04 Şubat 2016 Perşembe Saat 10:23
Binlerce yıllık insanlık tarihinin
referanslarıyla ve ideolojik dersleriyle derinleşen Kürt özgürlük hareketi
devletçi, şehir merkeziyetçi ve iktidarca zihniyeti mahkûm etmiştir. Halk
nezdinde bilince çıkan bu farkındalık Özyönetim ilanlarıyla birlikte dağlar,
ovalar ve nehirlerden sonra bu zihniyetin kentlerden de defedilmesini
amaçlamaktadır. Kürdistan kentleri üzerindeki baskının yoğunluğu ve vahşeti
aslında sistemin çaresizliği ve yıkılışının izleridir. Bir asırlık modernleşme
serüveni ile ulus-devlet zihniyetinin Kürdistan’da sürdürdüğü asimilasyon
politikaları, devlet bürokrasisinin yıkıcılığı ve askeri donanımın baskısı
Kürdistan’ı adeta hapsetmiştir. Türk
devletinin cumhuriyet tarihi boyunca bu baskı politikasına yön vermiş 1926
tarihli Şark Islahat Planı’nda Kürdistan’ın nüfus yapısının Kürtler aleyhine
nasıl bozulacağı, asimilasyon ve kültürel soykırımın nasıl gerçekleştirileceği
ortaya konulur. Kürdistan’ı kabaca tasfiye etme, zorunlu göçe tabi tutma gibi
politikalarına son çeyrek asırdır beyaz asimilasyon politikası da eklenmiştir.
Böylelikle GAP gibi projelerle bölge kaynakları merkezileştirilip sömürülürken,
kurulan kalkınma ajanslarıyla bölge ekonomisi geçirgen sermayeye entegre
edilebilecektir. Kentler de dönüşüme uğratılarak yerinde asimilasyonun araçları
haline getirilecektir. Devlet bu stratejiyle hem kaynağı merkeze
aktarabileceğini, hem kapitalist ilişkilerin güçlendirilmesiyle toplumsallığın
direncini kıracağını hem de halk hareketlenmelerinin ve demokrasinin belini
bükeceğini düşünmektedir.
Özyönetim
Direnişi ve Kentler
Kürdistan kentleri üzerlerindeki
demografik, ekonomik, kültürel ve yönetimsel baskıların ardından askeri
baskılara karşıda sınanmaktadır. Cizre, Nusaybin, Silopi, Silvan ve Sur’da öz
savunma güçlerinin ve ya yeni adıyla YPS’nin faşist hükümet çetelerine karşı
gösterdiği çetin direniş tarihe Kobane ruhuyla yazılıyor. Kent yurttaşlarının
örgütlülüğüyle birlikte kentin kendisini de varlıklarına nasıl siper
edebildiklerinin örneğidir. Halk ayaklanmalarının etkinliği kentlerin mimari
yapılanmalarıyla her zaman ilintili olmuştur. Napolyon 1848 Paris Komününü
kanla bastırdıktan sonra bütün Paris’i yıktırıp şehri yeniden planlamış ve o
büyük caddeleri, bulvarları yaptırmıştı. Böylelikle muhtemel iç savaş ortamında
tanklarının namluları halkın yatak odasına kadar erişebiliyordu. Aynı şekilde
Lice’nin geniş caddeleri çetelerin hareketini kolaylaştırırken Sur’un dar
sokakları kentin bizzat kendisine siper potansiyeli kazandırıyor. Kent
merkezleri ordu tarafından işgal edilmesi gereken hedefler olarak görülüyor.
Kısmen başarılı oldukları alanlarda yediden yetmişe siviller katlediliyor ve
zırhlı araçların arkasına bağlanılarak sürükleniyor. Hakimiyet alanını muhafaza
etmek isteyen çeteler Silvan’da yaptıkları gibi şehrin ortasına karakollar inşa
ederek keskin nişancılarını yerleştiriyor. Bu yöntemi sözde sıkı yönetimin ilan
edildiği diğer kentlerede uygulama gayretindeler.
Kürdistan’da
yapı politikası ve TOKİ
Kürdistan kentlerini tarumar ettikten sonra
yeniden açık cezaevi ya da “cezakenti
olarak tasarlayıp inşa etmek isteyen hükümet uzun vadeli politikalara
yöneliyor. Taşeronluğunu ise 27 Aralık yolsuzluk haftasında tüm kirli işleri
ortaya çıkan TOKİ üstleniyor. 2000’li yıllardan itibaren, hem yaptığı
projelerle kentleşme politikalarını yönlendiren resmî bir “kurum hem de
yatırımları ve ortaklıklarıyla bir “şirket gibi hareket eden TOKİ, yapılan
yasal düzenlemelerle kentsel uygulamalarda tekel haline gelmiştir. Çalışma alanı Kürdistan olduğundaysa özel
savaşın “taşeron u görevini üstlenmektedir. Kuzey Kürdistan’da 2012 verilerine
göre mevcut bin 300 karakol sayısına 2008’den bu yana Milli Savunma ve Jandarma
Genel Komutanlığı’nın TOKİ ile yapmış olduğu protokoller uyarınca yaklaşık 341
karakol daha planlandı. Bu sayı ile sınır hatları dahil Kuzey Kürdistan’da
mevcut karakol sayısı bin 600’ü aşıyor. Kuruluş amacının alt gelir grubuna
yönelik konut ihtiyacını sağlamak olduğunu unutan TOKİ bugüne kadar ortaya
koydu konut yapılarının da sadece %7 si alt gelir grubuna sunulmuştur. Bu politikanın başlıca zararlarını sayacak
olursak
• Bakur
Kürdistan’da şimdiye kadar inşa edilmiş toplu konut projeleriyle kültürel
birikimi yok ederek Kürtler kendi gerçekliğinden ve toprağından koparılıp
kutulara hapsedilmiştir. Üretimden ve topraktan kopan analarımız geleneğimiz
gereği kendi ekmeğini bile yapamaz durumdadır.
• Zorla
evlerinden çıkarılan yurttaşlar kredi borcu altına sokularak ev sahibi
yapılıyor ve altından kalkamayınca çareyi kendisine borçla aldırılan evi satıp
metropol çeperlerine gitmekte buluyor.
• Kentlerin
dışına yapılan toplu konut bölgeleri “uydu kent , “yeni yaşam söylemleri ile
pazarlanarak özellikle Amed halkı orta sınıflaştırılmak isteniyor. Kent merkezi
ise kriminalize edilerek imhaya sürükleniyor. Kentsel, sınıfsal gerilim tırmandırılıyor.
• Mimari,
kültürel ve tabii varlıklar tahrib edilerek binlerce yıllık değerler ayaklar
altına alınıyor. Hevsel bahçelerinin ranta açılmasından tutalım devlet
terörünün direk tahribatına maruz kalan mimari yapılara kadar bu saygısızlığı
görmek mümkün. Tahir Elçi’nin son anlarında Dört Ayaklı Minarenin yanında
kamuoyunun dikkatini çekmeye çalıştığı konuda tam olarak buydu.
Her şey bir kenara, TOKİ’nin Van
depremindeki tutumu bile devlet politikalarının içyüzünü ve samimiyetsizliğini
ortaya çıkarmaya yeter. Binlerce insanın barınabileceği halihazırdaki TOKİ
konutlarına depremzedeler sokulmamış neredeyse bir yıl açıkta bırakılmıştı.
Olağan üstü hal ilan edilmemiş, hiçbir kaynak seferber edilmemiş, uluslararası
yardım kabul edilmemiş ve halk soğuk havada ölüme bırakılmıştır.
Tüm bu kentsel mekan üzerinden imha ve
asimilasyon politikaları şimdilerde direniş merkezlerinde halk gücünü kırmanın
aracı olarak görülüyor yaşanan çatışma ortamı da uzun vadeli kırım
politikasının uygulanması için bahanedir.
Sur
planı
Sur ilçesi, bir süredir kentsel dönüşümü
konuşuyordu. 2010’da, başlayan çalışmalarda, 330 yapı yıkıldı. Tepkilerin ardından yıkımlar durdu. 2012’de
ise Bakanlar Kurulu’nun kararıyla riskli alan ilan edildi. Devlet ablukası ve
sokağa çıkma yasağıyla beraber yaşanan çatışmalar sonrasında ise kentsel
dönüşüm yeniden gündeme geldi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İçişleri
Bakanlığı ve TOKİ beraberliğinde yürütülen projede Sur için konuttan çok ticari
bölge düşünülüyor. Sur’un sit alanı olmasından dolayı UNESCO Koruma Koruma
kurlu izni olmaksızın düzenlemeye gidemezler. Bu yüzden çatışma ortamını bir
yandan da fırsat olarak görüyorlar. DAİŞ’in antik Palmira kentine yaptıklarını
AKP hükümeti Sur’a yapmak istiyor.Hem siyasi iradeyi kırmak hem de halkı tasfiye
ederek Kürdistan’ı rant alanına çevirmek istiyor.
Sonuç olarak denilebilirki Cizre, Nusaybin,
Silopi, Silvan ve Sur halkı sadece eli silahlı hükümet çetelerine karşı
direnmiyor aynı zamanda tüm devlet aygıtlarına direndiği gibi onun yasal
kılıflara büründürülmüş tasfiyeci, lağvedici kurumlarına da direniyor. Bunların
başındaysa TOKİ yer alıyor. Tarih boyunca Kürt coğrafyasının değerlerine
çeşitli amaçlarla ve araçlarla saldırıldı. Nasıl silahla tankla tüfekle
geldiklerinde başarısız olduysalar iş makineleriyle geldiklerinde de aynı
hezimete uğrayacaklardır. Başta YPS sonra tüm halk olmak üzere bu değerlerin
bekçisi olunacak ve meşru özsavunma hamlesinin merkezine alınacaktır.
Berken
Sîpan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org –
www.lekolin.net – www.lekolin.info – www.navendalekolin.com
0
21
:” ”
:””
” “,” ”
Özyönetim
Direnişi ve KentlerKürdistan’da
yapı politikası ve TOKİSur
planıBerken
SîpanKürdistan Stratejik Araştırmalar Merkeziwww.lekolin.com – www.lekolin.org –
www.lekolin.net – www.lekolin.info – www.navendalekolin.com