‘Güzel günler
Göreceğiz çocuklar
Motorları maviliklere
Süreceğiz
Çocuklar inanın inanın
Çocuklar
Güzel günler göreceğiz
Güneşli günler’
Böyle demişti kavganın ve şiirin ustası yıllar önce. Ve hayatının her anı, bir direniş manifestosu olan Sakine Cansız yoldaşın deyimi ile hep kavga olan yaşamın içinde, kıyısında, kenarında olanlar bir maraton koşusunda olduğu gibi gece demeden, gündüz demeden, durmadan, dinlenmeden, yılmadan, yorulmadan farklı zamanların yeni mekanlarında mücadele ediyor, direniyorlar. Acılarını yüreklerinin derinliklerine gömerek, öfkelerini mutlaka başarma andına dönüştürüyorlar. Tökezlenip düşenler olsa da bu mayınlı, pusulu yolda, aslolan hiç düşmemek değil, düşünce yeniden ayağa kalkmak, yürüme iradesi göstermek, en zor koşullarda, en kıt imkanlarla bile zaferi düşlemektir diyerek, menzile ulaşmada israr ediyor, zafer şiarı ile yollarına devam ediyorlar. Yıllardır bu diyalektikle sürüyor kavga ve güneşin sarı saçlarını avuçlayana kadar böyle devam edecek bu yolculuk.
Hep söylenir; devrimciler ütopya-ideal sahibi oldukları kadar, içten, doğal, samimi ve naif insalardır. Ütopik oldukları gibi CHE’nin ifadesi ile ‘dünyayı iste ama gerçekçi ol’mayı bilecek kadar hayatlarını gerçeği arama, bulma ve yaşamsallaştırmaya adarlar. Yaşamlarını, sağlıklarını ve gençliklerini özgürlük, adalet ve eşitlik uğruna giriştikleri kavgaya adar, böyle anlamlandırırlar. Mutluluk kaynakları hayatın anlamlandırılmasıdır. Yaşamlarını anlamlandıran ise yanlızca idealleri uğruna giriştikleri kavgada elde ettikleri başarıdır. Onlar bir düşü, bir tarihsel özlemi gerçekleştirme savaşçıları olarak yola çıkarlar. Yola çıktıklarında ne kahraman olmayı düşler, ne de başkasından alkış beklerler. Çünkü onları birer yenilmez şövalye yapan, devrimci kılan temel özellik korkuyu yenmeleri kadar, beklenti ve ödülü de yerle bir etmeleridir. Halkların kaderini ve tarihin akışını değiştiren tüm devrimcilerin ortak özelliği böyledir. Yani güçlü bir ütopya- ideal, sınırsız sorgulama, arayış, buluş, sarsılmaz bir inanç ve tutkulu bir mücadele ve başarma azmi devrimcilerdeki mucizevi çıkışların sırrıdır. Tarihin akışına ve halkların hayatına etki eden tüm devrimci çıkışlar bu temele dayanırlar. Böyle olduğu için gerçek devrimciler sabır küpü, sarsılmaz inanç abidesi, kırılamaz iredeleri ile yenilmez ve ölümsüzdürler. Bu nedenle tarihin hiçbir dönemi silah, ordu, para ve iktidar gücünün özgürlük düşüne ve devrimci iradenin üstünlüğüne tanıklık etmemiştir.
