23 Ekim 2010 Cumartesi Saat 08:21
PKK lideri Abdullah Öcalan ile İmralı’da yapılan görüşmeler neticesinde Kürt meselesinin çözümü konusunda arayışlar gündeme geldi. PKK barışçıl sürecin gelişmesi 31 Ekim’e kadar eylemsizlik ilan etti.
Esasında PKK, demokratik siyasal çözüm isteyenleri teşvik etmek ve cesaretlendirmek için tek taraflı eylemsizlik kararını uzattı. Ancak eylemsizlikle birlikte Türk hükümetinden güven verici somut adımlar çıkmadı. Aksine ‘’Anadilde eğitim olmaz, Kürtçe anadilde eğitim olursa ayrı bir millet, ayrı bir devlet ortaya çıkar’’ açıklamaları geldi.
Daha sonra Suriye, İran ve Irak’ta PKK’ye yönelik yoğun bir diplomasi trafiği yürütüldü. Öcalan ile avukatlarının görüşmeleri engellenmeye çalışıldı. Öcalan ‘yeni bir komplo’nun gündemde olduğuna dikkat çekti.
Nitekim Başbakan Erdoğan, geçen hafta ‘BDP’nin oylarının şaibeli’ diyerek Kürt meselesinin barışçıl çözümü konusunda devletin hiçbir adım atmayacağını, inkar politikasında ısrarın süreceğini deklere etti.
Eylemsizlik kararının sona ermesine sayılı günler kala KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan gelinen durumu konuştuk. Kalkan’ın 3 gün sürecek söyleşisinde, İmralı’da yürütülen görüşmelerde verilen sözler, devletin Hakkari ve Şırnak’ta uygulamaya soktuğu özel savaş politikaları, Türkiye’nin diplomasi trafiği, Kürdistan’da dini örgütlemeler ve PKK’nin hazırlıkları konusunda önemli açıklamalarını bulacaksınız.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan söyleşinin ilk bölümünde Kürt hareketine yönelik yeni komplonun karakterini anlattı.
Kalkan, Kürt hareketine karşı AKP tarafından yürütülen bir komplonun açığa çıktığını belirterek şöyle dedi: ‘’Komployu yönetim içinde bazı güçler mi yürütüyor, yoksa mevcut yönetimin kendisi mi yürütüyor sorusuna cevap arandı. Aslında bu komplonun baştan AKP yönetimini de hedefleyen bir yönü vardı. Bu durum geliştirildikçe AKP’nin komplocu güçlerle uzlaştığı, birleştiği, onlara teslim olduğu gözüküyor. AKP öyle bir noktaya gelmiş ki, ya komployu yürütecek, yani PKK ve Kürt halkına karşı savaşın öncülüğünü yapacak, ya da komplo kendisini de hedefleyecek’’
* PKK lideri Abdullah Öcalan yeni bir komplo sürecinden bahsetti. Bu komplo sürecinin karakteri nedir? Geçmiş komplolardan farkı nedir? Komployu kimler ve nasıl yürütüyor?
– Önder Apo, Özgürlük Hareketimizin dördüncü bir komplo saldırısıyla yüz yüze olduğunu ifade etti. Yaşanan dönemin komplosal karaktere sahip olduğunu ve bunun da hareketimize karşı geliştirilen dördüncü komplo saldırısı olduğunu belirtti. Bu komplo süreçlerini şu şekilde tanımladı: Birinci komplo süreci 1992-93-94 dönemini kapsıyor. İkinci komplo süreci 1997-98-99 döneminde gerçekleşiyor. Üçüncü komplo süreci olarak 2002-2003-2004 dönemini tanımladı. Dördüncü komplo dönemini ise, 2007 seçimleri mutabakatından sonra gelişen ve özellikle 29 Mart 2009 yerel seçimlerinden sonra, 2009 yılının Kasım’ında bizzat başbakan öncülüğünde başlatılan ve Önder Apo tarafından 17 Kasım darbesi olarak ifade edilen dönemdir. Bu komplo süreçlerinin ortak karakterleri Kürt Özgürlük Hareketine saldırı olması, onu imha ve tasfiye etmek istemesidir. Kürt sorununun siyasal bir sorun olarak gündemleşip çözüm aranması çabalarını ve zeminini yok etmeye dönük olmasıdır. Yani başta Kürt Özgürlük Hareketi olmak üzere Kürt sorununu bir siyasal sorun olarak gören ve bu temelde yaklaşım göstermek isteyen herkesi hedeflemesidir. Bu dört komplonun böyle ortak karakterleri vardır. Aynı zamanda içten ve dıştan birlikte yürütülmesi de bir ortak karakterdir. Yine uluslararası düzeye sahip olması da bir ortak karakterdir. Yani öyle dar, yerle, sınırlı güçlerle gerçekleşen bir saldırı değildir.
Bununla birlikte her komplo döneminin izlediği yöntemler ve öncelik sıralaması bakımından kendine has özellikleri, birbirinden farklılıkları da vardır. Örneğin, birinci komplo dönemi, topyekun savaş konsepti temelindeki saldırıyı ifade ediyor. 1991’den itibaren çekiç güç operasyonuyla geliştirilen bir süreçti. Güney ve Kuzey Kürdistan’ın hepsini içine aldı. Bölgesel ve uluslararası karakteri vardı. 1992’de kuzey Kürdistan’ın birçok alanındaki katliamlar biçiminde sürdü. 92 güzünde, kış başında bilinen güney savaşı olarak gündemleşti. 93’te ateşkes temelinde Kürt sorununa siyasi çözüm arayışını sabote etme biçiminde derinleşti. 94’te köylerin yakılıp yıkılması, binlerce köyün bu temelde boşaltılmasıyla bir düzey kazandı. Bu süreçte binlerce faili meçhul denen saldırı gerçekleşti. Büyük katliamlar yaşandı. Bu saldırı başta gerilla olmak üzere Önderliğimizi ve tüm hareketimizi imha etmeyi hedeflediği gibi, Kürt halkını da hedefledi. Şehirde, kırda, köyde insanlar katledildiler, köyler yakılıp yıkıldılar. Yine bu saldırıların Kuzey boyutu olduğu kadar güney boyutu ve yurtdışı boyutu oldu. Önderliğimizi imhayı da hedefledi bu saldırı süreci. Dahası, hareketimize ve halkımıza yöneldiği kadar, Türkiye toplumu ve devleti içinde Kürt sorununun siyasi çözümüne eğilim göstermek isteyen güçleri de hedefledi. Başta dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal olmak üzere Jandarma Genel Komutanı, MİT Müsteşarları, Kürdistan’da savaş yürüten ama bunun çözüm olmayacağını düşünüp söyleyen generalleri de hedefledi. Yani devlet içinde de bir iç hesaplaşma olarak yaşandı.
İkinci komplo saldırısı, artık savaşla Kürt sorununda sonuç alınamayacağının ortaya çıktığı ve yeniden bir siyasi çözüm arayışının gerekli olduğu, Necmettin Erbakan hükümetinin iktidarda bulunduğu dönemde gerçekleşti. Bu komplo sürecinin adına 28 Şubat darbesi de deniyor. Burada da devlet yönetiminin kendi içi hesaplaşması yaşandı. Necmettin Erbakan hükümeti postmodern denen bir darbeyle düşürüldü. Necmettin Erbakan onüç senedir siyaset dışı bırakıldı. Onüç sene ardından ancak şimdi partisinin başına geçebildi, aktif siyasete dönebildi. Ne kadar üzerine gidildiği, perişan hale getirildiği, öncülük ettiği hareketin içinden ne tür komplolar türetildiği ortadadır. Diğer yandan, bu ikinci komplo saldırısının Hareketimize dönük boyutu uluslararası komplo dediğimiz saldırı oldu. Bu saldırı her şeyden önce Önderliğimizi hedefledi. 9 Ekim 1998’den başlayıp 15 Şubat 1999 komplosuna kadar bir uluslararası korsanlık biçiminde bu saldırı sürdürüldü ve İmralı sistemi haline getirildi. Aynı dönemde halk üzerinde baskılar geliştirilerek sürdürüldü.
Üçüncü komplo süreci, 2002-2004 dönemini kapsıyor. Dikkat edilirse bunun da içten ve dıştan yürütülme gerçeği var. Yani çok boyutludur. Bir yanı Bülent Ecevit hükümetini hedefledi. Ecevit’i neredeyse sağ sağ gömmeyi hedefleyen bir saldırı olarak yaşandı. Diğer yanı Hareketimize içten dayatılan bir provokatif tasfiyeci saldırı olarak gerçekleşti. Özellikle ABD’nin Irak’ı işgalinin yarattığı zemine dayanılarak PKK, içten bazı zayıf, fukara, direnci az, kendini satmaya hazır kişilikler eliyle çizgisinden saptırılmak ve tasfiye edilmek istendi. Bu komplonun da hem hareketimize dönük, hem de Kürt sorununu çözmeye eğilim gösteren devlet ve toplum güçlerine dönük saldırı boyutu vardı. Hareketimize daha çok ideolojik ve örgütsel bir saldırı olarak yöneldi. Hükümeti ise bir ekonomik saldırı ile düşürmeyi öngörüp gerçekleştirdi. Ecevit hükümetinin 2001 yılından itibaren planlı bir yönelim temelinde nasıl erken seçime zorlandığı ve DSP’nin bölündüğü bilinmektedir.
YENİ KOMPLO DÖNEMİ TOPYEKÜN SALDIRIYI HEDEFLİYOR
Şimdi dördüncü komplo döneminin de benzer karakterleri vardır. Bütünlüklüdür ve topyekun bir saldırıyı ifade ediyor. Yani Önderliğimize, Hareketimize, halkımıza dönük bir topyekun saldırı olma karakteri var. Bu saldırı Önder Apo üzerinde 17 Kasım darbesi olarak gerçekleşti. Yine Hareketimizi kuşatıp imha etmeyi hedefliyor. Demokratik siyaset üzerinde soykırım saldırısı sürdürülüyor. Halka dönük faşist baskı, terör ve işkence en üst boyuta çıkartılmış halde. Bu saldırının topyekûnluğu, ideolojik, siyasi ve askeri boyutlar içermesidir. Çok kapsamlı bir ideolojik boyutu var. Hemen hemen her yönden sürdürülen bir psikolojik savaşa dayanıyor. Demokratik siyaset üzerinde yoğun bir operasyon yargılama, sorgulama biçiminde sürüyor. Gerillaya dönük bütün bölge ve dünya güçlerinden alınan destekle bir kuşatma ve ezme operasyonu gerçekleştirilmeye çalışılıyor.
Dikkat edilirse, bütün komploların hareketimize ve halkımıza dönük boyutları var. Bu dördüncü komplonun da böylesi boyutları var. Bütün komplolarda bölgesel ve uluslararası güçler işin içindedir. Bu dördüncü komploda da gerçekleşen budur. Fakat bütün komploların bir de Türkiye toplumu ve devlet yönetimi içinde bazı kesimlere dönük kısmı da var. Şimdi bunun dördüncü komploda da olup olmayacağı dikkat çeken, merak uyandıran husus olmaktadır. Önder Apo özellikle bu noktaya dikkat çekti. Bu dördüncü komplo sürecini tanımlarken uzun süre bu gerçeği anlamaya çalıştı.
KOMPLOYU KİMLER YÜRÜTÜYOR?
Kürt sorununun çözümü için her türlü veri oluşmuşken, zemin yaratılmışken ve dört bir yandan barışçıl-siyasi çözüm olsun istenirken, bu sorunun neden çözümlenemediğini böyle bir komplocu yaklaşımın varlığına dayandırdı. Fakat bu noktada komployu yönetim içinde bazı güçler mi yürütüyor, yoksa mevcut yönetimin kendisi mi yürütüyor sorusuna hep cevap aradı. Bu anlamda Tayyip Erdoğan’ı ve AKP hükümetini gerçek karakteriyle açığa çıkartmaya ve tanımaya çalıştı. Komplo bu güçleri mi de hedefliyor? Yoksa bu güçler tarafından mı yürütülüyor? Esas olarak bunu anlamak ve açığa çıkartmak istedi. Eğer şimdiye kadar bu yönlü yoğun bir çaba sürdürülmüş, çabayla süreçler derinleştirilmiş ise, bu karakterinden dolayıdır. Önder Apo, bu noktada hata yapmamak, kimseyi haksızca suçlamamak için büyük çaba ve duyarlılık içerisinde oldu. Özellikle gerçeği açığa çıkartmak ve anlamak istedi.
Gelinen noktada AKP’nin gerçeği şöyle ortaya çıktı: Aslında bu komplonun baştan AKP yönetimini de hedefleyen bir yönü vardı. Bu durum geliştirildikçe AKP’nin komplocu güçlerle uzlaştığı, birleştiği, onlara teslim olduğu gözüküyor. Şimdi de bu gerçeklik vardır. AKP öyle bir noktaya gelmiş ki, ya komployu yürütecek, yani PKK ve Kürt halkına karşı savaşın öncülüğünü yapacak, ya da komplo kendisini de hedefleyecek.
* AKP ne kadar bu komplonun içinde?
