın yapılamadığı, ormanların yok edildiği ve birçok canlının, en önemlisi de insanın yaşamına son verildiği bir savaşı TV’lerden görseller eşliğinde yıllarca nefretle ve mide krampları geçirerek gördük, yaşadık. İnsan kulaklarını kesip kemerlerine asanları, araçların arkasına insan bedenlerini bağlayıp köylerde dolaştırarak öldürenleri, köylülere hayvan dışkılarını yedirenleri, cezaevlerinde, işkencehanelerde insanların öldürülüp cesetlerinin dahi ailelerine teslim edilmediği, helikopterlerden insanların atılarak öldürüldüğü günleri henüz unutmadık ve en son yaşanan Roboski Katliamı’nı da asla unutmayacağız. Bunların tamamı Kürt halkının özgürlük taleplerini baskılamak ve yok etmek adına yapılmıştır.
Savaşın nedenleri
Mezopotamya’nın bulunduğu topraklarda var olmuş, hep burada yaşamış, büyük kültürel bir geçmişe sahip olan, özgürlük talepleri hiçbir zaman görülmeyen ve yok sayılarak yıllarca köleleştirmeye tabi tutularak baskılanmış, kıyıma uğramış Kürt halkının uyanışı ve bu uyanış karşısında devlet erkine sahip olanların bu gerçekliğe gözlerini kapatarak kölelik halini sürdürmek adına yaşattıklaları bu savaş yıllarca sürdürülmüştür.
Türkiye’de iktidarı elinde bulunduran hakim sınıflar Kürt halkını boyunduruk altında tutabilmek için bölgedeki bazı toprak ağalarını ve sermaye kesimlerini de iktidarın nimetlerine ortak ederek sorunu günümüze kadar taşımışlardır. Her şeye rağmen, Kürt halkının özgürlük tutkusuna hiçbir zaman gem vurulamamış ve özellikle 1970’lerden sonra sınıfsal bir özellik kazanan Kürt siyasi hareketi, devletin bölgede ki işbirlikçilerine ve devlet yapılanmalarına karşı direnişi büyütmüş ve bugün Kürt emekçi halkının tamamını yanına çekmeyi başarmıştır.
Bu durum devlet erkine sahip olan sermaye iktidarlarını korkutmuş ve saldırılarını Kürt halkının tamamını içine alarak sürdürürken, yukarıda kısaca değindiğimiz insanlık dışı olaylar yaşanmıştır. Bu yaşanan süreci sadece Türk milliyetçiliği üzerinden okumak bizleri doğru bir noktaya ulaştıramaz. Türk milliyetçiliğini her durumda büyüterek kullanan sermaye iktidarlarının asıl hedefi, kurdukları sömürü mekanizmasını kesintisiz sürdürmek istemeleridir. Bu amaçla insanların topluca katliamlara uğratılması dahil her türlü iğrençliği uygulamış ve yaşatmışlardır.
Bugün değişen ne?
1990 yıllarının sonuna doğru Türkiye’de özellikle büyük sermaye ve onun örgütleri (TÜSİAD gibi) yaşanan kapitalist krizleri aşmak ve bölgeyi sermaye birikimi içine çekebilmek amacıyla Kürt halkının bazı taleplerini destekleyen bir pozisyona geçmişlerdir. Dünyada yaşanan küreselleşme sürecine ayak uyduramayan devlet erkini eleştirerek, Kürt sorunun barışçıl bir yolla çözümünü sözde savunmuşlardır. Devlet içinde yerleşik yapının direnişine rağmen bugün iktidarda olan neo liberal sermaye iktidarının kurulmasıyla murat ettikleri duruma geldiklerini düşünmektedirler.
Büyük sermayenin bu pozisyona gelmesi tabii ki kendi istedikleri bir durum değil, aksine Kürt halkının mücadelesi karşısında yenildiklerinin bir sonucudur. Sermaye tarihi boyunca asla halkların özgürlüklerinden yana bir tavır içinde olmamıştır. Aksine emeğin sömürüsünde olduğu gibi halkların ve doğanın sömürüsü için baskı mekanizmalarından hiçbir zaman vazgeçmeyecektir. Onları değiştiren tek şey Kürt halkının boyun eğmeyen direnişidir.
İktidarın barış sürecindeki amacı
Wan depreminin hemen ardından bölgeye giden iktidarın bakanları önümüzdeki süreçte bölgenin yeni bir “Çin olacağından söz ederek bize bir gerçeği açıkça göstermişlerdir. Çin’de yaşanan ve bize reva görünen şey, sermaye birikimi yolunda nelerin yaşanabileceğine dair düşünmemizi gerektiriyor. Madenlerde ve diğer üretim alanlarında çocuk ve genç işçilerin kuralsızca çalıştırıldığı ve sömürünün dayanılmaz boyutlara geldiği Çin örneği bizlere reva görülmektedir. Başbakanın 3 çocuk yapın, 5 çocuk yapın söylemi ile üst üste oturan bu yaklaşımlarla bölgede büyütmek istedikleri şeyin yoğun emek ve doğa sömürüsü ile artı değerler oluşturup birikimlerini büyütmeyi hayal ettiklerini görebiliyoruz.
Kapitalizmin özellikle son yıllarda büyüme adına, artık sürdürülemez boyutlara varan doğal alanları sermaye birikimi içine çekilerek adeta yok edilmesine yönelik politikalarını izliyoruz. Bu durumu dünya üzerinde en iyi uygulayan örneklerden biri AKP iktidarıdır. Türkiye topraklarının yüz ölçümünün yarısında maden lisansları dağıtmışlardır. Tüm su havzaları kontrol altına alınmakta ve bazı bölgelerde doğadan çalınan su HES vb. adı altında boru içine hapsedilip boru hatları ile taşınır kılınmaya başlanmıştır. Hemen her yerde termik santraller kurulurken nükleer santrallerde bazı bölgelerde kurulma aşamasına gelmiştir. Türkiye’ye yeni bir rol biçilmiş ve tüm topraklar enerji üretim merkezi haline getirilmektedir. Dünya’nın birçok ülkesinde izin verilmeyen, suyun çok yoğun kullanıldığı ve yeraltı su kaynaklarını kirleterek kullanımını yok eden kaya gazı ve petrol üretim sahalarının hemen her bölgede açılması için yasal alt yapıyı gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.
Sermayenin bölgedeki muradı
Barıştan en çok fayda görecek kesim tabii ki Türkiye halkları ve özelde de Kürt halkıdır. Bir kesimin daha bu barıştan muradı var ki o murat karşısında kaybedecek olan ise yine Kürt halkı ve bölgenin doğal yapısı olacaktır. Fakat sermayenin ve onun iktidarının her şeye muktedir olmadığını yaşanan özgürlük mücadelesi bizlere göstermiştir. Sermayeye hayalle gerçeğin aynı şey olmadığını yine Kürt halkı ile Türkiye halkları göstermeye muktedirdir.
Ilısu barajı, GAP vb. yapıları oluşturmaya çalışan iktidar, emperyalist kapitalizmin de desteği ile suları enerji vb. alanlar için kontrol altına almaya çalışmaktadır. Diyarbakır ve çevresinde sondaj çalışmaları, başlatılan kaya gazı arama ve çıkarma işleri ile bölgeye kurulan ve kurulması planlanan onlarca termik santral için bu suları kontrol etmek istemekteler. Dicle Nehri’ni besleyen onlarca irili ufaklı dere ve çaylar ile en ufak su kaynağını da HES’ler yolu ile göletlere ve boru içlerine hapsetmektedirler. İnsanlığın ilk tarımsal üretime geçtiği topraklar susuz bırakılıp bölge halkı tarım ve hayvancılıktan uzaklaştırılarak, şehir merkezlerine yığılmasıyla ucuz iş gücü haline gelmesini sağlamak ise nihai hedefleridir.
Son söz
Bugün Türkiye’de savaşa karşı çıkıp barışı savunmadan ve Kürt halkının özgürlük mücadelesini desteklemeyen bir yerde durarak doğanın savunulamayacağı gibi, sermayenin bu oyunlarına karşı da uyanık olmak zorundayız. Bu yeni saldırı planlarını boşa çıkarmak ertelenemez yaşamsal bir görev olarak karşımızda durmaktadır.
Yusuf Gürsucu / Hdk Ekoloji Kom. Üyesi / Özgür Gündem
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info