Hakikati bilmek doğru yaşamı zenginleştirir. Gerçek ve hakikat arasındaki paradoksu bilmeden doğru, anlamlı, ahlaklı yaşam istenilen düzeyde asla yaşanılamaz. Hakikat geçmiş an ve geleceğin en doğru bilincidir. Hakikat olmadan “yanlış hayat doğru yaşanmaz” a bizi götürür. Salt gerçeklikle yola çıkıldığında bir şeyler daima eksik kalır. Çünkü hakikat orda yoktur. Salt gerçeklikle hareket edildiğinde eninde sonunda hakikat karşına çıkar. İşte o zaman yarımlık hissi yüreğinin etrafını kaplar. Yarım yaşam, yarım düşünce ve bir çok yarımlıklar içinde bulursun kendini ve bu bulma hali kaybolma halidir. Çünkü her gerçeğin arkasında bir hakikat vardır. Yaşamını, savunduğun düşünceni, inancını hakikatle ördüğünde 3 zamanın hakimiyetini sağlamış olursun.
Bunun için kulaktan duymalı bilgiler ile gözünde gerçek gibi görünenle asla yetinmemek gerekir. Her şeyin temeline, kaynağına var gücüyle erişmek anlamlı yaşam için şarttır. Bizi bizden eden en korkunç gerçeklerle karşı karşıyayız. O zaman gerçeği daima kaynağından öğrenmek temel yaşam felsefemiz olmalıdır. Bizi Hakikate götürecek temel sorularımız niçin değil NASIL yada NEDEN olmalıdır. Nasıl sorusu insanı olayın, yaşamın ve sorunların temel kaynağına götürür. Olayın geçmişine, ‘an’ına ve geleceğin seyrinin öğrenmemize ve bilincine götürür. Bilinçli yaşamak, bilerek inanmak duruşumuzu sağlamlaştırır. Kuru kuru inanmak, bir dine, teoriye ya da bir bilgiye kulaktan bilgilerle yada art niyetli kişilerin, devletlerin denetimindeki aydınların bilgileriyle inanıldığında işte felaket orada başlar. Bir inancın sağlam bilgilerle bilincine vardığımızda hiçbir şekilde kandırılmayız. Kürdün, inancı konusunda kutsal kitabı ana diline çevrilemediği için hep kulaktan inanmak zorunda kalmıştır. Bu büyük bir talihsizliktir. Ve bu talihsizlik günümüzde bile halen devam etmektedir. İnancın en sağlamı kişilerin anadiliyle olur. Çünkü anadilin her sözünün, her kelimenin bir anlamı, ruhu, bir gücü vardır. Yıllarca yabancı dille yazılan inanç kitapların dilinin anlamını öğretilmeden, sadece okunmasıyla yetinilen bir dile göre inanıldı. Bu korkunç gerçeklik bugün hala devam etmektedir.
Bizde yeterince sorgulama olmadığında hele bu çağda seni öyle senden ederler ki bir bakarsın fark etmeden en azılı insan ve insanlığın katili oluvermişsin. Bunu bile bilinçlice yapmıyorsun çoğu zaman. Çünkü senin yerine daima birileri düşünmektedir. Düşünerek, gerçeği araştırarak, tarihin tüm seyrini bilerek ve hayatı duygularıyla hissederek doğru yol ancak bulunur. Eğer bunu yaparsak biz biz olmaktan çoktan çıkmış yada asla biz olamamışızdır. Çağımızın en korkunç kölesi dışında başka da hiç birşey değilizdir. Bundan değilmidir ki en korkunç oyunlara geliyor kandırılıyoruz. Neden bu kadar çabuk kandırılıyoruz. Özellikle kürtler söz konusu din olunca neden bu kadar çabuk kafası karışıyor. Daha önce her kes kardeşçe birlikte ortak yaşamı paylaşırken ne oldu da Ermeni katliamı din yoluyla bize yaptırıldı? Hizbu kontra denen ajan işbirlikçi örgütün eli ile(bu örgüt devlet tarafından Kürdistan da işbirlikçi Kürtlerin eliyle örgütlendirildi) az mı yurtsever Kürt insanını katledildi. Neden Amed te kurulup Batman da ayuka çıkarıldı. Amed te kuruldu çünkü 80 ler darbesine zindan direnişi Türk faşizmine diz çöktürmüştü. Kürt halkının payıtahtıydı. Farqin de zirve yaptı çünkü aslen Farqin’li olan komutan Egit(Mahsum Korkmaz) ilk silahlı eylemin öncüsü komutanıydı. Kürtlük bilincinin en yüksek olduğu yerlerden biridir. Ki bu gün hala düşmanın asimilasyon politikalarına rağmen Kürt dilini kültürünü konuşmaktan vazgeçmeyen bu anlamda direnen, anadiliyle en barışık ve asla taviz vermeyen yerdir Farqin. Batman da geliştirildi çünkü ilk 1978 de devrimci yurtsever bir kürt insanı olan Ş. Edip Solmazın belediye başkanlığını kazandığı ve daha belediyeyi kazanmasının üzerinden bir ay bile geçmeden kontralarca katledildiği, gerçek islamın öncüsü, alimi Mele Abdullah Tımok’un doğup büyüdüğü memleketidir Batman. Gerçek alimliğin temeline yurtseverliği oturtmuştu. Yurtseverlik bilincini kendi şahsında gerçekleştirmişti. Kürdün yurtseverlik bilincinin sembolüydü Ve de en önemlisi Ş. Kemal Pir in vasiyeti olan“ cenazemi batmana gömün orası gençliğin göz bebeğidir” dediği yerdir.