– İşte şimdiye kadar sabırla önderliğimizin ve hareketimizin AKP’ye destek ve şans vermesi bu oyunu bozmak, komplonun oyununa gelmemek, komplocu güçleri hedefleyerek Kürt sorununun barışçıl-siyasi çözümünü gerçekleştirme temelinde Türkiye’yi demokratik dönüşüme uğratmak içindi. Böyle bir güç gösterisinde bulunabilseydi, AKP tarihsel rol oynayacaktı. Geçmiş komplolarda yapılamayanı yapmış olacaktı. Kuşkusuz bu zordu. Büyük duyarlılık, ciddiyet, cesaret istiyordu.
Önder Apo, özellikle 1993 döneminde Özal yönetiminin yaklaşımlarına yeterince cevap verememiş olmaktan dolayı özeleştirel yaklaşım gösterdi. Aynı duruma bu sefer düşmemek için uzun süre sabırla ve her türlü desteği bu oyunu bozma yönünde AKP hükümetine ve yönetimine verdi. Artık bu duruma son verilsin istedi. Fakat ne yazık ki AKP korkutulmuş, ürkütülmüş mü, yoksa gerçekten baştan itibaren bu komplo hareketinin içinden mi geliyor, onların ortaya çıkardığı bir güç mü bilemiyoruz, ama sonuçta bu oyunu bozamamış görünüyor. Bu komplocu güçlerin üzerine gidecek ciddiyet ve cesareti gösteremedi. Yine böyle bir tutarlı demokratik yaklaşım içinde olamadı.
En son hareketimiz tarafından 13 Ağustos eylemsizlik süreciyle kendisine verilen şans vardı. Hatta görüşmeler yapılmış, karşılıklı mutabakat da oluşmuştu. Ancak son günlerde görüyoruz ki, verdiği sözleri tutmuyor, yeniden çark ediyor, zikzak çiziyor. Tuhaf, Tayyip Erdoğan, CHP’nin yeni genel başkanı için çok zikzak çiziyor diyor. Oysa en büyük zikzak çizen kendisidir. Niye Kemal Kılıçdaroğlu’nun zikzaklar çizdiğini görüyor da kendisininkini görmüyor insan hayret ediyor!
İMRALI’DA VERİLEN SÖZLERDEN VAZGEÇTİ
* Ancak referandumdan çıkan sonuçlar ardından Erdoğan yaptığı konuşmada önemli mesajlar vermişti…
– Evet, ama 12 Eylül gününün akşamı yaptığı konuşmaların hepsini ortadan kaldırmış durumda. Oysa referandum sonrası yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğunu belirten kendisiydi. Neredeyse anayasa değişikliği için meclis başkanı bir komisyon oluşturmuştu. Şimdi sanki onlar olmamış gibi, bunlar gündemden kaldırıldı. Kürt sorununun çözümü yönünde İmralı’da yapılan görüşmeler temelinde öngörülen çalışmaların hepsi inkar ediliyor, reddediliyor. Acayip bir biçimde, bunları yerine getirmiyor diyerek BDP’yi suçlamaya çalışıyor. Yavuz hırsız ev sahibini suçlu çıkarırmış. Tayyip Erdoğan’ın yaklaşımları tamamen buna dönüktür.
Son dönemde BDP’ye dönük saldırgan, suçlayıcı açıklamaların hepsinin altında aslında bu çatışmasızlık süreci için İmralı’da yapılan görüşmeler temelinde verilen sözleri tutmaması, yine kamuoyuna yapmış olduğu açıklamalardan vazgeçip, zikzak çizmesi temelinde bu gerçekleri kapatmak için bu saldırıları yapıyor. Yani en iyi savunma saldırıdır taktiği izliyor. BDP’yi suçlayarak kendisinin verdiği taahhütlerden vazgeçmiş olma gerçeğini gizlemek istiyor.
İşin özü, esası budur. Yoksa BDP’nin barış istememesi gibi bir şey yoktur. BDP’den herhangi ters bir açıklama yada tutum gelmemiştir. Bir bütün olarak Kürt tarafı çatışmasızlığı sürdürüyor, verilen sözlerin gereği neyse onu yerine getirmek için büyük bir dikkatle çaba harcıyor. Fakat dikkat edilirse, AKP kamuoyu önünde verdiği sözlerden vazgeçmiş durumdadır. Sözde yeni anayasa hazırlayacaktı, Kürt sorununun çözümü için çalışacaktı, demokratikleşmeye öncülük edecekti. Oysa bunların hiçbirisini yapmıyor. Reddetti bütün bunları. Diğer yandan ise, İmralı görüşmelerinde verilmiş sözlerden cayıyor. Kendisi verdiği sözlerden vazgeçerken, BDP’yi, hareketimizi, başkalarını suçlayarak kendi ikiyüzlülüğünü örtbas etmek, gizlemek istiyor. İşin özü, esası budur. Herkes bu gerçeği görüp anlamak durumundadır.
