İttihat Terakki Partisi’nin 1.Dünya Savaşına giriş nedeni zaten bu Turan ülküsüydü. Tekrardan büyük bir imparatorluğa bu sefer Türkçülük adıyla dönüşmek temel istekti. Allahu Ekber dağlarında da Arap çöllerinde de milyonlarca genci ölüme sürüklemelerinin nedeni buydu. Ele geçirdikleri toprakları nasıl ‘Türk’ toprağına dönüştüreceklerini de 1915’teki Ermeni soykırımı ile gösterdiler. Fakat bu rüyaları Osmanlı Devletinin dağılmasıyla son buldu. Bu açıdan İttihatçı şef Enver’in Türkistan’da kuracağı orduyla Turan imparatorluğunu kurma amacıyla ölmesi bu sürecin özetidir.
1919-1923 arası İngiliz hegemonyası ile girilen mücadele süreci aslında emperyalizmin verdiği misyonla ilgilidir. Çelişki yok değildir fakat bu çelişki çözülemez bir çelişki değildir. TC’nin ortaya çıkışı iddiaların aksine emperyalizme rağmen değil onun planlamaları doğrultusunda gelişmiştir. Gelişen Kürt-Türk ittifakı çerçevesinde demokratik bir cumhuriyetin yaşam bulma ihtimali yok değildir. Fakat Kürdistan’ın dörde bölünmesi sonucunda açığa çıkan soykırımcı bir devlet gerçeğidir ve emperyalist güçlerin onayı ve çıkarları gereği oluşmuştur. 20. Yüzyıl boyunca Türk egemenlerinin Birinci Dünya Savaşında kaybettikleri kumarın borcunu ödemekle geçirmesine karşın egemenlik alanlarını genişletme tutkusundan hiç vazgeçmediğini belirtmek gerekir.
Son Osmanlı meclisinin muğlak olan Misak-ı Milli kararı o dönem Kürt ve Türk halkının ortak vatan üzerinde demokratik ittifakını işaret etmesi anlamında olumluydu. O dönem sergilenen politika bu ittifak çerçevesindeydi. Türk yöneticilerinin bu ittifakta ne kadar içten olduğu önemli değildi. Sorun yeni devletin ortak bir vatan mı yoksa soykırımcı bir ulus devlet mi olacağıydı. Bölünmemiş bir Kürdistan’ın Türk faşizmi tarafından soykırım saldırılarına hedef olması zordu. Fakat öncelikle Fransa ile yapılan Ankara antlaşması (1921) ile Kürdistan’ın Rojava parçası bırakılarak Misak-ı Milliden taviz verildi. Ardından Lozan (1923) ve bu sefer İngiltere ile yapılan Ankara Antlaşması (1926) ile Kürdistan dört parçaya ayrılıyordu. Nitekim İttihat ve Terakki’nin soykırımcı zihniyeti TC aracılığıyla Kuzey Kürdistan’ı Kürt soykırımı ile Türk toprağı haline getirmek isteyerek sürdü. Madem bu topraklar elde kalmıştı homojenleştirme işlemi bu ölçekte yapılmalıydı. Bu şekilde işgalcilik ve sömürgecilik Kuzey Kürdistan’ın statükosu şahsında TC’nin genlerine işledi.
Lozan ve Misak-ı Milli’nin anlamlarının Türk faşizminin türevlerince farklı değerlendirmelerine işaret etmek gerekir. Lozan Antlaşması Kürdistan’ı parçalanmış sömürge konumuna sokan bir antlaşma olduğu tartışmasızdır. Lozan Kuzey Kürdistan’ı Türk milliyetçiliğinin yayılma alanı olarak tanımlayan, halkların iradesini hiçe sayan bir metindir. Bu anlamda olumsuz ele alınması doğaldır. Ancak Türk faşizminin önemli bir kesimi de bu antlaşmayı olumsuz değerlendirmektedir, fakat farklı nedenlerle. Lozan Türk milliyetçiliği açısından hayal kırıklığıdır. Bunun nedeni umulandan daha küçük bir coğrafyaya sıkışıldığını düşünmeleridir. Onların derdi bir halkın binlerce yıllık ülkesinin parçalanması değil kendi devletlerinin yani sömürü alanlarının -sadece Kürdistan açısından da değil- küçülmesidir. Bizzat Lozan antlaşmasının görüşmelerine katılan Türk milliyetçiliğinin fikir babalarından Dr. Rıza Nur (Rıza Nur’un “Hayat ve Hatıralarım” adlı kitabı hem Lozan Antlaşması süreci hem de Mustafa Kemal ve İnönü ile ilgili değerlendirmeleri Türkiye’de hala yasaktır ve sansürsüz hali hiç basılamamıştır.) sorumluluğu İsmet İnönü ve Mustafa Kemal’e yükleyerek bu antlaşmayı Türk egemenliğini azaltan bir antlaşma olarak ele almaktadır. Beyaz Türk faşizminin büyük bir zafer olarak gördüğü Lozan aslında diğer faşist akımlar için bir yenilgi olarak değerlendirilmektedir. Bu açıdan yakın zamanda faşist Erdoğan’ın bu antlaşmayı küçümseyen beyanlar vermesi hatırlanabilir. Kaldı ki tüm Türk faşistlerinin bilinçaltında dünyaya egemen olmak vardır, sadece küçük bir yarımadaya hükmetmek değil. Bugünkü AKP-MHP ve Beyaz Türk faşistlerinin bir bölümünün kurmuş olduğu ittifakı mümkün kılan önemli etkenler de bu yayılma rüyalarıdır ve CHP dâhil tüm devletçi güçlerin bu yayılma hamlesine açık ya da kapalı destek vermesinin nedeni de bu ortak zihniyettir.
Aynı şekilde Türk faşizminin zaman zaman kendi sömürgeci isteklerine atfen Misak-ı Milliyi gündeme getirdiğini biliyoruz. Bugün Kürdistan’ın diğer parçalarını buna atfen işgal ve ilhak etmek istemektedir. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi eğer iki halkın demokratik ittifakı üzerinden şekillenirse Misak-ı Milli’nin güncellenmesi anlamlı olur. Önderliğin zaman zaman Misak-ı Milli’ye atıf yapmasının nedeni de budur. Türk faşizmi ise Misak-ı Milli’yi mevcut devlet yapısı ile sömürgeci emellerini gerçekleştirme mantığı ile gündeme getirmektedir. Örneğin Güney Kürdistan’a ilişkin sömürgeci isteklerine bu bölgede yaşayan Türkmenleri alet etmeleri niyetlerini açıkça göstermektedir.
Yarın:TC’nin İşgal Pratikleri-4
Kendal Bagok
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi