07 Temmuz 2012 Cumartesi Saat 09:40
Bugün dünyanın hangi etkili gücüne bakarsanız bakın arkasında devasa bir askeri güç ve teknoloji vardır. Ve bu kadar büyük paralar iş olsun diye de harcanmıyor. Bu kadar büyük paralar siyasi alanda etkilerini güçlü tutmaları içindir. Başka bir deyimle siyaset ile silahın çok yakından bir ilişkisi bulunmaktadır.
Denilecek ki bizler silahsız bir dünya istiyoruz. Zaten Kürdistan’da böyle bir durumun oluşması için yıllardır süren bir özgürlük savaşı veriliyor. Dağların tüm zorluklarına rağmen inadına bir avuç insanın bunun için o kadar zorluğa göğüs gererek direniyor. Zulmün, baskının, zorbalığın Kürdistan’da var oluşunu sonlandırmak için özgürlük mücadelesi tüm ağır bedellerine rağmen sürmektedir.
Özgürlük mücadelesi esasta bir öz savunma başka bir deyimle meşru savunma duruşu ve direnişi olarak ortaya çıkmıştır. Yok edilmek istenen bir halkın tüm doğal haklarını, doğuştan gelen haklarını yeniden geri alınması için verilen bir mücadeledir. Bunun için bu meşru savunma direnişi asla ama asla silahlanmak olarak ele alınamaz. Silahsızlanmış bir halkın yeniden güç kazanması olarak ele alınabilir. Bu meşru savunma direnişi olsa olsa sömürgecilerin silahlarını durdurmasını, kültürel ve fiziki soykırımlarının durdurulması için verildiği söylenebilir.
Kürt halk önderliği bu konuda yani silah ile siyaset arasındaki ilişkiyi ele alırken:
“ABD ve seçkin ortakları için Ortadoğu’da askeri-politik yapılanma yoğunca yürütülmektedir. Yalnız askeri pratiği politikadan ayırmamak gerekir. Kızgın, silahlı bir mücadelenin olduğu bir ortamda politikanın adı askerlik-savaştır. Esas belirleyici olan, bu ortamlarda savaşçılıktır. Politika silahların sustuğu ortamda ordu bağlantılı çalışmanın uzantısı olarak karşımıza çıkar. Yani Clausewitz’in formülünün tersi geçerlidir. Savaşı belirleyen politika değil, politikayı belirleyen savaştır. Irak’ta bu gerçek çok açıktır. Irak’ta politikanın yolunun -yeni politika- açan, ABD’nin son teknoloji savaşıdır. Kaldı ki, tüm Mezopotamya tarihinde politikanın yol başında hep savaş olmuştur. Son savaş tarihsel gerçeği sadıkane yansıtmaktadır. Savaş düşük yoğunluklu olduğunda ya da tümüyle durduğunda, onun devamı olarak politik faaliyet hız kazanır.
Demek ki politika, savaşın silahlı olmayan bölümüdür. Eğitim, örgütlenme ve eylemliliğin silaha başvurmadan, ama arkasındaki zihniyete dayalı olarak yürütülen kısmı oluyor. Bu anlamda ABD ve ortakları yoğun askeri destek altında, başta Irak ve Afganistan olmak üzere tüm Ortadoğu genelinde ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ zihniyetini temel alarak politik yeniden yapılanmayı yürütmekte, değiştirmekte ve sürdürmektedir demektedir.
Yani savaşları, savaşçı kliklerinin tümü esasta politik sahada etkinlik sağlamak için kullanılıyor. Öyle kimilerin “silahların zamanı geçmiştir, silahlarla sonuç almak mümkün değildir gibi hele birde bunların içerisinde dünyanın neresinde bir Kürt varsa ona saldırmak için öldürücü teknikler peşinde koşanlar söylüyorsa durup bakmak gerekiyor. Durup düşünmek gerekiyor.
Madem silahların zamanı geçmiştir, o zaman dediğimiz gibi neden bu kadar ölüm teknolojisi peşinden koşuluyor. Birkaç militanın üstüne onlarca ölüm makinesiyle gidiliyor. Ve de dünyanın öbür ucundaki devletleriyle askeri teknoloji alımları üzerinden Kürtlere karşı pazarlıklar yapılıyor.
Demek ki silahla siyasetin yakından bir bağı vardır. Savaşlarını etkili yürütemeyenler yani savaşta istedikleri sonucu almayanlar işi istedikleri yere getirmek için politika araç gereçleri devreye koyuyorlar. Yani politikayı savaşla yapamadıklarını yapabilmek için bir araç olarak kullanıyorlar.
Örneğin Kürdistan’da TC devleti özgürlük gerillaları ne zaman bir hamle başlatıp TC devletini sıkıştırmış iseler peşinden gelen alttan alta yamuk yumuk haberlerle, ilişki arayışlarıyla böylesi süreçler yumuşatılmak istenir. Yaklaşık on yıldır TC devleti bu durumu böyle götürebilmektedir. Öyle ki toplumlarda “bu kez barış imkân dâhiline girebilir, bu savaş durabilir, bir uzlaşma sağlanabilir gibi karşılığı olmayan boş umutlar yaratarak hem halklarımız aldatılmış doğrusunu söylersek hem de özgürlük hareketi aldatılmak istenmiştir.
Özgürlük hareketi 1988 yıllarından başlayarak Türkiye ile bir çözüm arayışına girmiştir. Bunun zirvesel ifadesi 1993 yılında ilan edilen ilk ateşkestir. Peşinde gelen diğer ateşkesler derken son yıllarda ise peş peşe ilan ettiği ateşkeslerdir.
Ne var ki TC devleti neredeyse tüm bu süreçleri sadece ve sadece kendi açısından atlatmak için ara süreçler olarak değerlendirerek hem savunma sanayisini geliştirmiş, hem askeri teknolojisini yenilemiş hem de askeri güçlerini yeni bir taktik düzen içine alarak daha fazla savaş hazırlıkları içerisine girmiştir. Özcesi TC devleti silahla bir yerlere varılacağına inandığı için sıkışmışlık anlarını böyle boşa alarak, boş umutlar yaratarak, özelde de özgürlük hareketinin özgürlükçü ve insani yaklaşımlarını suiistimal ederek kendince oyalamasını bilmiştir. Kendince teknolojisini ve de askeri teknik taktiğini yenilediğine inandığı andan itibaren korkunç düzeyde saldırılar gerçekleştirmekten çekinmemiştir.
Örneğin en son 2011 sonbahar ile 2012 kışından olup bitenleri bakıldığında inanılmaz ölçüde elinde ne kadar ölüm tekniği varsa kullanmaktan geri durmamıştır. Tam tersine kim ki silaha karşı çıkma manasında küçük bir karşı koymuş ya da koymak istemiş ise tasfiye edilmişlerdir.
TC devletinin daha doğrusu Akepe’nin yaklaşımlarının altında yatan temel neden ise silahla özgürlük hareketini bitireceklerine olan inançtır, ya da inançlarıydı.
Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Özgürlük hareketini silahlarla bitiremediler. Tam tersine özgürlük hareketi yeniden bir silahlı direniş süreci başlatıyor ya da başlatmak üzeredir. Bu ise TC ve Akepe’yi müthiş sıkıştırmaktadır. Hele yanı başında bir Suriye varken bu sıkışıklık aynen Domino etkisi gibi Akepe’yi tüm sahalarda vuracağa benziyor.
İşte tam da böylesine sıkışık olan bir durumda Akepe sanıldığı gibi silahları durdurmak için özgürlük hareketiyle uzlaşma arayışlarına girmiyor. Tam tersine bir dönemi kotararak ileride daha geniş bir saldırı hareketi başlatabilmek için özgürlük hareketini boşa almak istiyor. Bunun içinde özgürlük hareketine karşı ya saf, ya iyi niyetli, ya a politik, ya olup biteni iyi çözemeyen ya da işbirlikçi olan kesimleri devreye koyarak etkisizleştirmeye, silahları susturmaya, direnişin düzeyini düşürmeyi hedeflemektedir.
Ancak burada “silahların miadı doldu anlamı çıkmaz. Biz genel bir doğru olarak 21. Yüz yılda silahların gömülmesi değil tüm silah arsenallarının yok edilmesinden yanayız. Silah üretiminin durdurulması gerektiğini buralara yapılan yatırımların tüm insanlığı besleyecek bir yekûna sahip olduğuna da inanıyoruz.
Ancak sömürgeci ve emperyal güçler tüm ölüm teknolojilerine sahip oldukları, her gün her gün yeni ölüm tekniklerinin peşinde koştukları bir süreçte özgürlük hareketi için “silahlar miadını doldurmuş demek tek kelimeyle teslimiyete davetiye çıkarmaktır. Bunu yapanlara ise tarih söyleyeceğini binlerce kez söylemiştir.
Kasım Engin
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info