İşte bu dördüncü komplonun bu tür özellikleri, karakteri vardır. Ve öyle anlaşılıyor ki, mevcut yönetim tarafından yürütülmeye çalışılan bir komplo olma özelliğine sahip olacaktır.
NATO İLE ROJ TV PAZARLIĞI YAPILDI
* Son dönemlerde Türk devleti başta İran, Suriye ve Almanya olmak üzere yoğun bir diplomasi faaliyeti yürüttüğü gözleniyor. Bu yoğun trafiği nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Devlet yönetimi ve AKP hükümeti mekik diplomasisi adı altında ABD’den Avrupa’ya, Suriye’den İran’a, uluslararası alanda ve Ortadoğu bölgesinde yoğun bir diplomatik faaliyet içine girmiştir. Başta küresel sistemin ve bölgenin söz sahibi olan güçleri olmak üzere herkesle ilişki kuruyor. Cumhurbaşkanından başbakana, dışişleri bakanından diğer hükümet ve devlet yetkililerine kadar herkes yoğun bir diplomasi faaliyeti sürdürüyor. Bu diplomasi faaliyetinin temel amacının Kürt Özgürlük Hareketine karşı bir uluslararası ve bölgesel saldırı ittifakı yaratma çabası olduğu açıktır. Bu, Özgürlük Hareketimizi imha ve tasfiye etme hedefine dönük bir çalışmadır. Hareketimizin dış bağlantılarını, nefes borularını, desteklerini kesmeyi ve kuşatmayı hedefliyor. Bu bakımdan PKK’ye destek veren veya destek verme ihtimali bulunan her kişiyi, kurumu hedefliyor. PKK’den öteye, Kürt halkının ulusal demokratik yaşamına hizmet eden, Kürt halkının sesi olan, gücü olan, Kürt özgürlüğünü tanıyan herkesi hedefliyor. Bu konuda Kürt olup olmaması da önemli değil. Türk de olabilir, Alman da olabilir, Amerikalı da olabilir, Avrupalı da olabilir. Kim ki Kürt halkını tanıyor ve onun özgürlüğünden ve demokrasisinden yana oluyorsa onları terörist olarak lanse edip hedef haline getirmeye, etkisizleştirmeye çalışıyor. Bu faaliyetlerin temel amacı kesinlikle budur.
Elbette bu faaliyetlerin bazı sonuçları ortaya çıkabilir de. Örneğin, önceliğin Roj TV’nin kapatılmasına verildiği ortada. Kürt yurtseverlerin demokratik çalışmalarının kısılması, onların tutuklanmaları, demokratik örgütlenmelerinin, derneklerinin terörist sayılarak işlemez kılınması öncelikle hedef olarak görülüyor. Bu yönlü yoğun bir baskı var, arayış sözkonusu. Daha da ötesi, pazarlıklar var.
* Bu pazarlıklar içinde Roj Tv’nin kapatılması var mı?
– NATO genel sekreteriyle Roj TV’nin kapatılma pazarlığı yapıldı. Almanya’yla, diğer Avrupa devletleriyle bu tür görüşmeler oldu. Esas olarak bu husus Amerika ile yapılan görüşmelerde planlanıyor. Bizzat ABD’nin, Roj TV’nin kapatılması, demokratik Kürt kurumlarının işlemez kılınması doğrultusunda Avrupa üzerinde açığa çıkmayan baskıları var. Bunu biraz gizli de yürütüyorlar. Ama daha önemlisi bu baskılardır. Bunun sonucunda evler basılıyor, dernekler kapatılıyor, insanlar tutuklanıyor, Kürt Özgürlük Hareketi uluslararası alanda yasaklanmaya, kriminalize edilmeye çalışılıyor. Tahrik ediliyor, terörize edilmek isteniliyor. Bunlar gözle görülen bir hususlardır. Roj TV konusunun nasıl sonuçlanacağı merakla beklenen bir konu durumunda. Çünkü Avrupa demokrasisi için de gerçekten önemli bir sınav durumunda. Bir halkın sesinin kısılması, yasaklanması nasıl izah edilecek, hangi demokrasi kriterine sığdırılacak belli değil. Bu noktada Avrupa yönetiminin zorlandığı anlaşılıyor. Bir tarafta Türkiye ve ABD yönetiminin baskıları ve verdiği tavizler sözkonusu, diğer yanda ise kendi demokratik kriterlerinin engelleri sözkonusu. Avrupa’nın kendi karakteri olarak tanımladığı demokrasisi ciddi bir sınavdan geçiyor. Bunun nasıl sonuçlanacağını göreceğiz.
‘DİPLOMATİK TEMASLAR SONUÇ ALICI DEĞİL’
* Suriye, Irak ve İran ile yürütülen görüşmelerde farklı yeni şeyler var mı?
– AKP hükümeti yaptığı her şeyi cilalayıp yeniymiş gibi toplumun önüne sunuyor. Temcit pilavı gibi bazı şeyleri yeniden yeniden ısıtıp toplumun gündemine getiriyor. Bu görüşmelerin böyle bir karakterinin olduğunu da söylememiz lazım. Bu konuda öyle çok fazla eskilere gitmeye de gerek yok. Geçen yıl bu dönemi hatırlayalım. AKP’nin yeni dışişleri bakanının “sıfır sorun sloganı adı altında başlattığı ve “herkesle ilişki kuruyoruz, görüşmeler yapıyoruz, artık düşmanlıklar veya karşıtlıklar bitti, dostluklar başladı diye yürüttüğü çabalar vardı. “Irak’la elli anlaşma yaptık, Suriye’yle kırk anlaşma yaptık, ortak hükümet oluyoruz, İran’la tam birlikte hareket ediyoruz, Güney Kürdistan’ı tanıyoruz, Ermenistan’la şöyle sorunu çözdük, Azerbaycan’la kardeş olduk deniliyordu. Bunları herkes hatırlıyor. Bütün bu çabaların hedefi de, Hareketimizi kuşatmak, nefes borularını kapatmak ve böylece 2010 yılında geliştirilecek imha ve tasfiye operasyonlarıyla yok etmekti. Bu doğrultuda birçok taviz verildi. Türkiye’nin birçok imkanı bölgesel ve dış güçlere peşkeş çekildi. Fakat sonuç ortadadır.
Geldiğimiz noktada AKP hükümeti yine aynı şeyi tekrarlıyor. Bir yenilik yoktur. Bu anlamda bir tekrarı yaşıyor. Her ne kadar basının desteğiyle psikolojik savaş çerçevesinde sanki yeni bir şey yapılıyormuş gibi bir hava verilmeye çalışılsa da, aslında öyle bir karakteri yok. Geçen yıl yapılanın tekrarıdır. Geçen yıl yapılanların sonuçları da ortadadır. Hareketimiz değil kuşatılmak, darbelenmek ve tasfiye edilmek, geçen yıldan çok daha güçlü bir dönemi yaşıyor. Daha çok gelişmiştir. Bütün alanlardaki varlığını, örgütlülüğünü koruyor, çalışmalarını sürdürüyor. AKP hükümeti ve Türk devleti üzerinde Kürt sorununu çözme yönünde çok daha ağır bir siyasal baskı oluşturuyor, sürdürüyor. Bunlar herkesin gördüğü ve kabul ettiği birer gerçektir.
‘TÜRKİYE İNEK GİBİ SAĞILIYOR’
Demek ki AKP’nin bu çabaları elbette önemli, ciddi, ama Türk basının yansıttığı gibi öyle çok da sonuç alıcı değildir. Geçen yıllarda benzer şeyler fazlasıyla yapılmış, ama ortaya bir sonuç çıkmamıştır. Şimdikinin de öyle bir karakteri var. Dikkatle izlemek lazım, ama çok abartmamak da gerekiyor. Örneğin, Tayyip Erdoğan “Almanya’da PKK’ye destek verenler var, bunların dosyasını kendilerine verdim diyerek buradaki bütün Kürtlerin tutuklanmasını istiyor, ama Alman başbakanı da kendisine “biz de Kıbrıs sorununun çözümünü istiyoruz dedi. Bu da bizim için önemlidir diyor. Yani herkes AKP hükümeti gibi değil. AKP’nin yönettiği bir güç de değildir. AKP istiyor diye hemen yerine getirilmiyor. Türkiye’ye bir veriyorlarsa, özellikle bölgesel ve uluslararası güçler iki-üç de alıyorlar. AKP burada ustalık yapmıyor Türkiye’nin imkanlarını dağıtan, pazarlayan bir konumda bulunuyor. Benzer durum Amerika için de geçerli. Suriye, İran, Irak yönetimleri için de geçerli.
Aslında Türkiye’nin zayıf karnı iyi kavranmış: Kürt sorunu, PKK sorunu! Herkes biraz imkana ihtiyacı oldu mu Türkiye yönetimine, AKP hükümetine, “ben de PKK’ye karşı çıkacağım diyerek ordan biraz taviz koparıyor. Aslında mevcut diplomatik faaliyetlerle AKP hükümeti inek gibi sağılıyor. Gerçek bu iken, mevcut basın ise bu durumu büyük başarı sağlıyor diye tersyüz ediyor. İşin kötü tarafı, ciddiyetle görülmesi gereken yanı da budur. Türkiye’yi inek gibi sağdırtan hükümet, bakın ne iyi iş yapıyor, başarılı oluyorum diye kendini mevcut basın eliyle topluma sunuyor. Türkiye toplumu bu biçimde aslında aldatılıyor, yanıltılıyor, gerçekleri göremez, anlayamaz hale getiriliyor. İşin bir de bu boyutu var ve burasının çok daha önemli olduğunu düşünüyoruz.
‘ABD TÜRKİYE’Yİ ASKERİ BİR KARAKOL OLARAK KULLANMAK İSTİYOR’
* Son günlerin en önemli konularından biri de füze kalkanı projesi… Amerikan yönetimi Türkiye’de ‘Füze Kalkanı projesi kurmak istediğini açıkladı. Türkiye’nin bu projeyi Lizbon’da yapılacak toplantıda kabul edeceği, ancak bazı şartları olduğu belirtiliyor. Savunma siteminin Türkiye’ye yerleştirilmesi ne anlama geliyor?
– Türkiye’nin II. Dünya Savaşı ardından ABD ile geliştirdiği ikili ilişkilerin ve NATO’ya girişinin askeri boyutunun önde olduğu biliniyor. Bu, 20. yüzyılın ikinci yarısında ABD-Sovyet blokları arasındaki çatışmada Türkiye’nin bir ön cephe, bir askeri karakol gibi kullanılma durumunu ortaya çıkardı. NATO’nun güneydoğu kanadı olunduğu ifade edildi. Güneydoğu kanat olarak bir yandan Sovyetler Birliğini kuşatma, diğer yandan Ortadoğu üzerinde NATO hakimiyetini sürdürme rolü oynandı. Türkiye ekonomik-siyasi müttefik olmaktan çok, bir askeri ortak, askeri müttefik, bir jandarma olarak İngiltere-ABD küresel sistemi tarafından kullanılmak istendi. Bugün de aynı yaklaşım temelinde kullanılmak isteniliyor. Sadece füze kalkanı yerleştirilerek değil, bir bütünen Türkiye’deki üsler, siyasi yönetimin şekillendirilmesi aracılığıyla, aslında Ortadoğu’ya ve Asya’ya dönük, yine Rusya’ya karşı bir askeri üs bölgesi olarak kullanılmak isteniliyor. Füze kalkanı projesi de bu planın bir parçasıdır. ABD yönetimi Türkiye’yi bir askeri karakol gibi kullanmak istiyor. Bunu hem Asya’da ortaya çıkabilecek olası karşıtlarına karşı yapmak istiyor, hem de Ortadoğu’nun küresel kapitalist sistem tarafından egemenlik altına alınması, Büyük Ortadoğu Projesinin başarıya götürülmesi için yapmaya çalışıyor.
Aslında bu girişimlerin bir Ortadoğu boyutu, bir de Asya boyutu vardır. Eskiden Asya’da Sovyetler Birliği vardı. Bu iki güç rakiptiler ve çatışma halindeydiler. Soğuk savaş denen bir çatışma durumu sürüyordu. Onun bir aracı olarak Türkiye’deki askeri üsler, mevzilenme kullanılıyordu. Şimdi de Rusya, Hindistan, Çin gibi Büyük Asya devletleri ABD’ye potansiyel bir rakip konumdalar. Dolayısıyla bu güçlerin en azından denetim altında tutulmaları gerekiyor. ABD stratejisinin böyle olduğu ve buna göre kendini örgütlemeye çalıştığı anlaşılıyor. Türkiye’deki askeri mevzilenmenin ve en son füze kalkanı girişiminin bu boyutu vardır.
Diğer yandan, bölgeyi tehdit eden boyutu var. Özellikle bazı Asya güçlerinden aldığı destekle askeri gücünü arttırmaya çalışan İran’a karşı önemli bir tehdit olma özelliği taşıyor. Zaten ABD-İran gerginliği ve çelişkisi biliniyor. Çatışma çıktı, çıkacak deniyor. Aslında aylardır, yıllardır dünya bir de böyle bir gerginlik içinde tutuluyor. İran’ın da buna karşı askeri gücünü arttırma, silahlanma çabası içinde olduğu gözler önünde. Bu, herkes tarafından bilinen bir gerçek. Dıştan aldığı destekle füzeler oluşturmaya çalıştığı gibi, nükleer silaha da sahip olma çabasını sürdürüyor.
‘TÜRKİYE ÜZERİNDEN İRAN KUŞATMASI’
ABD’nin de buna karşı hazırlıkları var. Bu hazırlıklarını sadece Türkiye üzerinden de yürütmüyor. İsrail-Irak üzerinden yürüttüğü gibi, Afganistan, Tacikistan, Azerbaycan üzerinden de yürütüyor. Türkiye’yi de İran’ı kuşatmanın bir alanı haline getirmek için çaba harcıyor. Siyaseten, askeri olarak, ekonomik bakımdan Türkiye’yi İran kuşatmasının önemli bir parçası yapmaya çalışıyor. Füze kalkanı projesinin bir de bu boyutu var. İran kuşatmasını sağlamayı hedefleyen bir askeri girişimdir bu. Türkiye’nin Ortadoğu devletlerine, komşu devletlere karşı bir askeri üs haline getirilmesini ifade ediyor. ABD’nin Ortadoğu’da yürüttüğü savaş ve Büyük Ortadoğu Projesinin başarısı doğrultusunda Türkiye’nin bölgede ABD’nin bir ön karakolu gibi aktif kullanılması hedefini içeriyor. Bu bakımdan da bölgeyi tehdit ediyor. Türkiye’yi bölge devletleriyle, komşularla potansiyel bir çatışma konumu içine çekiyor. Bu proje bölge devletlerini tehdit ettiği gibi, Türkiye’nin güvenliği açısından da aslında ciddi bir tehlike oluşturuyor. Türkiye’yi komşularıyla ve Asya devletleriyle çatışma potansiyeline sahip hale getiriyor. Dolayısıyla düşmanlık yaratıyor. Bu durumun Türkiye’nin güvenliğini geliştirmek değil, Türkiye’yi daha fazla güvensiz hale getirmek, hatta savaş ve çatışma potansiyeli içine çekmek anlamına geldiği, böyle bir durum içerdiği açıktır. Bu konuda yanılmamak lazım.
‘FÜZELER İÇİN PKK PAZARLIK KONUSU YAPILIYOR’
* Bu durumun Kürtler açısından tehdidi nedir? Türkiye bunu kabul ederse, neyin karşılığında kabul edecektir? Bunun karşılığında ne isteyecektir?
– Asıl önemli olan yan burasıdır. İşte burada temel pazarlık Kürt Özgürlük Hareketi oluyor. Eğer Lizbon’da Türkiye yönetimi bu projeyi imzalarsa, bu şu anlama geliyor: Türkiye ABD’den Kürt Özgürlük Hareketi karşı siyasi ve askeri alıyor. Bu kesinlikle böyledir. Bu bakımdan Kürtlere karşı da bir tehdit unsuru oluyor. Kürt sorununu çözme değil, Kürt Özgürlük Hareketi ezip imha etmeyi hedefleyen bir planın parçası oluyor. Kürt inkarı ve imhasını sürdürmeyi, Kürt soykırımını geliştirmeyi ifade eden bir girişim oluyor. Sonucu Kürtlere böyle yansıyor. Yoksa bu füzelerin askeri bakımdan doğrudan Kürtleri tehdit edecek hali yoktur. Ancak bu konuda Kürtler pazarlık konusu yapılıyor. Bu da elbette en büyük tehlike oluyor. ABD Türkiye’den füzeler için üs alma karşılığında Kürt halkının varlığını ve özgürlüğünü satıyor, bunu yok sayıyor. Dahası, Kürt soykırımının uygulanması için çeşitli siyasi-askeri destekler veriyor. Dolayısıyla bu pazarlığın en fazla da Kürt Özgürlük Hareketine zarar verici nitelikte olduğu açık bir gerçek. Dikkat edilirse soğuk çıkar pazarlıkları halkların varlığını, özgürlüğünü, demokrasi denen temel değerleri, ilkeleri pazarlıyor, yok ediyor. Günümüz dünyasının siyasi gerçekliği ne yazık ki bu.-ANF
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info