08 Ekim 2018 Pazartesi Saat 09:43
Tüm sistemler ve toplumsal inşalar oluşumları sürecinde
kadının konumu ve onun etrafında örülecek toplum yaşamı konusunda kendi
zihniyet kalıplarını yaratmaya çalışır ve aslında sürdürülmesindeki başarısını
bu konudaki inandırıcılıklarıyla, güçlü kurumlaşmalarıyla sağlarlar.
Günümüzde kadının statüsü, aile içinde ve dışında kadın ve
erkeğin rolleri, kadının ezilmişliği, erken evlilikler, cinsiyetler arasındaki
farklar, kız ve erkek çocukların eğitimi ekseninde ele alınmaktadır. Bu
tartışmaların kapsamı şudur: Kadının durumunda görece bazı iyileştirmeler
yapılarak aslında sorunun derinliği de gizlenmeye ve sistem sınırları içinde
bir çözüm gösterilmeye çalışılmaktadır. Halbuki ataerkil kültüre dayalı
cinsiyetçilik, aile ve hiyerarşik kurumlaşmaların aşılması hedeflenmeden bu tartışmalar
pek anlamlı olmamaktadır.
Ataerkil toplum yapısıyla inşa edilmiş kadın statüsü bin
yılları bulan süreçte hiç değişmeden devam etmekte, kadının temel rolü sistemin
sürdürülmesinde uysallaştırılmış ve boyun eğerek bu duruma göre oluşturulmuş
kadın gerçeği olmaktadır. Kadın iyi bir eş, erkeğin karısı, iyi anne, ucuz iş
gücü, erkeğin cinsel arzularının karşılayıcısı olarak kendisine belirlenen
kimliği içselleştirmiştir. Toplumda aile kurumsallaşmasının ve erkek
iktidarının üzerinden sürdürüldüğü temel nesne halindedir. Bunun yanısıra
devletçi ve iktidarcı sistemin en dipteki kölesidir. Üzerindeki sömürü ve
köleleştirme her zaman iki boyutlu olarak geliştirilmiştir. Bu biçimiyle hem
erkeği sisteme bağlayan bir güç olarak inşa edilmiş hem de tüm köleliklerin
temelini oluşturmuştur.
O zaman sorunun kapsamını dar ele almak yerine doğru
tanımlamak ve doğru tartışmak önemlidir.
KADIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ veya SORUNUNU TARTIŞMAK
Kadın statüsünü ve özgürlüğünü tartışmaya herkes çok
heveslidir. Ama işin özüne değinmeye kimse yanaşmaz.
Egemenlikli sistemin zirvesini ifade eden kapitalizmin en
çok yaptığı da bu konuyu oldukça süslü ve “çekici bir konu olarak insanların
önüne sürmesi ve bu konuda kafa karıştırmasıdır. Üzerinde en çok konuşulan ve
bu şekilde de aslında nesneleştirilen bir kadın gerçeği söz konusudur. Kadın
hakkında kadınların konuşmasına ve karar almalarına, özgür olmalarına izin
verilmediği gibi bu konuda büyük bilinç çarpıtmalarının yaratıldığı bir
gerçektir. Kapitalizmin en büyük marifeti liberal ideolojilerle yanılsamalar
yaratarak sorunların kökeninden ve çözümünden uzaklaştırmasıdır. Bu anlamda ele
aldığı sorunu köksüzleştirme, bireysel sınırlar ve çözümler temelinde
iyileştirme görüntüsü vermesi karşısında hala da ciddi bir aydınlanma söz
konusu değildir. Bunda topluma karşı dayattığı savaş halini daha da incelterek
ve görünmez kılarak gizleme gücü kazanması önemli olmaktadır. İçinde olduğumuz yüzyılda özel savaş
yöntemleriyle bu savaş hali derinleştirilmiş ve toplum kendi öz değer ve
kültüründen kopartılarak, hücrelerine bölünerek bütünselliğini ve çözüm gücünü
yitirmiştir. Bilimsellik iddiasıyla ortaya çıkan sistemin aslında birçok
sorunun çözüm potansiyelinin de açığa çıktığı günümüzde sorunları bu şekliyle
karanlıkta bırakması da bilinçli bir yaklaşımın sonucudur.
Kadın sorunu, erkek egemenlikli sistemin gelişiminden beri
sürekli düşüş ve kaybediş halindeki bir toplum sorunu ve radikal bir özgürlük
konusu olarak ele alınmak yerine etrafında dönülen, çok fikir öne sürülen ve
bireysel sınırlara hapsedilerek değerlendirilen bir alan olmaktadır. Ve belki
de en çok çarpıtmanın geliştiği alandır.
O zaman sorunun özü kadının kurulmuş yapı içindeki statüsünü
iyileştirme ve sistemle daha fazla bütünleşmesini, sistem değerlerini
özümsemesini ve bunun bir parçası olması için daha fazla toplumsal ve siyasal
alana katılımın sahibi olmasını sağlamak değildir. Biliyoruz ki günümüzde
toplum ve siyaset alanı tümüyle erkek egemen zihniyetle ve iktidar alanı olarak
işlemektedir. Kadın değerlerine dayalı demokratik bir sistemin kuruluşu ve
erkek egemenlikli sistemin ortadan kaldırılması sorunu konunun özüdür. Yani
devletçi ve iktidarcı yapılar kadın özgürlüğünün olduğu kadar toplumsal
özgürlüğün de düşmanı ve önündeki temel engeldir. Bu yapılar aşılmadan ve
bunlarla mücadele yürütülmeden gerçek bir özgürlük mümkün değildir. Böyle
baktığımızda kadın açısından gerçek sorun erkek egemen sistemdir. Onun
kurumlaşmalarıdır. Devlettir. İktidardır. Savaş ve şiddet eksenli
paradigamalardır. Bunu içselleştiren ve buna göre egemenlik dayatması içinde
olan erkek gerçeğidir. Erkek zihniyetinin aşılması sorunudur. Topluma dayatılan
soykırım, kültürel yok etme, toplumun ahlaki ve politik dokusunun yok edilmesi,
bireycilikle toplumun parçalanmasıdır. Bu da insanlığın varlık koşulu olan toplumsallığın
ortadan kaldırılmasıdır ki toplumsallık kadın zihniyetinin temelidir ve kadına
karşı gelişen saldırılar onun toplumsallığına saldırı ile iç içe yürümektedir.
ATAERKİL SİSTEMDE KADIN STATÜSÜNÜN İNŞASI
Neyin reddedilmesi gerektiğini anlamak ve nereden
başlayacağını bilmek önemlidir. Kadının en başta kendini ve zorunlu olarak
içine düştüğü bu kaderi reddetmesini sağlayacak bir aydınlanmaya ihtiyacı var.
İnsan olarak bu eşitsizliğin kaynaklarını sorgulamak, özgür yaşamanın
gerekliliklerini anlamak, içine düşürüldüğü koşulları yaratan tüm bilmelerle
savaşma cesareti göstermek özgürlüğün ilk adımlarıdır…
Her şeyin ataerkil ev düzeninin gelişmesiyle başladığını
biliyoruz. Kadın sistemi ve kadın kültürüne karşı EL UBEYD KÜLTÜRÜ veya
HANEDANLIK KÜLTÜRÜ dediğimiz hiyerarşik yapılanmayla. Devlet öncesi
hiyerarşinin kurumlaşmaya başladığı dönemde klan-kabile düzeninde erkeğin öne
geçtiği ve kadının tek eşlilik ile erkeğe bağlandığı yaşam düzeni oluşmaya
başladı. Kadının özgürlükçü yaşam sistemi, kurduğu denge bu durumda kadın
aleyhine bozuldu. Erkek kadını hakimiyeti altına almak, mülk biriktirmek, artı
ürünü gaspetmek ve gaspettiklerini kendi soyundan olanlara servet olarak
bırakmak istiyordu. Bunun için önce aileyi, ardından da devleti icat etti. Devlet
üzerindeki iktidar gücünü yürütmek için toplumdaki erkeği ailedeki iktidar
odağı haline getirdi ve kendine ortaklar yarattı. Yani köleleşme ve egemenlik
pek çoğunun söylediğinin aksine sınıflarla değil kadınla başladı, ardından
toplumdaki diğer kesimler ve doğa üzerinde uygulanmaya devam etti.
Sonrasında kendisini farklı isimler altında farklı sistemler
olarak sunan tüm egemenlikçi yapılar birbirini tekrar ve kopya ederek erkek
egemenliğini, devleti, iktidarı ve savaşları geliştirdikçe geliştirdiler. Kadınların,
halkların, ezilen sınıfların kölelik ve sömürüsünü de gittikçe
derinleştirdiler. Kapitalizmin bunu zirvede yaptığını da günümüzün tüm acılı,
savaşlı ve katliamlarla dolu gerçeğinde görüyoruz. Her şey gibi tüm bu uygulama
ve insanlık dışı yaşam gerçeği de mantıksallaştırılarak toplumlara kabul
ettirilmeye çalışılıyor. Tıpkı kadının bin yılları bulan ezilmişliğinin ve
müthiş düzeydeki cinsiyetçiliğin izahlarla mantığa büründürülmesi ve kadına,
topluma kabul ettirilmesi gibi.
Egemen sistemin kadın ve erkek bireylerin zihinlerine
yerleştirdiği kodlamaları çözmekle cinsiyetçiliğin aşılması mümkün olabilir.
Kadınlığa ve erkekliğe dair cinsiyetçi kodlamalar aynı zamanda bu rollerin
nasıl uygulanacağının da temelini ortaya koymaktadır. Kadın zihniyetindeki kendine
ve erkeğe dair cinsiyetçi algılamalar erkek aklının ürünleri olarak gelişmiş ve
kadına da yedirilmiştir. Adına ister kader, ister biyolojik gerçekliğin ister
kadın doğasının sonuçları densin hepsi de aynı aklın uydurmalarıdır. Bunlar hem
baskı ve şiddet yöntemleri ile hem de binyılları bulan ideolojik inşalarla
yaratılmıştır. Mitolojiler, gelişen felsefeler ve bilimsel izahlar hep kadının
köleliğinin meşrulaştırılması ve egemenliğin haklılığını ispatlama
üzerindendir.
En başta gelişen ideolojik inşa erkeğin
tanrılaştırılmasıdır. Ve bu kodlama egemen erkek sisteminin inşasının temeli
olarak da bin yıllardır sürdürülmektedir. Köleci sistemin inşasıyla başlayan
erkek tanrılaştırması kadının tanrıçalık ve yaratıcılık vasıflarını erkeğe ve
egemenlere maletme çabasının sonucudur. Bu bin yıllarca süren kadın kültürüne
karşı büyük bir savaş ve darbe anlamına gelmektedir. Bunda başarılı oldular ki
bugün tapınılan, korkulan ve itaat edilen tanrı bir erkektir ve erkeğin
ihtiyaçları ve egemenliğini kurumlaştırmaya dönük bir düzen kurulmuştur. Kadın
erkeğin kaburgasından, onun eki ve başının derdi olarak varolmuştur. Tüm
günahların ve suçların kaynağıdır. Kendini affettirmesi, suçlarının sonucu
olarak mevcut durumu kabullenmesi, itaat etmesi ve sorgulamadan kabul etmesi
gerekir. İşte bu algılar başlı başına mücadele edilmesi gereken hususlar olarak
karşımızdadır.
Kadının köleleşme süreci sistemin yürütülmesinin temel ayağı
olarak gelişmiştir. Geleneksel kadınlıkla donatılarak sistemin kölesi haline
getirilen kadın, kadınla sisteme bağlanan erkek, kadın etrafında kurulan aile
düzeni, kadın emeği ve yaratımlarına el koyarak devam eden bir sistem, kadın
bedenini bir sömürü alanı haline getirerek kendi varoluşunun temel esaslarını
bile ticaret konusu haline getirmiş korkunç bir insanlık gerçeği ile karşı
karşıyayız. Kapitalist sistem kadının kölelik statüsünü derinleştirmekte
kendinden önceki dönemlerden kat kat fazla rol oynamıştır. Kadının ruhunu yok
ederek tamamen içini boşaltmayı hedefleyen bu sistem kendini en özgürlükçü
olarak göstermede de oldukça başarılı olmuştur.
KADININ STATÜSÜNÜN SİSTEMİ BESLEME VE KORUMADAKİ ROLÜ
Kadının ataerkil sistemdeki konumu bu sistemin
sürdürülmesinde araçsallaşmasıyla belirleniyor. En zayıf ve itaatkar olduğu
durumdan, en aktif ve güç olduğu duruma kadar her pozisyonu sisteme
eklemlenmeye çalışılıyor. Ailedeki anne konumu, kocanın karısı olma durumu,
toplumdaki sessiz emekçiliği, cinselliğine dayalı olarak kışkırtıcı ve elde
tutucu pozisyonu, tüm ticaretlerin konusu olması, erkeğin sisteme bağlanmasının
aracı olması… Her şekilde kadın statüsü sistemin hizmetine koşturuluyor. Kadın
konusunda hiçbir boşluk bırakmamak, tüm ideoloji ve iktidar sistemlerinin en
temelde bu konuda katı kurallar belirlemeleri, yasa ve düzenlemeler yapmaları oldukça
anlaşılır.
Kadın toplumsal kuruluşta yok sayılacak ve reddedilecek bir
unsur olmadığına göre bu yeni sisteme nasıl entegre edilmeli sorusu önemlidir.
Tüm kadınların buna birden ve tümüyle tabi olmadığını, binyılların bu
çatışmayla geçtiğini mitolojik anlatımlardan ve eski dönemlere ait kazılardan
çıkan buluntulardan anlıyoruz.
Kadınların ataerkil sistemdeki statüleri nedir sorusuna
verilecek çok net bir cevap vardır. Kadınlar bu sistemde köledirler. Üzerinde
çağdaş ve çağdışı, modern ve klasik her anlamda her türlü uygulamanın
sürdürülmesine izin verilen kölelerdir. Erkeğin keyfine ve istemine bağlı
olarak her türlü egemenlikli politika ve uygulamanın hedefi konumundalar.
Savaşta savunmasız, saldırıların hedefi olan, toplumda ataerkil geleneklerin devamını
sağlamakla görevli, kutsal aile kandırmacasının temel yürütücüsü, erkeğin
karısı, çocukların anası, dayakla yola getirilen insan, reklamlarda satış
nesnesi, güdülerin körükleyicisidir. Erkek kendi mutlak hakimiyetine dayalı
sistemi kurumsallaştırmaya çalışırken kadının gücünden de güçsüzlüğünden de
faydalanıyor. Modern toplumda kendine güvenen, istediğine sahip olmaya çalışan,
iktidardan nasiplenmiş ve kendini böylece diğer hemcinslerinden üstün gören ve
böylece özgürlük yanılsaması yaşayan, karşı cinse kendi gücünü ispatlayarak öne
çıkmış ve artık küçümsenmeyecek, ciddiye alınacak cins!
Gerçek olan şu ki kadın kapitalist modernist sistemde egemen
erkek çıkarları neyse ona göre hep yeniden dizayn edilen, ayarlanan, üzerinde
oynanan bir nesne konumunda. Tecavüz kültürünün derinleşmesiyle aile içi
şiddet, kadın cinayetleri, namus-töre adı altında gelişen katliamlar, yoğun
şiddet uygulamaları en çok dile gelen ve görünür olan kadın saldırılarıdır.
Ancak bununla birlikte kadın kimliğine, kültürüne, ruhuna ve kişiliğine dair
ciddi saldırı, yok etme ve kırım dayatması söz konusudur. Bu kimliksizleştirme,
hiçleştirilmeye karşı durmak ancak kadın kimliğinin yeniden inşası ve
özgürlüğünün doğru tanımlanması ile olabilir.
Yazının Devamı…: Eşitlik mi, Özgürlük mü?
Leyla Gabar
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html