Kürt halkı tarihi boyunca birçok direniş göstermiş ve özgürlüğü uğruna çokça bedel de ödemiştir. Bu direnişler ya öncülerini doğurmuş ya da öncüler büyük direnişler sergileme de başat rol oynamıştır. Kürt halkı gösterilen direnişlerin tümünden de başı dikdir. İstenilen sonuca gitmesede gösterilen direnişlerin hepsi Kürt halkının özünü korumasında, en azından özgürlüğü uğruna bedel vermesini bilmesine/öğrenmesine katkıda bulunmuştur. Kendisine ait kimliğini korumakta Kürt tarihinde sömürgecilere karşı gösterilen 28 direnişin tümü önemlidir.
Sömürü ve köleleştirme saldırıları hiç aralıksız sürdürülen saldırılardır. Nitekim gelişen direnişler de bu tür saldırıların geliştiği zeminlerde ortaya çıkmıştır. Türk tarih kitaplarının ifade ettiği gibi “Türkiye topraklarınının parçalanması için İngiliz, fransız vs vs. gibilerinin desteği ve gazı” ile geliştirilmemiştir. Bu bakımdan gelişen 28 direnişten bahsederken neden “direniş” kavramını kullandığımız da önem arz eder. Bilindiği gibi bu direnişlerden bahsedilirken “isyan” kavramı kullanılır. Bu kavram hakikati çarpıtmak için oluşturulmuştur. İsyan, hem toplum içinde hem siyasi literatürde huzurun olduğu ortamlarda, özetle herşeyin yolunda olduğu zaman ve mekanlarda geliştirilen içerisinde topluma karşı taciz, tecavüz, katliamların olduğu türde ayaklanmaları ifade eder. Ancak Kürt halkının geliştirdiği hiçbir ayaklanma herşeyin yolunda olduğu zaman ve mekanlarda gelişmemiştir. Kürt halkı üzerine gerek kültürel, gerek insani soykırım saldırılarının geliştirildiği süreçlerde bu ayaklanmalar boy göstermiştir. Bu açıdan tarihimizden bahsederken “28 Kürt İsyanı” değil, “28 Kürt Direnişi” kavramını kullanmamız önemlidir.
Mevcut zaman ve mekandaki vaziyet, kendine öz birtakım yeni yüzlerle geçmişi tekerrür ediyor. Bu zamanda gelişen saldırılar Kürt halkını hedef alıyor. Kürt Halkı üzerine hem faşizm hem Kapitalist Modernite güçleri tarafından yapılan ciddi saldırılar mevcuttur. Saldırıların hedefinde nelerin olduğunu şu biçimde ifade edebiliriz;
Toplum her açıdan hedeftir. Bu zamanın kendine has yüzü de tüm toplumun hedef tahtasında oluşudur. Hassasiyetlerin doğrudan hedef seçilerek bozguna uğratılması, toplumun daralan sistemden kendi öz iradesine bağlı kalarak çıkış yollarını aramasını tıkatmak amaçlanmaktadır. Dar kalan sistemden çıkmaya çabalayan toplum yeniliğe elverişli bir hal alır. Nitekim Kürt Halkı da Orta Doğu’daki daralan sistemden payını en fazla alan halktır. PKK öncülüğünde gelişen ruh ile bu sistemden çıkış yollarını arayan halktır da. Bu halkın hassasiyetleri ahlaki-politik değerleridir. Toplumun hafızası, ahlaki bir değeridir örneğin. Bu açıdan mevcut süreçte Kürtlerin mezarlıklarına karşı geliştirilen saldırıların hafızayı kaybettirme ve diğer taraftan da daha beterine razı etme saldırıları olduğu görülür biçimdedir. Kadın bu saldırıların ana hedeflerinden biridir. Çünkü daralan sistem ataerkil sistemdir. Ataerkil sistemden çıkış da kadın öncülüğünde gelişmektedir. Öncüler dağılan sistemin hedefi olmaktadır.
Günümüz saldırıları faşizm ve kapitalist modernite tarafından geliştirilmektedir. Türk Devleti özelinde bu mevcut iktidarın her mevkiisinde açıkça ifade edilebilmektedir. Sömürü ve ataerkil iktidar zihniyeti her toprak parçasında aynı biçimde gelişiyor. Her dönem için ekseriyetle uygulanan yöntem “Önce Kadını Vurun” yöntemidir. Türk Devletinde de bu böyledir. Hatırlanacaktır Türk İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu 27.02.2020’de katıldığı bir yayında “PKK bir kadın örgütüdür. PKK’nin yaptığı eylemlerin %56’sında kadınlar bulundu” demişti. Bu açıklamalardan sonra özellikle Kuzey Kürdistan’da temelinde devletin askerlerinin bulunduğu taciz, tecavüz olayları artış gösterdi. Kamuoyu son dönemde devletin Kürt kadınına yaklaşımını Gülistan Doku örneğinde tanımıştı. Gülistan Doku olayında bilindiği üzere devletin memuru baş faildi ve yüzlerce gün boyunca Gülistan Doku’yu arama çalışmalarına hiçbir biçimde başlamadı. Çünkü Gülistan Doku olayı devletin izlediği yol, politika sonucu gelişmiştir. Devlet kendi politikasını uygulayan hiçbir adamını cezalandırmayacaktır. Şırnak’ta yine devletin bir askerinin 13 yaşındaki kız çocuğuna tacizde bulunması, Batman’da askerin 18 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz etmesi bu politikaların yakın tarihteki örnekleridir. Devletin askerleri bu tür olayların merkezindedir. Bu politikalar ekseninde yargı düzenlemelerinde tecavüzcüleri her şartta serbest bırakmaya hazır yasaların ortaya çıkarılmasıda toplum içinde kadına yönelik tecavüz tehditlerini arttırmak ve kadını öncüsü olduğu gelecekten vazgeçirmektir. Cezaevinden tecavüzcülerin çıkarılması öyle yansıtıldığı ve büyük oranda inanıldığı gibi Corona virüsü tehditi ile gerçekleşmedi. Corona virüs bir tek tecavüzcüler için tehdit değil. İktidar tecavüzcüleri dışarda görmek istediği için mahkemelerden evlere, cezaevlerinden sokaklara gönderdi.
Tüm bunlar hangi süreçlerden geçilerek ve de Türk Devleti tüm bu adımları nasıl ortamlar oluşturarak attı?
Faşist Tayyip Erdoğan geçtiğimiz gün Türk Devleti’nin PKK’ye yönelik 2 yılda gerçekleştirdiği saldırılar ile ilgili bir takım rakamlar verdi. Süleyman Soylu’da katıldığı her programa gazetecilerden hiç sekmeden gelecek olan “Kaç Kişi Kaldılar?” sorusuna her zaman hazırlıklı gitmekte. Öyleki Tayyip Erdoğan’ın verdiği saldırı sayısı 2 yılda 234 Bin’in üzerinde, Soylu’nun verdiği rakamlara göre de Türkiye’de kalan PKK’li sayısı 400’ün altında. Rakamların gerçekliğinin ispatlanması gereklidir ancak Türk Devleti’nin bunu ispatlama gibi bir derdi yok. Çünkü gerçek olmasına ihtiyaç duymuyor. Yapacağı saldırıların psikolojik zeminin hazırlamak amaçlı bu rakamlar verilmektedir. Günümüzde devletin izlediği yoldan anlaşılmaktadır ki 2 yıl içinde 234 Bin’in üzerinde saldırının gerçekleşmesi ile toplum savunmasız bırakıldı. Buradan da rahatlıkla anlaşılacağı üzere bu denli yoğun saldırıların geliştirilmesindeki önemli faktörlerden biri de toplumun savunma mekanizmasının 700 günde 234 Bin’in üzerinde saldırı gerçekleştirilerek bağının koparılmaya çalışılmasıdır. Şunu iyice anlaşılması gerekmektedir ki PKK, türk devleti tarafından toplum üzerine gerçekleştirilen saldırıların sebebi değildir. Türk Devleti bugüne kadar sürekli biçimde uyguladığı saldırıların önünde PKK durmuştur. Bunu bertaraf edebilmek adına da günde 350’nin üzerinde saldırı gerçekleştirebilemktedir. Bu denli yoğun saldırmanın nedenide toplumun sırtını dayadığı gücü, toplum gözünde güçsüz gösterme uğraşıdır.
“Öz Güç” Çağrıları Çaresizlik Değil, Gerekliliktir
Türk Faşist Devleti’nin PKK’yi bitirme, Kapitalist Modernite güçlerininde zayıflatma uğraşları ile gelişen saldırılar, iki gücün buluştuğu ortak noktadır. Nerede olunursa olunsun Kürdün kendi öz özgücüne dayandığı mekan, Faşist Türk Devleti’nin Kuzey Kürdistan’a yapacağı etkiyi göz önüne alarak, emperyalist güçler nezdinde de Özgürlüğe giden yolun güçleneceği korkusu ile saldırı hedefi olarak görülür. Rojava’da öncelikle Efrin daha sonra da Serêkaniyê ve Girê Spi’ye yapılan saldırılar Türk Devleti’nin ve Emperyalist/Kapitalist güçlerin Kürt Özgürlük Güçleri ve bu güçlere bağlı halkına, dostlarına yaptığı saldırılardı. Rojava’da son ulusal birlik görüşmelerine karşı Faşist devletin tepkisi de saldırı olmuştu. Açıkça görülmektedir ki her yönden saldırı vardır.
Kadınlara yönelik saldırılar, çocuk tacizleri, mezarlık tahrip etmeler, tecavüzcü ve sapkınların cezaevlerinden çıkarılması, komplolar ile toplum tepkilerinin bastırılması uğraşı, hiç sebep yokken gözaltı ve tutuklanmalar, katletme, işgal saldırıları vesaire tüm bunların işaret ettiği nokta halkın kendi özgücünü örgütlemesi ve bian önce harekete geçirmesidir. Aksi vaziyette önce toplumsal ahlak yok edilir, daha sonra da toplumun kendisi. Düşmanı tanıyoruz ve ona göre vaziyet almalıyız. Genç kadın ve erkekler başta olmak üzere tüm toplumun ihtiyacı olan nokta özgüçtür. Gerilla kendi özgücü ile kendisi üzerine gelişen saldırılara karşı durmaktadır. Gerilla gücünü halkından ve inancından almaktadır. Gerillaya saldıranlar halka saldıranlar ile aynı güçtür. Bu durumda halkın da gücünü gerillanın direnişinden alması gerekmektedir.
Fırat Ali
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi