31 Mart 2014 Pazartesi Saat 08:27
Özgürlük sosyolojisini okuduğumuzda hepimizin aklında bir kavram kalmıştı jineoloji. İlk defa böyle bir kelime ile karşılaşıyorduk ve Önderliğin tam olarak ne demek istediği konusunda net bir fikrimiz yoktu. Sorun bu kelimenin ne anlama geldiği değildi, jineoloji kadın bilimi demekti ancak nasıl olacaktı bu iş? Önderlik savunmasında bizlerle paylaşmıştı, peki bizler içeriğini nasıl dolduracaktık, pratikleşmesi nasıl olacaktı, sorun buradaydı. Büyük bir mücadele mirasına sahip olmanın verdiği tecrübe, birikim ve doğal olarak kendine güven ile başlandı jineoloji çalışmalarına. Jineolojinin teorik-kuramsal, kavramsal boyutu, örgütlendirilmesi üzerine birçok tartışma yürütüldü, birçok farklı görüş çıktı ortaya ve tabi ki birçok soru işareti de…
Her konu bir soruyu, her soru bir cevabı, her cevap tekrardan bir soruyu getiriyordu. Aslında bu bilmenin diyalektiği, doğallığı oluyordu. Bundan uzun zaman öncesinde de bilmek, öğrenmek böyle başlamamış mıydı? İlk bilgiye sorarak, merak ederek ulaşmamış mıydı kadın? Bilmek, öğrenmek kadın aklının öncülüğünde gelişmiş, toplumsallaşmış, paylaşılmış ve anlam kazanmıştı, yani kutsallaşmıştı. Ve şimdi de kadınlar sorarak, tartışarak, araştırarak, farklı deneyimleri inceleyerek, tarihe bakarak yeniden bilmeyi, bilgiyi ortaya çıkararak yollarına devam ediyorlardı. Bu gün de kadınlar bu yolda ilerliyorlar.
Bilgi, bilmek, yani bilim yaşamsaldır, yaşamın sürdürülebilirliğinin garantisidir. Kimsenin mülkü değildir bilgi, bir yere, bir coğrafyaya, bir kesime has değildir. Herkesindir. Kadının mülk haline getirilmesi nasıl ahlakın, ekonominin, politikanın, sanatın, mülk haline getirilmesine neden olmuşsa, en başta bilginin, bilmenin mülkleştirilmesine neden olmuştur. Kadın üzerinde kurulan tahakküm bütün toplumsal değerlerin tahakküm altına girmesi demektir. Kadın toplumsal değerlerin yaratıcısı ve onu toplumla paylaşan insandır, toplumsallığı oluşturarak bir form kazanmasına öncülük yapandır. Bu kadın doğasının, kadın olmanın en belirgin yanıdır yaratmak ve onu paylaşmak. Yani ben iken biz olmak, birey iken toplum olmak. Bunun düşünüş biçimini oluşturmak, yaşam içerisinde buna form kazandırmak. Kadınlar bu yüzden tanrıça olmadılar mı, kutsallık kazanmadılar mı? Elbette ki bu gerçeğin daha birçok yönü var, belki de bu gerçek onun küçük bir parçası oluyor.
Kadın eksenli yaşam böyle bir durumu ifade ederken daha sonra ne oldu peki? Her şey egemen erkeğin elinde toplandı, tekelleşti, toplumdan uzaklaştırıldı, gerçekler soyut kılındı. Maddiyat her şey olurken, maneviyat bir safsata, bir ütopya olarak ele alındı. Yaşama anlam katan, daha doğrusu insan yaşamının devamını sağlayan bütün bu değerler sadece kadından çalınmadı, toplumdan da çalınarak toplum toplum olmaktan çıkarıldı, neredeyse bütün ilkelerine yüz çevirir bir hale getirildi. Bilmenin kapıları kadına kapandı, çünkü bilmek verili sistemi kabul etmemek, alternatifini yaratmak demekti. Bilmek yaşamın öğesi, parçası olmaktı. Ancak erkek zihniyeti ilk bencilliğine buradan başlayarak, yaşamın merkezi olan kadını bastırarak kendini yaşamın merkezi olarak gösterdi. Her şeyi kendisi ile başlattı. Âdem ile Havva mitolojisinin özü bu değil miydi, bilgiyi yeniden almaya çalışan kadının cezalandırılması ve bu yalanın ibreti alem olsun diye kutsallaştırılıp zehirli bir şerbet olarak bin yıllarca topluma içirilmesi değil miydi? Ve egemenler tarihlerini bu hikayeden yola çıkarak şekillendirdiler. Günümüzde bu kadar kaos ve kriz, bu kadar toplumsal ve ekolojik felaket, bu kadar katliam, kadın cinayeti, bu kadar açlık ve sefalet sistemin iflası oluyor ancak sistem kendi iflasının acısını yine kadından, yine toplumdan çıkarıyor.
