16 Aralık 2016 Cuma Saat 12:58
Maliye Bakanlığı’nın Kasım ayı ile Ocak-Kasım dönemine
ilişkin bütçe uygulama sonuçları, AKP-Erdoğan rejiminin Kürtlere karşı
soykırımcı saldırılarındaki harcamaların tavan yaptığı ortada. ‘Güvenlik’ ve
‘savunma’ için 837 milyon 350 bin lira harcandı. Ekim ayında bu kalem için 477
milyon lira harcanmıştı. Harcamaların bir ayda iki kat artması dikkati çekti.
Devlet, Kasım ayında silah, araç gereç ve savaş teçhizatları
için 384 milyon 557 bin lira harcadı. Ekim ayında bu rakam 103 milyondu. Yine
62 milyon 801 bin liralık mühimmat alındı. ‘Güvenlik’ ve ‘savunma’ adıyla yılın
11 ayında harcanan toplam miktar da rekor düzeyde: 3 milyar 553 milyon 412 bin
lira.
Silah, araç, gereç ve savaş teçhizatı alımına 2016 yılında
toplamda 1 milyar 274 milyon 856 bin lira para harcandı. Mühimmat alımına
bütçeden toplamda 326 milyon 829 bin lira harcandı.
Yine örtülü ödenek olarak bilinen ‘Gizli Hizmet
Giderleri’nde de Kasım ayında yapılan harcama, 2016 yılının 10 ayının en
yükseği oldu ve 228 milyon 238 bin liraya ulaştı. Yılın 11 ayında örtülü
ödenekten yapılan toplam harcama ise 1 milyar 457 milyon 31 lira oldu.
Maliye Bakanlığı, Muhasebat Genel Müdürlüğü’nün açıkladığı,
‘2016 yılı genel bütçeli idarelerin bütçe giderlerinin kurumsal
sınıflandırılması’ tablosu, AKP’nin derinleştirdiği savaş politikalarının
Türkiye’ye maliyetini gözler önüne seren cinsten.
Ödeneklerinde en yüksek artış yapılan kamu kurumu Milli
Savunma Bakanlığı oldu. Bakanlığın 26 milyar 451 milyon 504 bin TL olan
başlangıç ödeneği 11 milyar 10 milyon 822 bin TL’lik artışla 37 milyar 462
milyon 326 bin TL’ye yükseltildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı
Selçuk Bayraktar’ın sahibi olduğu ‘Bayraktar’ firmasından silahlı İnsansız Hava
Araçları (İHA) alan, Suriye’deki savaşa sınır ötesi operasyonla katılan AKP’nin
savaşı derinleştiren politikalarının uygulayıcılarından olan bakanlığa ödeneği
yetmedi.
Bakan ‘26 Milyar Yeter’ Demişti
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Milli Savunma Bakanlığı’nın
bütçesinin görüşüldüğü oturumda konuşan dönemin Bakanı İsmet Yılmaz, 26
milyarlık bütçenin kendileri yeterli olduğunu açıklamıştı. Ancak, yılın ilk
yarısı geride kaldığında bütçeden 16 milyar 474 milyon 784 bin TL harcandı ve
ek ödenek isteminde bulunuldu.
‘Yeni Koltuklar’ da Zam Getirdi!
Mayıs ayında Ahmet Davutoğlu’ndan Binali Yıldırım’a geçen
Başbakanlığın ve Süleyman Soylu’nun Efkan Ala’dan devraldığı İçişleri
Bakanlığı’nın başlangıç ödeneğinde de artış yapıldı. Sene başında 1 milyar 295
milyon 211 bin TL başlangıç ödeneği olan Başbakanlığın yeni ödeneği 395 milyon
650 bin TL artışla 1 milyar 691 milyon 761 bin TL’ye yükseldi.
İçişleri Bakanlığı’nın başlangıç ödeneğine de rekor artış
yapıldı. Başlangıçta 4 milyar 794 milyon 264 bin TL ödeneği olan İçişleri
Bakanlığı’na 5 milyar 437 milyon 336 bin TL ek ödenek verildi. Bakanlığın yeni
ödeneği 10 milyar 231 milyon 582 bin TL oldu.
AFAD’a da Ek Ödenek
Türkiye’nin Cerablus’a sınır ötesi müdahalesi öncesinde
Karkamış’ın Fıstıklı Bölgesi’ne yerleştirilen cihatçı ÖSO militanlarının
kampına yardım TIR’ları gönderdiği görüntülenen AFAD’ın başlangıç ödeneğinde de
büyük artış yapıldı.
Bütçeden yılbaşında 1 milyar 52 milyon 242 bin TL ödenek
alan AFAD’ın başlangıç ödeneği 708 milyon 183 bin TL’lik artışla 1 milyar 760
milyon 425 bin TL’ye yükseldi.
Yapay Düşmanlıklar Yaratan Emperyalizm Buradan Savaş
Gelirleri Sağlıyor
Kapitalist iktidar ve sermaye tekelleri yaşadıkları yapısal
ve sarmal bunalımdan çıkışı sömürüye kapsam ve derinlik kazandırıp daha fazla
kar elde ederek aşacaklarını zannediyorlar. Bu temelde toplumlararası yapay
düşmanlıklar kurgulayıp, yeni savaş alanları yaratıyorlar. Kürdistan’da yüz
yıllardır uygulanan politika buna en iyi örneklerden yalnızca biridir. Silah
sanayini daha da geliştirip, değişik pazarlar oluşturarak, çeşitli alıcılar
buluyorlar. Bu politikalar ekseninde birçok devlet, ülke gelirinin önemli bir
kısmını silahlanma yarışına harcamaktadır. Emperyalist ve kapitalist devletler
bu siyasetleriyle dünyayı ateş çemberine sürüklüyorlar. Birkaç örnek verirsek
eğer
ABD Silah alım giderleri, dünya devletlerinin harcamaları
toplamının % 40’ını kapsıyor.
Çin 126 Milyar Dolarla ikinci sırayı almaktadır.
Rusya 76, 6 Milyar Dolarla ve % 44 artış hızıyla üçüncü
sırayı kapmaktadır.
İngiltere 54 Milyar
dolarla dördüncü sıraya yerleşmektedir.
Japonya 49 Milyar
Dolarla beşinci sırada yer almaktadır.
Hindistan 46 Milyar dolarla…
G. Kore 34 Milyar
dolarla…
İsrail 15 Milyar
dolarla…
AKP-Erdoğan Rejimi Savaşı Sürdürmek İçin Tüyü Bitmemiş
Yetimin Hakkını Yiyor!
Barış İçin:0 TL
Savaş İçin Yılın İlk Üç Ayında:297 Milyon TL
Savaş İçin Yılın Son İki Ayında: 837 milyon 350 bin
Savaş için 2016 yılının ilk üç ayında 297 milyon 746 TL
harcayan Türkiye, Şubat ayında 2 milyon 472 bin TL harcama yaptığı Barışı
Destekleme ve Koruma Harekatı Giderleri kaleminde ise bu ay hiç harcama
yapmadı.
Savunma ve güvenlik bütçesi de 11 milyar TL artarak 62
milyar TL’ye ulaşarak genel bütçenin yüzde 11’ini oluşturuyor. 2002’de bütçeden
kamu hizmetlerine yüzde 42,3 pay ayrılırken AKP iktidarı sonrası bu oran 2016
bütçesinde yüzde 25’e kadar düşürüldü.
Varılan bu aşamanın geçmiş bir süreci mevcuttur.
Gerçekleştirilmesi için de revize edilerek, içe ve dışa dönük etki yapacak ve
işlev görecek bir stratejik konsepte dönüştürülmüştür. Şöyle ki Savaş
politikalarıyla başlayan, savaş ekonomisiyle sürdürülen, savaş hükümetiyle
hızlandırılan savaş liderliğiyle üst aşamaya taşırılan ve savaş kitlesiyle
tamamlanan komple bir savaş-konseptiyle karşı karşıyayız. Kurumsallaşmış ve
derinlik kazanmış bir faşizm-formülasyonu, ustaca kurgulanmıştır.
Neo-Osmanlıcılık Eksenli Hayat Kurmaya Çalışmak!
Demokrasiye evirilemeyen, özgürlüklere kapıyı açamayan ve
evrensel hukuku geliştiremeyen Türkiye, iflas etmiş Yeşil-Kuşak projesi
üzerinden Ilımlı-İslam batağına saplandı. Siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel
kapsamdaki sorunlarını, ümmetçilik anlayışıyla çözebileceği yanılgısına düştü.
Tarihsel- toplumsal yaraların, kangrenleşerek güncelleşmiş halini,
totaliter-faşist yaklaşımla aşılabileceğini zannetmek bataklıkta çırpınmaktır.
Bir yandan hiçbir anlamı, değeri ve
hükmü olmayan, Türk-İslam sentezi ideolojisinde yürürken, diğer yandan, İttihat
ve Terakki geleneğiyle buluşup, Neo-Osmanlıcılık eksenli bir hayat kurmaya
kalkışmak, ham hayaller peşinde koşmaktır. Koca bir yalan dünyası oluşturup,
rüyalar âleminde dolaşmaktır. Ne yazık ki, acı ve üzüntü veren bu ideolojik,
politik ve ekonomik yapılanmayı, Türkiye’nin başına saran, 12 Eylül darbe-cuntasıdır.
Türk egemenleri, varlıklarını korumak, iktidarlarını sürdürmek ve sömürüyü
arttırmak için, ‘’vatanseverlik’’ adına, bu belayı halkların başına sardılar.
35 yıl önce, YDD (Yeni Dünya Düzeni) çerçevesinde BOP
ekseninde İsrail-MOSSAD öncülüğünde ABD ve İngiltere’nin onayıyla kimi Ortadoğu
Arap-İslam devletlerinin (Suudi Arabistan, Katar vb…) maddi destekleriyle
Ilımlı-İslam (Neo-Liberalizm) projesi geliştirildi. Askeri cuntanın eliyle
Anayasa ve yasalarla inşa edilmeye başlandı. Türk-İslam sentezi ideolojisi ve
politikaları doğrultusunda kurumlar, kadrolar ve nesiller oluşturuldu. Türk
oligarşisi, bürokrasisi ve burjuvazisi hem dönüştürüldü hem de geliştirildi.
Her türlü maddi ve manevi, yasal ve anayasal, legal ve illegal destekler
sunuldu. Gülen cemaati ve tarikatlar eliyle toplum, bu zihniyet ve ideoloji
ekseninde eğitilip, bilinciyle oynanarak, örgütlendirildi. (2000’lere
gelindiğinde AKP adıyla politik alana ve iktidara taşırıldı. Bu ideolojik ve
siyasal yapılanmanın yaşam bulması için eğitim, güvenlik, askeri, istihbari,
ekonomik, diplomatik, kültürel, sanatsal, edebi ve spor (özellikle futbol)
faaliyetleri başta olmak üzere, devletin tüm politikaları, plan ve programları
bu amaca göre şekillendirildi.
Günümüz itibarıyla politikaların oluşum ve akışını izlerken,
Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fuar açılış konuşmasındaki “Eğer çevrenizde bir
ateş varsa oradan sıçrayan kıvılcım sizi de bulur. Çözüm bu yangına sırtını
dönmek değil, bu yangını söndürmenin yollarını aramaktır. Hiçbir siyaset, diplomasi,
çıkar milyonlarca insanın acısından, ölümünden daha önemli olamaz. Tespitleri
oldukça manidardır. Uygulamalara baktığımızda bu söylemlerin hiçbir kıymeti
harbiyesi olmadığı, açıkça görülmektedir.
13 yıllık AKP iktidarı boyunca polis ve militarist-faşist
yapılar eliyle çeşitli bahanelerle meydan ve sokaklarda insanlar infaz edildi.
Yüzlerce çocuk ve bebek öldürülüp, katledildi. Yüzlerce kadın cinayeti işlendi.
Binlercesi şiddet gördü. On binlerce insan gözaltına alınıp tutuklandı. Sayısız
insan alanlarda ve karakollarda saldırı ve işkence gördü. Yığınla
anti-demokratik uygulamalar oldu. Uluslararası sözleşmeler ve evrensel hukuk
normları, ayaklar altında çiğnendi. Başta düşünce yasağı olmak üzere, temel
insan hakları ve özgürlükler alanına, mevcut ihlaller, engeller ve yasaklar
artırılarak, yeni düzenlemeler getirildi. Her türden muhalefet bastırıldı.
Çeşitli entrika ve komplolar meşru görülüp, hayatın rutinleri haline geldi.
Hak, hukuk ve adalet sadece AKP ve yandaşları için var oldu.
Dış politikada Türkiye kendi sınırlarını korurken, komşu
ülkelere dönük uluslararası güçlerin verdiği taşeron-görevler temelinde hareket
etmektedir. Küresel ölçekteki güçlerin projeksiyonuna katkıda bulunmak gibi,
temel strateji ve politikalar belirleyip uygulamaktadır. Bu çerçevede ölüm
makinaları ile silah teknoloji envanterini artırmaktadır. Bunu da alımlarla,
montaj sanayiyle ve kısmi yerli üretimle karşılıyor. İşgaller için de hızlı,
etkin ve sonuç alıcı müdahale gücü geliştiriyor. Oluşturduğu askeri konsept
doğrultusunda dünyanın ve bölgenin birçok yerine askeri kuvvet sevk edebilecek
bir güce varmak istiyor. Ortadoğu ve Afrika’ya açılıp yayılmak hedefini
güdüyor. Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılmasında söz sahibi olup, sömürü
kaynaklarından pay almak için çabalıyor. Bütün bu amaçlarına ulaşmak için de
her yol ve yöntemi, ilişki ve ittifakı mubah görüyor. İçte ve dışta çeşitli
terör örgütleriyle buluşup desteğini sunarak, birliktelikler oluşturarak, ortak
hareket ediyor. Listeye, El-Kaide, Taliban, DAİŞ ve El-Nusra gibi, bir çok
örgüt dahil edilebilir. Rojava Kantonlarına dönük, DAİŞ vb. çete-örgütlerle iç
içe olup aylarca süren saldırı, katliam ve yıkımları gerçekleştirdiğine, tüm
dünya tanıktır. Halen de yok etme emelinden vazgeçmiş değildir. Rojava, Şengal,
Musul ve diğer yerleşim yerlerinde DAİŞ canilerinin gerçekleştirdiği, insanlık
suçlarının ortağıdır. Kürtlere dönük yürüttüğü düşmanlığı tüm Ortadoğu’ya
yaymak istiyor.
Sınırlar içinde ise Türkiye’nin ve Kürdistan’ın her karış
toprağına, ordu güçlerini ve güvenlik birimlerini konuşlandırıyor. Türkiye’nin
hiçbir yerini, askeri karargah ve kalekol ile polis birim ve karakollarından
yoksun bırakmıyor. Dağ-taş, dere-tepe, ova-yayla ve her yer kışlaya dönüyor.
Özellikle de Kürdistan’ın her karışı,
yeniden işgal altına alınıyor. Türkiye’nin bütünü açık ceza evi olurken
Kürdistan, askeri ceza evine
dönüştürülüyor. Böylece de mevcut aktif kuvvetler ile rezerv güçlere rolünü
oynatarak kısa, orta ve uzun vadeli savaş sürecine hazırlanıyor. Bölge ülkeleri
üzerinde stratejik caydırıcılığını ve politik etkinliğini geliştirerek,
Türkiye’nin ağırlığını ve saygınlığını oluşturarak menfaatlerini koruyup,
artırma amacını taşıyor. Bunun için zaman zaman gövde gösterisi yapıyor. Ayrıca
muharebe gücünü yükselterek itibar elde etmeye çalışıyor.
Tüm bu politikaların ne kadar realist ne kadar rasyonel
olduğu oldukça tartışmalıdır. Çünkü, TC devleti son 35 yıldır Kürt Özgürlük
Hareketi ve Kürt halkına karşı, kuralsız ve pervasız bir savaş yürüttü. Bunun
sonucu olarak ordusunu modernize edip, revizeden geçirerek, silah
teknolojisiyle donattı. Fakat yine de ordusu, PKK gerillalarının savaş tarzı ve
kabiliyeti karşısında yamalı bohça gibidir. NATO bünyesinde büyük bir iştahla
dış ülkelere gönderdiği askeri kuvvetlerle de dünyanın en ucuz askerine sahip
olduğunu göstermiştir. Ayrıca ABD ve AB’nin Füze kalkanı projelerine onay
vermesiyle de bu ülkelerin güvenliği sağlanırken, kendi ülkesini ve halkını
büyük bir risk altına alarak, canlı kalkan konumuna getirerek hedef kılmıştır.
Şimdilerde Suriye ve PKK’ye karşı saldırı hazırlıkları yaparak, kapsamlı bir
savaşa hazırlanmaktadır.
Bütün bu amaç, strateji ve politikalar, bir avuç kaprisli
oligarkın fikri, hedefi ve çıkarları ile ayakları yere basmayan hayalleridir.