Tarihin akışına yön veren Spartaküs’ün hazin öyküsünden, “eriş Dede Sultan” diyerek dar ağacına giden onbinlerce Bedrettin takipçisine, dar ağacı gölgesinde bile gülüşü ve cesareti ile cellatları kahreden Deniz’den, işkencede ser verip sır vermeyen İbrahim’e, faşizmin zifiri karanlığında bir meşaleye dönüşen Mazlum’lara, Sakine’lere kadar süregelen gelenek devrimcilerdeki yenilmezlik diyalektiğidir. Bir geleneğe, yaşam biçimine dönüşen bu diyalektik güncelde dağlarda, şehirlerde, ovalarda devam ediyor. Bu özgürlük düşü, arayışı, ısrarı, ideal-ütopyası, bilinci, inancı güncelenmiş strateji-taktik, eylem gücü ile birleştiği her yerde tarihin ve güncelin yenilmez devrimci gücüne dönüşüyor. Daha somut haliyle bu gerçeklik Kobani’de güncellendi, Rojava’da hayat biçimi halini alıyor. Barbarlar sürüsüne ‘NO PASARAN’ diyor. Sömürgeci ordusuna mensup yüzbinlerce celladın gelip sinek gibi çarptığı geçilmez bir kale duvarı halini alıyor. Alçalmış değerleri, çıkara kurban edilmiş ilkeleri ve sıradanlaşan kötülüğün kanun olduğu çölleşen dünya içinde Rojava’yı, Kürdistan dağlarını bir insanlık vahası haline getiriyor. Toprağı, havası, suyu, dağı, taşı, ormanı ve ovası ile burayı insani değerlerin yeniden yeşerdiği, hayat bulduğu bir yeryüzü cenetine dönüştürüyor. Üretkenlikle, dayanışma, paylaşım ve eşitlikle insanlığa yeni bir yaşamın mümkün olduğunu hatırlatıyor. 68 ruhunun ölmediğini, bu ruhun toprağa düşen tohumlarının geçikmeli de olsa yeşerdiğini, bir, iki, üç daha fazla Vietnam şiarının yarım asır sonra da olsa cevap bulduğunu ilan ediyor. Bunu gerçekleştiren irade defalarca en ağır kuşatmalara, yakılıp yıkılmalara, bombardımana, talan ve göçe maruz kalıyor. Napalmla, kimyasalla vuruluyor. Kobani’den Afrin’e, oradan Serekani’ye, Serekani’den ise Hesekê,Qamışlo’ya göçertiliyor. Tüm her şeyi yakılıyor, talan ediliyor. Ama her seferinde büyük bir yaşam tutkusu, başarma azmi ile göç ettiği yerde hayata sıfırdan başlayarak, çölü yeni bir yaşam ve özgür bir dünyanın yeşerdiği zemin haline getiriyor. Ve bu mucizenin sahipleri olağan yaşayarak, savaşarak, olağanüstü çaba, irade ve uğraşların ürünü olan devrimin gerçekleşeceği bilinciyle hareket ediyor. Yaşamda, yemede, içmede, edinmede, uykuda ve çalışmada olağanüstülüğü kanun haline getiriyorlar. Yeni bir yaşam ve bir başka dünyayı mümkün kılanlar olağanlığı hatırlatan her şeyi yaşam defterinde söküp atıyorlar. Yakınlarda ya da çok uzaklarda dostluk, arkadaşlık veya başka adlarla savaşı, direnişi, bedel ödemeyi bir holiganın maç izlemesi derecesine indergeyen, kınayan, yargılayan, akıl veren, strateji-taktik sunan, beğenmeyen, dudak bükenleri görmezden geliyor, kulak asmıyor. Yapılanları basitliğin, sıradanlığın ve kendini bilmezliğinin dışa vurumu olarak sayıyor.
Geleceği kurmak irade, inanç ve sabır gerektiren uzun, zorlu bir yolun yolculuğuna benzer. Bu yola çıkmak olağanüstü cesaret gerektirir. Bu yolda durmadan, yorulmadan, dönmeden ve dökülmeden yürümek ise cesaretin yanısıra, akıl, irade, ütopya, inanç ve derya gibi bir sabrı zorunlu kılar. Bunu bilmek, buna inanmak her özgürlük savaşçısının olmazsa olmazı, künyesidir.
Her özgürlük savaşçısı güneşli güzel günlere yürümenin öncelikle sürekli aynayı kendi vicdanına tutmak, her hata ve yetersizlikte, sanık sandalyesine oturtmak için bir suçlu aramadan, kusuru önce kendinde aramak, duygu ve düşünce dünyasını yoklamak ve süreklileşen bir iç muhasebeden geçtiğini bilmektedir. Bu bilinç ve inanç onun sabırını sonsuzlaştırmakta, iradesini çelikleştirmektedir. Çelikleşen irade, sonsuz inaç ve sınırsız sabır ise özgürlük savaşçıları için güzel günlere, özgür bir dünyaya davettir. Şimdi her özgürlük savaşçısı için muhasebe ve geleceğe yürüme zamanıdır. CHE deyimi ile, “Eğer biz başarılıysak, eğer dayanışmanın bu yeni silahını kullanıyorsak, eğer hedefleri biliyorsak, düşmanı biliyorsak ve gitmemiz gereken yönü biliyorsak artık bizim için geriye sadece bu yolun her bir gün aşılacak parçasını/adımını bilmek kalıyor. Ve bu adımı bize hiç kimse gösteremez; bu adım her bireyin kendi özel yolculuğudur. Bu adım, kişinin kendi bireysel deneyiminden edinecekleri ve halkın iyiliğine adanmış, işini yaparken kendinden verecekleridir. Şimdi geleceğe doğru yürüyüşümüz için tüm her şeye sahipken, hadi Marti’nin tavsiyesini hatırlayalım. “Anlatmanın en iyi yolu yapmaktır.” Hadi, artık geleceğe doğru yürüyelim.”