Arap baharının vurduğu ülkelerin içinde en fazla kan kaybeden ülke hiç kuşkusuz Suriye’dir. Baas rejiminin devlet otoritesi her ne kadar sarsıldıysa da Rusya ve İran’ın müdahalesi ve desteğiyle halen varlığını sürdürmeye devam ediyor. Rusya ve İran’dan sonra ABD ve Türkiye’nin de bölgeye müdahil olması, sahada fiili güç bulundurması, özellikle de Türkiye’nin, alan hakimiyetini ele geçirmesi, bazı alanları işgal etmesi, çetelere korunaklı üstlenme alanlarının garantörlüğünü yapması, Suriye sorununu daha da girift bir hale getirdi. Dış aktörler, Suriye’nin geleceğini belirleyen, etkileyen aktörler haline geldi. Küresel boyutta bir sorun haline gelen Suriye krizi için bütün çözüm girişimleri de sonuçsuz kalmış gibi görünüyor.
Suriye iç savaşının hemen akabinde DAIŞ çetelerinin Irak’tan sonra Suriye’ye saldırması neticesinde de fakto bir durumun ortaya çıkmasına yol açtı. İslami terör örgütlerinin ortaya çıkmasına, alan hakimiyeti ele geçirerek hızla yayılmasına zemin oluştu. DAIŞ çetelerinin saldırıları yoğunlaştıkça, Türkiye’de ki faşist AKP-MHP iktidarı bu çete saldırılarından siyasi çıkar elde etmenin imkanlarına kavuşmuş oldu. Suriye rejimini devirmek için her türlü gayreti sergileyerek çeteler aracılığıyla vekalet savaşı başlattı.
Çeteleri Kürt coğrafyasına saldırtarak, özelikle de ‘Kobanê düştü düşecek’ diyerek iştah kabartması boşuna bir söylem değildi. Kobanê’de DAIŞ’in yenilgiye uğratılması Türk hükümetinin iştahını kursaklarında bıraktı. Kobanê direnişi tabiri caizse faşist Erdoğan’da kuyruk acısı yarattı. DAIŞ’in Raqqa’da nihayi yenilgisi ise Erdoğan’ın siyasi hesaplarını bozduğu gibi beklentilerinde hayal kırıklığı yarattı. Bir fiil askeri gücüyle Rojava’ya dönük işgal amaçlı saldırılarda bulunarak netice almaya çalıştı. Bilinen işgal hareketleri gerçekleşti. İdlib’i uluslararası İslami terör örgütlerinin güvenli üssü haline getirdi. Daha sonra Cerablus, Ezaz, Bab derken Efrin işgali, ardından da Serêkanîye ve Gire Sipî’yi de işgal ederek buraları coğrafik olarak Türkiye’nin bir parçası haline getirdi.
Faşist Erdoğan, Rojava’da ki fiili durumu hiçbir zaman sindirmedi ve Güney Kürdistan’da ki Federe Kürt oluşumunda yapılan hatayı Suriye’de müsaade etmeyeceklerini defalarca dillendirmişti. Her ne kadar müsaade etmese de Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye diye bir oluşumdan ve özerk yönetimden bahsetmek mümkündür. Faşist Erdoğan, Rojava direnişi ve devrimsel gelişmeyi hazmetmese de Kürt halkının direnişine herkes şapka çıkarır hale geldi. Kürtler, İnsanlık adına verilen bir mücadelenin sahibidirler. Kuzey-Doğu Suriye halk bileşenleri, DAIŞ’e karşı savaşta sergilediği görkemli direniş sayesinde dünya halklarının gıpta ile baktığı, hakkının teslim edildiği bir konum yakalamıştır.
Son dönemde, Türkiye’nin Ortadoğu’da ve ABD’de yürüttüğü üst düzey diplomatik temaslar, bir yandan sıkışıklığını giderme ve itibarını onarma da diğer yandan Rojava’ya olası operasyonun zeminini hazırlamaya dönük olarak da okumak mümkündür. Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı, Dışişleri Balkanı yoğun bir diplomatik trafiği bir yandan hem Türkiye’nin 31 Mart’ta yapılması beklenen yerel seçimlerin arifesinde olması hem de küresel ve bölgesel siyasi gelişmelerin yarattığı sonuç, Ortadoğu’ya yeniden biçim verme stratejilerin tartışıldığı bir dönemde, Faşist Erdoğan yeniden Rojava’ya saldırı tehditlerinde bulunmaktadır. 30 km derinlikte sözde ‘güvenlik koridoru’ olarak adlandırdığı işgal alanlarını 30-40 km olarak dillendirmeye başladı. Ayrıca Güney Kürdistan’da ki ‘güvenlik çemberinin de tamamlanmak üzere’ olduğunu ima etmesi işgal saldırılarında bulunacağının mesajı olarak anlaşılması gerekir. Yani medya savunma alanlarına yeni bir saldırı dalgasının olabileceği iması olarak anlamakta fayda var. Güvenlik çemberinin dışında kalan alanların başında coğrafik olarak Garê alanı gelmektedir. Daha önce hezimete uğradığı Garê’de sonuç almak isteyecektir.
Türk devletinin Güney Kürdistan’a ilişkin sadece PKK’yi kapsamadığını belirtmekte fayda vardır. Uzun vadede Güneyli güçleri de hedef alacağını kenara not etmekte fayda var. KDP’yi tümüyle iradesiz hale getirip teslim almada ciddi bir mesafe alınmış durumdadır. Şimdi de sıra YNK’ye gelmiştir. Tehdit dilini de kullanan Erdoğan bu örgütleri kendi uydusu durumuna getirmeden Güneyden vazgeçmeyecektir. Erdoğan’ın Kürt düşmanlığı kapsamı oldukça genişlemiştir. Milliyetçilik ve dincilik zihniyeti üzerinden politika üreten Erdoğan, bölgenin başına gelmiş en büyük beladır. Hedefinde ise bütün Kürt kazanımları vardır. Gelinen aşamada işbirlikçi Kürdü bile tahammül edemez hale gelmiştir. KDP’nin içine düştüğü durum tam da böyle bir durumdur. Güney Kürdistan’ın durumu da Rojava gibi endişe veren siyasi ve askeri operasyonlara açıktır.
Türk devletinin ajandasında PKK’ye karşı ağırlıklı olarak askeri operasyonlar yer almaktadır. Medya savunma alanları başta olmak üzere Rojava ve hatta Maxmur ile Şengal hattına yönelik hava saldırıları aralıksız devam etmektedir. SİHA’lar la sürekli denetim altında tutmaya çalışıyor. Karadan da olası bir askeri operasyon sinyali olduğu da anlaşılmaktadır. Hatta bu yıllın ortalarında saldırı planlarını devreye sokacaklarını alenen ifade etmektedirler. Türkiye dışında ki aktörlerin de kendilerine göre ajandaları olduğu muhakkaktır.
Hamas’ın 7 Ekim saldırısıyla başlayan Gazze savaşı bölgesel sorunlara yeni sorunlara çok daha büyük sorunlar ekledi. Savaşın kapsama alanına Yemen, Libya, Suriye ve Irak’taki İran destekli güçler de kısmen dahil oldular. Bu güçlerin Kızıl Deniz başta olmak üzere, Ürdün’de ki ABD üssüne diğer üs alanlarına çeşitli düzeylerde füze saldırılarında bulundular. Tabi cevap mahiyetinde karşı saldırılarda yapıldı. Direkt karşı karşıya gelmeseler bile en-direkt olarak İran ile ABD-İsrail arasında bilek güreşine dönüşmüş vaziyettedir. Bütün bunlar, beraberinde ABD’nin Ortadoğu’da ki varlığını tartışmalı hale getirmektedir. Yaklaşan ABD seçimleri de dikkate alındığında olası politika değişikliklerinin gündeme gelmesi muhtemeldir. ABD yönetiminin el değişmesi durumunda bölgesel çapta politika değişikliklerinin gündeme gelmesi de kuvvetle muhtemeldir.
‘ABD bölgeden çekilirse sonuçlar ne olur’ sorusu her kes açısından tartışma konusudur. ABD’nin Suriye ve Irak’tan çekilmesi Rusya, İran ve hatta yereldeki güçler açısından artıları ve eksileriyle tartışılır hale gelmiştir. Şayet bir çekilme olursa hangi koşullarla ve hangi taahhütlerle çekileceği önem kazanıyor. Doğacak boşluktan kimler nasıl faydalanacak? Riskleri neler olur? Bütün bu konular Rojava’yı da yakinen ilgilendiren konulardır.
ABD bölgeden çekilirse DAIŞ tehlikesinin yeniden başlayacağı bunun için de çarelerin düşünüldüğü tartışmalarda oldukça yoğun yapılmaktadır. Konuyu sadece Rojava bağlamında ele alırsak, birçok gücü ilgilendirdiğinden dolayı en fazla gündeme gelen konu da Rojava konusudur. İran, Rusya, Türkiye ve ABD’nin kendilerine göre senaryoları vardır. Uzlaşmaz çelişkilerin bol olduğu ve aynı zamanda çözüme dair anlaşamadıkları bir konudur.
Rojava’yı, rejimle uzlaştırma, askeri güçlerin Suriye güçlerine entegre edilmesi, DAIŞ çetelerinin tutulduğu kampların güvenliğinin Türkiye’ye devredilmesi, DAIŞ’e karşı mücadelede QSD güçleri yerine bu işin Türkiye’ye bağlı çetelerle yapılması. YPG ile ilişkilerin kesilmesi gibi birçok konu başlığı da telaffuz edilemeye başlandı.
Halkların çıkarına olan tek çıkış yolu öz güce dayanan stratejik yaklaşımdır. Dış güçlerle olan ilişkiler uzun süreli olsa da taktikten öteye geçmediğini deneyimleyerek öğreniyoruz. Türk devletinin Kürt düşmanlığı bütün Kürt coğrafyasını kapsamaktadır. Kürt kazanımların tümü hedeftir. Kuzey-Batı Suriye’ de ki mevcut özerk statü ve özerk yönetimi varlığı açıktan bir hedefti. Türk devleti saldırı içi fırsat kollamaktadır. Sınır hattı boyunca Kürt coğrafyasını bertaraf etmek nihai hedefidir. Kuzey-Doğu Suriye halk bileşenleri, Türkiye’den gelecek tehlikeler üzerinde çok daha kapsamlı düşünüp tedbir alması kaçınılmazdır.
Risk alanlarını dikkate alarak daha geniş bir perspektiften bakmak bu dönem için çok daha gereklidir.
Rauf KARAKOÇAN