02 Kasım 2019 Cumartesi Saat 06:54
0
21
TR
:” ”
:””
” “,serif
İsyanların,
haykırışların, barut kokusunun tam ortasında büyümeye başladım. Yasaklı olan
kadim toprakların kokusuyla büyüdüm. Büyümeye çalıştım.
Ülkem dört
parçaya ayrılmış ve ben sadece bir parçasıyım. Eksik yanlarımı arıyorum barut
kokan toprağımda. Parçalanan ülkemde toprak barut kokar. Toprağın gerçek
kokusunu alamadım hiç.. Çünkü toprağım katliamların, soykırımların ve silah
seslerinin hiç bitmediği bir coğrafyaydı.
Benim
oyuncaklarım boş mermi kovanları ve katledilmem için atılan bombaların
parçalarıydı. Katledilmem için atılan kovanlardan, bomba parçalarından yeni
yaşamlar yaratıyordum hayallerimde. Çocuktum ve ben sadece ülkemin bir
parçasıydım. Parçalanan ülkemin diğer
parçalarından uzakta olduğum kadar çok yakındım da.
Benim ülkemde
çocuklar büyümez derlerdi. Evet benim ülkemin diğer parçalarında da çocuklar
büyümüyor. Büyümelerine izin verilmiyor. Onun için biz hiç büyümedik ve hep
çocuk kaldık.
Biz Kürt
çocukları olarak gelecek dediğimiz zaman olgusuyla hiç tanışmadık. Büyüdüğümü
hayal ettikçe kurşun sıkılıyordu hayallerime. Bir yanım, kurşun, barut kokusu
bir yanım ise çığlık çığlığa isyanların arifesindeydim. Cellatlar iş başındaydı
ve yine büyümemize izin vermeyecekleri bir sabaha gözlerimi açıyorum.
Bugün 9 Ekim,
halkımı katliamdan geçirmek için gelen cellatlarla yüz yüze kalıyorum. Gökyüzü
maviliğini, önce griye daha sonrada siyaha bırakırıyordu. Dumanlar, bağrışlar,
cellatların Alluhu Ekber sesleri, Kürtleri katletmek mübahtır naraları
yükseliyordu kararttıkları gökyüzünden.
Katliam
seslerinin içinden Cellatların, bedenimi parçalayacaklarını hiç hesaba
katmamıştım. Ben daha 13 yaşındayım ve Serekaniyê’nin bir mahallesinde oyun
oynamaya başlamıştım ki, katliam sırası bana gelmişti. Türk cellatlarının
attığı fosfor dedikleri bir bombayla katlediliyordum. Vücudum da ülkem gibi
ateş içindeydi. Yanıyordum.. Ülkem gibi yanıyordum ve bağrışlarım arşa
yükseliyordu.
Bağırışlarım
arşa yükselirken, Qamışlo’da Sara’nın haykırışlarını duyuyordum. Bir daha
oynayamacağını haykırıyordu bütün dünyaya. Ayağını kesmiştiler ve daha Sara 7
yaşındaydı. Sara’nın haykırışı ayağını kaybedişinden değildi. Abisi Muhammed 11
yaşındaydı ve Türk cellatları onu katletmişti. Çocuktu o da, ben ülkem gibi
yanarken, Muhammed ve onlarca Muhammedler katlediliyordu.
İnsanlık lal
olmuş benim yanan bedenimin haykırışlarına. Sara’nın haykırışları arşa
yükseliyordu. Biz yine katlediliyorduk. Çünkü biz Kürttük, bizim katlimiz
helaldi Türk devletinin cellatlarına göre.
Katledilme
fermanımız onaylanmıştı zaten. Ben de Cizre’de dondurucuya konulan Cemile gibi,
bedenine 13 kurşun sıkılan Uğur Kaymaz gibi, Ceylan’ın umutlu bakışlarının
parçalanması gibi, cellatlar tarafından parçalanacaktım. Üstüme toprak dahi
atılmayacaktı belki de. Ağıtlar yakılmayacaktı küçücük benimin gidişine.
Anneler en çok ağıt yakar kendi dilleriyle. Ama annem yoktu yanımda. Ben oyun
oynuyordum ve oyunumu barut ve kimyasal silahlar yok ettiler.
Halepçe’deki
gibi Elma Kokusu yoktu ama ben katlediliyordum. Bedenim cehennem ateşinde
yanıyordu. Haykırışlarım arşa yükselirken cellatlar katletmenin zirvesini
yaşıyorlardı. Ve sormaya başlıyordum Tanrı hep acımasız
mı davranır Kürt çocuklarına?
Ben Kürt
halkının katliamdan geçirilmesindeki gerçeğim. Parçalansa da küçük bedenlerimiz
yine de biz büyümeye ve kalan eksik yanlarımızı tamamlamaya and içmiştik.
Sara GULAN
Sara GULAN