Kürtlük bilincinin en yüksek olduğu yerlerde, serhildanların geliştiği yerlerde her türlü özel savaş politikalarıyla toplumun hafızası silinmeye çalışılmıştır. Hizbu kontranın lideri Hüseyin Velioğlu faşist şef Erdoğan, Abdullah Gül vb. kişilerle aynı soykırımcı damardan gelmektedir. Bu tür kişiler mili Türk talebe birliği ( ya da günümüzde federasyon) üniversite yıllarında yetiştirilen kontra kişiliklerdir. Bu kişiler ve temsil ettikleri ideolojik akım ve kurumları Özel savaş politikalarının dini damarla asimilasyon, soykırımdan sorumlu olan kollarıdır.
Dikkat edilirse kürtlük bilincinin zirve yaptığı yer ve zamanlarda kuran kurslarına yoğunluk verilmektedir. Bugün Kürdistan da nerdeyse her köşe başında bir kuran kursu açılmaktadır. Oysa eskiden medreseler eliyle ulusal bilinç, Kürt edebiyatı, gerçek İslam’ın özü ve felsefesini toplum öğrenirdi. Medreselerde eğitimlerin verildiği süreçler ilim ve irfanın geliştiği çok zengin eserlerin üretildiği süreçlerdir. Baskıyla zulümle kürdü yıldıramayacağını anlayan faşist devlet sahte dinle kürdü kürde vurdurtarak başarabileceğini sanmıştır. Daha ne kadar dinle kandırılıp kendi insanının katili olunacak. Kendi inancını neden bir başkasından öğreniyoruz. AKP faşizmi bütün okullarda özellikle Kürdistan da dini eğitimle çocukları yetiştirmeye beyinlerini köreltmeye yanlış yalan dini aşılayarak Kürt kültüründen bilincinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır. DAİŞ gibi cani bir terör örgütünü destekleyen birilerinden din dersi asla ama asla alınmamalıdır. Peki bu dini kurumlar neden Türkiye metropollerinde yok. Çünkü kendi çocuklarını Amerika’larda Avrupa’lar da okutan bu kesimler Kürt çocuklarını sahte dinle uyuşturmaya çalışmaktadırlar.
Gerçek o kadar muğlaklaştırılmış ki… ötesi de var tabi ki. İnsanı insan, yapan doğal duygulara bile müdahale edilerek değiştirilmiş. Şüphesiz bu en tehlikeli olandır. Düşünün ki insanın özünde var olan acı, sevinç, üzüntü, mutluluk, vb duygular bile değiştirilmeye çalışılmakta kişi özüne yabancılaştırılmaya çalışılmaktadır. Bundan daha ibret verici ne olabilir ki. Neye üzüleceğini, neye karşı kavga edeceğini, mücadele edeceğini, neye karşı mutlu olacağına birileri senin adına karar veriyor. Ve sen farkında olmadan her söyleneni yapıyorsun. Öyle bir zihniyet ki ölülerin mezarını açıp kemiklerini kaldırımların altına yerleştiriyor, annelerine küçücük bir kutuda posta yoluyla kendi evladının cenazesini hediye edermiş gibi gönderiyor. Gönderilen hediyelik bir eşya değil, bir hayvan değil bir insanın bedeninden geriye kalan kemikleri. Bu alçakça insanlık dışı olayı televizyonun başında izlerken kaç kişinin vicdanı sızım sızım sızladı, kendi insanlığından utanır hale geldi. Eminim ki çok az insan yüreğinin derinliklerinde hissetmiştir. Çünkü duygularımızı bu ülkenin yöneticileri, özel savaşın araçları olan internet, aracılığıyla, televizyon programlarıyla yönetiyor. Basın yayın araçları medya toplumu yöneten kumanda olmuş. Doğal duygular yok edilmekte, insanlık adeta robotlaştırılarak empati kuramayacak hale getirilmiş. İnsanlık ancak ve ancak kendi içine dönmeyi, hislerini dinlemeyi ve sezgilerini bilince çıkarmayı başarabilirse gerçek yolu bulabilir, insanlığına ulaşmayı başarabilir, erdemli olarak yaşayabilir.
Tehlike çanları ötüyor. Öz yok oluyor. İnsanlık bitiyor. En vahşi kölelik, doğal insani duyguların yok olduğu köleliktir. Kölelik çağında bile kölelerin duygularına hakim olunamıyordu. Köleler yaşadıkları bütün acılara rağmen özgürlük tutkusundan vazgeçmeyerek tarihe sayısız direniş destanları yazdılar. Oysa şimdi en fazla özgürlüğün demokrasinin eşitliğin hak ve özgürlüklerin dillendirildiği bu çağda insanlık kör olmuş köleler konumunda. Yaşadığı esaretin farkında bile değil. Korkunç bir kendini kandırma oyununda kendini özgür zan edip, en büyük köleliği yaşayan topluluk haline gelmiş. Demokrasi özgürlük naraları atarken kendi köleliğinden bihaber……
Oysa din, iman, inanç insanların hayatını kolaylaştıran anlam katan, huzuru getiren en güzel yaşam biçiminin arayışıdır. En eski tarihten bugüne kadar din iktidara bulaşmadığında insanlığa hizmet etmiştir. İnanç insanın toplumsallaşma sürecinden bu yana zorluklara karşı kendini toplumsallığını koruma bilinci olarak var hep var olmuştur. İnsanlığın yaşama güç getirebilme kaynağı olmuştur. Dünyaya, evrene, insanlığın var oluşuna dair sorulara cevap bulmaya çalışmıştır. Özünde insan nasıl ve niçin yaşamalı sorularına cevap aramaktadır. Toplumu bir arada tutma, sosyal bir varlık olduğu bilincini geliştirip hayata koyma aracıdır. Tüm dinleri araştırıp incelediğimizde insanları bir araya getiren toplumsallığı, insan arasındaki güçlü bağlılığı sevgiyi geliştirmeyi amaçladığını görmektesin. Doğal toplum yaşamının özü olan eşitlikçi, demokratik, barışçıl ve en önemlisi humanist duyguları içeren nüveleri gerçek dinde görebiliyorsun. Yine doğayla bütünlüklü yaşamı, ahlaki politik toplumun yaşam biçimini fark edilebiliyorsun. Özünde her dinin amacında, felsefesinde özgürlüğü, barışı adaleti farklı boyutlarla görülebiliyorsun. Din kelimesinin kökenine bile bakıldığında yol , tarik, tao, hak yolu gibi anlamlarını taşıdığı görülecektir.. Yaşam yoludur, dünyayı evreni doğayı tanıma arayışının yoludur. Doğru yaşam biçiminin arayışıdır kısacası……
Oysaki günümüzde dinler ve inançlar iktidarların, devletlerin çirkin bir oyuncağı haline getirilmiş. İktidarlar toplumları kendisine itaat ettirecek hale getirmek kişileri kendine bağlamak, birer köle hizmetçi yapmak için insanlığın kutsalına yani dinine el uzatmışlardır. Dini halkın dini olmaktan çıkarıp devletlerin dini haline getirmişlerdir. Bu gün toplumu dinle uyuşturmak, sağlıklı düşünemez duruma getirmek için her yolu deneniyor. Kuşkusuz toplumda dini kaynağından öğrenemediği ona öğretildiği biçimde öğrendiği için her söylenene safça inanmaktadır. Toplumu cehennemle, öbür dünyayla korkutarak cezayla tehdit ederek yada cennetle ödül vaatlerinde bulunarak yaptırmadığı hiç bir şey yok neredeyse. Ve öyle sinsice yapıyor ki kendisi değil tanrı istiyor, tanrı söylüyormuş gibi yaparak toplumu inandırıyor. Ve kendisi hayır sever bir dindar.
Bunu yapanları iyi tanımak, bilmek, gizli amaçlarını çıkarlarını ne olduğu öğrenmek her kesin görevi olmak durumundadır. Tanımak için söz ve pratiğine bakmak yeterlidir. Sözü pratiği bir olmayanların tüm yalanları hileleri ortaya er yada geç dökülür. Birileri gelip devlet adına kurumlar adına din propagandasını yapıyorsa orada kesin bir tuzak bir oyun bir çıkar vardır demektir. Bunu yapanları tanımak özgeçmişlerini bilmek oldukça önemlidir. Bu kişiler ve kurumlar halkları, inançları, mezhepleri birbirine düşman etmek istiyorsa orada gerçek Müslümanlık yoktur. Çünkü din toplumsallığı, halkların kardeşliğini savunur birbirine asla kırdırtmayı en büyük günah sayar.
Peki ne oldu da din çağımızın insanlığın en büyük düşmanı, değer düşmanı, devletlerin o çirkin politikaların ahlak düşkünü haline getirildi. Gerçek İslam nerede nasıl yaşanıyor. Sadece İslam’ın şartlarını yerine getirmekle Müslüman olunur mu. İslam’ın özü en çirkin ahlaksızlıklarla aslında din düşmanı politikalarla kirletilmiyor mu . Madımak katliamı bunun en somut örneği değil mi. Din adına 32 can canice katledilmedi mi. Dinde insanı canlı canlı ateşte yakma var mı. Bunlar kendini allahmı zannediyor. Dinde Kafa kesme, tecavüz etme, küçücük kız çocuklarını daha çocukluğunu bile yaşamadan kendisinden onlarca yaş büyük biriyle evlendirme var mı. Benim bildiğim yok eğer bir din bunu emrediyorsa ben o cani dini ret ediyorum. Benim ruhumda vicdanımda böylesi bir duygu yok. Din vicdandır, ahlaktır, barıştır kardeşliktir. Bu insanlık değerlerinden nasibini almamış sözde İslam devletleri, El kaide, DAİŞ ve vb. çeteler gerçek din düşmanı değil de nedir. İnsanlığın hafızasında daha tazeliğini koruyan DAİŞİ’in vahşi saldırıları karşısında sesini çıkaranlar oldumu. Şengal de Kobani’de Maxmur da, Musul da, Kerkük te gençleri, çocukları kadınları yerinden yurdunda edip her türlü ahlaksız vicdansız yöntemlerle katlettiklerinde Türk devlet yetkilileri her gün İslam’dan Müslümanlıktan dem vurup duruyor, DAİŞ gibi cani bir örgüte İslam devleti demiyor muydu. Gizliden her türlü desteği sunmuyor muydu. İnsan aklının vicdanının durma noktası değil de nedir. Allahın verdiği canın kafasını kesmek, tecavüz etmek, varını yoğunu talan etmek, evinden toprağından sürmek gerçek Müslümanlık mıdır sorulur.
İşte bu zihniyeti taşıyanlar bugün Kürdistan da din eğitimi veriyorlar. Politikleşen halk gerçekliği karşısında yetişkinleri artık eskisi gibi etkileyemiyorlar. Bunun yerine küçücük çocuklara zorunlu ders adı altında din dersi verip kürtlük bilincinden uzak yetiştirmeye çalışıyorlar. Bu anlamda toplum olarak çok büyük tehlike altındayız. Geleceğimiz olan çocuklarımız yarınlarımız inanılmaz derecede büyük bir risk altında. Çocuklarımızı böylesi eğitimlerden uzak tutmalıyız. Onlara gerçek islamı öğretmek istiyorsak güvendiğimiz gerçek alimlere, imamlara teslim etmeliyiz. Resmi devlete bağlı olan hiçbir din görevlisine güvenmemeli çocuklarımızı onlara emanet etmemeliyiz. Maaşını aldığı resmiyette bağı olduğu devleti islamı bu kadar çirkin bir şekilde kullanıyorsa bunu görüp sesini çıkarmayıp göz yumuyorsa işte o zaman ne kadar güven verirse versin en çok ondan korkmalıyız. Yoksa çocuklarımızın saf ve temiz duygularını öyle bir rehin alırlar ki onları asla kurtaramayız. DAİŞ gibi tecavüzcü, bölücü, kafa kesen, insanların rızkına göz koyan, ırzına geçen bir olup çıkar ki olur ki o zaman ne yapsak da çocuklarımızı kurtaramayız. Bu anlamda kendi geleceğimize sahip çıkalım. Yarınlarımız olan geleceğimiz olan çocuklarımızı onlardan uzak tutalım.
Lotus Jiyanda
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi