Kürdistan, Ortadoğu ve dünyada yoğun gelişmelerin yaşandığı süreçte Önder APO üzerindeki mutlak tecrit ağırlaştırılarak devam ettiriliyor. Geride bıraktığımız süreçte başta Kürdistan, Ortadoğu ve dünyada hem askeri hem de siyasi olarak yoğun bir süreç yaşandı. Tüm yaşananlara baktığımızda doğru bir perspektifle bakmaya ve değerlendirmeye tabii tutmaya ihtiyaç duyulduğu ortadadır. Önder APO üzerinde uygulanan mutlak tecridin derinleştirilmesini Kürdistan, Türkiye Ortadoğu ve dünyadaki gelişmelerden bağımsız değerlendiremeyiz.
Doğru bir değerlendirme için doğru bir perspektife, doğru bir perspektif için de doğru bir konumlanış gerekiyor. Onun için de şu hakikatin altını bir kez daha çizmek gerekiyor: uluslararası komplo, Önder APO şahsında yürütüldü, ancak tek hedef Önder APO değildi. Aynı şekilde komplo, sadece birkaç bölgesel ve uluslararası gücün planladığı ve hayata geçirdiği normal bir rehin alma da değildi.
Buradan hareketle, komplonun hayata geçirildiği günden bugüne kadar yaşanan gelişmelere baktığımızda, Önder APO’ya yönelik uluslararası komplonun hedefinin Önderlik şahsında PKK, Kürt halkı, bölge halkları, Kürdistan ve Ortadoğu başta olmak üzere dünyadaki tüm Demokratik Modernite güçleri olduğunu ifade edebiliriz. Hakeza komplocu güçlerin karakterine baktığımızda ise onların Kapitalist Modernite’nin küresel sermaye tekelleri, bölgesel ve yerel uzantıları olduğunu görürüz.
Ortadoğu ve dünyada yaşanan gelişmelere Önder APO’ya uygulanan mutlak tecritle olan bağı kurulmadan bakılmadığında yapılacak tüm yorum, değerlendirme ve tahlillerin eksik, yanılgılı olacağını bilmek gerekiyor. Tarihin en büyük ve kirli komplosuyla Önder APO’yu fiziki olarak esaret altına alan komplocu güçler, bugün de mutlak tecrit siyasetiyle Önder APO’nun düşüncelerine tecrit uygulayarak, görüşlerinin Demokratik Modernite güçleri tarafından anlaşılması ve doğru devrimci tutum alınmasının önüne geçmeye çalışıyorlar.
Önder APO’ya uygulanan mutlak tecridin nedeni, Kapitalist Modernite’nin gardiyanı TC’nin belirttiği gibi “disiplin cezası”, “koster bozuk” ve “hava muhalefeti” gibi havadan sudan gerekçeler değildir. Tecridin asıl nedeni Önder APO’nun düşüncelerinden ve o düşüncelerin eyleme geçirici gücünden duyulan korkudur. Bu korku da sadece TC’nin korkusu olmaktan çoktan çıkmış, Kapitalist Modernite’nin korkusu olmuştur.
Geride kalan esaret yıllarında Önder APO, Kapitalist Modernite’nin yaşadığı sistemsel krizin teşhisini defalarca yaptığı gibi, düşünceleri de sayısız kez pratikte kanıtlandı. Küresel sistem her ne kadar kafasını kuma gömerek, Önder APO’ya yönelik tecridi siyasal özelliklerinden ayrıştırarak “bireyselleştirmeye” veya siyasi rehine yaklaşımıyla “hukukla açıklama” ya çalışsa da bunun halklar, inançlar, ezilenler, sömürülenler ve hak mücadelesi veren Demokratik Modernite güçleri nezdinde hiçbir geçerliliği yoktur.
Dünyanın farklı yerlerinde Önder APO’nun fiziki özgürlüğü için yıllardır yürütülen mücadele ve son olarak da Gemlik yürüyüşünde insanların her şeyi göze alarak alanlarda Önder APO’nun ismini haykırması, Önder APO merkezli mücadelenin dışavurumudur. Buradan da olsa hareketle tüm gelişmeleri Önderlik merkezli ele almak ve ona göre değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü Önder APO’yu esas almayan hiçbir değerlendirmenin gerçeğe kavuşma şansı olmadığı gibi, Önder APO’nun merkezinde olmayan hiçbir direnişin de başarıyı yakalama şansı yoktur. Kürdistan, Türkiye ve dünyada yaşanan son gelişmelere bu açıdan baktığımızda bu gerçekliği bir kez daha görmüş olacağız.
Olur mu-olmaz mı? Bu konuda kesin bir şey söylememekle birlikte, önceden belirlenmiş olan takvime göre fiilen seçim sürecine girmiş bulunan Türkiye’de Cumhurbaşkanı adayını belirleme sürecine, seçimlerin yapılabilirliği, tarafların konumlanışına bakıldığında Önderlik merkezli olunduğunu çok açık ve net bir şekilde görmüş olacağız.
Gemlik yürüyüşünde insanların her türlü saldırı, işkence, gözaltı ve tutuklamaya rağmen alanlara çıkarak Önder APO etrafında kenetlenmesi ve temsiliyetini onda somutlaştırmasının ardından özel savaş politikaları ürünü olduğu anlaşılan “Önderlikle görüşme olacağı” tarzı spekülatif haberler servis edildi. Bunların özel savaşın manipülasyonları olduğu aşikar. Zaten daha mürekkebi kurumadan açığa da çıktı. Fakat yine de bu tür haberlerin bir amacının olmadığını, sadece spekülasyon, manipülasyon ve özel savaştan ibaret olduğunu da söyleyemeyiz. Çünkü Önderliğe yaklaşım turnusol kağıdı olma rolünü oynuyor. Yayılan bu söylentinin ardında sözde muhalefet ne yaptı? CHP’nin başında yer aldığı altılı masa denilen birleşimde öne çıkartılan ne oldu? Bu söylentinin ardına takılarak asıl yüzünü gösterdi. Tereddütte yer vermeyecek bir ses tonuyla Önder APO ile “görüşme yapılacak” söylentisine bile hemen karşı çıktılar. Bu şekilde muhalefet iddiasındaki bileşimin de gerçekliği ortaya çıkmış oldu.
Önder APO, daha on yıllar öncesinden bölgede ve dünyada yaşananları “sistem krizi” olarak nitelendirip yaşanan gelişmeleri de Üçüncü Dünya Savaşı olarak isimlendirdi. Bu savaş ABD’nin Afganistan ve Irak müdahaleleriyle farklı boyutlarda günümüze kadar Ortadoğu’da devam ediyor. Zaten uluslararası komplo da ABD’nin başını çektiği NATO tarafından Irak’a 2003 yılında yapılan askeri müdahalenin öncesinde uygulamaya konulmuştu. Önderliğin daha önce öngördüğü ve isimlendirdiği gibi Üçüncü Dünya Savaşı 1991 yılında Körfez savaşı ile başladı; ardından da bir süre sonra dağılan Yugoslavya topraklarında etkisini gösterdi, uluslararası komployla Kürdistan’da odaklandı; Afganistan, Irak, Libya, Yemen ve Ortadoğu’nun farklı bölgelerindeki müdahalelerle boyutlandı, gelinen aşamada da Kafkasya’ya, Karadeniz kıyılarına; Ukrayna’ya ulaştı.
Dün uluslararası komploda çeşitli düzeylerde birlikte yer alan güçler –başta ABD, NATO, Avrupa Birliği ve Rusya- bugün Ukrayna’da kendi aralarında savaşıyorlar. Uluslararası komplo da kendisine “bekçilik, gardiyanlık” rolü verilen TC, o gün güttüğü çakal siyasetini, bugün de Ortadoğu ve dünyanın farklı bölgelerindeki çelişki ve çatışma süreçlerinde güdüyor. TC, bu üçüncü dünya savaşı koşullarında, tüm dünyaya “benim tek derdim Kürtlerdir, o konuda bana istediğimi verin, istediğiniz gibi hareket ederim” diyor. Ukrayna savaşı sonrası Finlandiya ve İsveç gibi İskandinav ülkelerinin bugüne kadar izledikleri uluslararası siyasetlerine son vererek NATO’ya üye olmak istemeleri üzerine TC, böyle bir saikla hareket edip veto hakkını gündeme getirerek; Önder APO, PKK, Kürt halkı ve bölge halklarına karşı bazı kazanımlar elde etmek istiyor.
Bilindiği üzere, 1949’da Sovyetlere karşı kurulan Kuzey Atlantik Paktı (NATO) son yıllarda kimi bocalamalar –ya da öyle gösteriliyordu- yaşıyordu. Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron yaşanan durumu “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” şeklinde tanımlamıştı. 2021 yılında NATO’nun 2030 yılı stratejik belgesi açıklandığında, Baltık denizine yapılan askeri yığınağı Rusya’yı kendisine tehdit olarak gördü. Ukrayna’nın da NATO’ya üye olarak kabul edilme olasılığı üzerine savaşın patlak vermesiyle de Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelikleri gündeme geldi. Bunu kendi için bir fırsat olarak gören TC, 2016’dan beri başta Suriye’de olmak üzere Rusya ile ABD arasında yürüttüğü denge siyasetini pazarlık konusu yapmaya başladı. Şüphesiz TC’nin 2016’dan beri yürütmüş olduğu bu denge siyasetinin nedeni yine Önder APO’nun felsefesiyle Kuzey-Doğu Suriye’de hayata geçen sistemdi.
Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerine veto şartı koyma tehdidinde bulunan TC, ABD ve Avrupa Birliği’nden Önder APO, PKK ve Kürtlere karşı bazı tavizler koparmaya çalıştı ve bir yere kadar da bundan bir sonuç alacağı bekleniyordu. Önder APO ve Hareketimize karşı kapitalist modernite sisteminin yaklaşımı zaten biliniyor; TC dayatmada bulunmasa bile, bu konuda istediğinden daha fazlasını veriyorlar. TC, NATO’nun bir üyesi, ABD öncülüklü Kapitalist Modernite sisteminin ileri karakolu. Bu yeni bir olgu değil. TC’nin NATO’ya üyeliğinden beri böyle. 1985’le birlikte de NATO resmi ve fiili olarak TC’nin Kürtlere karşı savaşının bir parçasıdır ve bu savaş içerisinde yer alıyor.
PKK’nin “terör örgütleri” listesine alınması da içerisinde NATO, İsveç, Almanya ve TC’nin olduğu; PKK’ye, Kürtlere karşı düzenlenen Olof Palme komplosu sonrası gerçekleşmişti. Dönemin İsveç Başbakanı Olof Palme’nin katlinde; NATO, İsveç istihbaratı SAPO, Alman istihbaratı BND ve Türk istihbaratı MİT aktif yer almış ve cinayeti PKK’nin üzerine yıkmaya çalışmışlardı. Söz konusu güçler o cinayetle bir yandan NATO karşıtı görüşleriyle bilinen Palme’den kurtulmuş, diğer yandan da PKK’yi “terör örgütleri” listesine alarak deyim yerindeyse bir taşla iki kuş vurmaya çalışmışlardı. O yüzden ABD, NATO, İsveç ve Avrupa’nın, “1985’ten beri NATO fiili olarak TC’nin Kürtlere karşı savaşının bir parçası” olduğunu söylerken, bugün yaşananlarla yeni karşılaşılmadığı ifade edilmiş olunuyor. Bundan sonra da TC’ye benzer desteklerin verilmesi muhtemeldir.
TC. kendisi için fırsat olarak gördüğü İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvurusunu “veto ederim” tehditliyle sonuna kadar kullanmak istedi. Fakat bunu yaparken bugüne kadar izlediği “denge” ve “çakal” politikasını da gözden çıkarmakla karşı karşıya geldi. Zaten bir süredir hem ABD hem de Rusya’nın, TC’ye dayattığı da bundan başkası değildi; “ya ben, ya o” diyorlardı. Buna rağmen hepten kaybetmek istemedikleri için de TC’yi etraflarında tutuyorlardı. Son hamleleri de bu çerçevede oldu. TC Arap ülkelerinin ayağına ABD’nin dayatmaları sonucu gitmek zorunda kaldı. Böylece ABD, Arap ülkeleri üzerinden TC’nin kendi yörüngesi dışına çıkmasının önüne geçme politikasını devreye koydu ve bunda başarılı da oldu. Tabi bunu yaparken önceden kurulan bazı dengeleri kullandı. TC açısından bunun ödenecek bedelleri de olacaktı; Suudi Arabistan’a yaklaşırken, İran’a uzaklaşacaktı. Böylece TC Ortadoğu’daki rakibi olan İran’dan bu şekilde uzaklaşırken; İran’a karşı diğer rakibiyle yan yana gelmiş oluyordu. Bu da kuskusuz o güne kadar İran’la ilişkilerde kurduğu dengenin bozulması anlamına geliyordu ve bunun da Kürt, Suriye ve Irak politikasına doğrudan etkileri olacağı gibi; İran’ın ittifakı olan Rusya ile ilişkilerine yansıyacak yönleri olacaktı.
Erdoğan’ın İran’a yapacağı ziyareti de bu eksende ele almak gerekiyor. Aynı şekilde son zamanlarda Irak ve Başûrê Kurdistan’da petrol ve gaz yataklarına yapılan kimi saldırıları da bu rahatsızlıklarla olan bağının görülmesi gerekmektedir. Benzer şekilde TC’nin NATO fabrika ayarlarına dönmesi, Rusya’da kimi reaksiyonlar gösterme olasılığını gündeme getirecekti. Nitekim Rusya ilk tepkisini uyarı kabilinde; Birleşmiş Milletlerin, TC denetiminde olan Cilvegözü-Bab El Hewa Sınır Kapısı’nın Birleşmiş Milletler’in yardımlarına açık tutulması kararı karşısında gösterdi. Rusya BM’nin bu kararını önce veto etti, sonra TC’nin başvurusu üzerine BM’nin bu kararı üzerindeki vetosunu kaldırdı. Rusya’nın bu yaklaşımı bile kendi başına, sonrasında muhtemel yaşanacakların ön habercisi olma gibi bir anlama sahiptir.
Uluslararası güçlerin komployla hedefledikleri PKK’yi bitirme, Kürtleri tasfiye etme ve Ortadoğu halklarının özgürlük istemlerini baltalama girişimleri tutmayınca, şimdi de mutlak tecridi derinleştirerek sonuca varmayı hedefledikleri anlaşılıyor. Onun içindir ki, Önder APO ile ilgili olan her şeyi, yine Önder APO’nun odağında tutulduğu atılan adımları, bulunulan girişimleri, yaşanacakları mutlaka dikkatle ele almak ve ona göre bir yaklaşım içerisinde olunması gerekmektedir. Bu temelde Önder APO’nun odağında olduğu bir bakış açısıyla, perspektifle; NATO’nun, soykırımcı faşist TC Devleti’nin Kürt ve Önder APO karşıtı politikaları karşılayarak; boşa çıkartabiliriz. İsveç ve Finlandiya’nın TC’ye, NATO’ya üyelikleri karşılığında verdikleri Kürt karşıtı tavizleri doğru anlamlandıran bir tutumun sahibi haline gelerek; halklar ve bu ülkelerin demokratik muhalefetleri nezdinde teşhirini sağlayabiliriz. Ancak böyle olabildiğinde başarıya ulaşabiliriz.
Zap, Metina, Avaşin başta olmak üzere Kürdistan dağlarında Önder APO felsefesi ile donanımlı kılınmış olan özgürlük gerillası Demokratik Modernite çizgisine dayandırdığı gerilla mücadelesi ve taktiği ile kapitalist modernite sistem güçlerinin tüm kirli siyasetlerini, saldırılarını karşılayarak boşa çıkarıyor. NATO’nun ikinci büyük ordusunu, kimyasal, taktik silahlarına, sunulan her türlü maddi, teknik, diplomatik, siyasal, askeri güce rağmen darbelemekte ve yenilgiye uğratmaktadır.
Kürdistan Özgürlük Gerillası; Zap, Avaşin ve Metina’daki direnişiyle; savunma, saldırı diyalektiği içerisinde; hem düşman saldırılarını püskürten hem de düşman mevzilerine, güçlerine yaptığı saldırılarla darbeleyen, mevziler kazanan bir pozisyondadır. Bu yönüyle taktik ve psikolojik üstünlüğü elinde tutan taraf olma konumundadır. Bunun karşısında ne ileri ne de geriye tek bir adım atamaz hale gelen TC çıkar yol olarak; Şengal, Rojava, Başur, Mahmur, Şehba vb. yerleşim merkezlerinde yaşayan sivillere saldırmayı ve katliamlar yapmayı kendisi için tek yol olarak görmektedir. Buna rağmen NATO’ya dayanarak, Rusya’ya, İran’a tavizler vererek; Rojava’da işgal ve ilhak ettiği coğrafyayı genişletme arayışından da vazgeçmemektedir.
Soykırımcı, faşist TC Devleti’ni böyle bir çaresizlik içerisinde bırakan Önder APO felsefesi, düşüncesi, politikası, öngörüsü, direnişi, mücadelesi, yarattığı ilkeler ve değerler sistemidir. Asıl olarak da Demokratik Modernite güçleri, Kürdistan Özgürlük Gerillası gücünü bu kaynaktan almakta ve oradan beslenmektedir. Onun içindir ki, kapitalist modernitenin küresel güçleri, yerel uzantıları ve işbirlikçileri bu kaynağa yönelmekte, kurutmak için her türlü saldırıya başvurmaktan geri kalmamakta, her yönüyle oraya odaklanarak; sonuca ulaşmak istemektedir. Böylece Önder APO politika belirlenirken, planlamalar yapılırken, strateji ve taktik geliştirilirken herkes tarafından esas alınmış olmaktadır. Bunun dışında da hiç kimse kendisi için bir başarı şansı görmemektedir.
Tüm bu dile getirilmiş olanlar; Önder APO hakikati doğru anlaşılmadan siyasal, askeri, toplumsal vb. alanlarda yaşananların da doğru anlaşılamayacağını gözler önüne sermektedir.
Cemal ŞERİK
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi