27 Nisan 2014 Pazar Saat 08:17
A- İran Rejiminin İdeolojik Karakteri, Dayanakları ve Rejimi İhraç Çabaları
İran İslam cumhuriyeti dünya üzerinde hem şeriat yasaları ile hemde dini liderler tarafından yönetilen tek ülkedir. Birçok başka Müslüman ülkede de bazı şeriat yasaları yürürlükte olsada bu ülkeler ya monarşik ya otokratik yada kendince cumhuriyetlerle yürütülmektedir. İran rejiminde ise mollalar hem şeriatı devlet yönetimine hakim kılmış hem de bunun uygulamasını kendileri yüklenmiş durumdadırlar. Bu durum şia mezhebi din adamlarını kendilerine biçtikleri misyondan da bir miktar kaynağını almaktadır. Suni mezhebinde din adamı daha çok doğru yolu gösteren cemaatine tavsiyelerde bulunan bir konumdadır. Burada birey, inanç-ibadet-tanrı nispeten kişinin kendi özgünlüğünü de içeren bir yol ile gerçekleşmektedir. Birey adına hiçbir makam veya kişi kutsiyeti hakkında karar veremez. Burada birey yoruma açık bazı durumlarda nispeten kendi tercihini yapabilmektedir. Ancak İran rejiminin Şii uygulamalarında yorumun gerektiği yerlerde Şii Müslüman yorum hakkı bırakılmamakta, onun yerine velayet-i fakih(fıkıhçıların yönetimi) yorumda bulunmaktadır. Hal böyle olunca da mollalar dini yorumun gerekli olduğu bütün hallerde kendi rejimlerini güçlendirecek yorum hangisi ise onu yapmaktadır. Bu anlamıyla da İslam inancı dejenere edilerek zulme, haksızlığa, yobazlığa alet edilmekte ve mollaların kendi iktidarlarını sürdürme amacına bir araca dönüştürülmektedir. Her bireyin kendi yaptıklarına karşı sorumlu olduğu ve dolayısıyla kendi inancı hakkında kendisinin karar ve uygulama hakkına sahip olduğu İslam dini bu şekli ile siyasete alet edilmektedir. Yorumu geliştirenin de nihayetinde bir insan olduğu dikkate alındığında, hele hele bu insanın devlet yönetiminin en tepesinde yer aldığı düşünüldüğünde, taraflı davranarak yeni yorumların geliştirilmesi gereken yerlerde, iktidarını yürütme lehine kararlar vermesi kaçınılmazdır. Böyle olunca da Hz. Hüseyin ve yoldaşlarını şehit düşeceklerini bilmelerine rağmen Emevilerin zulüm, adaletsizlik ve haksızlıklarına karşı savaşarak şehit düşmek suretiyle felsefesini oluşturdukları Şiilik mezhebi özüne ters düşürülmekte ve haksızlık, zulüm ve adaletsizliğe alet edilmektedir. Bu nedenledir ki aslında devletin siyasal mekanizmalarında önemli konumlarda bulunan insanların din gibi çok kutsal konularda yegâne yorum ve karar mercii olması kadar dini inanç için tahripkâr ve tehlikeli bir şey yoktur. Buradaki yetkilinin objektif olması mümkün olamayacağından din adalet, eşitlik, kardeşlik, yardımseverlik, erdemlilik vb. özelliklerini yitirecektir.
Bütün dini inançlar ortaya çıktıkları dönemde ve coğrafyalarda yürürlükte olan cehalet, adaletsizlik ve yanlış iktidar erki, kültürel yozlaşma vb ortadan kaldırarak adalet, eşitlik, erdemlilik, kardeşlik ve barışı hedeflemişlerdir. İlk çıkışta dini önderlerin pratikte de topluma öncülük etmesi, yönetmesi, inancını yeni yerlere ve topluma yayması açısından gereklidir. Ancak ne zaman ki dini inanç yayılma sınırlarına ulaştıysa ve yeni inanca sahip toplumun idaresi aynı inançtan insanların eline geçtiyse, dini önderlerin iktidardan çekilip hükümetlere danışman statüsünde ağırlıklı olarak toplumun manevi sorunları ile ilgilenmeleri gerekir. Çünkü inancın yayılması bitmiş, sıra bu inanç sahibi toplumun yönetilmesine gelmiştir. Toplumun idaresi ise, öncelikli sorunu farklılaştırmıştır. Günümüzde dini inançlar için kitlesel yeni yayılma imkânları olmadığına, devlet ve yönetim mekanizmaları da uzmanlık isteyen çok geniş yelpazeli bir çalışma olduğuna göre hiçbir dini liderin ordunun önüne geçip cihada öncülük etme gerekçesi kalmamıştır. Bugünkü devlet mekanizması gibi çok büyük siyasal organizasyonları yöneten insanların herhangi bir konuda yeni dini yorumlar geliştirirken ve kararlar verirken objektif olması mümkün değildir. Hele bu ülke İran gibi mollaların yalnız siyasetleri sonucu dışarıda birçok hasım yaratmış içeride ise çok geniş bir muhalif kesim yaratmış ve yönetici mollaları dini statülerinden dolayı çok büyük siyasal güçler ile ekonomik çıkarlar elde etmiş bir rejim ise bu hiç mümkün değildir. Burada hiçbir zaman elde tutulan iktidar erki, din için kullanılamayacağından – çünkü dinin böyle bir şeye ihtiyacı olamaz- tersi gerçekleşecektir. İktidarı elde tutan mollaların dindeki ulvi değerleri, devleti yönetirken topluma hakim kılacakları yönündeki beyanatlarını bir safsata ve sahtekârlıktan ibaret olduğu bu geçen süreçte ortaya çıkmıştır. Zaten ne mantık nede bilime sığan mollaların bu zoraki uygulamaları sadece İran halkına ve kutsal İslam inancına çok büyük zararlar vermenin ötesinde de bir işe yaramamıştır.
