1990’lardan itibaren Türk devletinin Kürtler için icat ettiği yeni bir tekerlemesi var; Kürt kardeşlerimiz. Karda dolaşınca çıkardıkları kart-kurt sesinden kaynaklı Kürtleşmiş Türkler, PKK mücadelesinin verdiği bilinçle mücadele eder konuma gelince, Türk egemenlerinin ‘Kürt kardeşi’ oluverdi.
‘Kürt kardeşlerimiz’’i yok saymak, zamanla tümden ortadan kaldırmak ‘kart-kurt’lardan daha zordur. Bu nedenle doksanlardan itibaren Kürt soykırımını tamamlamak için çok yoğun bir biçimde KDP denilen yapıda bu işin içine alınmıştır. Bu adım, Türk devletinin Başur Kürdistan’ın statüsüne ses çıkarmak yerine ‘yeri ve zamanı geldiğinde hal edilecek bir statü’ biçiminde kabullenme politikası izlemesini de beraberinde getirdi.
Türk devletinin Başur statüsüne ses çıkarmadığı dönem 2014’den sonra sona ermiştir. Daiş’in Başuru hedeflemesi, TC’nin Iraklı Sünni Araplarla ilişkisi, Şengal katliamı bunun en somut sonuçlarıdır. Daiş uluslararası bir tehlike olmaya başladığında ve PKK öncülüğünde Rojava devrimi gerçekleştiğinde Türkiye Başur’un statüsünü ortadan kaldırmayı biraz daha ertelemek zorunda kaldı.
Türkiye’nin 1991’den 2014 yılına kadar ses çıkarmadığı Başur Kürdistan statüsü dönemi içinde Barzani ailesi, KDP adı altında hem siyasi hem de parasal olarak güç topladı. Ele geçirdiği paraları kullanarak çevresinde birçok aşiret ağasını, tarikatı da konumlandırdı. Halkı yoksullaştırıp maaş adı altında vereceği paraya bağladı.
KDP, Türklerin statülerini sessizce karşılaması karşılığında, 1992’den itibaren 2001 yılına kadar PKK’ye karşı Türk ordusuyla birlikte aktif savaştı. 2014 sonrası gelişmeler ve en önemlisi de Rojavadaki gelişmelerden yola çıkarak varlığını, statüsünü, ele geçirdiklerini kalıcılaştırmak ve yasallaştırmak için yeni bir konsept izlemeye başladı. Böylece Türk devletiyle birlikte, PKK’ye karşı 1992-2001 arası düşmanlığı aşan daha stratejik bir politika izlemeye başladı. Rojava’ya karşı izlediği politika, Efrîn başta olmak üzere işgal edilen tüm bölgelere ENKS adıyla katılması, Türk MİT’iyle ortak operasyonlar yapması, gerilla alanlarını kuşatması vb… bu stratejinin bilinen sonuçları oluyor.
Türkiye Kürt düşmanı bir devlettir. Başur’u geçici tanıdığı için yeri ve zamanı geldiğinde atacak nihai adımları için hazırlık yapmıştı. Halen de yapıyor. Bu hazırlıklarının başında da KDP eliyle Başur Kürdistan’ı ele geçirmek olmuştur. örneğin ekonomik, siyasi, askeri ve istihbari olarak Hewler ve Dıhok’u ele geçirdiğini bizzat Başur halkı söylüyor. Ortaya çıkıyor ki PKK’nin 2014’den sonra yeni mevziler kazanması, TC’nin KDP ama özellikle de Barzanilerden bir kesimle özel bazı anlaşmalar yapmaya götürmüş. TC bu Barzanilere ‘ ya benimle olursunuz ya da yok olursunuz’ demiştir. ‘Benimle olmanızın yolu da PKK’ye karşı savaşta benimle olmanızdır’ dediği her gün yaşanan gelişmeler bir bir ispatlıyor.
Önce Erdoğan akabinde de Türk savaş bakanı Hulusi Akar aynı tonda ve cümlelerle ‘bizim Kürt kardeşlerimizle bir sorunumuz yoktur, bizim sorunumuz terör örgütüyledir’ dedi. Bu sözün Kürtçesini de Mesrur Barzani söyledi. Başur Kürdistan başbakanı sıfatı taşıyan biri neden TC’nin soykırımcılığını değil de PKK’yi eleştiriyor. PKK’yi suçluyor?
Bu sorulara cevap vermek için KDP’nin Mele Mustafa’dan beri yaşanan ve tam bir ezber ve alışkanlık halini almış anlayışına, tutum ve politikasına bakmayı gerektirir. Bilindiği gibi Mele Mustafa’nın en büyük politik ve diplomatik hedeflerinden biri ABD’den destek almaktır. Bu konuda bizzat el yazısıyla yazılmış mektupları ortaya çıkmıştır. ABD ise soğuk savaş döneminde Türkiye’yi kaybetmek istemediği için bu talebine ya cevap vermiyor ya da sürekli erteliyor. Ve Türkiye’yi karşısına almayacağını dolaylı yollardan kendisine iletiyor. Mele, ABD desteğini almanın yolunun TC’den geçtiğini anlıyor. Ancak Türk devleti Kürt inkar ve imhası üzerine kurulduğu için bunun asla mümkün olamayacağını da fark ediyor. Böylece ilk etapta İran şahına dayanıyor. Dayanma o dayanma. İran şahı 1975 Cezayir anlaşması yapıldığında bir hafta içinde Mele’den yüzbinlerce silahlı gücü tasfiye etmesini isteyecek kadar kendine bağlamış.
İran şahı ile ilişkilerin ileri derecede iyi olduğu 1960-1975 döneminde Mele Mustafa’nın doğrudan ABD ile ilişki arayışı sürmüştür. Ancak Türk devletinin Kürt politikası buna engel olduğu için, KDP’nin Türk devletine güven vermesi gerekiyordu. Türk devletinin KDP’nin tüm Kürtleri kapsamadığını görmesi, anlaması ve buna ikna olması gerekiyordu. Mele Mustafa’nın ABD’ye yazdığı bir mektupta ‘benden olmasa tüm Kürtler ayaklanır, bizim görevlerimizden biri de Başur dışındaki diğer Kürtleri kontrol etmek, komşu devletlere karşı gelmelerini engellemektir’ anlamına gelecek cümlelerle düşüncesini, amaç ve hedefini belirtiği de bilinmektedir. Çünkü Mele, ABD’nin bu ‘duyarlılığını’ götürüp Türk yetkililerin önüne koyarak ‘bakın Mele Mustafa ve KDP size tehlike değil, tam tersi sizin Kürt politikanızın destekçisidir’ diyeceğini düşünüyor. Kendince yaptığı bu siyasetinin pratik sonuçları arasında, Dr. Şıvan’ın komplo ile öldürülmesi, Doğu Kürdistanlı devrimci güçlere dönük politikası, Rojava Kürtlerini kullanması vardır. Hatta Başur’da da daha ulusal düşünen, daha demokratik bir çizgi izlemeye çalışan yurtsever güçleri de hedefleyerek tasfiyenin eşiğine getirdiği biliniyor.
İşte bu tarihi gerçeği bilmeden Mesrur Barzani’nin neden soykırımcıların sözünü Kürtçeye tercüme ederek onların dilinden konuştuğunu anlayamayız. Mesrur ve onun çizgisindeki KDP’liler kendilerini Türk devletine kabullendirirlerse Hewler ve Dıhok’ta Kürtçe konuşarak yaşayabilir, Türk bankalarındaki paralarını kullanabilir, Türkiye’deki konaklarına istedikleri zaman gidip gelebilir diye düşünüyor. Çünkü KDP, kapitalist blokun Kürdistan’daki soğuk savaş temsilcisidir. O dönemin Ortadoğu sorumlusu TC’nin de Kürdistandaki ayağıdır. Baştan beri olmasa da 1975’den beri böyle olduğu kesindir.
KDP bu siyasetiyle aynın zamanda ABD’nin Türk devletini hizaya çekme siyasetine yardım ediyor. KDP, Türk devletine gerilla karşısında başaracağına olan inancı ve güveni veriyor. TC’nin gerillaya karşı savaşta kazanamayacağını en iyi ABD biliyor. ABD’nin amacı TC’yi cephesine çekmek, Irak üzerinde tehdit unsuru olarak kullanmak ve yapabilirse İran politikasında da kullanmaktır. Tüm bunların yolu da PKK ile savaşarak güçten düşmüş Türkiye’den geçiyor. İşte KDP bir de böyle bir planın parçasıdır. TC çok zorda olduğu için denize düşen yılana sarılır misali KDP’ye sarılmıştır. Bu sarılmanın karşılığını KDP’ye ABD ödüyor. Çünkü Soğuk savaş bitmiş, Türk devletinin soğuk savaş dönemindeki statüsü çok açık tartışılmaktadır. Bu aynı zamanda KDP’nin işini de zora sokuyor. O da bu zorluktan kurtulmak için halkıyla birleşeceğine Kürt düşmanlarına hizmet ediyor. KDP’nin PKK’ye karşı faşist Türklerden de Türkçü olmasının nedeni işte bu ABD planı ve içinde bulunduğu krizdir. ABD KDP’yi kullanarak TC’nin, Kürtlere saldırtıyor. Bu saldırı için cesaret veren başlıca güç oluyor. Almanya da bu politikanın içindedir. Çünkü Türkiye’yi siyasi, askeri diplomatik olarak ABD, ekonomik olarak da Almanya istemektedir. Bu oyunun içinde KDP ve TC siyasetinden ötürü kaybeden Türk ve Kürt halkı oluyor.
Mehmed GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi