04 Kasım 2011 Cuma Saat 09:37
Kürdistan’da Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülen bir savaş var. Bu, özel savaştır. Buna karşı halk savaşımızı geliştirme açısından, ‘özel savaş nedir, ne değildir, taktikleri nelerdir, bunlar nasıl boşa çıkartılır’ şeklinde tartışmalar yürütülüyordu. Özel savaşı tartışırken onun ülkemizde uygulama boyutunu ele alıyorduk. Rejimin özel savaş karakterini ortaya koyuyor, ona göre taktikler geliştiriyor ve stratejiler belirliyorduk. Bu bizi daha doğru bir mücadeleye götürüyordu. Ancak iki binlerden sonraki süreçte nasıl ‘Savaş ve Ordu’ konusu, kadro okullarımızda ve genel ortamımızda fazla tartışılmamışsa, Özel Savaş konusu da tartışılmamaya, unutulmaya başlandı. Aslında bu bizim iki binlerden sonraki yaşanan süreci doğru kavrayamayışımızla ilintilidir. Önderliğin esareti ve sonrası süreci yeterince kavrasaydık, ‘Savaş ve Ordu’, ‘Özel Savaş’ konularını tartışmaktan vazgeçmezdik. Çünkü geri çekilme sürecinde, güçlerimizi yeniden eğiterek toparlamaya çalışıyorduk. Düşman güçlerinin operasyonları ve özel savaşı sürüyordu. Değişen şartlara, koşullara göre gelişen özel savaşı boşa çıkarma çabalarımız vardı. Fakat Önderlik esaretinden sonraki sürecin doğru kavranamaması, savaş konusuna yanlış yaklaşımları beraberinde getirmekle birlikte özel savaş konusunu da yeterince ele almamamıza neden oldu. Doğal olarak silahlı savaşa ve özel savaşa bu yanılgılı-eksik yaklaşım bize zarar veriyor ve telafisi mümkün olmayan hatalara neden oluyordu. Bu gerçeklik savaş konusuna daha doğru yaklaşımla birlikte meşru savunmayı ve özel savaşı yeniden ele almayı, tartışmayı beraberinde getirdi.
Tarihte yaşanan her çatışma ya da her savaş özel savaş konusu değildir. Bu, Önderliğin yapmış olduğu çözümlemelerde ortaya konuluyor. Örneğin ilk topluluklarda klanlar, kabileler arasında çatışmalar vardır. Önderlik, doğal toplumda kabilelerle klanlar arasında süren bu çatışmaları savaş olarak ele almıyor. “Kabileler ve klanlar arasındaki çatışmalardır diyor. Çünkü klanların ve kabilelerin birbirleri üzerine egemenlik kurma gibi bir yaklaşımları yoktu. Ya da egemenliği kurma, geliştirme aracı olarak savaşa başvurmuyorlardı. Klanlar, kabileler yaşamlarını sürdürebilmek için kendisinden güçsüz canlılara saldırıyor ya da onları avlıyorken diğer kabilelerin, klanların mal varlıklarını ve ellerindeki yaşam araçlarını ele geçirerek kendi yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Bunun için o dönemin böylesi olayları, talanları ya da talanların gerçekleştirilmesi amacıyla çıkan çatışmalar, kabile ve klanlar arasındaki kavgalar olarak adlandırılıyor ve buna savaş denmiyor. O çatışmalarda, egemen olma gibi bir arayış yok. Yenilenleri köle olarak kullanma yoktur.
Sonraki süreçte insanın üretimdeki gücü daha fazla açığa çıkıyor. Gereksinim dışı yani fazla ürünler elde edilmeye başlanıyor. Böylece gerekenin dışında biriken ürünleri, zenginlikleri ve servetleri gasp etmek, o servetleri yaratabilecek insan gücünü kullanabilmek için, bilinçli olarak geliştirilen savaş ve çatışmalar dönemi de başlıyor. O türden gelişen çatışmalara savaş adı veriliyor. Yani egemenlik altına almanın, sömürmenin, iktidar olmanın bir amaç olarak belirlendiği koşullarda yaşanan çatışmaların adına savaş denilir. Demek ki, her çatışma savaş değildir. Her çatışmanın savaş olması için özellikler gerekir. Köleleştirme, sömürme ve egemenlik siyaseti gerekir.
Savaşın kendi içinde gelişim seyri vardır. İlk aşamada, o zenginlik kaynaklarına egemenlik nasıl sağlanacak, o tahakküm nasıl kurulacak, o zenginlik kaynakları nasıl gasp edilecektir? Bu ve bunun gibi soruların yanıtlarını aramanın araç ve yöntemlerini devreye sokma var. Buradaki plan, tasarım ve amaç buna göre belirleniyor. Yani bir anlamda ne zaman ki kent, sınıf ve devlet olgusu ortaya çıkıyor sömürüyle, sömürgecilik siyaseti iç içe geçmeye başlıyor oralarda halkları köleleştirme savaşları ya da güçlü olan devletlerin yeni alanları egemenlik ve sömürü altına almak için kendi aralarında yaşadıkları savaşlar gündeme geliyor. Tarihteki yaşanan köleci dönem kent devletlerinin birbiriyle ya da imparatorlukların kent devletleriyle veya imparatorlukların birbirleriyle arasındaki çatışmalar böyle savaşlardır. Örneğin: Perslerle Makedonyalılar arasındaki mücadele böyle bir savaştır. Sümer-Akad çatışmaları böylesi bir savaştır. Yani egemenlik kurmak için yürütülen bir savaştır. Mısırlılarla Hititler arasındaki savaşlar böylesi savaşlardır. Devlet olgusunun ortaya çıkışıyla sömürü ve sömürgecilik siyasetinin bütünleşerek bir politika çerçevesinde ele alınması ile birlikte savaşın daha incelikli uygulanmasını beraberinde getiriyor.
Böylece ne oluyor?
Savaşan birlikler tüm gücüyle karşı karşıya gelip, kim kimi alt ederse galiptir ya da o egemenlik altına almıştır. Temelde ve özünde bu vardır. Ama bunu gerçekleştirmek için kullanılan yöntemler farklıdır. Savaş o noktadan itibaren bilinçli yürütülen bir faaliyet haline gelmeye başlar. Hangi araçlar kullanılacak, araçları kullanırken o araçlar hangi sıralamaya tabi tutulacak ve o araçları kimler kullanacak? O araçları kullananlar savaş meydanında düşmanla karşı karşıya geldiklerinde nasıl konumlanacaklar? Tüm bunlar, devlet olgusunun ortaya çıkması, savaşın bir egemenlik kurma ve talan aracı haline gelmesiyle birlikte bilinçli olarak kullanılan yöntemler olmaya başlıyor. Ordular ya da savaşan güçler karşı karşıya geldiği zaman ona göre cephede ya da savaş alanlarında mevzi tutuyorlar. Mevzi tutarken ‘okçular mı öne gelecek, mızrakçılar mı ön sırada bulunacak’ diyerek ona göre konumlandırılıyorlar. ‘Önce mızrak mı yoksa oklar mı kullanılacak’ diye ona göre komut bekleniyor. En sonunda mızrakları kullananlarla, baltaları kullananlar hangi aşamada karşı karşıya gelecekler? Kısacası böylece savaşı sürdürme sanatı gelişiyor.
Tarihin belirli dönemlerinde çeşitli büyük savaşçı ve komutan çıkmıştır. Bunlardan bir tanesi Büyük İskender’dir. Savaş taktiklerini zengin uyguladığı için ‘büyük bir komutandır’ deniliyor.
Darius onu uyguladığı için büyük komutan konumuna geliyor. Mısır ve Hititler’de de öyledir. Böylece savaş bir sanat haline gelmeye başlıyor. Savaşın gelişmesi, savaşa bağlı tekniğin gelişmeye başlaması, savaşta yeni aletlerin kullanılması, savaşın da ona göre bir biçim ve düzen kazanmasına neden oluyor. Ok ile yayın yerini ateşli silahlar yani barutun kullanıldığı silahlar, toplar alıyor. Bu sefer savaşta mevzilenme ona göre de bir biçim değiştiriyor. Topçular, tüfekçilerin mevzilenme biçimlerine göre savaşın gelişmesi sağlanıyor. Savaş bir sanat olarak ele alındığında onun icrasında farklılıklar yaşanmaya başlanıyor. Ama savaş özü itibariyle değişmiyor.
Savaş nedir?
Hasmı egemenlik altına almak, iradeyi rakibe kabul ettirmek için uygun bir rota izlenir. Bu yirminci yüzyıla kadar da böyle sürüyor. Bilim ve teknik gelişiyor. Bilim ve tekniğin gelişmesi yeni savaş araçlarının devreye sokulmasına neden oluyor. Yeni savaş araçları kullanılmaya başlayınca, savaşlarda da ona göre bir düzenlenme gelişiyor. Yirminci yüzyıla kadarki savaşlarda hava kuvvetleri düzenlemesinin rolü yoktu. Hava kuvvetleri düzenlemesi öncesinde, mancınıkla bir yerden bir yere ateş topu atılırdı. Daha sonra toplar, havan topları yapıldı ve onu uçaklar, helikopterler takip etti. Bunların yanı sıra karadan karaya, karadan havaya füzeler yapılmaya başlandı. Böylece savaşlarda hava sahası da kullanılmaya başlanmıştır. Sonra da uzay silahları ve devasa kitle imha silahları geliştirildi. Böylece savaşan güçler karşı karşıya gelmeden de belirlenen hedeflere etkili patlayıcılar bırakarak yıllarca süren bir meydan muharebesinden çok daha etkili, çok daha kalıcı etkisi olan kesin sonuçlar elde etmeye başladı. Bu noktadan sonra savaşın ulaştığı boyuta bağlı olarak savaşların sürdürülmesine ilişkin hukukun uluslararası alanda işletilmesi ve kuralların belirlenmesi aşamasına geçildi. Böylece savaş belirli ölçülerle, belirli kurallarla sürdürülmeye başlandı. Yani ne tür araçlar ve hangi yöntemler kullanılacağı gibi konular kural altına alındı. Buna da ‘konvansiyonel’ ve ‘anlaşmalarla sınırlandırılan savaş’ denmiştir. Giderek silahların sınırlı kullanımı gündeme gelmiştir. Buraya kadar çok kısa da olsa savaş tarihinin gelişimi içindeki belli başlı dönüm noktalarını ifade etmiş olduk. Tabi bu aşamalar içinde de her değişime rengini veren ya da o aşamaları kendi özgünlüğünde somutlaştıran savaşlar var.
Yirminci yüzyılda çok gelişmiş teknolojinin kullanıldığı birinci ve ikinci dünya savaşları var. İkinci Dünya Savaş’ında yetmiş milyon insan, Birinci Dünya Savaşı’nda on milyondan fazla insan hayatını kaybetmiştir. Onun öncesinde de gelişen büyük savaşlar var. Örneğin, Napolyon Savaşları var. Osmanlı İmparatorluğu’nun, Mısır ve İran ile yapmış olduğu savaşlar var. Ondan daha öncesinde Arap devletlerinin geliştirdiği savaşlar var. Haçlı Seferleri var. Çok çok öncesinde Büyük İskender’in, Darius’un savaşları var. Böyle birçok büyük savaş var, ama o büyük savaşlar gerçekleştiği koşulların savaşları olarak ele alınıyor. Burada şu ortaya çıkıyor ki çatışmayla savaş aynı değil. Savaşın ve çatışmanın özü ile niteliği bir değil, farklıdır. Çatışmalar, kabileler arasında yağma ve talana yönelik olarak gelişirken, savaş, kentlerin, sınıfların ve devletin ortaya çıkmasıyla sömürgeciliğin bir siyaset olarak dünya sahnesinde yer almaya başlamasıyla birlikte baskı-sömürü ve egemenlik aracı haline geliyor.
Bu sınıflı toplumlar boyunca, demokratik uygarlık ile devletçi uygarlıkların arasında süregelen savaşlardır. Biçimleri ve kullanılan araçlar farklı olsa da, savaş taktik ve yöntemlerinde bir gelişme de olsa savaş, bir askerlik sanatı olarak ele alınmaya başlansa da yine yürütülen savaşlar belli kurallara bağlansa da sınıflı uygarlıklar boyunca yürütülen ve geliştirilen savaşlarda nitelik değişmiyor. Baskı-sömürü ve egemenlik aracı olarak değerlendiriliyor. Baskı ve egemenliğe karşı etnisitelerin-halkların, inanç gruplarının, ezilen ve sömürülen sınıfların vermiş oldukları mücadeleler var. Bunlara meşru müdafaa savaşı ya da öz savunma savaşı denirken, haklı savaşlar adı da verilmektedir. Bunlar kendini koruma savaşıdır. Kendini yok etmek isteyen güce karşı haklarını koruma ve haksızlık yapılmışsa, o haksızlığa karşı haklı temellerde gelişen mücadeleler oluyor. Bunun biçimleri de tarihin çeşitli dönemlerinde farklı şekillerde ortaya çıkıyor. Örneğin Spartaküs’ün öncülük ettiği savaş, köleleştirilmeye karşı haklı ve meşru gelişen bir savaştır. Yine Med öncülüklü bölge konfedere güçlerinin Asur egemenliğine karşı direnişi sömürgeciliğe karşı özgürlük talepli bir savaştır. Yine Anadolu halk isyanlarında yaşanan savaşlar da böyledir. Yirminci yüzyılda sömürülen sınıfların, ezilen halkların geliştirdikleri mücadeleler de haklıdır. Çünkü sömürüye ve egemenliğe karşı geliştirilen mücadelelerdir. Kendini koruma amacıyla gasp edilen haklarını elde etmek için geliştirilen savaşlardır. Bunlara meşru savunma savaşları da denir.
Cemal Şerik
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info