İran İslam cumhuriyeti Şii Müslümanların nüfusunun en yüksek düzeyde olduğu ve bu mezhebin değişik etnisiteler arasında benimsendiği bir ülkedir. Ülkede Fars, Azeri, Arap halklarının hemen hemen tümü ile Kürt halkından bir kesim ve bazı etnisitelerden de cüzi miktarda halk Şii mezhebini benimsemiştir. Bu rejimi, mollaların kendilerini toplumla tanrı arasına zorla yerleştirmesinden sonra hızla ideolojisini ihraç çabasına yönelmiştir. Öncelikle Şii Müslümanların belli yoğunlukta bulunduğu Lübnan, Pakistan, Irak bazı Arap emirlikleri ve diğer Müslüman ülkelere ideolojisini ihraç ederek rejimini güvenceye kavuşturmak istemiştir. İran rejiminin bu atakları sonucu birçok ülkede karışıklılar yaşanmış, bu yer yer iç çatışmalara dönüşmüştür. Bazı yerlerde de rejim kendisine bağlı geliştirdiği paravan örgütler aracılığıyla siyasal içerikli eylemler gerçekleştirmiştir. Ancak ilerleyen süreçte rejimin kendisini ideolojik olarak ihraç etmesi ve yayılması gerçekleşmediği gibi karşı reaksiyonlara neden olmuş, rejim ideolojik olarak hem ilk günkünden çok daha fazla daralarak içine büzülmüş, hemde yeni toplumsal model oluşturma iddiasını yitirmiştir. İşte bu noktada rejim kendisini karşı ideolojik saldırılardan korumak için iş reformları askıya almakta, değişik kitle imha silahlarının geliştirmenin peşine düşmekte, elindeki tek koz olan enerjiyi kesmekle tehditler savurmaktadır. Bu durumlar rejimin ideolojik olarak iflas ettiğinin somut sonuçlarıdır. Yani İran İslam cumhuriyeti ideolojik dayanaklarını yitirmiştir. Hem genel İran toplumu hemde uluslararası toplumlar molla rejiminden hoşnut değildirler. Mollaların din ideolojisinin arkasına sığınarak çok büyük toplumsal imtiyaz, mali gelir elde etmeleri artık deşifre olmuştur. Rejimin ideolojik karakterinden dolayı İran toplumu da derin ayrımcılık politikalarına tabii tutulmuş, devletin vatandaşlarına eşit mesafede ve adil davranması gerçekleşmemiştir. Suni mezhebine mensup olan halklar daha fazla baskı ve dıştalanmaya maruz bırakılmışlardır.
Rejimin diğer önemli bir dayanağı olan ekonomi ve sosyal kalkınma programları da ideolojik söylemleri gibi boşa çıkmıştır. Fakir şehir varoşlarında yaşayan yoksullar ile toprağı elinden alınmış köylünün imdadına yetişen hızır sloganları ile iktidara gelen mollalar, (2005 yılı itibarıyla) yaklaşık yıllık 40 milyar dolar olan petrol gelirlerini rejimin yardakçıları arasında üleşmiş, yoksul halk için üretime dönük hiçbir yatırım gerçekleştirilmemiştir. Bu hali ile fakir yine fakir olarak kalmış ülkenin serveti de Şah ve bir avuç kapitalistin tekelinden, mollalar ve onların yardakçılarının eline geçmiş bulunmaktadır. Fakir halk ise, bedava erzak kuponları aracılığıyla rejimin açlık terbiyesine tabii tutulmaktadır. Çok büyük petrol gelirlerine rağmen İran’da üretime dönük bir ekonominin geliştirilmemesi aynen Şah döneminde olduğu gibi ekonomiyi rantiyeci bir konumda tutmuş, toplumu sosyal ve ekonomik olarak güçlenerek kendi kaderini eline almasına imkân tanımamıştır. Gelinen aşamada rejimin söylemden öteye geçmeyen ve zaten hiç olmayan ekonomik politikası da iflas etmiş bulunmaktadır. İran rejiminin devrimi gerçekleştirdiğinde dile getirdiği sloganların hiçbirisi somut projelere dönüştürülmemiş, bu ülke tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar bu rejim döneminde dünyadan dıştalanmış, horlanmış, özgürlük ve Özgünlüklerini yitirmiştir. Bu adaletsiz baskı rejiminden dolayı halkların birbirine karşı olan hoşgörülü ortak yaşam felsefesi de büyük oranda zaafa uğratılmıştır. Rejimin hakim kıldığı bu politikaların aşılmaması durumunda, İrani etnisiteler arasında daha derin ve geri dönüşü mümkün olmayan kırılmaların gelişmesi yüksek ihtimaldir. İrani halklarımızın, rejimin ömrünü kısaltmak suretiyle bu gidişatı önlemeleri ise ortak tarihsel mirasa ve güncel ortak çıkara sahip olan hepimizin çabası olmalıdır.
Dünyada büyük ekonomik gelişmelerin yaşandığı ve insanların yaşam standartlarının geliştiği son çeyrek asır, mollaların yanlış politikaları sonucu İran halkına hiçbir ekonomik kazanç sağlayamamış muazzam petrol gelirleri yatırımlara ve üretime dönüşmeden rantiye olarak heba edilmiştir. Tarihinden beri birçok özgünlüğe sahip olan İran halkları hiçbir dönem olmadığı kadar bu süreçte renksizleştirilmekle yüz yüze bırakılmıştır. Tüm Müslüman ülkelerden çok daha fazla tarihsel birikime sahip olan İran halkı, her dönemde gelişen hakim sistemler içerisinde bir özgünlük yaratmayı başarmıştır. Bu durum İran halkının geniş görüşlülüğü, olayları sorgulayıcılığı, araştırma- incelemeye yatkın olan karakteri ile ilgilidir. Bundan ötürüdür ki birçok filozof, bilim adamı, peygamber, mezhep ve yeni toplumsal sentezler burada ortaya çıkabilmiştir. Molla rejimi düşünsel ve kültürel anlamda İran halkına çok büyük bir darbe vurmuş ve tüm farklı düşünceleri yok ederek monotonluğu hakim kılmaya çalışmıştır. İran toplumunun yenilikçi ve yaratıcı özünü yok etmek molla rejiminin en öncelikli hedeflerinden olmuştur. Bunu da eğitim, kültür ve sanat yoluyla gerçekleştirme gayretindedir. İran toplumu ve halkları bu anlamı ile molla rejimine karşı çok büyük bir mücadele içerisindedir. Bütün baskı, yasaklamalara rağmen toplum çok değişik ve yaratıcı uygulamalarla çok köklü tarihsel kültürel birikimini sürdürmektedir. Bu özelliği İran halklarını zafere ve özgürlüğe, zalim rejimi de yenilgiye götürecek yegâne dinamizm olacaktır.
B- İran Rejiminin Kürdistan’daki Hakimiyet Kurumlaşmaları:
İran rejiminin Kürdistan’da ve Kürt toplumu üzerindeki siyasetinin ana eksenini yürütme kurumlarını görmek için bir defalığına Kürdistan’dan geçmek yeterlidir. En hakim yerlere kurulmuş, beyaz badanaları ile çok uzaklardan göze batan yapılar görürsünüz her yerde. Geçmişin zulüm kalelerini andıran bu yapılar, rejimin sözde güvenlik gücü dediği fakat Kürt halkı için en büyük güvensizliği yaratan ve her yıl yüzlerce Kürt insanını yargısız infaza tabi tutan silahlı güçlerin halkımıza adeta bir tanrı gibi yukardan baktığı yerleşimleridir. Buradaki manzara olağan yönetimler ve yöntemlerde idare edilen hiçbir yerde bulunmaz. Bu kalelerin halk için olmadığı, hem çok sağlam ve halkı denetleyebilecek düzeyde hakim yerlere yapılmalarından, hem halkın yaşam mekânları olan evlerinden daha gösterişli ve şaşalı oluşlarından hemde içlerinde yaşayanların halka düşman gibi yaklaşımlarından hemen anlaşılmaktadır. Bu yapılar tümüyle işgal edilmiş bir ülkedeki işgalcilerin garnizonları gibi orada yaşayan insanlara özgür yaşam alanı bırakmayacak şekilde konumlandırılmışlardır. Her Kürdistanlı günlük yaşamında uzaktan yada yakından bu kalelerin kendisi ve yaşamı üzerindeki etkisi ile daima karşılaşmaktadır. Bu sistem çoğu zaman fiziksel fakat her zaman da psikolojik anlamda Kürdistan halkını etkileyici rol oynamaktadır. Bunlar her rejim değişikliğinden sonra halkımıza kan kusturan yeni rejimin Kürdistan’ı yeniden işgallerinin zulümle terbiye kılıçlarıdırlar. Bir dönemler güney Kürdistan’da da en yüksek dağların zirvelerinde, önemli yolların kesişme noktalarında da aynı şekilde Saddam rejiminin adeta Babil ribkulelerini andıran görkemli sarayları ve askeri garnizonları bulunuyordu. Aslında Kürdistan’ın bütün parçlarında birbirine benzer manzaralarla karşılaşılır. Bu nedenle İran rejimi Kürt halkında karşı Saddam’dan daha farklı ve adil bir yaklaşım iddiasında bulunamaz. Çünkü bu zulüm, işkence ve infaz kaleleri yalanlarla sıvanmayacak kadar büyük ve açıkta durmakta ve de açıktan iş görmektedirler. Bu kısa belirleme rejimin Kürdistan ve Kürt halkına bakışını ve ona karşı uyguladığı siyasetin ana eksenini vermektedir. Bu kurumun dışında kalan sözde anayasa, hukuk, mahkemeler, eyalet sistemi ve okullar ile diğer irili ufaklı kurumlar bu zincirin iş bölümüne tabii tutulmuş farklı halkalarından öte bir şey değildirler. Bu nedenle de rejimin Kürdistan’daki varlığı kendisini genel İran’daki gayrı meşruluğuna ek bir gayrı meşruluktadır. Çünkü Kürt halkı rejimin anayasasını bazı maddelerinin kapsamı dışında kalmakta, resmi nitelikli vatandaş statüsünü kazanamamaktadır. Ona halde rejim anayasanın da gayrı resmi olan bu halk içinde gayrı meşru uygulamaların yürürlükte olması rejim için çok doğal bir durum olmaktadır.
Rejimin uygulamada tuttuğu eyalet sistemi özünde bir yönetim birimi ve merkezi hükümetin ağır yükünü hafifletmeye, bazı sorumlulukları yerel yönetimlere devrederek daha katılımcı ve demokratik bir çoğulculuğu gerçekleştirmeye yönelik değil, halkları parçalayarak merkezi hükümetin daha rahat yönetmesini gerçekleştirmeye yöneliktir. Halkımızın Horasan gibi uzak yerlere göç ettirilen kesiminin dışında Azerbeycanı xerbi, Kürdistan, Kırmanşah, İlam, Hemedan, Lorıstan eyaletleri içerisinde paramparça edilmesi bu siyasetin sonucudur. Yine halkımızın yaşadığı ve bir bütünlük arz eden, adına da Kürdistan denen bu coğrafyaya değişik mahalli isimler verilmiştir.
Hukuk esas itibarıyla güçsüzü güçlüden korumak insanlar arasında eşitliği sağlamak, güçlünün haksızlık ve zulmünden güçsüz insanların mal, can ve namusunu korumak için geliştirilmiştir. Zaren güçlü olanlar genelde zor aygıtına da sahiptirler. Yani hukuk, güçlülerin güçlerinin haksızlık aracı olarak kullanılmasını önlemeye yönelik bir işleve sahiptir. Ancak İran rejiminin denetimindeki hukuk hem adil değil hem de adaleti sağlamaya yönelik değildir. Tam tersine gücün ve güçlünün elinde kendi zalimliklerine meşruiyet kazandırma aracıdır. Bu nedenlede İran’da avukatlık mesleğinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Şimdiki rejim uygulamalarında hele hele siyasal içerikli davalarda avukat olmak büyük bir cesaret ve özveri gerektirmektedir. Ak ve kara olan rejimin bakış mantığında siyasal bir davayı savunmak için siyasetini benimsiyorsun yaklaşımı var. Bu mantığa göre zina yapan birisini savunmak zina yapmış, yine katil olan birin savunmak ise katil olmak yada insan katlini hoş görmekle eşdeğer tutuluyor. Bu sistemde hukuk uygulamaları güçlü için oluşturulduğundan gücü olanlar hem toplumsal yaşamda hemde mahkemelerde hep haklıdırlar. Yani “Parayı veren düdüğü çalar misali, suçlu olan güçlüler hakimlerin kesesini doldurdumu hemen suçsuzluk mertebesine çıkabiliyorlar. Rejim kendi adaletsizliğini örtbas etmek için rejim güvenliği konularında hukuk sistemini özünden boşaltıp kullanırken, hakim, savcı, polis vb de kendi bireysel çıkarlarını korumak ve keselerini doldurmak için aynı şekilde güvenlik-hak- hukuk kurumlarının maskesini kullanmaktadırlar. Ne de olsa sistemin kendisi böyle inşa edilmiştir. En üstte hukuk sistemi gerçek işlevine kavuşturmadan alttaki bu kirliliği temizlemek mümkün değildir. Şimdi zaten güç kurumlarının hepsi rejimin elindedir ve hukuk kurumları da güç kurumlarının işlevini görüyorlar. O zaman bunlara ne gerek var diye düşünülebilir. Hukuk kurumları, hakimler, savcılar ve mahkemeler rejimin çıplak zor güçlerinin zalimlik ve haksızlıklarına hukuksal haklılık cilasını çekerek meşruiyet kazandırmak amacıyla kullanılıyorlar. Bu nedenle bu kurumların amacı halkı rejimin uygulamalarının doğruluğuna ikna etmektir. Ancak buna rağmen Kürt halkı bu devletin gönülsüz zorunlu vatandaşlarıdırlar. Bu rejim ya vatandaşlarını kendi sistemine ikna ederek gönüllü vatandaşlığı geliştirir. Ki böyle bir durumda da anayasa, yasalar ve hukuk sistemi karşılıklı olarak devlet ile vatandaş yine vatandaşlar arasındaki ilişkiyi düzenler, yargı organları da bunu takip ederek adaleti sağlarlar. Ya da vatandaşlarını ikna etmeden elindeki güçlerle zoraki bir şekilde denetiminde tutmaya çalışır. Burada hukuktan, adaletten, özgürlükten bahsetmek mümkün değildir. Zira ortak mutabakat ve karşılıklı çıkarlar ve haklar gözetilerek oluşturulmuş bir sistem yoktur. Güçlü olanın diğer tarafı hiçe sayarak adeta insan yerine koymadığı, iradesini hiçe sayarak tek taraflı geliştirdiği bu sistemde, dıştalanan kesim ya köleliği, onursuzluğu, insani tüm erdemleri görmezden gelerek bir hayvan gibi sadece yaşamayı tercih edecek – ki günümüzde dünyanın hiçbir yerinde bu mümkün değildir- yada rahatsızlığını her fırsatta yansıtarak ve fırsat bulduğunda da isyan vb yöntemlere de başvurarak bu adaletsizliği ortadan kaldırmanın uğraşı içinde olacaktır. Demek ki şu sonuç çok net ortadadır. Rejimler vatandaşlarını eşitlikçi bir çerçevede ve hukuk teminatı dahilinde kendi meşruiyetine ikna etmedikleri müddetçe sistemlerini garanti etmeleri, güvende tutmaları, rahat yüzü görmeleri mümkün değildir. Yani zorunlu vatandaşlık rejimlere güvenlik değil tam tersine güvensizlik getirir. Bu durum İran rejiminin Kürdistan’da zorunlu bir rejim olduğunu gösterir. Kürt halkı bugünkü rejime ve onun anayasa, yasa ve hukuk güçlerine güvenmemekte, kendi haklarını yaşamını ve kutsal manevi değerlerinin garantisi olarak bu kurumları görmemektedir. Halkımızın bu görüş ve tutumu onun bir yetersizliği değil tam aksine halkımızın adil, eşitlikçi ve özgürlükçü istemlerinin bir sonucu, hakim molla rejiminin de hem halkların ulusal- kültürel değerlerine hemde insan hak ve özgürlüklerine hiç değer vermemesinden ve halkların iradesine karşı olan saygısızlığından kaynaklanmaktadır. Rejimin Kürdistan’daki varlığı, diğer bir deyişle Kürt halkının vatandaşlığı gönüllü ve yasal- hukuki mutabık zeminlere dayanmadığı, dolayısıyla zoraki güce dayandığı için rejimin bu zor güçleri ile Kürt halkını nasıl yönetmeye çalıştığına biraz göz atalım.
Rejimin Kürdistan’da ve Kürt toplumu üzerinde siyasetinin asıl uygulama güçleri olan besic(devrim gönüllüsü), niru intizami(jandarma), itlaat(istihbarat), sıpa(devrim muhafızları) ve zindan uygulamalarına geçmeden önce halkımızın özgürlük ve insanca yaşamı için siyasal partiler bünyesinde mücadele ederken, kendi yaşamını bizim onurlu ve özgür yarınlarımız için feda eden şehitlerimizi saygıyla anmamız, yine halk olarak yaşam mücadelesi verirken sınır boylarında, dağ başlarında, tarla ve bahçesinde, yoksul kent varoşlarında ve şehir meydanlarında ulusal haklarını talep ederken yine rejimin darağaçlarında asılan ve zulüm güçleri tarafından katledilen on binlerce onur savunucusu insanımızı anmamız gerekiyor.
Besicli kurumu rejimin toplumu içten çürütme, birbirine karşı güvensizleştirerek insanların ortak çıkarlar çerçevesinde bir araya gelip güç oluşturma, kendisini örgütlemesine karşı kullanılan en rezil sistemdir. Besic olan kişi toplumun üzerinde olan haklara sahip kılınarak özel vatandaş statüsüne alınmaktadır. Bir toplumu çürütmek, ahlaksızlaştırıp bencil, kendi çıkarları uğruna başka insanları ihbar etmeye ve hatta iftira atmaya kadar götüren bir sistemdir besiclik. Rejim çokta övünerek ve gururla şu kadar milyon besici olduğunu dünyaya duyuruyor. Bu açıklama 75 milyonluk bu ülkede bu kadar milyon asalak olduğu anlamını taşısa da, bilinçsizce bu kuruma dahil edilen küçük okul çocuklarını bu rakamın dışına çıkarmak gerekiyor. Zira ilkokuldan başlayarak küçücük beyinleri muhbirciliğe alıştırmada bu çocukların suçu olamaz. Buradaki uygulama, rejimin kendini egemen kılmak için ne kadar alçaldığının iyi bir işaretidir. Küçük çocuklara çeşitli vaatlerde bulunarak bu çocuklar birer ajan gibi toplum içerisinde kullanılmakta ve bu statüleri ilerleyen yaşlarda da devam ettirilmektedir. Bu nedenle çocukları ve çocukluklarında farkında olmadan Besic yapılan fakat sonrada bu kurumdan ayrılmaya cesaret edemeyen ama pratikte de gerekliliklerini de yerine getirmeyen büyük kesimi çıkardığımızda geriye bir avuç cahilden oluşan bir kesim kalıyor. Rejimin oluşturduğu bu sisteme dahil olan bu insanların ideolojik gerekçeler yada rejim politikalarına bağlılıktan değil de bireysel çıkarlar için Besic oldukları biliniyor. Bu nedenle öyle kelimenin anlamındaki gibi ideolojik- felsefik bağlılık diye bir şey yoktur.
Resmi dairelerde, okullara yerleşimlerde, sınavlarda, iş bulmada, bürokratik engelleri aşmada avantaj elde ederek ve ekonomik imkânlar amaçlıdır Besiclik. Rejimin zora düşmesi durumunda bu güçlerinde dikta rejimlerindeki tırşıkçılar gibi dağılacağı kesindir. Fakat bu siyaset İran rejimini mantığını da iyi yansıtmaktadır. Eşitlik, adalet, kardeşlik, düşünce özgürlüğü söylemlerinin, rejim uygulamalarında olmadığı yansımasını burada çok net göstermektedir. Eğer rejimin taraftarı isen, muhbiri isen birçok haktan istifade edebilir, birçok kapıdan içeriye girebilir, bazı uygulamalardan muaf olabilirsin. Yani kısaca ayrıcalıklı olabilirsin. Aksi halde atacağın her adım başına bela açabilir. Elbetteki Kürt halkı durum daha da yakıcıdır. Defalarca ayaklanarak hakim davet gücüyle çatışan halkımız içerisinde rejimin Besicliği geliştirmesi, hele hele belli oranda da geçmişte devlete karşı savaşmış daha sonra saf değiştirerek teslim olmuş bazı kesimlere dayanarak Besicliği geliştirmesi bir trajedidir. Bu durum Müslüman birisinin farklı bir dine mensup ordunun başına geçip Müslümanlara karşı savaşması gibi bir durumdur. İlkokuldan Üniversiteye kadar tüm okullar ile işçiden esnaf, tüccar ve işverene kadar hemen hemen her alanda Besiclik kurumunun örgütlendirilmeye çalışılması rejimin bu kuruma biçtiği rolün önemini göstermektedir. Son yıllarda Kürt halkının içerisinde Besicliğin azalmasında halkımızın bilinçlenerek rejim siyasetini daha iyi anlamasının payı da vardır. Rejimin bu kurumu zayıfladıkça insanlarımızın birbirine güvenleri artacak, paylaşacakları birçok yeni fikir ve değerler ortaya çıkacaktır. Rejimin kendi geleceğinin en büyük garantisi olarak gördüğü bu kurum teşhir oldukça ve günümüzdeki gibi sadece bazı çıkarların aracına döndükçe rejimin ömrü de o denli kısalmış olacaktır. Belirtilen gerekçelerde göstermektedir ki Besiclik Kurumu her yerde, her zaman ve her koşul altında teşhir edilmesi gereken toplumsal bir yaradır. Küçücük beyinleri ihbarcılığa alıştıran, kardeşi kardeşe, anne- babayı çocuğuna, komşuyu komşuya karşı güvensizleştirerek toplumun binlerce yıllık kendi içerisindeki açıklık ve samimiyet geleneğini parçalayarak toplumsal gücünü yok ederek ve toplumu sadece bireylerden oluşmuş bir yığına dönüştüren Besiclik, toplumsal bünyeden atılması gereken bir urdur. Besiclik teşhir oldukça ve de işlevini yitirdikçe rejim bu kurumu ayakta tutmak için hem Besic olanlara daha fazla imkân sunacak hem de çeşitli baskılarla sistemi zorla ayakta tutmanın uğraşında olacaktır. Fakat tüm çabasına rağmen toplumumuzun bilinç düzeyi yükseldikçe ve insanlarımız siyasallaştıkça bu kurumun ne denli rezil ve büyük bir toplumsal yara olduğunu anlayıp bertaraf edecektir. Çünkü bilinçli ve siyasal bir toplum kendi çıkarı için başka insanları yakacak kadar bencil ve kara cahilleri içinde barındırmayacak ve bir azınlığın günlük çıkarlarına bir halkın uzun vadeli çıkarlarını ve kutsal değerlerini kurban etmeyecektir.
Niru intizami ve İtlaat(istihbarat) yöntem olarak şiddete dayalı fakat resmi sıfatlarla Besiclik kurumunun tamamlayıcıları rolündedirler. Bu güçler Besiclik gibi her meslek, toplumsal kesimden paramiliter güçler değil daha ziyade profesyonel güçlerden yada dönemsel zorunlu askerlik personelinden oluşmaktadırlar. Bazı dönemler ve durumlarda Sıpa güçleri de dahil bunların bazıları yumuşak, diğerleri sertlik politikası uygularlar. Aslında rejim siyaseti iyi anlaşılmazsa bu güçlerden bazılarının daha iyi ve insancıl olduğu bile akla gelebilir. Halbuki hepsi de aynı politikanın farklı uygulama araçlarıdır ve işbölümü dışında aralarında bir fark yoktur. Ebetteki bu güçlerin içinde zorunlu hizmete tabi tutulmuş halktan olan ve bu politikaları benimsemeyen birçok insan vardır. Hatta sürekli kadrolarından da bazı dürüst unsurlar olabilir ancak kurumsal düzeyde bunlar birbirinin aynıdırlar. Sadece halkın bütün devlet kurumlarına karşı topyekûn güvensizleşmemesi için biri halkımızı kamçılarken diğeri başını okşayıp şeker vermektedir. Bu durum iyi anlaşılmadan rejim siyaseti bilince çıkarılamaz.
İran hukuksuzluk sistemi ve rejim siyasetinin halkımıza dayatıldığı birçok hastalığın yuvası olan zindanlara değinmek önemlidir. Zindanlar hakim sistemin en etkili olduğu, tutukluların ise iradeleri dışında hiçbir güce sahip olmadıkları bir alandır. Dolayısıyla yemeğinden yatmasına kadar insanın doğal bütün ihtiyaçlarının insana karşı silah olarak kullanıldığı, insanın düşüncesine bağlılığı ve iradesi dışında yerleşip savaşacağı hiçbir mevzisinin olmadığı, rejimle savaşta dışarıdaki insanlardan kat be kat daha fazla özveri gerektiren bir ortamdır. Elbetteki güçlü irade ve bilinç eğer son derece zor olan zindan koşullarında kendisini örgütleyip içerde kitlesel bir karaktere dönüşürse egemen rejimler üzerinde büyük etkiler yaratır. Böyle durumlarda örgütlü direniş sergileyen iradeli insanların tutumundan cesaret alan birçok insanın da rejimle mücadele başlatması mümkündür. Bu konuda tarihe geçmiş örnekler vardır. Vietnam savaşında Vietkong gerillalarının tutulduğu Saygon zindanları ve bu zindanlarda verilen mücadele meşhurdur. Yine PKK kadrolarının Türk faşist rejiminin ihaneti dayatma baskılarına karşı 1980’lerde Diyarbakır zindanında gerçekleştirdikleri tarihi direniş, mirasını günümüze kadar aktarabilmiştir. Bireysel direnişin çok etkili olmadığını fark eden PKK’li tutuklu kadrolar kitlesel açlık grevleri ile kadro olmayan sıradan insanları da etkileyerek kendi saflarına çekmeyi başarmış, onlarca önder kadronun canını feda ettiği bu yoğun mücadele sonunda şehit düşen önder kadro Mazlum Doğanın “Teslimiyet ihanete direniş zafere götürür sözüne bağlı kalınarak faşist Türk devletine geri adım attırılmıştır. Demek ki çok yakın tarihimizde yaşadığımız bu olay zindanda dahi olsa halkımızın onurunu koruyabileceğini göstermesi açısından önemlidir.
İran’da zindanlar kendilerini rejime bağışlatmamış, memurların cebini memnun edemeyen, rejimin ıslahat çalışmalarını dikkate almayan ve rejime siyasal açıdan muhalif olanların tıkıştırıldığı yerlerdir. İnsanlar zindanlara gönderilmeden önce soruşturma esnasında birçok kötü muamele ve dayağa tabi tutulurlar. Hele hele bu insan rejim karşıtı bir siyasal faaliyet içerisinde ise veya ulusal haklarını savunmuş yani adli suçların dışında biri ise o insanı önce pişman ettirmek ondan sonra da ihanet ettirip ajanlaştırmak için işkence ve şantajın bütün yöntemlerini kullanırlar. Rejimin buradaki amacı çok nettir. Tutuklu itirafçılaştırılıp kendi halkına karşı, ulusunun kutsal değerlerine karşı ve birlikte mücadele yürüttüğü yoldaşlarına karşı kullanılmaya çalışılır. Eğer bu kişiliksizlik kabul edilmezse ve tüm şantajlarla işkenceler sonuç almazsa aile devreye konulmakta ve yüklü miktarda kefalet ile az ceza karşılığında kişi teslim alınmaya çalışılmaktadır. Buda işe yaramazsa çok ağır cezalar verilip kişi zindana gönderilmektedir. İran zindanları insanları hukuka göre suç işlemekten caydırma yerleri değildir. Zira hukuk diye bir şey yoktur, yine olan yasalarda keyfi yürütüldüğünden ne zindanlar böyle bir işleve sahip nede tutuklular toplumla uyumlu bir rehabilitasyona tabi tutulmuyorlar. Bu nedenle zindanlar insanlardan intikam alma, onları kişisizlikleştirme stratejilerini uygulamaktadır. Rejim zindanlarına alınan insanların çok büyük bir bölümü burada gardiyan ve güvenlik güçlerinin temin ettiği uyuşturucuya alıştırılmaktadır. Bu yapısı ile rejim zindanları rejimim dışarıda iken hizaya getiremediği insanları rejim terbiyesinden geçirip uyuşturucuya bağımlı hale getirme merkezleridirler. Bu işlevinden dolayı Kürt halkının önemli bir bölümü yaşamları boyunca mutlaka bir veya bir kaç defa rejim zindanlarına alınıp hizaya getirilmeye çalışılır veya uyuşturucu bağımlısı yapılırlar. Yine tüm devletlerde siyasal suçlulara tutukluluk halinde tanınan hakların hiçbiri İran’daki siyasal ve düşünce tutuklularına uygulanmamaktadır.
İran rejimi nüfusu ile orantılandığında dünyanın en çok idam cezası veren ve idamı uygulayan ülkesi olma onursuzluğunu hiç kimseye kaptırmamakta, bu idamların çoğunu da halka açık meydanlarda asarak yada halka taşlatarak gerçekleştirmektedir. Burada gerçekleştirilen recm ve kamçılama yöntemleri hiçbir çağdaş düşünce ve felsefenin kabul edemeyeceği insanlığın en ilkel döneminden kalmış yöntemlerdir. Ancak sadist insanlar bu tür uygulamalara onay verir veya iştirak edebilirler. Bu uygulamalar ancak insanlıktan nasibini almamış rejimlerce uygulanabilir. İran rejimi ise bırakalım bu yöntemleri sadece uygulamayı çok doğal bir uygulamaymış gibi tüm toplumu da buna alıştırmaya çalışmaktadır. Bir insanın ortalıkta idam edilmesi veya boğazlanmasını seyredip bundan zevk alan bir insan ve toplumun ya beyni uyuşturulmuş yada çağdaş bütün insani değerlerini yitirmiş olması gerekir. Rejimin bu uygulama ile topluma mesajı çok nettir: bana itaat etmezseniz sizi de istediğim zaman ve istediğim mekânda böyle boğazlatacağım demektedir.
İran rejiminin şiddet ağırlıktaki kurumlaşmasının yanındaki diğer kurumları da tümü ile aynı politikanın hizmetindedirler. Okullar, basın-yayın, ekonomi gibi bütün alanlardaki çalışmalar özünde halkımızı rejim politikalarına itaat eden uysal, bağımlı bir hale getirmeyi amaçlamaktadırlar. Bunlar başka bölümlerde incelendiğinden burada daha fazla açmayacağız.
Devam Edecek…
Hemin Urmiye
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.navendalekolin.com – www.lekolin.net – www.lekolin.info