Ferman Sonrası Ölüm Yolculuğu
Köylerden çıkıp dağ yoluna vurduklarında, bir kısım çocuk ve yaşlı bu zorlu yolculuğa dayanmayarak yollarda can verdi. Öyle bir yolculuk ki ölülerini dahi gömemediler. Sarp kayalıklı dağ arazisinde çıplak ellerle mezar kazılamıyor ve defin işi pek mümkün olmuyordu. Yabani hayvanlar yemesin diye, cenazelerinin üzerini taşlarla kapatarak yollarına devam etmelerinin dışında başka seçenekleri yoktu. Çünkü insanlık düşmanı DAİŞ çeteleri, insan avındaydı. Elden geldiğince kimseyi sağ bırakmamak için akıl almaz yol ve yöntemlere başvurmaktaydılar.
Êzîdî halkının peşini bırakmayan fermanların belki de en kanlısı yaşandı. Fermanın en ağırını, en acısını, en dehşetini yaşadılar. Her şey bir anda olup bitmişti bitmesine ama yaşadıkları toplumsal kırılma, hiçbir zaman asla bitmeyecek türden bir ferman olmuştu. Yaşanan trajedi, belleklerden silinmesi pek mümkün olmayan bir soykırım örneğiydi. Adı sanı bilinmeyen Êzîdî inancı, Êzîdî halkı ve Şengal, beklenmedik bir anda başına gelen kötü kaderiyle dünyanın gündemine oturmakla kalmadı, hafızalara da kazınmış oldu.
Küresel çaptaki egemen güçler, DAİŞ çetelerinin kuşatmasından dolayı dağa sıkışıp kalan halkın yardımına gitmekten ziyade, bu kanlı ölüm oyununu ekranlarda canlı canlı izlemeyi tercih ettiler. Bu durum, insanlık için büyük bir utanç vesilesi olarak tarihe geçmiş oldu.
DAİŞ ile yaşanan büyük çarpışmalar sonucunda nihayet dağdaki kuşatma çemberi kırılmış ve halka karadan ulaşım sağlanmıştı. Rojava tarafından açılan insani yardım koridorundan, Hz. Musa’nın Yahudi kabilesiyle birlikte Firavundan kaçıp Mısır’ı terk etmesinden daha beter bir şekilde Şengal’i terk etmeye başladılar. Dağda kaderlerine terk edilen Êzîdîler, kana susamış DAİŞ cellatlarının saldırılarından kurtulmak için kafileler halinde çıktıkları ölüm yolculuğuna, çölün sıcağı ve tozuna karışarak her biri bir diyara savrulup dağılacağını önceden bilemezdi. Sırtını dağa dönerek ovaya akan insan seli, toza toprağa karışarak her şeylerini bırakarak ilerledi, ilerledi, ilerledi… Kimi yaya, kimi eşekle, kimi kamyonla, artık kim ne bulduysa onunla, kendilerinin bilmediği belirsiz bir hedefe doğru sadece ilerlediler. Birçoğunun belki de bir daha dönmek istemediği veya dönemeyeceği bir yolculuk olacaktı bu. Kendileri için anlam atfettikleri kutsallıklar bile anlamsız hale gelmişti. Kimileri için Şengal dağına küsmüşçesine bir ayrılık olacaktı.
Önce Rojava’ya sonra Güney Kürdistan’a, sonra Kuzey Kürdistan’a ve oradan da Avrupa sınırlarını aşındırdılar. Her biri bir yerlere yerleşerek sığınmacı oldu. Kalıcı halde kalanlar da oldu. Derbederlik bir türlü yakalarını bırakmadı. Kurulan kamplarda geleceklerinden yoksun, bir insanın yaşayabileceği, duyumsayabileceği, his edebileceği her türlü duygu yoğunluğuyla bir başlarına kala kaldılar. Bu duygular bireylerle sınırlı olmayıp, toplumun her bir ferdinin topluca yaşadığı karmakarışık duygulardı. Yaşanan büyük bir öfke patlamasıydı. Ne yazık ki çaresizlik basiretlerini bağlıyordu.
Êzîdî toplumu her şeyden önce, dini azınlık olarak korumasız ve savunmasızdır. Öz güçten yoksun, örgütsüz, öncüsüz ve öndersizdir. Aşiret yapılarını koruyarak içe kapanık bir toplum olarak varlığını sürdürmektedir. Bir inanç topluluğu olarak onları bir arada tutan en önemli faktör inançlarıdır. Fermanla birlikte alışmış oldukları yaşam, ellerinden kayıp gitmişti. Bir anda kendilerini savunmasız, sahipsiz ve mülteci durumunda buldular. Gittikleri ve kaldıkları her yerde siyasetin nesnesi olmaktan kurtulamamaları ise işin cabasıdır ve başka bir değerlendirme boyutudur…
KATLİAM SONRASI SENDROMLAR
Bir halkın görüp görebileceği en kötü durum yaşanmıştı. Masum, savunmasız bir inanç topluluğu, sırf inançlarından dolayı, en vahşi yöntemlerle tarihten silinmek istenmişti. Namusu kirletilmiş, onuru kırılmış, gururu çiğnenmiş, evi yıkılmış ve bütün varlığına el konulmuştu. Ruhsal çöküntü meydana gelmiş ve maddi – manevi her şeyini yitirmişti. Bu yüzden katliam sonrası yaşam, en az katliam kadar acı barındırmaktadır. 77. Geleceği karartılmış halkın topluca göç yollarına düşmesi, mülteci olarak yaşaması ve fermanla birlikte gelişen yeni sorunlarla mücadele etmesi tasavvur edilmeyen bir durumdur. Böylelikle mültecilik yaşamı, fermandan kalan sorunlara kalbur üstü bir yük bindirmiş oldu.
Mülteciliğin kendisi bile başlı başına bir sorundur. Evini, kutsal mekanlarını terk eden Êzîdîlerin çıktıkları ölüm yolculuğu, aradan yıllar geçmesine rağmen halen devam etmektedir. Fiziki olarak fermandan kurtuldular fakat kültürel soykırımdan kurtulmaları mümkün değildir. Kapitalist modernitenin dünyasında erimekten, tükenmekten ve giderek yok olmaktan kendilerini kurtaramazlar. Şengal’in kutsal topraklarına, Qûbe gibi dini mabetlerine, köylerine, evlerine dönemeyen ve kökleriyle yeniden buluşamayan Êzîdîlerin, beyaz ölüme doğru yol almaları sadece bireysel arayışlardan kaynaklanmıyor. Çıkar çevrelerinin bilinçli yürüttüğü göçertme politikalarının yol açtığı bir sonuçtur aynı zamanda! Bu fermanın gerçekleşmesinde kapitalist sistemin – küresel güçlerin (dolaylı veya dolaysız) parmağını görmek gerekir. Buna rağmen DAİŞ’in türemesine yol açanlar, katliamlarına seyirci kalanlar, DAİŞ terörünü gerekçe göstererek Ortadoğu’ya dalanlar, DAİŞ mağduru ve ferman artıklarına kucak açarak, sözde yardım eli uzatmaya çalışıyorlar!…
Her Êzîdî yaşanan fermanın trajedisini ve travmasını yüreğinin derinliklerinde mutlaka yaşamıştır. Hayatına, beklenmedik bir anda beklenmedik büyüklükte acıları sığdırmak zorunda kalmıştır. Toplumsal depresyon yaşamıştır. Tıpkı ilk insanın yaşadığı sorunlar yumağını, Êzîdî topluluğu 21. yy’da önlerinde bulmuştur. Barınma – beslenme ve güvenlik gibi en temel sorunlarla bir kez daha yüzleşmek zorunda kalmıştır. Katliamla birlikte karanlık bir geleceğin akıntısına kapılmış, dur durak bilmeden sürüklenmiş ve nihayetinde farklı coğrafyalarda kıyıya vurmuş bir halde, takatsiz kalmıştır. Yeni yaşamı örmeye çalışırken, geçmiş yaşamdan eser kalmamıştır.
Şengal fermanının sonuçlarını, her beldede yaşanılanları bütün detaylarıyla bu yazıya sığdırmak oldukça zordur. Fermanın üzerinden geçen 9 yıllık bir zaman dilimi ardından tekrar ferman günlerine dönerek, yaşanmışlıkların muhasebesini yapmak, her Êzîdî bireyi için gereklidir. Gelecek nesillere belge bırakmak adına, fermanın bir dökümünü yapmak, bu acıyı yaşamış, tanık olmuş ve bedel ödemiş her bireyin sorumluluğu ve aynı zamanda görevidir. Belirtmekte yarar gördüğümüz en önemli nokta, fermanı objektif yorumlamak kadar, toplumu doğru bilgilendirmektir. Êzîdî inancının yaşatılmasına ve toplumu bir arada tutmasına karınca kararınca katkı sunmaktır. Bu kadim halkı bekleyen tehlikelere dikkat çekerek, yeni fermanların yaşanmaması için gerçekleşen 74. Fermandan dersler çıkarmaktır.
Şengal’de fermanın en ağır vurduğu köy KOÇO köyüdür. Soykırım sendromunu yaşayan köylerin başında da Koço köyü gelmektedir. Şengal fermanı 3 Ağustos günü gerçekleşirken, Koço katliamı 14 Ağustos günü gerçekleşmiştir ve arada 11 günlük fark vardır. Çünkü Êzîdîler katliamdan geçerken, onlar Arap kirvelerine dayanarak kalmaya devam ediyorlardı. Hatta bitişiğindeki Xatimiye köyü halkı, köyü terk edip kurtulurken onlar hala güvende olduklarına inanıyorlardı. Bu nedenle kendi toplumuyla kaynaşmamanın ve ortak hareket etmemenin bedelini çok ağır ödemek zorunda kaldılar. Bir genelleme yapmak pek doğru olmayabilir ama şu bir gerçek ki, Koço köyü Araplara güvendikleri kadar kendi halkına güvenmemiştir. Halklar arası ilişiler önemlidir. Siyasi ilkeler temelinde iş birliği, diyalog, ticari ilişkiler elbette gereklidir. Dini çelişkilerin bu kadar derin olduğu bir coğrafyada Koço köyünün, çevresinde ki Araplarla çıkara dayalı kurduğu ilişki tarzının zarar getireceğini hesaba katmak gerekirdi.
Koço ve Xatimiye köyünü örnek olarak göstermenin amacı, yaşanan fermanın tipik bir minyatürü gibi olmalarındandır. Şengal fermanını ve Êzîdî toplumunun dokusunu, kafa yapısını, zihniyet dünyasını, düşünme yöntemini, siyasi anlayışını, tarih bilincini, örgütlülük düzeyini, sosyal ilişkilerini ve refleksini çözdüğümüz oranda Êzîdî toplumunun sosyolojik yapısını anlamış oluruz. Aralarında bir taş atımı mesafede bitişik iki köy! Biri kurtuluyor diğeri ise imha oluyor. Bunun doğru tespiti yapılmadan Koço’yu ve fermanı anlamak, sorunlarını çözmek mümkün olmayacaktır.
Bu köyde katliamın ağır yaşanmasının bazı nedenleri vardır. Şengal’de Koço köyünün ayrıcalıklı bir durumu vardır ve bu durum izaha muhtaçtır. Fermanın ilk görüntüleri bu köye ait olduğu için, sembolik bir yere sahiptir. Ayrıca DAİŞ çetelerinin elinden kurtulmayı başarmış, dünyaca tanınan Nadia Murad’ın bu köyden olması, Koço’yu tanıtan ve ayrıcalıklı kılan bir konumu açığa çıkarıyor. Her şeyden önce Koço halkının Êzîdî toplumundan uzak duruşu, katliamın ağır yaşanmasına neden olmuştur. Katliamın en büyük dehşetini yaşayan bu köyün, katliama yol açan KDP’ye en yakın durması her açıdan manidardır. Barzanilere büyük tepkiyi göstermesi gerekirken, tek bir söz söylememesi, ilginç olduğu kadar düşündürücüdür. Hatta daha da düşündürücü olan Koço Katliamı 6. yıldönümüne (2020) KDP yetkililerini de davet eden Naif Caso, Şengal’ i savunmayan ve katliama sebep olan KDP birliklerine, halkın huzurunda ‘teşekkür’ etmiştir. Törende bulunan Êzîdîlerin bir kesimi tepki göstererek tören yerini terk etikleri de bir gerçektir.
Nadiya Murad’ın dünyayı dolaşıp Êzîdîlerin elçiliğine soyunması, güzel bir hizmet ve iyi bir görevdir fakat ne kadar temsil ettiği de şüphelidir. Çünkü KDP’ye yaklaşımı, Êzîdî davasına inananlar için temel bir ölçüdür. KDP’nin katliamdaki sorumluğu hakkında tek bir kelime etmemek, fermanın gerçeğini çarpıtmaktır ve Nadiya’nın samimiyetine de gölge düşürmektedir. Ferman kurbanlarına sahip çıkılacaksa, katliamcılardan ve onların destekçilerinden hesap sormakla işe başlamaları gerekir. Ferman gerçeğiyle yüzleşmek gerekirse taşları yerli yetine oturtmak gerekir. Barzanilerin fermandaki rolünü, katliamdaki sorumluluğunu görmezden gelerek, üstüne üstlük bir de teşekkür ederek ferman gerçeği aydınlatılamaz. Êzîdîlere de böyle sahip çıkılamaz.
Koço köyüne dair yaşanmış bir anıyı anlatmakla işe başlamak, Koço’yu anlamak açısından belki daha iyi olacaktır. Fermandan yaklaşık 5 yıl önce TEVDA çalışanları Koço köyünü ziyaret edip o dönemin köy muhtarı olan Ahmet Caso ile sohbet ederler. Fermanın tehlikelerini önceden görür gibi, uyarı niteliğinde bir sohbet yapılır. Sohbet kısaca; ‘Koço köyü coğrafik olarak Araplara en yakın, Ezîdîlere en uzak uç bir noktada yer alıyor. Koço köyü üç tarafı Araplarla çevrili bir köydür. Koço halkı Êzîdîlerden ziyade Araplarla daha içli – dışlı alıp veren bir halktır. İnsani, dostluk, kirvelik ve ticari ilişkilerinin genellikle Arap halkıyla olması iyidir fakat tehlikeleri de vardır. Daha fazla Êzîdîlerle birlikte olmalılar’ üzerinden gelişir. Kısacası birliğe, dayanışmaya, örgütlülüğe, çalışmaya davet niteliğinde bir sohbettir. Köy muhtarı Ahmet Caso’nun TEVDA çalışanlarına cevabı; ‘Ben TEVDA’nın Musul’daki ilk kongresine katıldım. Biraz çalıştım ama maddi açıdan fayda görmediğim için ayrıldım. Sizin düşünceniz çok iyidir. Halkımız için doğru olan da sizin siyasi ideolojik çizginizdir. Fakat bu dünya menfaat dünyasıdır. Bireysel çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa biz öyle yapıyoruz. Çevremizdeki Araplar bizim kirvemizdir. Onlardan bize zarar gelmez’ şeklinde kendi durumunu anlatmıştı.
Êzîdî inanışına göre ‘kirvelik’ ilişkisi kurulanlardan zarar gelmez, iç içe geçmişlerdir ve birbirlerine güvenirler. Fakat onlar bu şekilde güvenlerinin kurbanı oldular. Koço’ya gelen – giden Arap Kirveler köyde beğendikleri kadınları ve kızları önce kendilerine almışlar. Onlara ilk saldıranlar da çevredeki Arap ilişkileri olmuş. Erkekleri kadınlardan ayırarak iş makinalarıyla kazdıkları çukurlara (Muhtar Ahmet Caso da aralarındaydı) gömdüler. En fazla toplu mezarın meydana geldiği bir köy oldu. Kadınları da köleleştirmek için önce Telafer’e, oradan da Arap ülkelerine götürdüler ve pazarlarda köle – cariye, savaş ganimeti olarak sattılar. Ferman günü köyde olanlardan (birkaç kişi tesadüfen kurtulmuştur) genelde kurtulan olmamıştır.
Koço’nun şimdiki muhtarı katledilen Ahmet Caso’nun kardeşi Naif Caso da tıpkı kardeşinin yolundan gitmeye devam etmektedir. Yaşanan bunca acıdan ders çıkaramayacak kadar öngörüsüzdür. Sırtını Bağdat hükümetine dayayarak, kendisine kurduğu küçük bir birlikle Haşdi Şabi’ye katılıp onlardan maddi yardım alarak, yerinde yeller esen Koço’ya liderlik yapmaktadır. Uluslararası popülist bir kimlik edinen Nadia Murad’ın ilişkilerinden de yararlanarak sadece kendi köyü ile ilgilenmektedir. Hem KDP ve hem de Irak hükümetiyle kurduğu ilişkilere dayanarak fermanın rantını yemekle meşguldür. Anlatması bile insana acı veriyor ama bir gerçeğin altını çizmekte fayda vardır. Ne Şengal ne de Êzîdîlik onları ilgilendirir. Hiçbir konuda ortaklaşmazlar ve bir araya gelmezler. Ahmet Caso’nun dediği gibi ‘çıkarlar nerdeyse biz ordayız’ felsefesi hakimdir. Hiçbir Koço’lu Şengal Özerk Yönetimi’nde yer almaz, hiçbir çalışmaya katılmaz ve hiçbir ortak eylemde bulunmaz. Kendilerini geçmişte olduğu gibi günümüzde de toplumdan soyutlayarak yaşamayı tercih etmeleri, fermanda yaşadıkları trajedinin izahı gibidir. Mam Zeki Şengali’nin, Koço katliamı yıldönümünde anma törenine Naif Caso’nun daveti üzerine katıldığını ve dönüş yolunda verilen istihbarat sonucu, Türk devletinin hava saldırısında şehit düştüğünü de not etmek gerekir.
Şengal’den kopup gidenlerin ve Şengal’e dönenlerin hikayeleri farklı olsa da, yaşadıkları ruh hali benzerdir. Şengal’den göçüp güney Kürdistan’da çadır kamplarda kalan, Kuzey Kürdistan’a yerleşen, Avrupa’ya göç eden ve Şengal’e dönen Êzîdîlerin sorunları birbirinden oldukça farklıdır fakat acıda ortaktırlar. Geleceği karartılmış bir toplumun başına gelebilecek ne kadar bela varsa hepsini tatmak durumunda kalmıştır. Geride anılarını, hayallerini, yaşam alışkanlıklarını, inanç merkezlerini, atalardan kalan manevi değerlerini, köylerini, fermanda yitirdiklerini, kayıp kızlar ve kadınlarını, toplu mezarlarını, akıbeti bilinmeyen yakınlarını bırakarak, savruldukları uzak diyarlarda yaşama tutunmaya çalışmaktadırlar.
Yuvası yıkılmış – dağılmış insanın, yeniden bir gelecek inşa etme sorunları, gündelik yaşamının bir parçası haline geldi. Geleceğe dair endişeleri, korkuları hiç eksik olmadı. Belirsizlikte akıp giden hayatta, boşluğa atılmış bir taş misali yuvarlanıp durmaktalar. Ferman sonrası her Êzîdî, yaşamda yeni bir sayfa açmak ve yeni bir başlangıç yapmak zorunda kalmıştır. Bir insanın yaşamına sığdırılacak ne kadar sorun varsa fazlasıyla Êzîdî toplumunda mevcuttur. Ekonomik, sosyal, siyasi, ideolojik, askeri – öz savunma, idari – yönetim, eğitim – sağlık, barınma ve alt yapı sorunlarının tümü birer sorun alanı olarak çözüm beklemektedir.
Her şeyden önce Êzîdî topluluğunun var olma sorunu vardır. Êzîdî inancının korunması ve ritüellerinin yaşatılması, toplumun varlığı açısından oldukça önemlidir. Bir toplumu var eden değerlerin yaşatılması önemli olmaktadır. Toplum olarak kendi orijinal kültürlerini yaşama, yaşatma ve gelecek nesillere aktarma, ferman sonrası ciddi bir sorun haline gelmiştir. Bugünden bakıldığında 74. Fermanın amacı daha da iyi anlaşılır durumdadır. Bir topluluğu tümden yok etme amaçlanmıştır. Bir anlamda bu ferman Şengal’deki Êzîdî varlığına son verme ve etnik temizlemedir. DAİŞ çeteleri Şengal’e saldırdıklarında tek gayeleri Êzîdî inancına mensup olanların tümünü ortadan kaldırmak ve varlığına son vermekti. Şengal’i yakıp – yıkarak yaşanmaz hale getirmekti. Katliamla öldürebildikleri kadar fiziki imhayla soykırım uygulama, öldüremediklerini de Şengal’den çıkarma esas alınmıştır. Bu konuda kısmen başarı da sağlanmıştır.
BÖLÜM 3: PKK ile Uçurumun Kıyısında Yaşama Tutunmak
Rauf KARAKOÇAN