13 Nisan 2014 Pazar Saat 07:18
Kapitalist sistem kendini kaoslar üzerinden var eden bir sistemdir. Kaos aralıklarında kendini güçlendirip sürekli bir kaos haliyle varlığını süreklileştirirken sömürü ve talanı meşrulaştıran bir sistemdir. Yaşamın her alanına sızarak toplumun iliklerine yerleşme tarzı ile kendini yaşatabilmiştir. Tarihsel kökeni olarak üzerine uzunca metinler ve kitaplar yazılmasına rağmen kendini hala toplum içinde sürdürebilmesinin sebebi sürekli bir savaş hali yaratarak bundan nemalanması ve bu yolla talanı meşrulaştırması gösterilebilinir.
İnsanlığın ve demokratik uygarlığın çıkış mekânı olan Ortadoğu ve özelde de Kürdistan coğrafyası bu nedenle kapitalist uygarlığın sürekli kendini yerleştirme ve buralar üzerinden kendini var etme mücadelesinin bir sahası yapılmak istenmiştir. Tarih boyunca sisteme bir baş kaldırış mekânı olarak varlığını sürdüren bu coğrafya sürekli bir istila saldırısına ve bununla birlikte bir savaş haline sürüklenmiştir. Tarihsel anlamda dönem dönem imparatorluklar şahsında bunlar başarıya çok yakınlaşmış olsalar da demokratik uygarlığın ana kaynağı olmasından dolayı süreklileşememiş ve büyük darbelerle geri çekilmeleri yaşamışlardır. Katı savaş mantığının işlevini kaybetmeye başlaması ve teknolojik anlamda gelişimin hız kazanması ile birlikte bu istila ve talan saldırıları şekil değiştirmiş, kültürel ve zihinsel saldırılar yoluyla toplumu kendi egemenliği altına alma çabasını sürdürmüştür. Aksi takdirde kendi içinde yaşadığı kaotik ve yozlaşma evresinden büyük bir darbeyle tarihe gömülmeyi yaşayacaktır.
Ortadoğu‘da yaşanan savaşlar tarihin adeta seyrini değiştirmiş, sistemin talan çabalarına karşı bir başkaldırışın mümessili görevini görmüştür. Diğer coğrafyalar için her açıdan bir ana görevi gören bu toprakların bütünlük halinde yaşaması sistemin yıkılması anlamına geleceğinden bu coğrafyada yaşayan halkların birliklerine dönük sürekli bir saldırı hali oluşturulmuştur. Arapların emirliklere bölünmesi, işbirlikçi devletlerin halkları sömürmesi için oluşturulması, Kürdistan’ın parçalanması bunların en belirgin ve göze çarpan örnekleri olarak gösterilebilinir.
Kürdistan coğrafyası tarihe beşiklik etmesinden dolayı sürekli bir saldırı ve talan edilme mücadelesine, buna karşı da bir direniş ve başkaldırı mücadelesine sahne olmuştur. Günümüzde yaşanan olaylar bu tarihsel durumdan kopuk değildir. Barış ve özgürlük içinde yaşayacak olan ve halkların iradesini temsil edecek bir Kürdistan kapitalist sistemin yıkılmasında önemli bir faktör olacağından burada oluşacak olan her özgür oluşum bir tehdit olarak zihniyetlere yedirilecektir. Nasıl ki Kürdistan Özgürlük Hareketi meşru bir dava üzerinden çıkmasına rağmen terörist olarak ilan edilmişse mevcut durumda Rojava şahsında gelişen oluşumun kabul edilmemesi aynı zihniyetin bir ürünüdür.
Halkların özgürlük arayışları ve kapitalist sisteme olan tepkileri Arap Baharı olarak nitelendirilen fakat özünde sadece bir halka ait olmadığı daha sonraki halk hareketleriyle kesinleşen ve öncesinde oluşan direniş kültürü ile halkların baharı olarak ortaya çıkan özgürlük baharı olarak da niteleyebileceğimiz bu hareketler sisteme en büyük darbesini vurmaktadır. Buna karşı sistem bu çıkan özgürlük arayışlarını kendi lehine kullanmak için bir mücadeleye girişmiş, halkların özgürlük arayışını salt bir iktidar kavgası haline dönüştürmeye çalışmıştır. Mısır, Libya, Tunus gibi ülkelerde bunların tatbiki yapılırken özelde Amerika karşıtı politikalarıyla bilinen ülkeler birer birer askeri müdahalelerle yandaş haline getirilmeye çalışılmıştır. Oluşturulan bu kaotik durum halkların özgürlük arayışından çıkarılmak istenmekte ve salt bir paylaşım mücadelesine dönüşülmektedir. Ortaya çıkarılan bu durumu 3. Dünya Savaşı olarak nitelemek mümkün olmakla birlikte Önder APO tarafından daha önce defalarca dile getirilmiştir.
Ortaya çıkarılan bu kaotik durumlardan sistemler kendi gücünü artırarak çıkmanın hesaplarını yaparken adeta halkları harcayarak bunları gerçekleştirmektedir. Savaşı ve katliamları körükleyerek müdahale gerekçeleri yaratmak isterken bir yandan da sinsi pazarlıklarla güçlü muhaliflere karşı yeni yapılanmalar oluşturmaktadır. Oluşturulan sözde El-Kaideye bağlı örgütler (DAİŞ, CEPHET EL NUSRA, İHRAR EL ŞAM vb…) gerçek anlamda özgürlük arayışı içinde olan kesimlere karşı birer piyon olarak kullanılmaktadır. Bu durum özellikle savaşın Suriye topraklarına sıçraması ile birlikte ayyuka çıkmıştır.
Suriye’de halk ayaklanmaları başlar başlamaz diğer bölgelerde yaptığı hataları bir daha gerçekleştirmemek ve Müslüman Kardeşler şahsında beklediği sonuca ulaşamayan uluslar arası güçler aşırı radikal grupları Afganistan’da olduğu gibi bir kez daha sahnelere çıkarmışlardır. Fakat Suriye diğer ülkelere göre daha hassas bir konuma sahip olduğundan daha incelikli bir politikayla yaklaşılması gerekmekteydi. Hem Rusya ve İran ile olan ilişkileri hem de emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki politikalarının en temel yürütücülerinden olan Türkiye ile sınırı olması açısından yanlış bir hamle büyük kayıplara yol açabilecekti. Bu açıdan direk bir müdahale yerine başka güçleri devreye koyarak daha az zararla ve sadece dışarıdan desteklemeyle bu durum uzatılmak istenmiştir. Temel amaç çözüm üretmek yerine çözümsüzlüğün dayatılması ve bununla birlikte yaratılan kaostan güç alınmasıydı. Çözüm adına yapılan toplantı ve konferanslara bakıldığında sorunu tartışan kesimler birebir savaşan güçler olması gerekirken Amerika, Rusya, İran gibi ülkeler daha fazla müdahil olmuşlardır. Şüphesiz bu durumlar dünya gündemini etkileyecek niteliğe sahiptir fakat orada yaşayan halkların talepleri ve şartları yerine devletlerin çıkar hesapları doğrultusundaki istekleri ağır basmıştır. Amerika ve Rusya’nın anlaşamadığı noktalar bir türlü çözüme ulaştırılamamış böylelikle yapılan toplantılar bilinçli bir şekilde sonuçsuz bırakılmışlardır.
Tam bu noktada Rojava devriminin adım adım başarıya yürümesi yine bu güçleri rahatsız eden bir durum olarak ortaya çıkmıştır. Ömrüne zaman biçilirken kendi öz yönetimlerini oluşturması, halk desteği ile zafere yürümesi, hiçbir yere taraf olmadan kendi öz gücüyle halkının özgürlük isteklerini yerine getirmesi uluslar arası güçleri rahatsız etmiş, bu özgürlük hamlesine yönelik ciddi saldırılar başlatılmış ve başta Türkiye ve Suudi Arabistan olmak üzere birçok devlet tarafından bu anti-özgürlük hareketleri her açıdan desteklenmişlerdir. El Kaide bağlantılı bu örgütlerin Kürtlere yönelik 11 Eylülde Serê Kaniyê’de başlatmış oldukları saldırılar bunun ilk adımları olmuştur. 11 Eylül tarihinin El Kaide için anlamı aynı zamanda bu güçler için daha büyük bir anlama dönüşmüştür. Uluslar arası devletlerin bile baş etmekte zorlandıkları bu örgütün Rojava üzerine yapmış oldukları saldırılarında büyük darbeler alarak geri çekilmesi bütün dünya kamuoyunda ve bu güçleri destekleyen devletlerde adeta bir şok etkisi yaratmıştır. Birliğini sağladığında başarıya tamamıyla kilitlenen bir halk olan Kürtler birlikte yaşadıkları toplulukları da mücadeleye sevk ederek bu saldırılara gerekli cevabı vermişlerdir.
Bu saldırılar karşısında halkın göstermiş olduğu direniş destansı bir niteliğe bürünürken 7’den 70’e herkes adeta bir seferberlik ruhuyla hareket etmiştir. Özgürlük ve özgür Kürdistan artık bir kavram veya bir slogan olmaktan öte halkın direnişi ile birlikte gerçekleşmeye ramak kalmış bir hale gelmiştir. Kendi elleriyle çocuklarından birisini toprağa verirken diğer çocuğunu zılgıtlar ve sloganlar ile savaş mevzilerine gönderen bir ananın sözlerinin tarihe nasıl bir damga vuracağını direniş bir kez daha göstermiştir. “Bizler bu toprağa ektiğimiz her fidan ile birlikte özgürlük mücadelemizi bir adım daha ileri götürüyoruz. Bu çeteler tek bir Kürt evladı kalana kadar bu topraklara gidemeyecektir. Kendini bu mücadeleden geri çekenler tarihin ihanetçi damgası vurduğu onursuz insanlar sınıfından çıkamayacaklardır. Bu değerlendirme tek başına bile o ana şahsında halkın özgürlüğe olan tutkusu ve mücadele azminin ne kadar zafere kilitlenmiş olduğunu kanıtlamaktadır.
Bu kadar azimli bir halkın evlatlarından büyük darbeler yiyen çetelerin taşeronluklarını yaptığı devletlerin son olarak ortaya çıkan demokratik özerk yönetimlere yönelik saldırıların sonuncusu olan Kobanî saldırısı kan kaybeden çetelerin kendini yeniden toparlama noktasında başlattıkları saldırıya önemle dikkat çekmek gerekmektedir. Cizîr Kantonunda üst üste darbeler yiyen bu çeteler başta Türkiye olmak üzere yeniden arkalarına birçok devleti alarak yeni bir saldırı dalgası başlatmışlardır. Kantonlarda oluşan halk iradesinin bozguna uğratılması oluşturulan birlikteliğe bir darbe olacağından kapsamlı bir saldırı başlatılmıştır. Daha öncesinden Cizîr kantonunda uygulanan kaçırtma ve korkutma politikalarının bir benzeri ve hatta daha sinsicesi burada uygulanmak istenmektedir.
Bu hamlenin Kobanî üzerinde yoğunlaştırılmasının diğer önemli bir nedeni de Rojava devriminin ateşlendiği ilk yer olmasından kaynaklanmaktadır. Bütün ambargo ve saldırılara rağmen başı dimdik mücadelesini onuruyla sürdüren bir yer olması sistemin hedefi haline gelmesine neden olmuştur. Fakat televizyonlarda da yayınlanan ve halkın kararlılığını yansıtan konuşmalarda geçen bir cümle bu savaşın sonucunu bize açıkça göstermektedir. “Belki biz silah olarak çok güçlü tekniklere sahip olmayabiliriz fakat Önder APO’nun bize kazandırdığı güçlü ve kırılmaz bir irademiz var sözü bu halkın kararlılığını bir kez daha ortaya çıkarmıştır.
Başta Kobanî olmak üzere Rojava şahsında ortaya çıkan zafer ve özgür irade bütün halkların bir hayali olduğundan sahiplenilmesi ve güçlendirilmesi gereken bir durumdur. Rojava devriminin zafere ulaşması demek kapitalist sistemin Ortadoğu hâkimiyetinin bir bütünen olmasa bile büyük ölçüde darbelenmesi anlamını taşımaktadır. Bu açıdan Rojava devrimine bütün Kürtlerin katılımının sağlanması gerekmektedir. Yine Rojava şahsında gerçekleşecek olan bir kaybediş bütün özgürlükçü halkların bir kaybı olacağı da unutulmaması gerekmektedir.
Nurhak Erdal
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.navendalekolin.com – www.lekolin.net – www.lekolin.info