Sistemin bütün bu saldırılarına karşın tarih her zaman özgürlük mücadelelerine tanık oldu ve oluyor. İşte bizler de Kürt kadınları olarak şimdi bu yolun yolcuları olmanın vermiş olduğu güvenle yeni başlangıçlar yapıyor ve bunu herkesle paylaşıyoruz. Sistemin bütün saldırılarına rağmen kadın doğallığının bir parçası olan paylaşmak, ortaklaşmak kadınların kaybetmediği güçlü bir özellik. Şimdi bu gerçek jineoloji çalışmaları ile daha büyük bir anlam kazanıyor.
Jineoloji yani kadın bilimi. Jin, jiyan, zen, gen, cihan, şen hepsi birbirinin türdeşi olan kavramlar, her biri bir diğerinin gerçeğini içinde barındırıyor. Jin kelimesi ne kadar çok anlama sahip aslında, ne kadar çok farklı kavram ile ortak bir paydayı yakalıyor. Nasıl ki biyolojik olarak kadın genleri kök hücre rolünü oynuyorsa, kelime olarak da kadın kök yani kaynak rolünü oynuyor. Önderliğin savunmalarında bu kavramların bir birini ortaya çıkardığını okuduğumda hem çok heyecanlanmış hem de şu ana kadar nasıl bunu fark edemediğime üzülmüş, hayıflanmıştım. Çünkü o kadar göz önünde olan bir gerçekti ki, ama içinde bulunduğumuz sistem gözümüzü kör, bilincimizi sığ bırakmıştı, gözümüzün önündeki gerçeği bile fark edemiyorduk. Önderlik savunmaları ile ufkumuzu genişleterek, bilincimize bilinç kattı. Şimdi de jineoloji ile kadın mücadelesinde yeni bir döneme adım atmamızı sağladı. Bilmeyi kadın ile tekrardan buluşturdu, kadın aslında kendi özüyle, bu özün kutsallığı ile buluştu. Kadın doğası tekrardan anlam kazanarak, kendi varlık gerçeğinin peşine düştü. Bunun kavgasını girişti, yapılan haksızlığın hesabını sormaya başladı. Kadınlar toplumsal değerleri yeniden toplum ile oluşturmanın mücadelesini veriyorlar artık.
Bilim her zaman kendini aşar, zaten bilimi bilim yapan da budur. Erkek aklı bilimi kendi akıl sınırlarında tutarak ona ket vurmuştur aslında, kendi tekeline alarak bilimi soyutlaştırmış, bir çok anlaşılmaz kavramı dahil etmiş, bu şekilde kelime oyunları ve anlam çarpıtmalarıyla anlaşılmaz bir şey kılmıştır bilimi. Oysaki bilmenin ilk başlangıç süreçlerinde her şey o kadar sade ve anlaşılırdır ki, çünkü insan aklının üstünde değildir. Bilimi ortaya çıkaran akıldır ve bu toplumsal aklın gücüdür. Ancak bilmek ile birlikte toplumsal akıl da çalınmıştır. Günümüz bilimi araştırmalarını kapalı kapılar arkasında, hijyenik ortam denilen aslında tam bir düşünce kirliliğinin yaşandığı laboratuvarlarda yaparken, tüm canlı alemini ve insanı-toplumu bir kobay olarak kullanılıyor. Bilim mekan olarak dahi kalıplar içine konuyor, görünmez, bilinmez kılınıyor. Kim biliyor gerçekten o kapalı kapılar arkasında neler olduğunu, orada bulunanlar kimin faydasına oluyor? Toplumun yararına olmadığı aşikar bir durum. Bilim toplum üstü bir olgu olarak lanse ediliyor, sıradan insanların değil insanüstü insanların işidir deniliyor. Yani toplum sıradandır, bilim yapamaz deniliyor. Bilim ancak adamlar tarafından yapılabilir, çünkü onlar duygularını katmaz daha rasyonel olabilirler. Her ne kadar bilim kadınları da kendilerine yer bulma çaba ve arayışında olsalar da sık sık kadınsı değerlerine yapılan saldırı nedeniyle erkek değerleri ile bilim yapmak durumunda kalırlar. Bu sadece bilim çalışmaları açısından değil, sistemin el attığı her alanda kadın kendi öz değerlerinden vazgeçmelidir, yoksa sistem onu kabul etmeyecektir. Sistem çarklarını öyle bir şekilde döndürüyor ki karşıtını bile kendi hizmetine sokabiliyor. Kendini ezel-ebet olarak gösteren kapitalist modernite bu şekilde kendi ömrünü uzatmanın derdi içinde. Bu gerçeklikleri fark ettikçe Önderliğin neden ilk başta sistemin verdiği bütün bilgilerden şüphe edilmesi gerektiğini söylediği daha iyi anlaşılıyor. Çünkü egemenler elinde şekillenen resmi bilgilerin çoğu aslında yanlışın doğru gösterilmesi üzerine kurulmuş. Jineoloji bütün bu bilgi kalıplarının yerle bir edilmesi oluyor. Verili bütün bilgilerin yeniden tanımlanması sürecini başlatıyor.
Jineoloji bir yönüyle yeni bir kavram bizler açısından, üzerinde çok yoğunlaşılması gereken, araştırılması gereken, tartışılması gereken bir kavram. Ama bir yönüyle de çok eski, çünkü doğal toplumun yaşam özelliklerini, değerlerini getiriyor bizlere. Bin yıllar öncesinin kadın-yaşam ikileminin ve bunun kültürleşmiş halinin güncel ifadesi oluyor. Önderlik demokratik modernitenin en önemli ayaklarından birini kadın özgürlüğü olarak oturtuyor. Jineoloji kadın özgürlüğünün düşünüş biçimi, paradigması oluyor. Kadına dair sistem tarafından tanımlanan her şeyin, her olgunun, her olayın, çarpıtılmış gerçeğini ortaya koyarak yeniden tanım kazandırıyor. Tarih, ekonomi, etik-estetik, bilim, sanat, politika gibi olguların yeniden ele alınmasını gerektiriyor bu durum.
Her şeyin bilim konusu olduğu bir dünyada kadın gibi bir varlığın bilime konu edinmemesi, böylesi bir bilimin sistemin kadına yüklediği anlamları ve yaptığı tanımları deşifre edeceğinden duyduğu korkuyu gösteriyor. Bununla birlikte kadın doğasının sisteme karşıt gerçeklikler barındırdığını da bilerek, kendi argümanlarını bunun tam tersi biçimde oluşturuyor. Kadına biçilen misyon hep sınırlar içerisinde, kadına sınırlı düşünmesi ve sınırlı yapması dikte ettirilir. O sınır dışına çıkmamalı, çıkan ise hemen cezalandırılmalı, tarihteki cadı diye tabir edilen milyonlarca kadının vahşice katledilmesi bu mantığın sonucu değil mi, ya günümüzdeki binlerce cinayet, tecavüz-taciz? Hepsi bu mantığın sonucu. Yıllar da geçse aslında kadınlar için değişen bir durum yok, bilakis kadınların yaşamı gittikçe daha da büyük bir kaosun içine çekiliyor. Günümüzün müthiş gelişmiş bilgi çağı kadınlar için değil, erkekler için tanımlanıyor, erkeğe hitap ediyor, çünkü kadının bu alana kendisi olarak girilmesine izin verilmiyor. Kadın sadece hastalıkları ile bilimin bir konusu olabiliyor, yani bilim kadını hastalıklı bir varlık olarak görüyor ve iyileştirmesi için sunduğu reçeteler ise kendi özünden vazgeçmesini içeriyor. Jineoloji kadın bilimi olarak klasik bilim anlayışını kendi ideolojik ve teorik argümanları ile ters yüz eden bir gerçeğe sahip. Bilmenin kadın ile başladığından yola çıkarak, kadın eli ile bilimi tekrardan toplum ile buluşturuyor.
Jineoloji bir yandan kadın bilimi iken aslında toplumun bilimi oluyor. Bu anlamda kendini her zaman bilimin en üst aşaması olarak tanımlayan sosyolojiye yeni bir bakış açısı kazandırarak, toplum üstü, soyut, mekanik, toplumu parçalara bölen, her şeyi formüle eden, metafiziği hiçe sayan bilim anlayışına dur diyor. Pozitivist bilim anlayışı öyle bir şey ki, bilimler arasında bile hiyerarşi var, bunun en üst aşaması da sosyoloji oluyor. Nasıl ki bundan bin yıllar öncesinden inançlar üzerinden şekillenen zigurat gerçeğinde toplum bu hiyerarşiye tabi tutulduysa, şimdi de pozitivist bilimin elinde toplum yeni bir alt-üst ilişkisi yaşıyor. Günümüzde teknolojinin yanlış kullanılması sonucu felaketlere de yol açıyor. Çünkü sistem bilimin ahlakının oluşmasına izin vermiyor, yoksa toplumu istediği gibi sömüremez. İnsanlarda öyle bir algı yaratıyor ki, bu dönemin bilgi-iktidar ikilemini kabul etmeyen her kim olursa olsun tasfiye ediliyor. O yüzden bu günün bilim adamları Sümer rahiplerinden yüz kat daha tehlikeli, bu bakış açısının yol açtığı felaketler daha büyük. Kadın mücadelesinde jineolojinin daha da derinlik kazanması, bütün kadınların kendilerini jineoloji içinde ifade etmeleri, bulmaları bu duruma alternatif bir duruş kazandıracaktır.
Jineoloji aynı zamanda kadının yeniden kimlik kazanması, kişiliğini yeniden tanımlamasını ifade ediyor. Kadın kendi dünyasını jineoloji ile yeniden inşa edebilir. Kadın düşüncesinin, bakış açısının, pratiğinin yön verdiği bir alan olan jineoloji yeni bir sistemin inşasında harç rolünü oynayabilir. Günümüzde bilimin belirli coğrafyası, cinsi, sınıfı, maddi yaşam alanları vardır. Batı bilimin merkezi olarak kabul edilir, erkek bilim adamıdır zaten, bilim zenginler için, üst sınıfın rahatını sağlamak için geliştirilir, parası olan dünyanın bütün nimetlerinden yararlanır, zaten hayatın öznesi onlardır. Bunun dışında kalan bütün kesimler nesnedir, kobaydır, ezilendir, kolayca sömürülendir. Sistemin bilgi dünyasını herhalde en somut biçimde böyle tarif edebiliriz. Oysa jineoloji ne bir sınıfa, ne bir mekana, ne bir cinse aittir, sınırları yoktur, keskin çizgileri yoktur. Dogmalarla daraltılan, kendini dar kalıplara hapseden bir düşünüş biçiminin tam tersi olarak, kadın enerjisinin akışkanlığına, kapsayıcılığına sahiptir. Kadının o güçlü ve form kazanmamış sürekli enerjisinin hayatın en ince damarlarına dahi sızarak yaşamın yeniden örülüşü demektir.
Jineoloji başından beri bütün dünya kadınlarını bir araya getirme, ortaklaşma iddiası ile yola koyuldu. Kürt kadın hareketi bu çalışmanın temelini atarken, dağları kendine mesken edindi ve dört yıl boyunca farklı planlamalar ve projeler ile jineoloji çalışması belli bir düzey kazandı.
Dağdaki gerillanın da jineoloji çalışmalarına dönük büyük bir ilgisi, merakı var ve bu çok güzel, anlamlı bir yaklaşım. Her kadın birliğinden, kurumundan, yine erkek arkadaşlardan jineoloji çalışmalarına dönük olarak birçok öneri ve görüş geliyor. Çalışmanın ilerlemesi ve daha sağlam bir zemine oturması için zaman zaman yerinde ve haklı eleştiriler yapılıyor ve bununla birlikte herkes kendi sorumluluğunu da göz önünde bulundurarak özeleştirisel yaklaşımlar içine giriyorlar. Bu son süreçte alanlardan jineoloji çalışmasına dönük çok güzel görüşler geldi. Bu görüşler arkadaşların bu çalışmaya ne kadar ilgili olduklarını, ayrıca çalışmanın gelişmesi açısından ne kadar istekli ve kendilerini ne kadar sorumlu gördüklerini gösteriyor. Bizler açısından bu durum büyük bir güç, daha fazla yoğunlaşma ve moral etkisi olurken, bu konuda kendini sorumlu gören her arkadaşa, her kuruma teşekkür etmeyi de kendimize bir borç olarak biliyoruz.
Tarihte Mezopotamya kadın özgürlüğünün meskeni olarak kabul edilen bir gerçeğe sahip. Neolitiğin burada çok güçlü yaşandığını bu gün herkes kabul ediyor. Bu topraklar tanrıçalar diyarı olarak biliniyor. Jineoloji geçmişin tanrıça kültürünün bu günkü somutlaşmış halini ifade ediyor ve yine bu gün bu coğrafyada kadınlar tanrıça mirasını kucaklıyor. Sadece kendileri ile sınırlı kalmayıp dünyanın çok farklı bölgelerinde de yaşamsallaştırmaya çalışıyorlar. Jineoloji çalışmaları birçok kesimden kadının ilgisini çeken bir çalışma oluyor. Ömrünü kadın mücadelesi için adamış bütün kadınlar kendilerini jineolojide buluyorlar. Henüz kurumlaşma anlamında bazı sorunlar aşılamamışsa da, yine kavramsal-kuramsal çerçevede bazı hususlar netleşmemişse de şimdiden jineoloji birçok kadını bir araya getirdi. Kuzey Kürdistan’da, Avrupa’da jineoloji çalışmaları yapılıyor, atölyeleri kuruluyor. Kürt kadın hareketi öncülüğünde geliştirilen bir çalışmanın bu kadar ilgi toplaması ve genelleşmesi insana çok farklı duygular yaşatıyor. Avrupa’daki jineoloji konferansı bizler açısından büyük anlamlara sahip, çünkü büyük bir emeğin, çabanın, çalışmanın, yoğunlaşmanın sonucu olarak ortaya çıktı.
Jineoloji yani kadın bilimi çalışmaları Kürt kadınları tarafından başlatıldı, öncülük sorumluluğunu Kürt kadınları yaptı. Önderliğimizin özgürlük sosyolojisi olarak tanımladığı yeni sosyal bilimler bakışı içerisinde kendini ele alan jineoloji Kürt kadın hareketinin dünya genelinde elde ettiği mücadelesinin başarısı oluyor aslında. Dünyada birçok bilimin orijini hep batı eksenlidir, birçok bilim isim olarak dahi Avrupalıdır, doğuya karşı da oryantalisttirler. Bunu belirtirken amacımız coğrafya olarak Avrupa’yı kötülemek değil, ancak Avrupa düşüncesi modernizmin temelini atmıştır ve bu dünyadaki krizin kaynağı olmuştur. Bu açıdan eleştirilmesi ve reddedilmesi gerekmektedir. Şu husus insana oldukça heyecan veriyor kadın bilimi Kürt kökenli olarak, Ortadoğu kökenli olarak dünya sahnesine çıkıyor. Kürtçe bir kavram bilim dünyasında, tarihte, ekonomide, sanatta kısacası bütün toplumsal değerlerde kendine yer açıyor, düşünüş biçimleri arasında yeni bir sayfayı aralıyor. Kadınlar özgür oldukları, sonra köleleştirildikleri, sömürüldükleri topraklarda özgürlük için yeniden mücadele ediyorlar ve bunu bin yılların mirasına, en somut olarak da Kürt kadın hareketinin kırk yıla yakın mücadele değerlerine dayanarak yapıyorlar. Bu durum insanda büyük bir heyecan, coşku ve moral açığa çıkarıyor. Güç oluyor. Bu gün Kürtçe hala yasaklı bir dil ama kadın biliminin adı Kürtçe ve orijin olarak hep böyle olacak. Jineoloji kelime anlamı olarak farklı sözlüklerde yer almaya başladı bile.
Evet, bir süre öncesinde Almanya’nın Köln kentinde jineoloji konferansı yapıldı. Kürt Kadın Barış Bürosu CENİ, UTAMARA Kadın Buluşma Merkezi, Uluslararası Özgür Kadınlar Vakfı YXK-Jin tarafından organize edilen konferansta birçok halktan kadın aktivist bir araya geldi konferansta. Elimizden geldiği kadar ilgi ve merakla, heyecanla, açıkçası dolu dolu duygularla takip ettik etmeye çalıştık konferansı. Konferansa dair çıkan her haberi ilgiyle dinledik, katılım oranına ilişkin birçok yorum geliştirdik. Konferansın sonuçları üzerine tartışmalar yaptık. Jineoloji konferansına ilginin bu kadar çok olması, dünyanın çok farklı coğrafyalarından, akademisyeninden, yazarına, aktivistinden, öğrencisine, ev hanımlarına kadar birçok kadın vardı o konferans salonunda. Hepsinin gözlerinden orada olmaktan ne kadar mutluluk duydukları, jineoloji çalışmalarını anlamak için ne kadar istekli oldukları anlaşılıyordu. Klasik bilimde maneviyata yer yoktur, çünkü tanımından da bilindiği gibi her şey ölçülebilir, hesaplanabilir, mekanik olmalıdır yani. Doğrular sanki bir matematik işleminin onaylamasına kalmıştır. Ama hayat bir formül değildir ki ya da hayatın gerçekleri çarpım tablosundan anlaşılmaz. O salonun atmosferinden bile jineolojinin salt mantığa dayalı olmayan, hisler ile duygular ile empati ile dogmalara dayanmayan fikirler ile kendini var ettiği görülüyordu. Bu kadına has bir durum elbet, yani jineoloji kadın doğasının bir parçası, bir ifadesi, onu ortaya çıkartan bir yan.
Konferans katılımcılarının konuşmalarını takip ettikçe bu çalışmanın gelişeceğine olan inancımız daha da güçlendi. Çünkü daha şimdiden, daha başlangıç aşamasındayken dahi jineoloji çoktan genelleşmişti, uluslararası olmuştu. Konferansta birçok husus tartışıldı. Neolitik dönem, ataerkilliğin çıkışı ile gelişen devletli uygarlık ve kadının köleliştirilmesi, kapitalist modernite kadın sorunun içinden çıkılmaz bir hal alması, eksik kalan yanları olsa da bu duruma bir isyan olarak çıkan feminizmin durumu, kazanımları ve yetersizlikleri ve bütün bunlara karşı yeni bir alternatif olan jineoloji. Katılımcıların hepsi somut bir biçimde kendi düşüncelerini, yorumlarını tarihsel temellere dayandırarak sundular. Jineolojinin kavramsal-kuramsal çerçevesi için birçok farklı tanımlama da geliştirildi. Kimi kadınlar jineolojiyi Kürt feminizmi olarak tanımlarken, kimileri de jineolojinin feminizmin çok ilerisinde ve kapsam olarak çok geniş bir gerçeği ifade ettiğini belirttiler. Farklı kadın mücadelelerinde yer alan bazı kadınlar ise hem kendi mücadele deneyimlerini paylaşırlarken, Kürt kadının geldiği bu konumu takdir eden değerlendirmelerde bulundular. Bazıları ise bu kadar baskı, sömürü, zulüm yaşayan Kürt kadının bunlara rağmen bütün dünya kadınlarının kendilerini içinde bulacakları, bütün kadınlara ait olan jineolojiye öncülük yapmaları ve onu paylaşmaları karşısında hayranlıklarını dile getirdiler. Rojava’ya gidip de oradaki devrimi ve bunun içerisindeki kadını gören akademisyen bir kadın ise, kendi yapamadıklarının Kürt kadınları tarafından yapılması karşısında yaşadığı sevinci herkesle paylaştı konferansta. Konferansta kadına yapılan saldırılara karşı nasıl bir öz savunma geliştirmeli üzerinden de tartışmalar yapıldı, hatta bu tartışmalar yapılırken konferansa katılan erkekler salondan çıkarıldı. Çünkü bu işin ayrıntıları sadece kadınlar içinde kalmalıydı.
Jineoloji konferansı jineolojinin kavramsal ve kuramsal çerçevesi hakkında, beraberinde pratikleşmesi açısından önemli bir tartışma düzeyi açığa çıkardı. Belirli düzeyde bir netleşme sağlandı. Elbette ki sadece bir konferans bunun için yeterli değil, ancak kadınların ortak bir paydada buluşması açısından aslında dev bir adım. Önemli olan bunun devamının gelmesi. Kadınlar olarak yeni bir aşamaya girdik, mücadelemiz yeni bir dönemin içerisinde ilerliyor ve bizler bunu daha da ileriye götürmek sorumluluğu ile karşı karşıyayız. Bu tarihi bir görev, gelecek nesillere bir borç. Konferansın böyle bir görevi de var.
Kadın gerillalar olarak fiziki olarak o salonda değildik ancak hislerimiz, düşüncelerimiz oradaydı. Ve sonrasında orada yer alan kadınların da aynı hisleri paylaştıklarını duyduğumuzda bir kez daha kadın duygularının ne kadar da ortak olduğunu ve karşılıklı olduğunu anladık. Ama şunu biliyoruz ki bir gün bu dağlarda jineoloji için bir araya gelmiş birçok kadın ortak bir zeminde bunu paylaşacak. Bir dahaki jineoloji konferansı tanrıçalar diyarı olan bu dağlarda olacak. Bu bizim önümüze koyduğumuz bir hedef ve bunu yapacağımızı biliyoruz. Bu sefer farklı coğrafyalardan birçok kadını özgür dağlarımıza misafir edeceğiz. Bunun kararlılığındayız ve jineoloji çalışması bundan sonra da dalga dalga her yere yayılacak.
Evet jineoloji konferansı fikirlerin hem çatıştığı, hem çeliştiği, hem de ortaklaştığı, birbirine destek verdiği bir zemin oldu. Kendi sunumunu yapan her katılımcı farklı tezlerle doğruyu aradılar ve birçok konuda amaçlarına ulaştılar. Bizler bu yolda büyük bir sevgi ve emek ile ilerliyoruz, yıllarca bu şekilde yürüdük ama önümüzde yürünecek daha çok uzun mesafeler var ve bunu jineoloji ile yapacağız. Önderliğimiz de dediği gibi “doğru yoldayız ama yoldayız
Konferanstan bazı anekdotları da sizlerle paylaşmak istiyoruz
“Kadın bilimi jineoloji, tarihin başlangıcından bu yana süre gelen kadın mücadelesi, arayışı ve deneyimini içinde barındırıyor.
“Jineolojinin gelişmesi ve bir vizyona kavuşması için, bu çalışmanın tartışılması, paylaşılması ve ortaklaştırılması gerekiyor. Bundan dolayı sistem dışı olan, sisteme karşı mücadele veren örgütlerin, konuyu gündemine almasını umuyoruz. Jineoloji yeni bir alan olarak kadınların tartışma, yorum ve görüşlerine ihtiyaç duymaktadır.
“Sisteme karşı eleştirel ve mücadeleci, duruşuyla birlikte jineoloji, toplum ile kadın için yeni ve alternatif bir sistem hedeflemektedir. Bu yeni sistemin oluşması için de jineoloji yüzyıllarca verilen kadın mücadelesinin deneyimlerini kendisine referans görüyor
“Mevcut bilim cinsiyetçi ve eril bir karaktere sahip olduğu için insanlık ve kadın sorunlarına çözüm bulamıyor. Bu zihniyetin, bu konferansta her yönüyle teşhir edileceğine inanıyoruz
“Bilim kadın, çocuk ve toplum için varsa faydalıdır. Ataerkil düşüncenin, erkeklerin doğaya karşı gerçekleştirdiği felaketin etkisindeyiz
“Sistemlerin çözümlenmesi kadının çözümlenmesinden geçer
“Kader-kadersizlik, iyi-kötü, akılcı-aptalca, günah-sevap, normal anormal, adil-adil olmayan gibi ikilikleri tarif eder, bize yol haritası çıkarırlar. Nerede, ne zaman nasıl duygulanacağımızı dikte ederler. Ama bunların hepsi, egemenlerin ve erkeklerin anlatımlarıdır. Hikayelerde kadınlar hep edilgendir. Aktifse kötüdür, cadıdır, kaynanadır. Bu yüzden kadınlar kendilerini hiç evlerinde hissetmezler”
“Kadının kendisi bir bilimdir
Armanc Sarya
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.navendalekolin.com – www.lekolin.net – www.lekolin.info