Ülkenin zenginlikleri, toplumsal değerleri ve insanları, bu rüyaların kurbanı
edilemez. Türkiye bu gözü dönmüş dolar tüccarlarının yitik vicdanına ve
insafına bırakılamaz.
Kapitalizmin karakteristik bunalımı dünya ölçeğinde
derinleşerek devam ederken, Türkiye’de de krizlere neden olmuştur. Fakat son on
yılın krizleri yeşil sermaye ve iktidarın ortak çabası ile halka ‘teğet
geçmiştir’ şeklinde yutturuldu. Şimdi ise kırılgan bir noktadadır ve uygulanan
yöntem ve tedbirlerle yürüyemez. Bir ülke, uzun süre rolanti ekonomisiyle
yaşayamaz. Çünkü, suni teneffüslerle hayat sürdürülemez. Ya kendini tüketerek
kırılacak ya da hızlanıp çökecek. Çünkü toplum karşıtı, ekoloji karşıtı,
endüstri karşıtı, üretim karşıtı, demokrasi karşıtı ve toplumsal barış karşıtı
olarak, geliştirilip sürdürülen’’ ekonomik-politikalar’’ çıkmaz sokak gibidir.
Sürekli sömürü, daima daha fazla kar ve hep büyüme ister. Bu da evrendeki kara
deliğe doğru yol almaya benzer. Bir kez çekim merkezine yakalanınca, artık
kurtuluş yoktur. Her saat her dakika, sizi kendine doğru, katlamalı bir hızla çeker.
Sonuç, kara deliğin sonsuzluklarında ve bilinmezliklerinde yol alırken, belki
de başkalaşıma uğramaktır. Kim bilir…!
Nedir, uygulanan ekonomik politikalar? Neden ihtiyaç
duyulmuş? Hangi amaçlar doğrultusunda şekillendirilmiş? Neyi hedeflemiş? Kime
ve neye hizmet edecek? Kimin ve kimlerin çıkarınadır? Hangi kesimlerin
menfaatine göre kurgulanmıştır? Niçin devam ettirilmektedir? Nedir bu ısrar?
vb. soruları çoğaltmak mümkündür.
Savaş politikası başlıklı bölümde vurguladığımız gibi,
sürdürülen savaş ekonomisinin geçmişi de l2 Eylül’e kadar uzanır. Bugün
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, sık sık her yer de zevkle ve iştahla söyleyip, teşvik
ettiği, silahımızı kendi sanayimizle üretip, dışa bağımlılıktan kurtulalım,
çerçevesindeki belirlemelerin benzerini, Cuntanın başı Kenan Evren de dilinden
düşürmezdi.
Yapılan yanlışlıklar ülkeyi labirentlere sürüklemektedir. 12
Eylül askeri darbe cuntacılarıyla tarihin çöplüğünde yerini almış Enverizm ve
Osmanlıcılık karışımı hayaller peşinde koşmak ise ya gözü dönmüş bir iktidar
sarhoşunun ya da ayağı yere basmayan bir aklın işi olabilir ancak.
Halbuki bu coğrafyalar tarıma, ziraata, ormancılığa, hayvancılığa
vb. toprak işlerine yatkındır. İnsanı, binlerce yıllık toplumsal birikimin,
geleneğin ve emeğin ustasıdır. Hem bu coğrafyayı yaşatacak hem canlıları
besleyecek toprakla ve doğayla uyum içinde, simbiyotik tarzda yaşayabilir. Bu
toplumsal-doğanın özgür işleyiş kuralına da uygundur, İnsanın kutsalıdır. Buna
dokunuldu mu, yörüngesinden kopmuş metaor taşı misali savrulup gidilir.
Dur-durak bilmeden, parçalanıp un-ufak olana dek, pusulasız yol alınır…
Özellikle yaratılan yandaş sermayeye, bu sömürü ve soygunlar
peşkeş çekilirken aynı zamanda yeni hırsızlıklar, talanlar ve soygunlar da
teşvik edilmektedir. Ülkenin dağı, taşı, toprağı, ormanı, deresi, ırmağı, gölü, denizi, madeni, enerji kaynakları, yolları, insanları
ve onların alınteri ve göz nurları fütursuzca yeşil sermayeye sunulmaktadır.
Bunun için her yol ve yöntem acımasızca uygulanmaktadır. Tüm bunlar ters yüz
edilerek, akla hayale gelmeyecek yalanlarla topluma anlatılmaktadır. Büyük bir bölümü
sinmiş ve itaat eden basın kuruluşları eli ve diliyle süslendirilip,
betimlenerek halka aktarılmaktadır. Toplum amansız bir kandırma ve yönlendirme
bombardımanı altındadır. Yalan ve yanlışlar, doğru ve güzellikler olarak servis
edilmektedir. Cehenneme döndürülen ülke sanki cennete çevrilmiş gibi
gösterilip, sunulmaktadır. Bir zamanlar ABD’de yalan makinası icat edilmişti.
Doğruysa eğer, Erdoğan ve AKP ile onların yandaşları ve yardakçılarını bu
makinalara bağlarsak, her halde o aletler parçalanır. Başta Erdoğan olmak üzere, bu şürekanın bir
benzerini insanlık ne görmüş, ne duymuş, ne de tanımıştır. Hiçbir halkın başına
böyle bir ucube vaka ve cebr gelmemiştir. Firavunlara ve Nemrutlara rahmet
okutacak bir ceberrutluk var.
Sonuçta böylesi hassas bir ekonomi, savaş ve savaş
koşullarıyla toz-duman olmaktan kurtulamaz. Yıkımın acısını ve bedelini, kent
ve kır emekçileriyle, fakir ve yoksul kesimler öder. Fatura ezilenlere ve
sömürülenlere kesilir. Türkiye’de yapılmış, yapılan ve yapılacak olanlar da
aynıdır. 12 Eylül’le başlayan savaş-ekonomisi uygulamaları, zaman zaman, DYP-
Tansu Çiller döneminde olduğu gibi, özgün özel savaş politikalarıyla
hızlandırılarak sürdürülmüş. Kürdistan yıkıma uğratılırken, Kürt halkıda kırım
katliam ve sürgünlere tabi kılınmıştır. Kimi dönemlerde de özel savaş
politikaları yavaşlatılarak devam ettirilmiştir. Fakat Kasım 2002 tarihinden
itibaren ise bir savaş partisi olarak iktidara taşırılan AKP ile savaş
hükümeti oluşturulur. Ve savaş ekonomisi tam gaz hızlandırılarak yol alır.
Ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, bir avuç sermayedara peşkeş
çekiliyor. Toplumsal emeğin artık-ürünleri ve artı-değerleri gasp ediliyor.
Pazara sunulmayan hiçbir toplumsal değer kalmamıştır. Halkın yaşam standartları
en alt seviyelere çekilmiştir. Kısıtlamalar, tasarruf paketleri ve zamlar ardı
ardına sıralanmıştır. Yapılan bu zamlarla orduya ait kurumlara fon adı altında
sermaye devşirilmektedir. Yaşam cendereye alınmıştır. Özelleştirmeler tüm
hızıyla sürdürülmektedir. Binlerce, on binlerce ve yüzbinlerce emekçi, tüm
haklarından men edilerek, işsizler ordusuna dahil edilmişlerdir. Tepki gösterip
hak arayanlara, eyleme yönelip direnenlere ise amansız bir baskı ve şiddet
uygulanmaktadır. Grevler yasaklanmıştır. Sesler duyulmaz olmuştur. Dayanışma, yardımlaşma
ve örgütlenip birlikte hareket etme, güç olma sarı sendikalarla önlenmektedir.
Benzeri yöntemler zenginleştirilerek devam edilir. Söz konusu koca bir ülkenin,
toplumsal emek değerleriyle birikiminin önemli bir kısmı, savaş ekonomisi
olarak harcanır. Ülkenin, ’’sözde’’ vatandaşları işsiz ve aşsız kalıp, fakir ve
yoksulluk içinde çırpınırlar. Hesabı yapılamayan milyon ve milyar dolarlar ise
ölüm makinalarına, savaş teçhizatlarına, silah geliştirme projeleri ile
tasarımlarına ve kısmi üretimlere harcanır. Ülke zenginlikleriyle halkın göz
nuru, emeği ve yarınları, pervasızca silah ve yeni teknolojilerin alımında
tüketilir. Savaş baronları ve silah tacirleri, sermayelerini katlayıp
sevinirken, ezilene, sömürülene ve yoksullara düşen pay ise hamasi sözler ile
‘’Vatan, Millet, Sakarya…’’ edebiyatıdır.
Samara İzgin
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info – www.navendalekolin.com
0
21
TR
HE
:” ”
:””
” “,” ”